13 Haziran 2011 Pazartesi

SULTAN ABDÜLAZÎZ

SULTAN ABDÜLAZÎZ


Babası: Sultan II. Mahmûd Han
Annesi: Pertevniyâl Vâlide Sultan
Doğum Tarihi: 1830
Vefat Tarihi: 1876
Saltanat Müd.: 1861-1876
Türbesi Istanbul Çemberlitaş

H. 1277-M. 1861 senesinde Osmanlı tahtına cülus etmiş­tir. 24 yaşlanndaydı. Sultan 2. Mahmud'un oğlu olup, Abdüi-me.Cid han merhumun küçük kardeşidir. Taht'a geçen Abdü-laziz han, makamı sadarette, Kıbrıslı Mehmed Paşa'yı bul-muştu. Şeyhülislam Saadeddin efendi idi. Hasan Rıza Pasa ise seraskerlik makamında oturmaktaydı. Devlet içinde vazi­fe yapmakta bulunanlar çıkartılan bir ferman ile bulundukları yerlerde vazifelerinedevamları bildirilirken, bahse konu fer­manda Tanzimat-ı Hayriyenin tasvibe şayan olduğu açıkça görülmekteydi. H. 1272/m. 1856 fermanını kapsadığı gibi. Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa'nın 1270/1854 yılında vermiş bulunduğu lâyihanın üzerine kurulduğu metinden kolaylıkla anlaşılır.
Fermanı aşağıya alıyoruz. "Vezir-i meâl-i semirim Mehmed Emin Paşa. Bu defa Cenab-ı malikül mülkün, irade-i lemye-zeliyesiyle ecda-d-ı İzamımızın taht'ı saaded-i bahtına, cülu­sumuz vukubulmuş olup senin mücerreb olan dirayet ve sa­dakatin cihetiyle hutubcesim-i sadareti uhde-i rüyetinde ifa vesair vükela ve memurlar da yerlerinde bırakılmıştır. Dev-let-i âliyemizin bimennihi Teâla ikmal-i saaded-i hâl ve bila­istisna bilcümlei teb'ai-yi saltanat-ı seniyemizin istihsali refa-hu saadetleri azim emelimiz olduğunu ve bu emniye-i hayri­yenin husulü ve kâffe-i sekene-i memalik-i mahrusemizin (temin-i can ve arazi ve malları zımnında) tesis olunmuş olan kavanin-i esasiye-i adüye tarafı bizden tamamen tekiyd ve te'yid kılındığını cümleye ilân ederim. Saltanat-ı seniye­mizin medarı te'yid vasais-i şevketi olan şeriat-ı şerife ki. adalet-i mahzadır. Onun ahkâm-ı menfaası cümlemize delü'1
k-i selâmet olduğu cihetle umur-u seri7 yeye ziyadesiyle rfkkat olunması matlub-u katiyemizdir. Her devletin bais-i devam-ı ve tezyid-i şevket-i ve asayişi kanunu mevzuaya herkes tarafından tamamiyle mutavaat olunmak ve kibar-i jr ve kübera cümleten hakk ve vazifesi dairesini tecavüz tmemekle olacağından bu yolda hareket edenier tarafımca mazhar-i mükâfat olacakları misillü, hilafında bulunanların­da mücazatını görmeleri muhakkaktır.
Binaenaleyh umur-u mütenevia devlet-i âliyemizde bil­cümle daiyan ve bendegân ve memurin'in istikametle hizmet ve sadıkane ifa-i vazaifle memuriyet etmeleri cümle evamir-j müekkide-i şahanemizdendir. Muazzamatı mesalih-i düveliye hazreti muvafıkul umurun tevfik-ı ve erkân-ı devletin akdem ve ittifakıile kârin-i hasen netice olageldiği müsellemettandır. Devlet-i âliyemizin umur-u mülkiye ve maiiye işleri derece-i matlube-i intizam ve mazbutiyete isali, işte şu kaidei müsel-lemeye kemâli tevesülîe, yâni cümle tarafından halisane ve müstakımane ihtimam ve gayrete menut olup tarafım dan ol babda her türlü, nezaret ve ihtimam olunacağını ve bir müd­detten beri, esbab-ı muhteiifeden nâşi, mesalihe arız olan. müşkülâtın biavn-i Tealâ kariben defi hakkında masruf ola­cak himem-i mahsusai şahanemize her daire ve idare cani­binden hakkıyla ve tamamiyle ittiba olunarak ve zâtımızca, devletimizin iade ve tezyid-i maliyesinden ve teba'mızın refa­hından başka fikir ve emel olmadığı bilinen emval-i devletin istihsali ve sarfında tasarrufat-ı kâmiley-i ve beyhude telefat ve sarfdan vikayesini mucib olacak ıslahatın peyderpey tara­fımıza arzolunmasi ve devleti âliyemizin ahd-ı esbab-ı şevke­ti olan asakirberriye ve bahriyemizin dahi her hal ve mahalde muhafaza-i ni zam ve intizamı İle refahlarına dikkat edilmesi Ve saltanat-ı seniyemizin dost, müttefik olan düveli ecnebi-Vede câri bulunan münasebatı müvalatkâranesinin anbean tekid'ine sarfı mec'hud ve muadehat-ı münakide ahkâmına müstemirren riayet kılınması, velhasıl idarei devletin her ci­het ve fur'unda vazaif-i vaza-if-i nazaifî istikametle, iffet sa­dakat ve gayreti cümlenin kendisine esas hareket ve bais-i felahı selâmet bilmesi irade-i katiyemizdendir.
