12 Haziran 2011 Pazar

SULTAN 3. MUSTAFA-2-

Sadrıazama Bakalım


İstanbul'dan çıktığını yukarıda haber verdiğimiz sadraza­mın, gitmek istediği hedef, Tuna sahillerine ulaşmaktı. An­cak; Rusların bir bölüm kuvveti Dinyester nehrini geçerek, Hotin Kalesini kuşatmıştı. Muhasaraya mâruz kalan kalenin, karşısında bulunan 20 bin kişi civarındaki imdad askeri, baş­larında komutanları Kahraman Paşa olduğu halde saldırıya geçtiler. Ruslar bunlara mukavemet edemeyeceklerini anla­dıklarından, ricata başladılar. Bu savunmanın, Rusları çekil­meye mecbur bırakması haberini almış bulunan İstanbul, işi bir zafer şeklinde telâkki edip de şenliklere başladı bir de 3. Mustafa'ya, Gâzi'lik unvanı verilmesi merasimi yapmışlardı. Mayıs ayı geldiğinde sadrazamın otağı Babadağ'ından İsaak-çı'ya nakledildi. İsaakçıda 20 gün kadar kalındıktan sonra ve arada bir takım eksiklikler giderilip ordan sadrıazamm arzu­suna uyulup bir harp meclisi icra olundu. Bu meclisde sadra­zamı fevkalâde bir jest içinde görüyoruz, bu jest şöyle kendi­ni gösterdi. Sadrazamın açık ve net konuşması; "ben; mes-lek-i askeriyeyi bilmem. Sizler güngÖrmüşler, savaş alanının kurtlan bana beyanlarınızla yol gösteriniz." Bu sözler mec­lisde bir takım şaşkınlıklara sebeb olduysa da, yine de itiraf samimi bir havanın husule gelmesine vesile olmuştu. İçlerin­den biri: Bender üzerine gitmek evlâdır. Dedi. İkinci bir görüş* Hotin üzerine gidilmesi şeklinde oldu. Üçüncüsü ise; Tu-na'nın geçilip inkişaf edecek vaziyete göre hareket tavsiyesi­ni taşımaktaydı. Sadrazam Mehmed Emin Paşa söz alıp: "her ne kadar askerlikden anlamadığımı söylediysemde içime si­nen üçüncü tavsiyeye uymaktır" beyanında bulundu. Tu-na'nın aşılmasından sonra Hantepe denen mahalde bir top­lantı daha icra olundu. Bu sefer de, Bender istikametine gi­dilmesi kararı çıktı. Teşebbüse geçildi, ancak yolda karşıları­na çıkan manialar askerin perişan olmasına yetti. Bunların üstüne üstlük sadrazam da ağır bir hastalıkla yatağa serildi. Ruslara fedakârane yardımcılık yapan lehlilerin düşman mu­amelesine tâbi tutulmaları hakkında orduy-u hümayun ka­zaskeri tarafından okunan fetvalar üzerine karar altına alın­mış durumun ordumuzda bulunan, Lehistan sefiri ve diğer devlet tercümanlarına da tebliğ yapılmıştı. Bu bilgilere agâh olan Leh elçisinin hâinlerin cezalandırılmasını tasvib ettiği, ayrıca 70 bin neferin ihtiyacını karşılayacak miktarda, eızak takdimini Lehistan cumhuriyeti adına taahhüd eyleyerek hiz­met arzına gayret göstermiştir. Rusların bir müddet sonra Hotin üzerine yeniden saldırıya geçerek kuşatmaya devama çalıştığı görüldü.
Ne varki kendilerini geçen defa geriye topuklatan Kahra­man Paşa ve kıymetli askeri tekrar karşılarındaydı. Bir müd­det savaştılar. Ancak bu paşanın karşısında tutunamayacak-larını çabuk .anladılar. Yeniden kaçmayı tercih eylediler. Sad­razamın bu arada yine Bender'e teşrifi haberi Kahraman Pa­şaya ulaşmıştı. Hemen hem hastalık geçirmiş, hem de bir­çok zorluklara duçar olmuş sadrazamın ziyaretine koşan Kahraman Paşayı acı bir sürpriz beklemekteydi. Bu sürprizi Kâmil Paşa tarihinde şöyle kaleme almış: "Rusları Hotin ka­lesi önünden kovmaya muvaffak olan Kahraman Paşa, ge­rek kendi isteği, gerekse askerinin terfih hakkında seslendirme yapmaları ve bunu tekrarlamaları üzerine, rütbe-i ve-zaretle taltif edilmişse de, bu talebdeki müşahede olunan usûle aykırılık suç olarak telâkki olundu. Tabii ki bu ölüm cezasının biçilmesini getirdi Kendi ayağıyla sadrazamın ya­nına gelen Kahraman Paşa hakkında verilmiş hüküm ma­alesef tatbike kondu. Kahraman Paşa Öldürülerek bir hata daha yapıldı. Yapılmakta olan seferin başarılı gözüken tek yanı Hotin kalesinin muhafazası idi. Yoksa ortada başarı olarak kabul edilebilinecek bir vaziyete tesadüf edilmiyordu. Bunun sebebini İstanbul sadrazamın nâehil olmasında gördü. Her ne kadar sadrazamın cihet-i askeriyye ilminde, kifayet­sizliği beyanı var idiyse de, devletin en feci hatası Ruslara savaş ilânını pek Önceden yapmış olduğuydu. Bütün diğer bahaneler, bu savaş ilânı meselesinde adetâ kaybolup git­mekteydi. Seferde bulunan kumandanlar; Babıâli'yi aradan çıkararak, Hz. Padişaha sadrıazamın yetersizliğini duyurur­larken, bu arada Babıâli baştercümanı ve eski Buğdan Prensi olan Kalimâki bey'in Rusların tarafına çalıştığı ihbarları yapıl­mıştı. Arkasından da bu ihbaratın icraatları kendini göster­meğe başladı.
Birincisini Kalimâki bey'in idam edilmesi teşkil etti. Arka­sından gelen sadrazam Mehmed Emin Paşa'nın azli ve Dimetoka'ya sürülmesini intaç ettirdi. Beterin beteri vardır sö­zü, burada bir daha kendini hatırlattı. Sürgün yolundaki sad­razam Edirne'ye girmek üzereyken yetişen haberci hayatının izâle olunacağını tebliğ etmişti. Emir yerine getirildi ve sabık sadrıazam Mehmed Emin Paşanın başı vücudundan ayrılıp bala batırılıp Dersaadete koşturuldu. Bu baş ibret taşında teşhir olunurken, makam-ı sadaretin yeni emanetçisi Molda-vancı Ali Paşa mührü hümayunu almıştı.

Hotin Rusların Eline Geçiyor


Cenâb-ı Mevlâ'nın siyanetini, Kahraman Paşa eliyle gös­terdiği Hotin kalesi, zaferin sadakasını vermeyi unutanların hatasının kurbanı olarak maalesef Rusların eline geçti. Sadrı­azam Moldavancı Ali Paşa komutasındaki ordumuz, Rusların Dinyester nehri kıyısındaki birlikleriyle karşılaştı. Yapılan sa­vaşın birinci raundunda Rusları, kahkari bir bozguna uğrat­tık. Savaş alanı silahını bırakıp firarı yeğleyen askerlerin çok­luğundan utanmaktaydı belkide! Çünkü firar eden Rus asker­leri araziyi mühimmat ve cephanelerini bırakarak terk etmiş­lerdi. Ancak pek vakit geçmedi ki Rus kuvvetleriyle yeniden karşılaşıldı. Ve mağlubiyet kısa zamanda bu sefer bizim ta-rafda kalarak, Hantepe mevkiine çekilmek zorunda kaldık. Çekilmesine çekilen birliklerimiz, maalesef Hotin Kalesini yardımsız bırakmıştı. Fırsatı kaçırmayan Ruslar, Abaza Pa­şa'nın askerden tahliyeyi akıl ettiği Hotin Kalesini ele geçirdi­ler. Düşman eline geçmesine iki defa mâni olan Kahraman Paşa'ya, gösterilen muamelenin bedelimiydi bu acı mağlubi­yet? Üzerinde düşünülmesi gerekmeliydi.
Abaza Paşaya Hotin'i askerden arındırmasını icâb ettiren sebebin Buğdan'ın muhafazasında, istihdam olunma emrini almış olmasında aramak yanlış olrnaz. Çünkü Hotin kısacık dönemde üç defa Rus taarruzuna mâruz kalmıştı, buna bağlı olarak artık savunmada kalmaya mahkûm bir devreye gir­miş bulunan, devlet-i âliye'den başka bir stratejik yeri savun­ma için, daha az ehemmiyet arzeden yerden vazgeçmesi, za­fiyetin getirdiği kaçınılamaz faturasıdır. Abaza Paşa ve de Buğdan Prensi, Babıâli'den gelen bir emirle, Ruslarla haber­leşen ve onlara sempati besleyen ve de bilfiil onlara savaş­larda muharip olarak katılanlarında memleketten ihraç edilmelerine önem vermeleri hatırlatılmıştı tarih bu sırada 1182/1769 olmuştu. Sadnazam İsaakçı'ya gitti. Arkasından ordu da karışık bir düzen içinde aynı yere gitti. Ruslara karşı fecii bir mağlubiyetin müsebbibleri, Anadolu ve Rumeli vali­lerinin rütbeleri tenzil edilmişti. Böyle bir muameleye gidil­mesinde ahalinin sızlanarak bu zevatı, şikâyet etmesinden kaynaklanmıştı.