Şurasını dahi ilan ve ilave ederimkİ, (tebeam'ın asayiş ve refahı hakkında olan arzuyu şahanem istisna kabul etmeye­ceğinden edyan-i akvamı muhtelifeden bulunanları dahi cümleten tarafı hümayunumdan adalet ve himmet ile temin-i hasen halleri emrinde dikkat-i mütesaviye göreceklerdir.) ve Cenab-ı Hakk'ın mülkümüze ihsan buyurmuş olduğu esbab-ı azimeyi servet ve sâman'in tevessü-ü tedriciyesiki, saye-i makderi tevaihi saltanatımızda cümlenin saadet-i halini mucib olacak, terakkiyat-ı sahihedir. Onların ve devleti âliyemi-zin istiklâl hâli kaziye-i mühimmesinin indimizde itirafkâr ol­duğunu dahi tekrar ederim. Hazreti Feyyaz-ı mutlak, Habibi Ekremi hürmetine cümlemizi muvaffak buyura. Amin. fi/23/zilhicce/1277-m. 1861 Görülüyorki, 1277/1861 senesi nihayetinde devletin, siyaset ve dahili idaresi programı yuka­rıdaki satırlarda mevzu edilen maksaddan ibaretti. Hakikaten mali buhran sıkıntıyı son derece çoğaltmış, Karadağ mesele­si büyümüş, Hersek ayaklanmış, avrupada müdehale etme­ye bütün bütün niyetlenmişti. Bilhassa Sırp, Kara dağ sözleri pek kuvvetli olarak ortalıkta konuşuluyordu. Tarih-i Lütfi, Rı­za Paşanın seraskerlikden azliyle ve Namık Paşanın tayini, Valide Sultana bin kese maaş tahsisini ve şehzadelerin hazi-ne-i hassa'dan 419 bin kuruş aylık maaşiarı, sutanlann ma­aşları gibi hazine-i maliyeye naklini yeni yapılacak işierin bi­rincisi olarak gösteriyor.
Abdülaziz Han, tahta çıkışının 3. günü Eyyüb Sultan Ca­miinde kılıç kuşanma merasim ve alayını yerine getirdi. Tah­ta geçmeğe 3 sene kala 1274/1858'de dünyaya gelen vaktin sulu icabı gizli tutulan şehzade İzzeddin efendinin doğum tarihi hatt-ı hümayun ile ilan edildi. Abdülaziz Han, tahta ge-ceCeği zamana kadar, Mekke Mollası Ali Satı Efendizâde Kadri Beyin, Eyübsultandaki evinde gizlenmişti. Hariciye ne­zareti, âli mecalis-i tanzimat, meclis-i vâla İle birleştirilerek, ahkâmı adliye eski adıyla reisliğe Şam'da bulunan hariciye nâzın Dr. Mehmed Fuad paşalara ihale olundu. Ahkâmı adli­ye meclisi, biri mülkiye idaresine ve diğeri tezakir-i ve tanzi­mi kavanin ve nizamata, üçüncüsü ise, hemenceilan olunan cinayet divanları nizamı gereğince, havale olunması ait mah­kemelere mahsus olmak üzere üç kısma ayrıldı. Vakanüvis (resmi devlet tarihçisi) tanzimat meclisinin Damad Mehmed Ali paşa ile sarraf Cezayirlioğlu Mıgırdiç arasındaki, mühür meselesi denilen olaydan münakaşalara vesile olup, dava lâ­zım gelen şekilde hal olundu.
Bundan böyle de adı geçen meclis'in kaldırılmasına lüzum görüldüğünü beyan edip, ilave etmekte olduğu satırlarda di-yorki: Tanzimat meclisinin lağvı ile reisliğine ait 71275 kuruş ile meclisi vâla reisliğinin 60 bin 209 kuruş ve hariciye neza­retinin 67 bin 675 kuruş ve ticaret nezaretinin 49 bin 675 kuruş maaşları birleştirilerek aylık 248 bin 884 kuruşun, 75 bin kuruşu hariciye ve 70 bin kuruşu meclis-i ahkâmı adliye başkanlığına ve 35 bin kuruşu ticaret nezaretinde bulunan Safvet efendiye tahsis olundu. Hazîneye 68 bin 884 kuruş
kaldı. Sultan Abdülmecid merhumun, israf ve mest-i müdam ol­maya yatkın eğiliminden, kâğıd kaymenin meydana getirdiği zararları yüzünden, husule gelen emniyet ve güven eksikliği­nin sonundan dolayı kendisi hakkında ahalinin şikayetleri Çoğalmıştı. Yeni padişahın mizacı, geleneğe, dine bağlılık gösterecek ümidini vermişti. Milletin hakimiyeti adına Os­manlının ilk devir idare usulüne bağlı olacağını ümid etmek
isterken, böyle bir hatt-ı hümayunun okunacağını zannede-miyordu. Bu sırada Londra'da bir borç alım antlaşması imza­lanmıştı. 1862 borçlanması adıyla meşhur olan bu borçlan­ma, Meyres istikrazının (borçlanmasının) başarısızlığını ka­pamak, problem olan kaymeyi ortadan kaldırmak arzusuna dayalıydı. Şam ve Karadağınhadiseleriyse kaymenin kaldırıl­masını değil, fazlalaştırılmasını gerektiriyordu. Kaymenin miktarı 250 milyon frank olarak sanılıyordu.