Öte yandan ise Yaş'da ve Kalas'da Ruslara mağlup olmuş bulunan Buğdan kumandanı Mehmed Paşa ve Hazinedar Ali Paşa'ya rütbe-i vezaret verildiğinde ahali arasında dedikodu aldı yürüdü.

Kalas'da Müslüman Katliamı


Kalas'da Rusların kaldırıp götürdüğü Buğdan Prensi Kos-tantİn Mavro Kordato çok geçmeden Yaş'da ölümün kucağı­na düşmüştü. Yerine geçirilmiş olan Kiga hükümeti başkenti Ruslar tarafından esir edilmiştir. Her taraf yağmaya ve yakılı-şa tâbi tutulmuştu ayrıca müslümanların üzerinde bir katliam gerçekleştirilmişti Bükreş şehrinin her tarafında Rusya mu­harebesi! Hayda! naralarının işitilmesiyle birlikte şeyhülislâm tarafından verilmiş oian bir fetva okundu. Bu fetva'da, Rusla­rın gerçekleştirmiş olduğu katliama ve bu hususta verdiği emirlere itaat edip katılan Buğdanh ve Ulah'ların katledilme­lerine, mallarının müsaderesine, eş ve çocuklarının esir olun-masına cevaz verilmekteydi. Ne varki bu fetva son derece ters netice verdi. Buğdan halkının en samimi olanları dahi Rusya'ya tercih kullandılar. Bükreş'in Boyan (bir nevi idare­ci) prensliğin bir takım sembollerini Rusların komiserine tes­lim ettiler. Ayrıca metropolid'le beraber Rus imparatoriçesine sadakat yemini yaptılar. İtaatlarını Petersburg'a gönderdikleri temsilciler vasıtasıyla da ulaştırma yoluna gittiler.
Sadrazam Moldavanci Ali Paşa orduyu Babadaği'na çekti. Kalas'da Ruslar, meydana geien çarpışmada yenildiler ve şehri yakmayı ihmal etmeden boşalttılar. Bu arada savaşı kazanan mücahidine padişahın takdir ve ihsanları erişirken, daha dört ayı doldurmamış Moldavancı Ali Paşa makam-ı sadaretten, infisal ettirildi. Boşalan makamı doldurmak üzere eski sadrıazamlardan, Ayvaz Mehmedpaşazâde Halil Paşa aetirilmiştir. Ancak bu zatın göreve getirilmesinde, babasının nâmının pek işe yaradığını söylemek doğru bir iddiadır. Yok­sa Halil Paşa, devlet işlerindeki tecrübesizliği, askeri mesele­lerde bilgisizliği, görünür bir başarısı oimadığı halde bundan bir başarı beklemek umulamazdı. Yeni sadnazam bir çok memuru yerini değiştirme icraatına tâbi tuttu. Bu sırada Ta­tar hân'ı, Buğdan ve Ulah'ın Ruslar tarafından istilâsına bir muhalefet veya mukavemet gösterme tarafında gayret gös­termediğinden azledildi ye yerine Kaplan Giray getirildi.
Rus askeri; Fokşan'da kuvvetlerini toplama çalışmalarını idame ettirmeye başladı. İsmail, Ibrail Kolige ve Corcuhe ta­raflarını tehdidle birlikte kontrol altına almaya başladı. Bu vaziyeti haber alan Osmanlı birlikleri serasker Abdi Paşa, ko­mutasında hemencik, Bükreş üzerine yürüyüşe geçti ve he­define yaklaştığı sırada, askere gereken bilgi ve tavsiyeleri yaptıktan sonra askeri orada bıraktı ve Corcuha'yı korumak isteyerek yola çıkmışsa da, Rus generali Setofalk'ın birlikleri­nin vurgununa düşmüştür, üçbin askerini kaybeden Abdi Pa­şa hem Corcuha'yı müdafaa edememiş hem de Bükreş'in Ruslar eline geçmesine mâni olamamıştı. Bu sırada tarihimiz 2/zilkadde/l 183-27/şubat/1770'i göstermekteydi.
Buğdan papaslarınin ihaneti Selâtin'e şehrininde Rusların eline geçmesine sebeb teşkil etti. 1/muharrem/l 184-27/ni-san/1770 cuma günü sadrıazamın karargâhı isaakçı'ya ta­şındı. Rusya; istihbaratçılarını ve ajanlarını Mora'ya şevketmisti. Bunların kısm-ı âzamini papas hüviyeti altında gönder­di ve Mora'nın Rumlarla meskûn her mahalli, bu adamların söylevlerine, tahriklerine açık hâle gelmişti. Bu çalışmalara bigane olmayan Rumların ileri gelen reislerinden Panayotİ Pi-naki, kendilerine Osmanlı boyunduruğundan kurtulmalarını telkin eden Rus memurlarla uzunca süren görüşmelerde bu­lundu. Müzakereler nİhayetlendiğinde de, bir iyi niyet gurubu teşekkül ettirerek Ruslara dehalet ettiler.
Rusya'dan; Osmanlı devleti ile aralarında husule gelecek meselelerde, koruyuculuklarını üstlenmeleri istirhamında bu­lundular. Rusya devleti bu talebi menfaatinin gereği olumlu bularak vazifeyi üstüne almayı kabullendiğini bir deniz filosu düzenleyip göndererek gösterdi. Bu filoyu takiben kara as­kerlerini de pek kısa zamanda göndereceğini beyan eden bir ahidnâme yolladı. Tanzim edilmiş filo.ıun kumandanlığı Ami­ral Sibiryetofa verilmişti. Filo'da  12 tane saffı harp gemisi, 12 firkateyn Kronştad limanından denize çıktığında, haber derhal İstanbul'a ulaştı. Ne varki istihbaratı bu kadar hızlı ça­lışan devletin bu haberi değerlendirebilecek devlet adamın­dan mahrum olması, Kornştad limanından kalkan gemilerin Akdeniz'e eski adı bahr-i Ahmer'e geçemeyeceklerini zanne­derek, gelen habere sahte damgasını vurdular. İsrarla belirtil­mesine rağmen, günün birinde, bahse konu filonun Akde­niz'de görünmesi haberi sahtecilik, diye suçlayanların gözle­rinin, faltaşı gibi açılmasını temine yetmişti bile. Baltik deni­zinden, Adriyatik denizi yoluyla Bahr-i Ahmer'e yâni Akde­niz'e gelebilmek, sadece Venediklilerin müsamaha göster­mesine ihtiyaç bırakırdı. Venedik hükümeti bu müsamahayı ne için göstermesindi? Gösterdiler böylece de Rus filosu Ak­deniz'de gezinmeye başladı. Babıâli bu vaziyet karşısında; Venedik elçisini azarlamaktan başka bir şey yapamadı. Vü­kelâ babıâlide toplandı. Aldığı karar Mora'daki savunmaya itina edilmesi hususunu âmirdi.
Ne varki; amiral Sibiryetof; filosuyla beraber getirdiği ge­mi inşa etmeye yarar malzemeler yanında olduğu halde sa­hile çıkışı gerçekleştirdi. Burada nakliye işlerinde kullanılabi­lecek dört gemi inşa etti. Gemileri Rum isyancılara verdi. Beri yandan Kont Teodor Orlof, yanında beş yüz Rus askeri olduğu halde karaya çıkarak bu beşyüz askerin, sayılarının 50 bin'e varmış, isyancı Rumların idaresine hâkim olamaya­cağı, herkesin göreceği husustur. Bu gurub çıkmış bulundu­ğu Mîsistre şehrinde, bir katliama girişerek dörtyüze yakın müslümani şehid ederlerken memede'ki yavruların minare­lerden aşağı atılması vahşetini işleyerek hangi ruh haleti ve ne kadar zâlim olduklarını, tarih sahifelerinde tabii ki nefretle anılmak üzere tescil ve kaydettirdiler. Burada yaptığı işin vahşi zevkine doyamayan Teodor Orlof'un, Koron şehri 2. hedefi oldu. Ancak maiyetindeki askerin; bu işi beceremeye­ceğini ilk an gösterince, derhal burayı muhasaradan içtinab etti. Teodor'un kardeşi Aleksi Orlof ise; donanmasının bir kaç gemisiyle ve yanındaki asker ile Patras üzerine, sevko-lunmuştur. Patras'ın yardımına korsanların koştuğu ve Mo-ra'hlan öldürmeye başlamasından Aleksi ve maiyetindekiler, kaçmaya mecbur kaldılar.
Ruslar; yeniden 15 bin kişilik Mora'lılardan müteşekkil bir isyancı kuvvet teşkile muvaffak oldu. Bunlarda hedef, Tripo-lis kasabasına dalarak hem ganimet toplamak, hem de kesin bir galibiyet temindi.