Nakit olarak ödenebilmesi için 500 milyon franklık, yeni bir borçlanmaya girmek icab etmekteydi. Ancak bunu'yapa bilmek, adeta gayri kabildi. Vaziyet böyle olduğundan dola­yı, %40 nakit ve %60 yeni eshamyani senetlerle değiştirilmek üzere yıllık %6 faiz ve %2 anapara emvartismaniı 200 milyon franklık borç antlaşması yapılıptütün, tuz, damga, patent ge­lirlerinden senelik 16 milyon frank ayrılması gerçekleştirildi. Hazinenin darlığa düşmesi şu kadar had safhaya gelmiştiki, borçların faizlerini ve maaşlarını öde yebilmek mümkün ola­mıyordu. Bu yüzden evrakı nakdiyeye müracat ediliyordu.
Padişahın ihtiyat hazinesinde para olduğu 1277/1861 tari­hine aid taviz olayı meselesi denen, şöyle bir vaka cereyan etmiş: <Bazı çok mühim zamanlar ve olaylar karşısında dev­let işlerinde kullanmak üzere düzenlenmiş olan ihtiyat (ye­dek) hazine çok önemli askeri masraflara harcanmak ve ra-mazan-ı şerif münasebeti ile bütün maaşların tamamen ödenmesi için borç almak suretiyle taraf-ı şahaneden maliye hazinesine 40 bin kese 240 bin lira ulaştırılmıştır. Aradange-çen zaman çok uzamadan alman meblağın maliye tarafından borcu terk ettiği görüldü. O sırada sipariş olarak verilmiş bu­lunan ve inşasına başlanmış olan üç tane kalyon masrafına bırakılması emrolunmuştur. >
1278/1861-62 yılı vakaları içinde Ali paşanın 4. defa ol­mak üzere makamı sadarete getirilmesi önem taşır.  Kıbrıslı Mehmed paşa aklı gidip gelen, dürüst cesur fakat sinirli bir kimse olması hasebiyle görevden alınmıştı. Hariciye nezare-- e Şam'da bulunan Fuad paşa, meclisi vâla reisliğine Ka­mil paŞa tayin ve nasb olundular. Yine bu sene nişan-i Os-mani ihdas ve 23 bendi ve 5 fasıldan ibaret olan nizamna­mesi yayımlandı. Mali işlerin yeniden düzenlenmesine dair makam-i sadarete gönderilen padişah tezkeresinde: <tenki-nat ve tenzilat, devleti âliyenin mevcud kuvvetine zarar ver­meyecek yerlerde aranılmak icabatıyla beraber fazla kısıntı­dan bir parçanın yavaş yavaş mevcud kuvvetinin ikmaline tahsisi ve tersane tahsisatına mikdar-ı yeterli bir şeyin ilave olunması> beyan olunmuştur.
Deniz kuvvetlerimizin mükemmelliğini temin için tahsisatı­na ayda 4 bin kese ilave edilmiştir. Bu devrin tenkihatı (me­mur ücretleri ve maaşlarında indirim) daha sonra yine mali­ye hazinesinden ve rilmek üzere erbabı havale devri yahud az sonra yine aid oldu ğu yere iade muamelesiydi> Bu za­manlarda vekillerin ve memurlar ile kalem memurlarının ta­yınları vardı. Hatta fetva makamının elimize geçen tayınat pusulası şöyledir: <1500 okka ekmek, 350 okka pirinç, 210 okka ot, 300 kilo arpa, 150 kantar saman, 90 çeki kömür, 2700 okka kömür> ki o zamanın fiyatıyla 500 lira tutuyordu. Cemiyeti tabiyyenin kurulması, yeni kurulmuş bulunan İtalya Krallığının tasdiki ve İngiliz Fransız, İtalya devletleriylen, tica­ri antlaşmalar imzalandı. Ticaret nizamnamesinin uygulama alanına sokulması, hatta Ali paşanın azledilip, Fuad paşanın sadarete tayini, bütçe usulünün tesisi, divan-ı muhasebat ku­rumunun faaliyete geçirilmesi bu seneye ait vakalardandır. Kavaim-i nakdiye hakkında deniliyor ki; <O esnada nakit Verine olmak üzere piyasada dolaşmakta olan kavaim-i nak-d|yenin itibarına sekte gelmesine dayanan yüzlük altun, ka- ile yüzseksenİ aşmış olduğundan erzak ve çeşitli eşyalann fiatlarını yükselmişti. Zahirenin kilesinin 65 kuruşa yük­selmesi ekmek fiatının kıyyesinin yüzon, francalanın yüzkirk paraya satılmasına karar alındı. Sonraları altunun değeri yükseldi. Hatta 400'e kadar fırladı.
Memleketeynin birleşmesi gerçekleşti. Kuze Bey'in yöneti­minde olan bu birleşme harekatı, prens 1. Aleksandr Jan adıyla kurulan imaret sandalyesine oturması, CJlah ve Buğ­dan parlamentolarıyla kabinelerinin, tek pa-şamento ve tek kabine şekline dönüşmesi merkezi hükümet n Yaşşehrinden, Bükreş şehrine naklide gerçekleşti. Yunan Meselesi: Tebamiz olan Yunanistan çok büyük bir isyan ve ihtilal karşısında kal­ma emareleri gösteriyordu. Bu sebeble ihtiyatlı olmak bakı­mından tedbirlere baş vurmak icab etti. Rumeli ordusu ko­mutanı Abdi paşa ve Yenişehir'de bulunan ferik Piri paşanın kumandalarında hududa asker yığmayı yerine getirdik. Yu­nanların yeni tarihçilerinden biri diyorkİ:
<Eğer Kırım savaşı sırasında Yunanistanın başında Kont Kavur gibi tecrübeli, liyakatli bir diplomat bulunmuş olsaydı, Piyemon hükümetine benzer bir devlet, Osmanlıların mütte­fikleriyle muhabere kurup büyük ihtimaldir ki;daha kazançlı çıkılırdı.> Yunanlılar 1854 yılında Çar Nikola'nın memurları tarafından Türkler aleyhine yaptıkları haçlı teşviklerinin oyu­nuna gelerek sonu yanlış bitecek bir hesab yapmışlardı. Fa­kat avrupada, kavimcilik anlayışı politikasının geçerli hale gelmiş olması, o devrede onlarında emel ve arzularının ay­nen İtalyan arzula-rına tetabuk etmekteydi. İngilizlerin dü­zenlediği tertip ve iğfalatın sonunda 600 kişilik vatanseverini Kral Oton'un aleyhine kışkırtan partinin reisi Aleksandır Mavro Kordato 1848'de hürriyet düşüncesi ve kavmiyetçilik anlayışında olarak Yunanlılar için bir program düzenleyip ya­yımlamıştı. Bu programlar genişleme ve katılım yani iltihak meselesiniihtiva etmekteydi. Çünkü bu programda Yunanistan
n hangi memleket ve diyarları kendine katabilmesi Ümkündür sorusuvardi. Kısmen dahi olsa yunanlıları bir hükümet altında toplayabilmek için, hükümetin Yunan ırkına it çoğunluğun bulunmakta olduğu Teselya, Makedonya, Foir ve Girit adası gibi ilk adım atacağı yerler olarak göster­mekteydi. Mavro Kordato İngiltere başvekili Lord Palmers-ton'un müttefik ve ortağıdüşünceler taşıdığından bu sayılan memleketlere Cezayir-i sebayı koymamıştı. Yunanistanın di-öer hülyası ise ancak Bizans devketi zamanında toplayıp bir­leştirdiği gözönüne alınırsa İstanbul'a doğru bakmağa başla­dıkları görülür.
Nasıl ki; İtalyanlar Roma'ya göz dikmişlerse... İşte kral Oton da 1855 senesinde Osmanlılar aleyhinde harekete geç­meye bu fikir sebebinden dolayı kalkıştı. Pire'yi üç sene İngi­liz ve Fransız askerlerinin işgalinde bulundurmasına göz yumdu. Paris antlaşması Yunanlıların kabahatlerini ortadan kaldırdıysada Yunanlılar kral Otton'u affetmediler.
1272/1856'da yayımlanan ferman ile müslüman olmayan tebanın can, mal ve ırzı nadesi bütün bütün kızmalarına se­bep oldu. Müslümanlarla müslüman olmayanların barışması yunanlıların ümit bağladığı düşünce tarzına büyük bir darbe olmuş, onları büyük bir mağlubiyete düşürmüştü. Bu yüzden hırslarını zaten az akıllı ve hükümet işinden bıkmış olan kral­larından aldılar. Esasında Otton yunan emellerine lakayıt kalmayıp hissen ve siyaseten onları teşvik edip, yardımcı oluyordu. Ancak onu anlayamayıp hesab edemediler. Kana-r's, Bulgaris gibi Yunan istiklâline emek vermiş kah ramanla-nn kral Otton aleyhine yürüttükleri muhalefet hareketleri bü­tün partiler tarafından desteklendi. Yunanistanda krallık sar­sıntı geçirdi.
1254/1839 senesinden beri, İngiltere devleti Oton'un mensub olduğu Bavyera krallığı sülalesini, Yunanistandan
söküp atmak düşüncesini taşımaktaydı. İtalya kralı Wiktor Emanuel de buna onay vermekteydi. Çünkü Emanuei'in kardeşi Dük Dojen bu işe İngilizler tarafından uygun bulunup ileri sürülmüştü. Ancak bu durum Kont Kavur tarafından müsbet karşilanmayıp net bir tarz içinde red olundu. Diğer taraftan kra!, İngiltereden gördüğü sıkıntı dolu tehditlere, yu­nanlılardan maruz kaldığı hakaretlere 1277/1861 senesinde İtalyan Garibaldi, Kra! Oton arasındaki bir takım müzakereler yapılıp, bundan maksad Yunanlıların kıyamı karşısında, su-küneti temin için ihtilal ordusu getirmek yolunu bulmaktı.
Wiktor Emanuel buna da evet demişti. İş olup bitmek üze­reyken Atapoli ile Şiyre'de bulunan Yunan askerleri ih tiİal hareketini başlattılar. Ruslar ise kral Oton'dan memnun de­ğildiler. Hatta onun yerine 1. Nikola'nın torunu DÖlehtenburg ikame olunmak isteniyordu. Bu vaziyet karşısında her taraf­tan yapılan hücumlar karşısında yardıma muhtaç hale geien kral Ot on, bütün vilayetleri dolaşarak kendisine taraftar top­lamak ve kuvvetlenmeyi esas almıştı. Atina'dan ayrılır ayrıl­maz 1862 yılının Ekim ayında bazı vilayetler halkının, apan­sız payitahta saldıracakları haberleri Atina'da dolaşmaya ve kulaktan kulağa yayılmaya başlandı. Her ne kadar bu husus­ta askerlerin muhalefeti zararlı görülmüş isede, ahalinin kral aleyhine anlaşmış bulunduklarını deklare etti.