Serasker Paşa; bölgedeki kumandanların askeriyle birleşip bunların karşısına çıktı. Zafer; Mora'lılara değil sadrıazamın kuvvetinde kaldı. Tripolis'de, Patras'da olanlar cereyan etti. avarin'e girmiş bulunan diğer bir Rus subayı Prens Dolifori-ki; Leonetari ve Arkadiye kasabalarını savunanlarla sözde anlaşıp, savunmacıların salimen çıkıp gideceklerini kabul et­mişti. Hâttâ bir sened yapılmış ve bu sened'e Fransa konso!osu da imza atmıştı. Fakat Rumlar bunları hiçe sayarak, müslümanlan katledip, belde'yi yakmışlardı. Aradan fazla bir zaman geçmedi ki, Aleksi Oriof Rumların hepsine birden hi-tab ederek şöyle demekteydi: Eflâk ile Buğdan'da başlamış olan savaşta döğüşenler sizin mezhebinizdendir, bunun için ordaki savaşa dininiz ve hürriyetiniz için koşmalısınız. Daha sonra Koron ile Modon, Rusların muhasarasına düştü. Modon kurtarılınca Ruslar gemilerine binip uzaklaştı.
Serasker Paşa bu Modon'u kurtarmak ameliyesini, zafer olarak İstanbul'a bildirdiğinde, derhal şehr-i ayn denilen, kandillerle şehir aydınlatıldı, nice dualar ve sevinç gösterileri yapıldı. Ne var ki; Çeşme limanında bulunan Hüsameddin Paşa komutasında donanmamızın iki korveti, onbeş kalyonu ve bazı gemilerinden müteşekkil bir filosu, Rus donanması ile savaşa giriştiği görüldü.
Bu savaş esnasında bizim gemiler tutuşmuş ve yanmaya başlamıştı. Ancak bu gemilerimizden bir tanesi yanmakta o -duğu halde, rotasını Rus donanmasının amiral gemisine doğ­rultmuş ve ona aborda olmaya çalışmıştı. Sonunda, fedakâr­ca bu davranışın maksadı, Cenâb-i Allah (c.c)'ün rüzgârı ya­ver kılması ile tecelli etti. Rusya amiral gemisi yanmaya baş­lamıştı. Amiral Sibiryetof ile Teodor Orîof kendilerini zar zor attıkları bir şalopeyle cehenneme dönmüş amiral gemisinden firara muvaffak oldular. Akabinde cephane ve ateşin bir kori­dorda buluşmaları, geminin patlamasına yediyüz Rus ve is­yancı Moralinin telef olduğu görülmüştür..Mezkûr gemiyi bor-dalayan gemimiz de bu patlamadan nasibini almış ve bazı denizcimizin şehadeti vukubulmuşsa da, Kaptan-ı Derya ve kaptanlar ile levendlerimiz yüzerek selâmet sahiline çıkabil­mişlerdir.
Hz. Kanuni Süleyman zamanı ve akabinde, 2. Selim döne­minde meydana gelen Leponta baskınına maruz kalan donanmamizın, uğradığı feci mağlubiyet, beyaz üzerinde bir kara leke gibi karşımıza çıkar. İşte bu 3. Mustafa döneminde vukubulan Çeşme olayında yanıp perişan olması, yukarıdaki bozgunu tarihde yalnız bırakmamıştır.   Bu donanma yangını, Kaynarca antlaşması denen Osmanlı devletinin bir hayli aleyhine olan sulhun imzalanmasına sebeb teşkil etmiştir. Bu Çeşme olayının; galeyân-ı diniye'yi ve milliye'yi gayrete ge­tirdiği görüldü. Donanmamızın yakılmasından mükedder a-hali-i islâm, İzmir'de yaşayan Rumların ve avrupalılann üzer­lerine savlet ederek ihanetlerini haykırmışlardır. Bu arada se-kizyüz kadar kefere telef edilmiştir. Rus donanmasının Ça­nakkale Boğazından geçmesini engellemenin yolunu oraya gönderilen vazifelilerin keşiflerine bağladı devlet. Bunlardan ise, Kale-i Sultaniye denen bölgeye gerek Rumeli gerekse Anadolu yakasına birer istihkâm yapmak fikri, gündeme gel­di. Derhal tatbikata geçildi. Bunlardan birini Rus gemilerinin topa tuttuğu görüldüyse de bir netice alamadıkları da orta­daydı.
Ancak Ege denizine doğru yol almakta olan yirmi parçalı bir zahire nakliyesinde kullanılan ticaret filosu Bozcaada'da yol kesen Rus donanmasının eline geçti.

Limni Muhasarası


Bütün bunlar olurken Kont Orlof Limni Adasını kuşatma altına aldı. Yapılan altmış günlük direnme gelecek için mu­hasara altında olanlara bir umid bahşetmediğinden muhafız­lar Kont Orlof'a müracaatla teslim müzakerelerine giriştiler. Anlaşma ortaya çıktığında vaziyet şu idi. Muhafızlar adayı terk edecek, ancak altı muteber asker Ruslara rehin olarak bırakılacaktı. Anlaşmanın tatbikatına geçildiğinde kaptanı derya Cezayirli Hasan Paşa yirmiüç parçadan meydana gel­miş filosuyla Limni Adasına İmdada yetişmişti. Yapılan mukaveleden haberdar olunca bunun uygulanamayacağını, çünkü kendisinin rızası olmadığını beyan etti. üç gün sonra iki taraf deniz üstünde çok kanlı bir savaşın muharipleri ol­dular. Üstünlük bizim askerimizde kaldı. Hasan Paşa Rusların rehin olarak teslim almış olduğu altı rehineyi iade etmesini Kont Orlof'a bildirdi. Az sonra rehineler serbest bırakılırken Kont Orlof'da gemilerini toplamış, rotasını açıkdenize doğ­rultmuş, Limni'yi Osmanlı zaferine bırakmanın ezikliği içinde suyun üzerinde aheste aheste defolup gitmekteydi.
Bu sırada Buğdan civarında askerle dolaşmakta olan sad­razam, Tuna Nehri yakınlarında tutuştuğu bir muharebede ikibin şehid vererek haylİcede mühimmat ve cephane kaybı­na uğramıştı. O sıradada Ruslar Kırım'da bir saldırıya kal-kışmışlarsada, mahalli komutan ve askerleri, bu taarruzu de­fetmeye muvaffak olmayı bilmişlerdi. Tuna üzerinde yaptığı­mız bir köprüyü, çıkmış olan fırtınanın söküp savurduğu, Ruslar'ın, Kili'yi ellerine geçirdiği haberleri sadrazama ulaş­mıştı. Ayrıca asker arasında da itaat ortadan kalkacak rad­deye gelmişti. Sadrazamın hükmü geçmez olmuş, askere sık sık hediyeler, bahşişler verilmek suretiyle işlere sevk oluna-biliyordu, ki bu ordunun içine düşmüş olduğu büyük bir zafi­yetti.

Bender'in Düşmesi


Ruslar Bender'i taarruzlarına hedef yapmışlardı. Müdafiile-rin bütün gayretlerine rağmen aralıksız on saat süren bir Rus saldırısı Bender'in düşman eline düşmesine sebeb oldu. Bu­nu onsekiz gün süren ve nihayetinde Rusların eline geçen İs-maiyl ve İbraiyl kalelerinin elden çıkması takip etti. Sadraza­mın içinde bulunan hâli içler acısı bîr manzara gösterirken, sayısı aa üçbinden ziyade değildi. Neticede; Kili, İbraiyl ve İsmaiyl elden gitmiş çaresiz sadrazam, otağını Babadağı'na nakle mecbur olmuştu. Ordunun; Babadağına çekilmesinden sonra bir takım değişikliklere tevessül olundu. Kırım Hanlığı Selim Giray'a tevcih edildi. Sadrazam azledilerek Filibe'ye sürgüne gönderilirken, yerine de Bosna Valisi Silahdar Meh-med Paşa getirilmişti. Ne varki bu sırada İbraiyl'in istilâ olun­masından önce, İsmaiyl'de bulunan Rus generali Kont Ro-manzof gönderdiği bir notta ecnebi ülke devletlerinden hiç birinin karışmayacağı bir sulh müzakeresi açma teklifini bil­dirmiş oluyordu. Sadrazam ise; böyle teklife evet demeye padişah tarafından mezun kılınmadığını, taleble ilgili hâli Ba­bıâli'ye bildireceğini notu getiren, Rus miralayına ifade et­mişti. Bu teklife verilen cevabı öğrenmemizden önce şurası bilinmelidir ki; daha önce Dersaadet tarafından vesatet, yâni arabuluculuk için yapılan haberleşme pek dikkat çekici bir hal almıştı. Bu arabuluculuklar pek çok avrupa ülkesine uy­gun gelmekte idi. Bu sayede menfaat elde ediyorlardı. Rus­ya'nın teklifi ise bu aracılara lüzum olmadığı istikametindey­di,   Prusya kralı 2. Fredrik'le, Avusturya imparatoru 2. Jozef gibi iki önemli hükümdar işi başka başka mütalaa etmektey­diler.