Böylece askerler iîe halkın arasında çok hafif, dostlar kav­ga görsün misalinden olarak bir müsademeden sonra kucak­laşma oldu. Vakit geçirmeden meclis azalarından Buigaris, bahriye nazır vekili Kanaris ile sabık vekillerden Rufo'dan meydana gelen, geçici bir hükümet kuruldu. Bu hükümet kral Oton'un tahttan indirilmesine, eşinin ve hanedanının her hangi bir azasının, Yunan hükümeti üzerinde bir hakları kal­madığını ilan vazifesinide yerine getirdi. Kral bu duruma an­cak dönüş esnasında muttali oldu. Atina'ya bir iki saat me-
afede bulunan Pire limanında içinde bulunmuş olduğu Emili simli Yunan gemisinden inip İngiliz gemilerinden olan Sekil adlı savaş gemisine binerek avrupaya gitme yolunu seçti. İn-
|izler Rusların bulduğu INikola'nın torunundan endişeli ol­duklarından, Danimarka kralının oğlu prens Yorgi'yi teklife ve Cezayir-i seba'yı Yunanistana katmaya rıza gösterdiler.
Sözkonusu adalar 1815 yılından beri İngilterenin idaresin-deydi. Perns Jorj; 1863 senesi mart ayının 30. günü kral ila-nolundu. Bu netice Yunan arzu ve emellerine adeta bir bahşi-soldu. Yunanlıların megalo ideallerine hazırlanmış bulunan Girid'e el atmaları, söz konusu gelişmelerden sonra başla­mıştır. Dünyada hemen hemen dünkü tebamsz üzerinde boy le hesaplarla planlamalar yapılıp kuvveden fiile çıkarılırken, bizler neleri gerçekleştiriyorduk? Söyleyelim: esasen 4. veya 5. dereceden meşguliyetten sayılabilecek işlerden olan, usul-u teşrifatiye'ye ait düzenlemeyi, hayli zaman ve şiddet içinde şekle bağlamaya muvaffak olmuştuk.
İşte bu çalışmanın neticesinide aşağıya alalım: Rütbe-i müşiri vezaret, Sudur-u rumeli ve anadolu payesi, rütbe-i bâ­lâ ricali, İstanbul payesi, feriklik rütbesi, rütbe-iula sınıfı ev­veli, Rumeli beylerbeyliği payesi, Mirlivalık rüt-besi, Mirmi-tanlık rütbesi, Rütbeiûla sınıfı sânisi, bilâd-ı hamse mevleviy-yeti, miralaylık, rütbe-i sâniye-i sınıf-ı evvel mütemayizi, mahreç mevleviyyeti, rütbe-i sânii sınıf-ı sânisi, kaymakam­lık, Istablİ amire müdürlüğü payesi, Kİbar-ı Müderrisinler bin­başılık rütbesi, rütbe-i sâlise, Kapıcıbaşılık, Muvassalai ouleymaniye madununda bulunan müderrisler, Alay eminli-gi, Rütbe-i râbi, kolağalık, hocalık, yüzbaşılık.
Dar-ı şurâi askeri reisliği lakab bakımından balâ sırasında olup, mertebece rütbe-i balâ üzerinde, yani o zaman maariftaretinin alt tarafındaydı. Subaylara ve komutanlara, lakabıresmi tahsis kılındı. Osmanlı nişanı (madalya)'nın verilme alanları genişetildi. Hatta bazı kimselere verilen dört kıta mu­rassa Osmanlı nişanlarına 980 bin 475 kuruş sarf olunmuş­tur.
Genç ve yeni padişah Abdülaziz han, Bursa'ya bir seya­hatte bulunarak, devletin kurucusu ve dedelerinin dedesi, Osman Gazinin türbesini ziyaret ederek dualar eda ettikten sonra, İstanbula avdet etmiştir. Galatada Rizeli Sofu baba adı ile tanınmış birinin çırağığı olan, ancak kaderin icabından saraya damad olmuş nice mühim ce makamlara geldiği gibi, bu arada da makam-ı sadarete gelen, Mehmed Ali paşa, üzerinde mabeyn müşirliği olduğu halde defaetler serasker­lik, kaptan-ı deryalık, Tophane ve Sıhhiye nazırlıklarına ve bunların üzerine de hazine-i hassa nezareti verilmesi gibi ga-rib bir saltanat sergilendi. Paşa kanaat sahibi bir zat olduğu için, yalnız kaptanı deryalık maaşını almış ve hazineye bu yüzdende her sene 2500 kese yani 12500 lira istifade etme şansı vermiş bulunmaktadır.
Öte yandan Karadağ savaşı şiddetlenmiş ve Abdül Mecid han merhumun son zamanlarında Bağdad ıslahatına vazife­lendirilen Serdar-ı ekrem Ömer paşa geri gelmiş ve 2. defa olarak Karadağ'ın terbiyesine görevlendirilmişti. 1852'de ya­ni on sene evvel meydana gelen cezalandırma da 4500 şe-hid ve 5 bin yaralı vermiştik. 30 şu kadar milyon kuruş sar-fetmiş ve Avusturyanın verdiği ültimatom üzerine işi yüzüstü bırakmıştık. Fakat bu seferde meydana gelen Garahova sa­vaşında Hersek'te bulunan slav gayreti uyandırılmıştı. Bura­ya gelince bir miktar islav, panslavizmden yani ıslavların bir­leşmesinden bahsedelim. Bu birleşmenin gayesi, ictihadla olmazsa kuvvetle ortodoks mezhebinin bütün gücü ile dini fikr yoluyla birleşmiş olan cinsiyet fikri ile şark dünyasının Rusya niyabeti altında yeniden kurulmasıdır.