Babıâli ve Avusturya arasında, bir takım gizli ve nakdi hu-susat üzerinde müzakereler yapılıp antlaşma yapılması, Avusturya elçileri Kont Dokviniç ve Baron Tevgüt'ün çalış­malarıyla gerçekleşebilmişti. Sultan 3. Mustafa'nın ise, hop diye içine atladığı durum, seçtiği politikanın yanlışlığı, bütün hususlarıyla ortaya çıkmış almaktaydı.
Yukarıda anlatıldığı gibi; İngiltere ve Prusya elçileri, Fransa ve Avusturya'nın müdehalesinden çekinerek harbin çıkışında sunulan vesatet iki devletin arasında şüpheler uyandırabilme gayretine dönüşmüştü. Buna bağlı olarak Babıâli'ye notalar takdim ederek Yedikule'de hapiste bulunan Rus elçisinin der­hal serbest bırakılmasını istemişlerdi. Bu istekten hiç bir netice hasıl olmayıp, iş ortada durmaktayken, daha sonra Prus­ya kralı ile Avusturya imparatorunun, Nevstad'da vukubulan buluşmalarında geldikleri nokta vesatet yâni arabuluculuk meselesi hakkında aynı düşünmektelerse de, nasıl gerçekle­şeceği hususunda bir ittifak içinde olamamışlardı. Bunun üzerine her iki devlet İstanbul'da bulunan elçilerine yâni Prusya ve Avusturyalı elçilere ayrı ayrı talimatlar verilmiş ve Babıâli nezdinde teşebbüse geçmelerini istemişlerdi.
Prusya elçisi Zejlin, Avusturya elçisi Tevgüt talimatları alıp harekete hazırlandılar. Bu sıralarda Belgrad valisinden gelen bir başvuruda; Avusturya imparatorunun dönekliği, hududu­muzda asker yığmasına başladığından, nasıl bir siyasi tavır takınılması hususunda padişah'ın düşüncesini ve emrini sor­maktaydı. Padişah ise, garib sayılacak bir teklifte bulunmuş-du. Şöyleki: Avusturya ve Prusya elçileri aldıkları talimat ge­reğince devletlerinin arabuluculuk tekliflerini Babıâli'ye sun­duklarında, Reisülküttab İsmail Râif efendi, gecenin birinde Avusturya sefiri ile müzakereye girişti. Rusya, Lehistandan uzaklaştırıldığına göre, imparator Jozef'in, Lehistan'a bir kral tâyin etmesi veya Lehistan'ın iki devlet, yâni Osmanlı ve Avusturya arasında taksimini imparator 2. Jozef'in reyine bı­raktı. Böylece evvelemirde devlet-i âliye, İran'in bölüşülmesi işinde Rusya ile anlaştığı gibi, bu defa da Lehistan'ın, Avus­turya ile taksimini ümid etmişti. Bu mülk taksimi politikası­nın tarafı olmak, bizzat devlet-i âüyenin komşuları devletlere, âtideki taksimin kapısını açmıştı. Avusturya elçisi Tevküt'se iletilen talebe cevaben; böyle geniş bir projeye kafa patlat­maya zamanı olmadığını ancak bunun da kan dökülmeden gerçekleşemeyeceğine arabuluculukda esas maksad ise, bunca müddet sürüp gitmekte olan kanlı savaşın sonunu ge­tirmek olduğunu beyan etti.
Böylece; gerek Tevküt gerek Zejlin, devletlerinin taleb ve arabuluculuklarına dâir Kâimmakamdan bir yazı alıverilme-sine reisül küttapdan gayret göstermesini istediler. Bu isteği tabii karşılayan İsmail Râif efendi, önce kendilerinin bu hu-susda bir talebleri olduğunu belirten nota'mn Babıâli'ye veril­mesini hatırlatmıştı. Bu şart; Zejlin'i hemen, Tevküt'ü ise bu mevzuuda bir haylice tereddüde düşürmekle beraber gecik­tirme, ülkesinin muvafakati ve arabuluculuğunu, tercih ettir­mek teşebbüsünde çıldırmak derecesine varmış oîan İngiliz elçisinin maksadını kolaylaşma mertebesine getirmemek için, İsmail Râif efendinin teklifi kabul görmüştür. Böylece kâimakam, elçiler tarafından verilen notaya cevab olarak, yazdığı yazıda ihtiyatlı bir lisanla herbirinin, müracaatını de­ğerlendirdiklerini ve nota ile teklif ettikleri arabuluculuk hak­kındaki beyanlarını kabul etmiş bulunduğunu kaydetmişti. Bunlar olup biterken ilerleyen zaman 1770/ocak~1183/ra-mazan ayını işaret etmekteydi.
Yukarıda Rus generali Romanzof tarafından gönderildiği belirtilen yazı geldiğinde, Reisülküttab ve Nişancı efendiler Avusturya ve Prusya elçileriyle geceyansı içtimaî gerçekleş­tirme yoluna gitmişler, müzakereler neticesinde yapılan tek­liflerde, iki devletin arabuluculuklarını bildiren general Ro-manzofa cevab olarak mahbus bulunan, Rus elçisinin ser­best bırakılma isteğinin, Rusyanın bu cevab üzerine göstere­ceği muvafakata bağlı olduğu hususları kararlaştırılmış, bu şekil üzere de divân-ı hümâyûnun resmi karan ve şeyhülislâ­mın fetvasıyla teyid edilmişti. Muhterem okurlarım görüyor­sunuz ya! Bir devlet zafiyete düştümü buyurgan politika zir­vesinden, müzakerât ilmine vâkıf olmanın ve bu ilmin kes-bettirdiği başarı kadar, müzakerâtta benliğini ve menfaatleri­ni koruyabilir. 3. Mustafa devri, bu müzakerâtın dikkatle ya­pılmasına başladığımız devrin mukaddematını hatırlatır, daha sonraları güç ve kuvvetten kopmanın elim sonucu olan baş­ka siyasi entrikalara, başvurma mecburiyetine düştüğümüz görülecektir.
İngiliz sefirinin bütün gayretleri arasında yer alan hususun birincisini bu arabulucuk meselesi teşkil etmekteydi. Bunu temin içinde politik her iftira elçinin başvurduğu çirkin silah­lardan idi. Ama bütün bu ingilizlerin politik manevralar! neti­ce vermemiş, nihayetinde Avusturya elçisi Tevküt ile beş maddelik bir antlaşma çıkarabilmişti Reisülküttab İsmail-Râif efendi. Her iki ülkenin en üst makamı olan padişah ve impa­rator anlaşmayı tasdik etmişlerdi. Bu antlaşmanın gereği olarak; Babıâli Avusturya'ya, bir sene zarfında nakit olarak, 20 bin kese akça, diğer bir deyimle 1 milyon 250 bin florin vermeği kabullenmiş oldu. Ayrıca Küçük Ulah'ı Avustur­ya'ya terk etmekle beraber, bunların tüccarlarının Ödemekte bulundukları rüsumların alınmaması da, anlaşmada yer aldı. Cezayir korsanlarının bu devlete verdiği zararları meydana getiren tasallutlardan korumayı Osmanlı devleti taahhüd etti. Avusturyalılar ise Rusya'nın bizden aldığı araziyi iade etme­ye iknaa çalışacaklarını taahhüd ettikleri, Lehistan vatandaş­larının hürriyetlerinin temininde kefil olduklarını, beyan eyle­mişlerdi.
Başvekilleri Prens Dukovniç böyle bir antlaşmamn mutla­ka tasdik edilmesi gereken avantajlarla dolu bulunduğunu görünce, imzayı hemencik bastı. Avusturya elçisi ile paraya dâir yapılan antlaşmanın müzakeresine oturmuşlardı. Artık Prusya ile Avusturya arasında söyleşilen arabuluculuk mese­lesi gündeme getirilmemiş bu müzakerenin sırrından haber­siz Prusya elçisi; başka bir projenin uygulanmasından da şüphelendiğinden verilen sözden dönülmemesi ısrarlarında olup, savaşın ilk gününden beri Rusya'nın, Prusya tarafından yüklenilecek arabuluculuk vazifesine kabul etmek durumunda olduğu sözünü vermiş bulunduğunu söylemekteydi. Ayrı­ca da Ruslar sözünden dönecek olurlarsa, Prusya Avrupa ile sulh için elele verip, devlet-i âliye'nin hukukunu kabul ettir­meğe hazır olduğunu, Babıâli'ye beyan etmiş Rusya devleti ise; hapiste bulunan elçisinin de şartsız tahliyesi gerçekleş­medikçe, arabuluculuk yapmak isteyen talepleri geri çevire­ceğini herkese hissettirmekteydi. Osmanlı hükümeti ve Avusturya arasında yapılmış bulunan, gizli antlaşmanın mü­zakereleri esnasında Avusturya elçisi Tevküt, elçinin tahliye işleminin yapılmasını ilen sürmüş, bizimkiler fazla direnme­den kabul etmişler, tahliyeye ve ülkesine dönme müsaadesi­ni vermeyi uygun bulmuşlardı.
Meşhur tarihçilerimizden Vâsıf efendinin Petersburgdan dönerken, yanında getirmiş olduğu imparatoriçenin mektu­bunda, savaşın devamında fayda gören Rusya ve Osmanlı devletinin, düşmanlarının arabuluculuk tekliflerinin kaale alınmaması, vasıta olmadan kendi aralarında sulhu gerçek­leştirmeyi arzuluyan husus yer almışsa, mektubun imzasız olması ciddiyeti zedelemişti. Öteyandan; mektubun imzasız gönderilmesi savaşı arzularruş, davet etmiş bulunan Fran-sa'ninda bakışına denk gelerek, kötü şekilde tefsir olunma­sından çekinilmiş olmasındanmış. Buna karşılık daha evvel Rusya'nın maksadı, Kırım'ı kurtarmak olduğundan, Buğdan ve Eflâk'da müstakil birer beylik tesisi hususuna dayalı ola­rak Avusturya ile yaptığı müzakerâtda apaçık ileri sürmüşdü. Prusya ise; o sıralarda gözü Lehistanın bazı bölümlerinde, bilhassa Pomeral kıtasında odaklanmıştı.
Kesinleşen taksimatta, Prusya bir hissenin sahibi olmayı ciddi bir şekilde arzulamaktaydı. Arzusunu hiç çekinmeden Avusturya delegelerine açıkça ifadeden çekinmemişti. An­cak bu hengâme esnasında Ruslar da, Osmanlı devletinin bolüşümünü öngören bir projeyi Viyana kabinesine şöyle sunmuştu: Eflâk ile Buğdan'nın kendisinde kalmasını ister­ken, Avusturya'ya ise, Bosna ve Erdel vilayetlerini vermek­ten hoşnut olacağını imâ eylemişti. Yeni hazırlıkların tamam­lanmasından sonra tekrar başlayan savaşda Yerköy ile Tui-ça, Rusyanın eline geçerken, İsaakçı yanmakdan kurtulama­dı.
Bu duraklama esnasında saltanatın gelecekteki padişahı olarak görülen, veliahd şehzade Bayezid ani bir ölümle dâr-ı bekaya intikal etti. Ahali arasında vukubulan rivayetlerde, şehzadenin zehirlenmek suretiyle -öldürüldüğü şayiası vücûd bulmuştu. Sadrazam ile Serasker Paşa, Tuna üzerinde yap­tıkları savaşları bazen kazanıyor, bazen de kaybetmekteydi­ler. Ancak Kırımdaki savaşın feci bir mağlubiyetle neticelen-mesiyle birlikte, burası elimizden çıkıverdi. Sadrazamın ya­nında olduğu halde Babadağı'nda bulunan Selim Giray, as­keri bir meclisin toplantısı sonrasında aldığı bir kararla, Rus­lar tarafından tehdit altındaki Kırıma dönmesi tavsiye edil­mişti. Ecdadından beri Kırım'ın başşehri olan Akçasaraya gelip oturmuştu. Rusların 30 bin askerle ve 60 bin Nogay Tatarlarıyla aniden, Orkapının önüne dayandığı haberi geli­verdi. Selim hân; 50 bin Tatar, 7 bin Türk askeriyle savunma yapmak üzere koşmuşsa da, gerek yanındaki askerler, ge­rekse arkadan imdada koşan 12 bin Tatar askeri bozguna uğradı ve ricata başladı. Prekop kalesi Rusların eline geçer­ken, Hazar denizinin kilidi durumunda bulunan Taman kalesi de Rusyanın eline gelivermişti. Selim Hân; bu feci mağlubi­yet karşısında yapabilecek bir şey kalmadığını gördüğünde, bindiği bir gemi sayesinde İstanbul'a kapağı atmak mecburi­yetinde kalmıştı. Hân Selim'in; bu firarı Tatarların çok çok üzülmesine ve ümidsizliğe düşmesine sebeb teşkil etti. Böy­lece de, Tatarlar büyük kafileler halinde Kırım'dan Anadolu kıyılarına,  muhacerata başlamışlardı. Serasker Paşa bulundudu Karasu mıntıkasından hareketle, Kırım'ın istirdadı için orduyu yola çıkardıysada, Tatarlar kendilerini yenmiş bulu­nan moskoflara, Prens Dolgoriki'ye sadakat yemini törenini Gerçekleştirmişlerdi. İmparatoriçeye bağlılıklarını bildirmiş­lerdi. Kırım halkının göç etmeyenleri itaatlerini sergilediler. Prens Dolgoriki; Keğa, Kerç ve Yenikale şehirlerine de gire­rek zaferyâb oldu. Bu acı sonucun tarihi 13/7/1771-1185/rebiülevvel/30. cumartesi gününü göstermekteydi.
Gözleve ile Suadk şehirleri düşman eline geçerken seras­kerin meydana gelen bir çarpışma neticesinde yenilip kuv­vetleri ile birlikte esir düştüğü ve Petersburga götürüldüğü haberleri duyuldu. Beri taraftan Tatarlardan kırksekiz mebus­la birlikte Selim Giray'ın iki oğlu, Petersburga gitmişlerdi. ,1. Katerina nezdinde bağlılıklarını sunmayı hedeflemişlerdi. Prens Dolgoriki, bunların dönmesini Kırım'da bekledi. împa-ratoriçenin buyruğunu yerine getirmek demek olan Şahin Gi­ray'ın oğlu Şirin bey'i Kırım'a han tâyin edip, sandalyesine oturttu. Prens Dolgroki'nin icraatının birincisi, Cengiz Han sülalesinden olan hanların, Osman Gazi sülalesinden olan hakanlar hazeratından, unvan almalarına son vermek olması idi. Böylece Ruslar; Kırım'ın istikiâliyetini ilânda bir oyalama yapmadılar.
Mamafih, Ruslar Okzafofla Kilburnu ismini taşıyan şehirle­rin istilasınada teşebbüs ettiler. Fakat güçlü bir Osmanlı mü­dafaası Önce durulmalarına, sonra bozulmalarına, nihayetin­de bozgun halinde firarlarına yolaçtı. 31/ağustos/l 77 1-1185/19/cemaziyelevvel cumartesi. Fakat çok geçmedi ki Rusların Tulçe'yi ele geçirdikleri görüldü. Sadrazam Babada-ğından Hacıoğlupazarına çekilme karan aldı Oradan da kış­lamak üzere askeri Edirne'ye çekmek gerektiğinin hesabını yaparken, bölge ahalisinin kimi silahlarını kuşanmış, kimileri de olduğu gibi toplaşıp, sadrazamın otağına koştular. Apaçık tarzda sadrazama: "Sen Kırım'ı Ruslara verdin! Şimdi de bi­zim topraklarımızimt vereceksin? Diye bir hayli çıkıştılar.   Ya­pılan bu toplu hareket, İstanbul tarafından haber alınınca, İs­tanbul'a gelip ayağının tozuyla huzura çıkmış olan mektupçu başının bu husustaki görüşü soruldu. Ordunun bulunduğu yerden ayrılmaması tensib olundu. Serasker Abdi Paşanında Karasu'daki ordusuna gitmesi, Dağıstanlı Ali Paşa'nında Köstendil üzerine hareket etmesi iradesi çıkdi. Sadrazamın yetersizliği, gösterdiği ihmal sebebiyle zaten azli icab ettiğin­den gereken yapıldı. Yerine de daha önce Ruslara açılan se­fere muhalefeti olan Muhsinzâde tâyin olundu. Yeni sadrı-azam hemen askeri ve mülki idarede bazı İslah hareketleri sergiledi. Rumeli yakasında topladığı onbin askerle Hacıoğ-lupazarına koşup ahaliye moral verebilmesi için Abdi Paşayı gönderdi. Kendisi de Şumnu üzerine gitti. Kırım; Rusların zaptına uğradıktan sonra han'hğı bîr unvanın ötesinde bir şey değildi artık. Tuna Nehrinin öte tarafında bulunan Tatarlar için bir reis tâyini mutlak İcab etmekteydi. Padişah tarafın­dan işbu han'lık Maksud Giray'ın uhdesine tevcihi buyrultusu geldi. Maksud Giray; Şumnu'ya gelerek sadrıazamla görü­şüp, hürmet ve yardıma mazhar olarak kısa zamanda onbin Tatar askeri toplaya bilmişse de bunların haklan her ay veril­mesine rağmen yağmacılıktan vaz geçemiyorlardı. Gerek mülki makamlarda gerekse askeri görevlerde değişiklikler vede tevcihe dönük işler yapılması, Bağdad Valisi Halil Paşa dahi Karadeniz sahilini muhafaza, Rusları Kırım'dan tard edebilmek için düzenlenmiş olan askerlerin seraskerliğine tâ­yin buyruldu. Avusturya ve Prusya ile Babıâli arasındaki ara-buiucuk müzakerelerine söz atlayınca Osmanlı ve Avusturya arasında yukarıda imzalandığını belirttiğimiz antlaşmanın na-kitle alakalı gizli maddelerinden her nasılsa haberdar olmuş bulunan İngiliz elçi Lord Mevri, ödemiş olduğu para sayesin-