1274/1856 senesinde Moskova üniversitesi kurucu ve ko­yucusu Bahmatyef in reisliğinde Poğodin ile Popof'un yar-. mıarı ile slavlar lehine olarak bir yardım komitesi kurul­uştu. Hükümet tarafından da tahsisatla desteklenen Sırplar •ıe Bulgarlar arasında pek muazzam faaliyet göstermiş bulu-an bu komite, on sene sonra üniversitenin yüzüncü yıldönü­mü hasebiyle toplanan Moskova kongresinde takdis oluna­rak Slavların birleşmesi hususundaki nazariyeyi kabul ettirdi. İşte Rusyanın, Hersek taraflarında açdığı isyan bayrağı, bu panislavizmin tesiriyledir. Hersekliler Mostar'daki ecnebi dev­letler konsolosluklarına verdikleri dilekçede <OsmanIi me­murları ile milli hükümetleri arasında kendi menfaatlerini gö­zetecek bir kocabaşı bulunması dinlerine hürmet edilmesini, klişeler ve klişelerine çan kulesi inşa kılınmasını, kendi mil­letlerinden bir piskoposun reisi ruhaniliğinde bulunmalarını, mektebler açabilmelerini, zabtiyelerin hanelerinde ikamet et­memelerini, beylere zirai mahsullerden dörtte birden fazla vermemelerini, verilen dörtte birlerin vekilleri tarafından tah­sil olunması vergilerin hane başına maktu olarak tesbiti ve tahsillerini kocabaşların yapmasını taleb ediyorlardı.
Hükümet Hersek'te kopan patırdıları teskin için serdar-ı ekrem Ömer paşayı yollamıştı. Bu sırada ise Karadağ, Mirko yâni, Garahova galibinin idaresinde bulunuyordu. Eşkiya çe­teleri hududu tecavüz edip, Hersekli asilere yardıma başladı­lar. Sotirina, Nakşik gibi mevkiler ellerine geçti. Osmanlı as-keriyse hudud boyunca bir güvenlik kuşağını tesis etmişti. Donanmamızın gemileri bunların limanlarını ablukaya almış­tı- Karadağ prensi de bu ablukayı protesto etti. Fakat Ömer paşa yeter miktardaki askeriyle Hersek'e gelmişti. Eşkiya C>oga boğazında Diyobu'da başarılı olup toplandılar. Biyava denilen bölgede Ömer paşa'yı beklediler. Ancak; Ömer paşa °unlan pek feci bir hezimete uğrattı. Karadağ beyi, hâlâ bitaraflığmı muhafaza ettiğini ilan ediyordu. Diğer taraftanda as­ker toplamaktaydı. Bu vaziyet karşısında babıâli, askerini dağıtması hususunda ihtarda bulundu ve red ile karşılaşınca bütün sının abluka altına aldı. Tarihler 1278/1861-62 senesi­ni gösterirken, Serdar-i ekrem 60 bin kişilik kuvveti ile yürü­yüşe geçti. Tarih-i Osmani yazarı, Dö La jönkiyere göre: <Karadağ reislerinden devamlı olarak, gerek kuzey batı ge­rekse güney batı yönlerinden Nakşik ve Espoz kalelerinin hakim oldukları vadi ile toplanmış iki müselles (üçgen)'den meydana gelmiştir. Derviş ve Abdi paşa kumandalarında bu­lunan iki kolordu iki noktadan hareket ederek Duga vâ dişi ve boğazını tazyik edecek ve merkezde birleşecek idi. Hüse­yin Avni paşa kolu; düşmanı, Berda tarafına çekerek iki ko­lordunun da hareketini kolaylaştıracaktı. Ancak Hüseyin Av­ni paşa bu vazifeyi yerine getiremedi. Liyn boğazında bozul­du. Böylece prens Mirko tastamam iki ay Derviş ve Abdi pa­şaları tevkifat altında tutmayı başardı. En sonunda Derviş paşa tarafından çok ustaca yapılmış bir manevra ile Doğa boğazı çevrildi. Osmanlı askerini Osteroğ'un altına getirdi. Mirko İki ateşarasında kalarak kaçmadan başka çare bula­madı.
Fakat, Karadağlılar, Osmanlı askerlerinden esir düşenlere reva görüp uyguladıkları vahşet, nefretleri toplayacak bir haldeydi. Burunlarını, kulaklarını kesip salıveriyorlardı. Yara­lılar bu vahşet veren görüntü yüzünden İstanbul hastaneleri­ne getirilmeyip, Kale-i Sultaniye yâni Çanakkalede bulu-nan hastanelere yatırıldılar. Tedaviden sonra İstanbula gönderil-meyip memleketlerine sevk olundular, bunun için peşlerin­den cerrah bile yollanmıştır. Avrupa devlet ve hükümetlerinin hiç birinden ne bir ses nede bîr soluk işitiliyordu. Yalnız Papa 9. Pi, Arnavutlukta bulunan katolik piskoposlarına bir beyan­name göndererek katoliklerin Türklere yardımda bulunmalarını emr eyledi. Zaten Ömer paşa plânını değiştirmişti.
Cernoviçka ile Rika boyunca çıkarak, Rika'da meşhur Mirkopek feci bir mağlubiyete uğrattı. Çetine üzerine yürüyü-Vaziyet bu şekle bürününce, avrupa diplomasisi kendini duyurmaya başladı. Sulh yapılmasına karar verildi. Osmanlı ordusu yapılan sulh sebebi yüzünden Çetine'ye gi­remedi. Kumandan Ömer paşanın ortaya koyduğu şartlar Karadağ'ın devamlı olarak Osmanlı tabiyetinde ka imasını temin eden şartlardandı. Mirko'nun Karadağ'da ikamet ede­memesi, Karadağdcjn geçip, İşkodra'dan Hersek'e giden yol üzerinde Blakhavzlar inşası şartlan müzakerenin başhcala-rından idi. Karadağın kılıcı olduğu söylenen Mirko'nun uzak­laşması şartı, daha sonra ortadan kaldırıldı. Çünkü tenezzül edilmez bir şartidi.
2. şarta Ruslar itiraz ettilersede, hükümet hemen Karadağ toprağı üzerinde bir bina inşa ettirdi. Avusturya ile Fransa yı­kılmasını istediler. Müzakereler sonunda yolun açık kalması meydana gelecek yolcu kaybının, Karadağ tarafından tazmin edilmesi kararı alındı. Yapılmış bulunan ve adına blokhavz denen binanın yıkılmasında anlaştılar. Ancak hudud boyuna böyle binalardan epeyi sayıda inşa edilerek Karadağ kontrol altına alınmış oldu. Karadağın teskini, Hersek'ıe uç veren ih­tilalin teskin olunmasmıda sağladı. Ancak panslavizmin tes­kini artık mümkün olmayacak dereceye varmıştı. Hatta beş ay sonra çıkan Girid isyanı sırasında balkanlarda şu mealde bir nağme-i ittihad yani birleşme türküleri dolaşmaktaydı:
<Ey şahinler, kalkınız, islav namını kemal-i asaletle taşı­nmağa çalışınız. Haydi şimdi ellerimizi şimal (kuzey)'in kartal-lar|na verelim. Bulgar, Rus, Çek, Sırp, Kaaradağ, bunların hepsi aynı ananın çocuklarıdır. Hepsi aynı din ve aynı kanın kardeşleridir^ Bütün bu harekat, bu teşvikler, kavimlere hür­riyet vermek bahanesiyle yürütülen bütün hissiyat Romanof'ların yani Rus imparatorluğu hanedanının menfaati hesa­bına idi. Meşhur Katkof ile dostlarından olan diğer panisla-vizm taraftarları Rus idaresi altında toplanma isteklilerinden olduğundan başka, hakiki islavlar olmadıklarını beyan edi­yorlardı. Bunlar Çarlarının istibdat ve hırsının koru yucuları idiler. Panislavizmi doğrudan doğruya dil ve ırk bakımından ustaca birleştirebilmiş, hukuki bahanelerle sırf istila politika­sına ait bir entrika olmuştu.

Sırbiye:<Bosna-Hersek>


meydana çıkan ihtilal ile Karadağ savaşları, Sırplarda bir­birlerine yaklaşma istikametinde tahrik vazifesi görmüştü. Bu bakımdan Sırbistan hududunada asker gönderilmesi yolu­na gidildi. Bu askerin çoğunluğunu başıbozuklar teşkil et­mekteydi. Sırbistanda kurulmuş olan Obranoviç sülalesi, sırp hükümetinin kaidelerine büyük saygı duymakla beraber is-tiklal-i tammeye çalışıyordu. Diğer taraftan Belgrad, Semen-dire, Sokod Oviça, Sabaç kalelerinde Osmanlı askeri bulu­nuyordu.
Çünkü 1830 senesinde imzalanan bir mukavele mucibince müslüman halka bu, altı tane kale dışında ikamet etmek ya­sak, bu altı yerden başka yerlerde, Sırpların kanunları geçerli idi. Ecnebi tarihlerin söylediklerine bakarsak: "Osmanlı hü­kümeti yazılı mukavelelere riayet etmiyor, hatta Belgradda bulunan muhafız paşa bu memleketin işlerine müdaheie etti­ği gibi müslüman ahaliyede hristi yanlarla dolu şehirde, bir mahalle kurdurtmuştu. Bundan ayrıda köylerde bulunan Os­manlı halkı sırp kanunlarını takmıyordu. Sırbistan prensliği islav karışıklıklarından istifade edip, Obranoviç hanedanını halkın vanında daha makbul hale getirmek düşüncesiyle ve bu şikayeti için İstanbula Garaşinin'İ saldı. Babıâli bir karma komisyon kurarak tahkikata başladı.  Ele geçense;  baştan avma bir cevabla iktifa oldu. 1861 senesi aralık ayının 21. nünü Âlî paşa, Sait efendi isimli birinin komiser tayin edildi-öini bildirdiysede, adı geçen zat Sırbistanın prenslik müdür-lüaünden Ristiç'in ısrarına rağmen İstanbul'dan yola çıkma­ya bile lüzum görmedi. Bununla beraber Sırpların durumu her aeçen gün vahim vaziyete eğilim gösteriyordu. Sırplarla, müslüman ahali arasında her an münakaşa ve büyümeyen itiş kakış oluyordu. Bu sırada 1 O/haziran 1862 günü Belgrad civarında bulunan, Topçudere isimli yerden, bir Osmanlı as­keri çeşmeden su almak için gittiğinde sebebsiz çıkan ani bir kavga esnasında bir Sırplıyı