He antlaşmanın bir nüshasınıda ele geçirmişti. Bunların birer suretini Berlin'le Petersburga postalamıştı. Prusya kralının Rusya'ya vermeğe kefil olduğu senelik bir milyon altun, ağır bir yük teşkil etmeye başladığından, Osmanlı devleti ile Rus­ya arasındaki savaşın sonunun getirilmesine adetâ dua et­mekteydi. Babıâli ile Viyana hükümetlerinin vâki gizli mu­ahedesi hakkında Rusya Çariçe'sinin müteessir olduğu kadar üzülmemişti Prusya hükümeti. Prusya kralının bu mukavele­nin, Rusya ile Osmanlı arasında yapılacak sulhun mukaddi­mesi olarak değerlendirdiğini görüyoruz. Buna karşılık Rus Çariçesi ise, başka bir sebeb yüzünden Prusya kralının hükü­metinden mâli anlaşmanın, yenilenmesini taleb etmekten geri kalmamıştı. Rusya dışişleri nâzın Kont Paynen antlaşma esasını teşkil etmek üzere, Eflâk ve Buğdan ile Tatar emaret­lerinin bağımsızlığı hakkında gerekli olan iki şartın- birinci­sinden sarf-ı nazar edeceğini bir nota ile Avusturya sefirine beyan eylediği gibi, Prusya sefiri Zejlin de, Babıâli'nin Rus murahassı kabulü, buna karşılık Osmanlı devleti de, bir elçi göndererek Buğdan şehirlerinden birinde sulh hakkında mü­zakereye girişilmesine karar verdirmek üzere sadaret kaim-makamına kısa sayılmayacak bir muhtıra göndermişti. Babı­âli "Eğer Rusya murahhası İmparatoriçenin Eflâk ve Buğdan ile Tatar emaretlerinin, istiklâliyetinden sarfınazar edildiğine dâir vaadla ve adı geçen iki devletin heyetleriyle müzakereye yeterli izinle hazırsa, hoş geljniş oluyor. "Şeklinde kısa, net bir cevabla mukabele etmişti. Ancak Rusya ile Prusya'nın; Lehistan'ın bölünmesine dâir tekliflerine, Avusturya'nın da il­tihakı, Viyana kabinesinin, iki devletin yâni Rusya ve Prus­ya nın görüşüne iştiraki, Babıâli karşısındaki vaziyetini tama­men değiştirdi. Avusturya'nın Osmanlı devleti ile parasal bir antlaşma yapılmasına dâir, İstanbul elçisine talimat gönder­mesi, Prusyalı Prens Henri'ninde Petersburg'da bulunduğu döneme ve imparatoriçenin, Lehistanın bölünmesi ile alakalı beyanatını açıkladığı âna rastlamıştı. Az sonra Prusya ile Rusya arasında gizli bir antlaşma imzalanır. Prusya kralı; Le­histan arazisinin bir kısmının kendine bırakılması hâlinde, Rusya'ya Avusturya devletinin saldırıya geçtiği takdirde Prusya, Avusturya aleyhinde olarak silaha davranacağına söz vermiş ve imza atmıştı. Böylece Rusya ile Prusya; Lehis-tanı bölme ve parçalama hususunda anlaşmış olacaklar ki; Avusturya'yı bu işe katılmaya davet etmişler. Avusturya'da bahse konu davete sıcak bakmış olduğundan, İstanbul'daki elçisineyeni talimatlar göndererek, bir kongre davetiyle ev­velce de mütarekeye evet denilmesi lüzumunun, Babıâli'ye bildirilmesi vazifesini vermişti. Avusturya ve Prusya elçileri beraberce, bir nota takdim eylediler. Her biri yaptıkları teklif-de yapılacak sulh antlaşmasının sonunun iyi gelmesini te­menni etmekteydiler. Bu teklif Rus çariçesinin görüşüne uy­gun olması münasebetiyle, Babıâünin mütarekenin usulüne dâir olumlu yaklaşımı iki devlet sefirinin, Rusya başkuman­danı Romanzof'a gönderdikleri gibi sadrazama da gönderilen bilgi ile görüşmeleri başlatmayı sağladılar. Romanzof olsun, Veziriazam olsun, birer vekil vazifelendirerek müzakerelere başlanmasını onaylamış oldular. Sadrazamın nasbettiği vekil Divan-ı Hümayun hacegânından Abdülkerim efendi, Rusya kumandanınca tâyin olunan vekilse Mösyö Simoleyn idi. Ka­radeniz'de seyrü sefere yâni gemilerin dolaşmasına ve müta­rekenin kaç sene için yapılacağına dâir ihtilaf bu zatlar tara­fından nizama bağlandı. Tanzim edilen antlaşma senetleri sadrazama ve Rus başkomutanına gönderildi. Her ikiside kendilerine ulaşan senetleri imzaladılar.
1771/10/haziran-l 185/27/sefer pazartesi günü sulhun kesinleştiği tarih olmuştu. Mütareke senedi on bendi hâvi idi. Ayrıca Bahr-i Sefid'de yâni Akdenizde bulunan ve Kalei Sultaniye, diğer bir deyimle Çanakkale boğazını abluka altına almış Rus amirali ile Osmanlı devleti temsilcisi arasında da, on maddelik bir antlaşma senedi tanzim edildi.
Kongreye murahhas olarak tâyin edilmiş bulunan Kont Orlofla Obriskofun Yaş şehrine vardıkları haber alınmış, bu­nun üzerine, Osmanlı devleti tarafından kongreye temsilci olarak seçilmiş bulunan, Nişancı Osman efendi ile Ayasofya Şeyhi, İstanbul pâyelilerinden Yâsincizâde ve memuriyetleri esnasında, masraflarını görecek olan bir defterdar ile birlikte hareket edildi ve Şumnu'da sadrıazama mülâki olundu. İsti­şareden sonra toplantının gerçekleşeceği Fokşan'a gelindi. Avusturya sefiri Tevküt, Prusya sefiri Zejlin, ülkelerince bu kongre'de murahhas tâyin edilmiş olduklarından, İstan­bul'dan ayrılırken sadaret kaimmakamina uğramışlar ve bu­rada, birer samur kürk hilatla ödüllendirdikleri gibi, 25 şer bin kuruş harcırah verilerek mükâfata nail edildiler. İstan­bul'dan yola çıkan bu iki müttefik sefir, Rusçuk'a vardıkların­da serasker Ali Paşa tarafından merasimle istikbâl edildiler. Oradan Fokşan'a kongrenin yapılacağı mahalle intikal eyle­diler. İlk toplantıyı; Devlet-i âliye ve Rusya murahhasları kendilerinin tertiplediği bir celsede gerçekleştirdiler. Ne Prus-ya'lıne de, Avusturyalı murahhaslardan hiçbirinin toplantıya davet olunmaması kararlaştırılmıştı. Ancak Mösyö Tevküt, Rus murahhaslarından izahat talebinde bulunmuştu. Tevcih olunan soruya hiçbir şey anlamamış gibi verdikleri cevab: Rusya imparatoriçe'si her iki devletin arabuluculuğunu ne aramış, ne de kabul etmiş.
Hâttâ bir gayri resmi müdehaleden, başka bir şey isteme­miş olduğunu düşündüklerini belirtmişlerdir. Bu iki elçi, Tev­küt ile Zejlinin debdebe ile gelmiş oldukları İstanbuldan, Fok-Şan'daki kongre salonunda bir odaya bile alınmamalarının umulan olmadığı ortadadır. Ayrıca çirkin bir vakadır.  Hâttâ
Osmanlı devleti memurları dahi, bu muameleden hayretlere gark olmaktan kendini alamadı. Buna şöyle bir çare buldular Osmanlı murahhasları! Müzakerelerde konuşulanları elifi eli­fine bunlara naklediyorlar, onların tavsiye ettiği istikamette hatt-i harekât tesbit ediyorlardı. Rus murahhas 2. toplantı­da, bütün müzakerelere esas olmak üzere ortaya üç madde koydular.
Birincisi; iki devlet arasında anlaşmazlık çıkmasına sebeb olacak hususların yok edilmesine,
2.  tanzim olacak mukavelenin her ikisi için menfaatlerine uygun,
3.  sü ise; Osmanlı devleti, ahdinden vazgeçerek Rusya ile münasebetlerini kesmiş olduğu iddiasıyla, Rusya'ya tazmi-nat-ı maddiye vermesi maddelerinden ibaretti.
Bunlardan ilkini meydana getiren maddede, Tatarların is-tiklâliyeti, ikincisinde ise Osmanlı devletinin bütün sahillerin­de Rusya gemilerinin, istedikleri gibi seyr-i sefer edebilecek­leri gibi, ticari gemilerine de, iltimasa en fazla nail olmuş devlet gemilerine gösterilen kolaylıkta eşitlik istenme husus-da vardı. Birinci madde için uzunca bir müzakere cereyan etti. Çok şiddetli geçen konuşmalarda Osman efendi ezcüm­le; Tatarlara istiklâliyet verilmesi diyanet esaslarına mugayir­dir sözleriyle cevap verilirken, padişahın aynı zamanda halife olduğunu böylece olan hususa muvafakat vermesinin, diya­nete aykırı olduğunu beyanla red etmek yoluna gitmişti.
Bundan sonra bazı taleplerede her iki tarafın karşılıklı iti­razları müzakerelerin inkıtaını getirmiştir. İki tarafın murah­hasları da, kendilerini vazifelendirmiş mercilere müracaatla müzakerelerin kesilmesinden dolayı, Rusyanın başkumanda­nı Romanzof ve aynı devletin murahhası Kont Orlofun mu­amelatını hoş bulmadığı gibi, sadrazam da müzakerelerin te­hire uğramasından muzdarib olmuştu.
Mütareke döneminin uzatılmasını temin etmek hususunda Hacegândan Vâsıf efendiyi eline tutuşdurduğu bir yazı İle, Rus başkumandanı Romanzofun nezdine koşturdu. Vâsıf efendi geldiği yerde, müzakereleri yürütmüş bulunan Osman efendiye rastgeldi. Bu zâtın gayrimakuİ müdehalelerini ge­çiştirip, Romanzof dan mütareke müddetinin yedi/sekiz ay uzatılmasını talep ettiyse de koparabildiği müddet ancak kırkgün olabildi.
Yeniden gündeme gelen müzakerelere; Osmanlı devletin­den Reisülküttâb Abdürrezzak efendi, iki yardımcısı İle birlik­te padişahın fermanıyla tâyin kılındı. Rus başkumandanı ta­rafından da Obriskof gönderildi. Müzakere mahallide Bükreş olarak tensibine karar verildi. Bahse konu şehirde müzakera-ta taraflar başladılar. Daha evvel Prusya ve Avusturya elçile­rinin müzakerelere gönderilmesinde, üçyüzbin kuruş masraf Devlet-i âliye kasasından çıkmasına ve bunların, müzakere­lerde bir faydası görülemediğinden Bükreş'ede gönderme yoluna gidilmedi.
Romanzofun kâfi gördüğü kırk günlük müddet, müzake­relerin neticelenmesi hususunda yeterli olmadı. Bu sefer Rusya murahhasının isteği ileyeni müddet dört ay olarak tes­bit olundu. Bu oluşuma Rusya imparatoriçesi de vize vermiş­ti. Obriskof müzakerelerin bu safhasında Tatarların, yâni Kı­rım'ı müzakerelerin son merhalesine bıraktığı görüldü.
Tazminat, başka hususlardan dem vurmaktaydı. Bunlar on maddeden teşekkül etmiş çalışmaydı. Kırım'ın istiklâli yine de son maddeye konmuştu. Buna bağlı olarak bir çok mad­de de sağlanmış ittifak baskısıyla son maddede iyi niyetle ele alınma durumuna gelmişti. Hakikaten müzakereler çetin bir çekişme halini almışsa da, kopmaya müsaade olunmadı. Hutbede bundan böyle yine padişahın adını söylemenin ka­bulü, ikincisi olarak ise Tatarlar han'larını kendileri intihab edecekler tarzında uyum sağlandı. Ancak bu seçimi padişa­hın tasdik etme sistemi getirilmiş oldu.
Biz burda şunu beyan etmek isterizki; Osmanlı padişahı aynı zamanda müslümanlann halifesi idi. Bu bakımdan Kı­rım'da meskûn mü'minlerin başı olma görevide omuzlann-daydi. Kırım Tatarlarının kism-i âzamıda müslümandilar. Hi­lafet, dini riyaset olması hasebiyle Rusiarbu maddenin, böy­lece kabulüne daha fazla itiraza mecal bulamamış olmalılar. Meseleyi en sona bırakmış olmaları da bunun delilidir diye düşünüyorum.
Bu misalden hareketle, 1924'de hilafetin ilgasına dâir ka­nun teklifi BMM'ne geldiğinde, inkilabların müdafii hırçın ve keskin kalem Hüseyin Cahit Yalçın, hilafetin kaldırılmasına, sonuna kadar muhalefet etmekten kendini alamamıştır. Hü­seyin Cahid; Osmanlı Tarihini iyi bilen ve üstelik aslen Arna-vud idi. Fakat hilafet makamının dünya yüzündeki müslü­manlann başı görevinde ipkasını hayati bulmayanlara pek şiddetli hücumlarda bulunmaktan hazer etmemiştir.
Bu istidratı keselim kaldığımız yerden tarihimizin akışına devam edelim. Şer'i mahkemelere vazifelenen ulemaya şey­hülislâm tarafından hiçbir ücret alınmadan mezuniyet yâni izin verilecekti. Beride müzakerecilerin ittifak edemedikleri bir husus Kerç ve Yenikale istihkâmlarının, Rusya tarafından zabtı ve kullanılması talebi idi. Reisülküttab Abdürrezzak efendi bahse konu istihkâmı ve kalelerin Tatarlara kalmasını istediği bir hakikatti. Ancak kabul görmeyip, müzakerelerin akametine sebeb olacağıda bir vaka idi. Bu sebebten her iki taraf bu hususu emir yoluyla hâlle karargir oldular. Devletin sahihlerine vaziyeti ulaştırmak hususunu teminen toplantıları kırk günlük bir tatile soktular. Bu tatil bittiğinde yapılan ilk toplantı aslında 27. birleşim idi. Obriskof; devletinin eline tu­tuşturmuş olduğu 7 maddeye havi bir ültimatom ortaya koy-
Hu Bu ültimatomda maddeler arasında kabulü gerçekleşmiş harp tazminatı maddesinden feragat edebileceğini beyan et­mekteydi.
A)  Tatarların istiklâline Rusya'nın kefil olduğunun kabu­lüyle, Kerç ile Yenikale istihkâmlarının Rusya'da kalması.
B)  Rusya'ya aid ticaret ve savaş gemilerinin gerek Kara-denizde gerekse Akdeniz'de serbestçe dolaşımının kabulü.
C)  Kırım'da bulunan bütün istihkâmların Tatarlara bırakıl­ması
Ç) Buğdan Voyvodası olup, Rusyanın elinde esir bulunan Kiga'nınher sene değil Ragüza Cumhuriyeti hakkında yapıla -geldiği gibiüç senede bir seneiik gelirine eş İstanbul'a bir ver­gi göndermek üzere veraset usulü üzere tekrar emarete tâyin kılınması.
D)  Rusyanın İstanbul'da daimi bir büyükelçi bulundurması.
E)  Kılburnu'nun mülkiyetinin Rusya'ya terki ve Oksakof istihkâmının yıkılması.
F)  Babıâli'nin Rusya hükümdarlarına, padişahlık unvanı vermesine, rum mezhebinde olup memâlik-i Osmaniye de yaşayan kimseler hakkında Rusya'ya himaye hakkı tanın­ması. Hususlarıydı.
Bu maddelerle karşılaşan Abdürrezzak efendi; karşılaştığı­mız teklifatın hiç bir maddesi kabul edilecek mevaddan de­ğildir. Yapılacak iş, kanımızın son damlasını akıtmcaya kadar savaşma yoluna gitmekten başka bir görüntüye varmak mümkün değil beyanında bulunarak, heyetin sözcülüğünü yapmış oldu.
Obriskof ise önünüze konulmuş teklifi hemen red yoluna gitmeyiniz, padişaha veya kabinenize gönderin tavsiyesinde bulundu. Abdürrezzak efendi bu tavsiyenin altında yatanın taleblerinde kuvvetli bir ısrar olmadığı anlamını fehmetmis olacak ki, hem mesuliyetini paylaşabileceği görüşlere, hem de gizli müzakerelere girişmeğe zaman kazandıracak vasatı yakalamış olmanın huzurunu duyduğundan, teklifi derhal makam-ı sadaretin sahibine yollamayı yeğlemişti.
Sadnazamın ordugâhında, kumandanlar vede tecrübeli devlet ricali maddeleri tek tek incelediler. Çeşitli beyanla bir görüş meydana getirdiler ve bir lâyiha halinde padişaha yol­ladılar. Babıâli'de de üzerinde müzakere açılan ültimatom kabule şayan görülmedi. Hele Kerç ve Yenikale'nin Rusya'ya bırakılması bilhassa ulemânın saldırı hedefini teşkil ettive İş padişaha aksetti. Padişah da; Babıâlinin görüşüne uygun mütalaada bulundu. Red haberini sadnazama yollamayı ka­rarlaştırırken bir tavsiyede bulunmaktan kendilerini alamadı­lar. O tavsiye; red haberini mümkün mertebe Rusya'ya tebli­ğin geç yapilmasaydı. Çünkü;ara verilmiş bir savaşın yeni­den başlamasının temini o kadar kolay değildi. Sadrazam Dersaadet'ten gelen talimata uyarak, Abdürrezzak efendiye, kendine verilen talimatın aynını vermeyi akıl işi bildi. Reis efendi sadrazamın duyurduğu bilgi ve talimat dahilinde ceva­bın tamamını Rus murahhaslara ancak üç ayrı toplantı so­nunda vermeyi başarmıştı. Bunun karşısında aldığı cevab-dan müteessir olan Obriskof, vaziyetini imparatoriçeye bil­dirdi. Bu husustaki görüşlerini bildirdi. Ancak ileri sürdükleri Rusya isteklerinde bir değişikliğe gitme şansı bulamadı. Böy­lece savaşa dönmek iktiza ettiğinden yapılacak iş kongrenin dağılış sebebini diğer devletlere bildirmeye yönelik diploma­tik çalışmalara girişilmişti.