öldürdü. Katili yakalamak için koşmakta bulunan jandarmanın üzerine Osmanlı karakolun dakiler tarafından ateş açıldı. Bu ateşin sonucunda polis ter­cümanı bir Sırplıda vuruldu. Belgradlılar olayın duyulmasıyla silaha sarılıp Osmanlı karakollarına hücuma geçtiler. Bazı karakolları da zorla ele geçirdiler. Garaşnin, ahaliyi teskine, çalışarak esir edilen Osmanlı askerlerini ve sırp askeri müf­rezesi koruyuculuğunda olarak kaleye yolladı. Fakat bu as­ker kale önüne geldiğinde kendilerini tehlikede görerek, Sırp müfrezesi üzerine ateş açtılar. Bu vaka Belgrad halkını ayağa kaldırdı. Şehirden kalenin kapılarına kadar sipere girdiler.> Sırp idaresi müdürü ile Osmanlı kale muhafızı paşanın arası­nı ecnebi konsolosların yardımıyla cereyan eden müzakere­ler neticesinde şehrin Osmanlı askeri tarafından tahliyesiyle bulmaları kabil oldu.              *
Graşanin; Osmanlı askerinin kale içine girene kadar, taar­ruza uğramayacaklarını ve müslüman halkın, can, mal ve nnülklerininde emniyet altında bulunacağının teminatını ver­di- Ancak askerler ahali kaleye sığınınca Belgrad şehrini to-pa tuttular. Tabii ki bu hadise avrupaya dehşetli mübalağa ile duyuruldu. Fransa hükümeti yani 3. Napolyon, Rus çarı 2.Aleksandr'a hulus çakmak niyetiyle İstanbul'da bir konfe­rans toplanmasını teklif etti.
Osmanlı hükümeti, Belgrad hadisesi tahkikatına ecnebi konsoloslarınında katılması teklifini istiklalinin aleyhinde gö­rerek kabul etmeyip red eyledi. İstanbul konferansın da Avusturyanın, Belgrad konsolosu mösyö Wasich'in muhafız paşayı şehri bombar dımana teşvik ettiğini öne süren şüphe­ler dile getirildi. Avusturya zaten Sırpların aleyhinde bulun­maktaydı. Hatta İstanbul sefiri Sir Hanrî Bulver, on madde­den meydana gelmiş bizim bakış açımızdan gayet uygun bir layiha ile tekliflerde bulunduki, bunda hükümetin, Belgrad şehrini bombardıman etemekte haklı olduğunu ileri sürüp, tasdik ettiğini açıklıyordu. Fransa elçisi mösyö Muster ise, bağlı bulunduğu hükümeti adına Belgrad ka leşinin Türkler tarafından terk edilmesini kabul ettiremedi. Velhasıl 1862 se­nesi Eylül ayının 8. günü düzenlenen protokolde Sokot ve Oviça kalelerinin Sırplara bırakılması müslümanların kale içine çekilmesi, Belgrad dahilinde bulunan karakolların kal­dırılması Osmanlı muhafız askerleri tarafından işgali, karma bir komisyon tarafından tensib edilecek yerlerde Osmanlı hükümeti tarafından yaptırılacak istihkamların inşaatında, kullanılacak emlak, sahipleriyle anlaşmak için Sırbistan hü­kümetiyle antlaşma yapılması, dîni maksatlar için kullanılan binalara dokunulrnaması karar altına alındı.
Siyasi vakalar olduğunda görüldüğü gibi Osmanlı hükü­meti 3 sene sonra kale dışında bulunan bütün emlak ve bi­naları aldığı nakdi tazminat karşılığında Sırbistana terk etme yoluna gitmiştir.
İç meselelere gelince: Sultan Abdülaziz han, askeri işlere ve ticarete çok önem vermekteydi. İzmit'te inşa olunmakta olan ve tamamlanmış bulunan Rehber-i Nusret gemisinin de­nize indirilmesinde yanında Mısır valisi Said paşa olduğu hal hazır bulunmuştur. Tarih-i Lütfi bu münasebetle diyorki: <Said paşa gezip tozduktan sonra İstanbul'a geldi ve bir müddet sonra yine geze geze Mısır'a döndü. Seyahati sıra­sında Girid adasına bile uğramış imiş?. Girid'de kaldığı bir kaç gün zarfında vila yet tarafından kendisine yapılan hür­met ve riayete mukabil bazı memurlar ile askeriyeye men-sub kimselere verdiği paraların taksimiyle fakat vali, ekse­lans İsmail paşaya özür bildirerek, buna karşılık ısrar edildiği 2500 altun irade çıkıncaya kadar yanında bulundurup bek­lettiğini ve selefi vali paşaya Önce bu yolda 5000 lira verilmiş olduğunu sorması üzerine, adı geçen paranın kabulüne izini bildiren emirname gönderilmiştir. 1279/1862 senesinin mü­him vakalarından biri de istanbul sergisinin açılması, Varna, Rusçuk, demiryolunun inşaasına başlanması, Karadağ me­selesinin sona erişi, Fuad paşanın sadaretten alınıp, yerine Mısırlı Kâmil paşanın getirilmesi, devlet-i âliyenin bütün ka­nun ve nizamlarını içine alan Düstur'un neşri, Mısır valisi Sa­id paşanın ölümü üzerine İsmail paşa'nın vezaret rütbesi ile tayini zırhlı donanmanın İngiltereye sipariş edilip, imalata ne­