Ruslar; devletimize hududlan olan her bölge ve yerde sal­dırıya geçtiler. Kırım'da, Kuban civarında, Gürcistan ile Mo-ra'da savaş kızıştığı gibi donanması Kaıa ve Akdenizlerde dolaşmakta, Yunanistan, Suriye, Mısır sahillerini tehdid altına sokmaya başlamıştı. Mısır'da türeyip, devlet-i âliye aleyhin­de isyan bayrağı açan Hicaz ve Mısır'a tasallut eden Şeyh'ül-beled Afi bey ile Mısır sahilinde bulunan Rus filosunun ku­mandanı Kont Orlof, haberleşerek bu asi'ye, Osmanlı devleti aleyhinde kendisine asker ve mühimmat vermek üzere ant­laşma yaptılar. Ali; yapmaya başladığı mütecaviz hareketler neticesinde kısa zamanda Gazze, Remle, Nablus, Yafa, Say-da ve Şam-ı Şerifi zapt etti. Adı geçen Şeyh'ül Beled A!i bey'in kardeşi Ebu Zeheb ağabeyine ihanet etti. Bu Ali bey'in bir lakabı da Bulutkapan idi. Kendisine kıyam eden Ebuzeheb Mehmed bey'i mağlub etti. Mehmed beyin Suri­ye'ye firarı vukubuldu.
Burada Osmanlı devletinin emirlerini ifâya çalışan Şo/h Tahir ile haberleşti ve birleşti. Beri yandan; Mısır'ı kendi ida­resi altında toparlamaya muvaffak olan Şeyhülbeled Buiut-kapan Ali bey kardeşi Mehmed bey'in yardımlarını celbede-biimek için, ona emirlik verme yoluna gitti. İşte bu emirlik verilme merasimi esnasında, Mehmed beyin fakirlere çilçil altun dağıttığından, Ebuzzeheb künyesi ahalice verilmişti. Ebu Zeheb'in anlaşmış olduğu Şeyh Tâhir'se, sonraları Fran­sızlarla müthiş savaşlar yapan, Cezzar Ahmed Paşanın selefi­dir. Ali bey ile Şeyh Tâhir, Şam Valisi ve onun yardımcıları Dürzi'ler Sayda'yı sıkıştırdıklarından imdada gitmişlerdi. Bu sırada Akkâ sahillerinde gezinmekte olan Rus deniz filosu, yukarıda da belirttiğimiz karışıklıkların vukubulduğu dönem­de gemilerine erzak temini için müracaatta bulunmuştu. Tâ-nir ise; Rus filo komutanına altıyüz kese akça karşılığında, Sayda üzerine yapmayı düşündüğü hücumda, Rusların yar­dımını talep etmişti. Tâhir'in 6 bin süvari askeri, Ali bey'in askerlerinden 800'ü memlûk, 1000 kadarıda Mağnb piyade askerin müteşekkildi. Sayda'ya gelen Şam Valisi Osman Pa-Şa  10 bin kadar süvariyi, 20 bin kadar nefir-i âmm denilen sivil asker ile Sayda'dan çıkıp, deniz kıyısına geldi. Burada isyancı sayılan Tâhir ve adamlarının hareketini önleme çalış­malarını başlattı. Ruslarca verilen komutla savaşa girişildi. Dürzi'lerin; Osman Paşa takımından kopupda firara koyul­maları Şeyh Tâhir'in mücadeleyi kazanmasına mühim bir te­sir yaptı. Rus filosu ise gemilerinin toplarıyla Beyrut'u bom­bardıman etmiş, üçyüz evin yıkılmasına sebeb olmuştu. Ali bey ise derhal şehre gitmiş, idaresini eie almıştı. Ebu Ze-heb'in askerinin davetine aldanmış, Rusların yardım edecek­lerini vaad etmelerini ve bu vaadlerini almadan, 500 memlûk 1500 deniz askeri ile yola çıkmıştı. Şeyh Tâhir'de Yafa ile Mablus'a doğru yola çıkmıştı.  1773/nisan-1187/muharrem ayı İdi. Bulutkapan Ali bey'in Salihiye'ye varışında 400 Rus askeride kendisine iltihak etti. Mısır'dan gelmiş bulunan Ebuzzeheb ile aralarında çıkan savaşta Mısır askeri, Ali bey tarafını seçer zannına rağmen Ebuzzeheb tarafında kaldılar. Böylece Ali beyin yaralı olarak esareti gerçekleşti. Askeri ise kavganın mağlubu olmuştu. Ali bey yaralı ve esir olarak Mı­sır'a sevk olundu burda üzüntüden veya zehirlenmek suretiy­le bu dünyadan ayrıldı. Bu savaş neticesinde Rus asker ve subaylarından, ancak dört subay sağ kurtulabilds. Bunlarda Ali Bey'in kellesi yanlarında olduğu halde, Ebuzzeheb tara­fından Mısır Valisi Halil Paşanın yanına gönderildi. Vali Paşa bunları Memlûk beyinin sadakatini gösterme vesilesi sayarak Babıâli'ye göndermiştir. Beri tarafdan Tuna Nehri civarında çarpışmalar devam ederken Osmanlı askeri bazen galib, ba­zen de mağlup olmaktayken, Rusçuk'ta Dağıstâni Ali Paşa şanlı bir zaferin sahibi olmuştu. Osman Paşa ise Silistre se­raskeri olarak bir zafer-i mutlak elde etmişti. Rusların başko­mutanı Romanzofun askerlerinden, 8 bin kişi ölmüş ve bir o kadarda  yaralıyı geride  bırakarak bozgun halinde ricata mecbur kalmıştı. Osman Paşa bir başkumandanı yenmenin mükâfatı olarak ilkönce Gazi unvanıyla taltif olunurken bir kürk, bir kılıç ve de, bin kuruş hediyeye nail oldu. Mezkûr savaşın fevkalade kahramanlık.ve yararlılık gösteren zevata-da çeşitli hediyeler padişah tarafından gönderilmişti. Savaş­lar ekim ayına kadar devam etti. Romanzofun askerlerini kışlaklarına götürmezden önce bir savaş daha kazanmak için askerini ikiye taksim etti. Babadağından karşıya geçe­rek, Karasu'da, Dağıstâni Ali Paşa kuvvetlerine saldırıya geçti ve başarıyı yakaldı. Osmanlı askeri mağlup olurken ahali evini barkını terk ederek, balkan denen ormanlara kaç­maktan başka çare düşünememişti.
Ruslar bu savaşın arkasından öyle bir katliâm sergilediler-ki emsali zor bulunur cinstendi. Öyleki; kaçmaya gücü ol­mayanlara, ihtiyarlara ve hanımlara hiç acımasız katledildiler Kaçmaya çalışanlar takip edildiler, bataklıklar içinde gaddar­ca öldürüldüler. Küçücük yavrular ise, duvarlara çarpıla çar-pıla söndürüldüler.
Rus kuvvetlerinin böyle zaferler kazanarak ilerlemesi Şumnu'da bulunan sadrazamın endişeye düşmesine sebeb oldu. Derhal yapılan bir toplantıda bazı fikirler müzakere edildi. Galip görüşü askerin derhal dağınıklıktan kurtarılıp, toplanması ve düşmanın üstüne varılması istikametinde ol­du. Reisülküttab bu işi üzerine aldı ve askeri toparlayıp, Pa­zarcık denen yerde Rusların başına çöktü ve pek feci bir mağlubiyete uğrattı moskofu. Varna taraflarında ise hem ka­radan hem de denizden muhasaraya giden Ruslar pek büyük bir darbe ile yerlere serildiler. Kalkabilen savuşmaktan başka yol bulamadı. Dağıstanlı Ali Paşanın Karasudaki mağlubiyet haberi İstanbul tarafından öğrenildiğinde, ahali bir yandan ağlayıp sızlanmaktayken, padişah 3. Mustafa ağır bir hastalı­ğın pençesinde kıvranıyordu. Üzücü haberi vermek hiç bir saray görevlisinin ve hükümet adamının harcı olmadı. Sonun da şeyhülislâm Molla Mehmedefendi bu kaçınılmaz haberi padişaha duyurma vazifesini yüklenerek,  huzuruna  vardı. Muzdarip padişah kendisine anlatılanları müşkülat içinde dinleyebildi ve yattığı yerden sıçradı. "Seraskerlerimin yaptı­ğı harplerde aldıkları kötü neticelerden usandım.  Derhal Edirne'ye gitmeliyim" şeklinde yüksek sesle sinirli bir tavırla adetâ inlediği görüldü. O gece sadaret kaymakamı ve reis efendiyi yanına getirtip, düşüncesini onlara da söyledi. Bun­lar 3. Mustafa'nın orduya gitmesinin ilk önce divân-i hümâ­yûnca kararlaştırılmasının gerektireceğini söylediler. Bunun üzerine sabahleyin meclis toplansın iradesini verdi. Toplantı­da, hem ulema hem de vükelâ görüşte ittifak ederek, padişa­hın hâlihazırdaki sefere gitmesi mahzurludur. Bahusus hasta-Iığıda bunu gerçekleştirmeye müsaid değildir diye üretilen esbab-ı mucibe, padişahın savaş alanına çıkmasına engel teşkil etti amma altı hafta sonra vukubulan vefatını kararın yerinde   olduğunu   saymaya   yeterli   bulmak   lâzım. 1187/9/şevval-1773/aralık/25 cuma padişahın vefat günü oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı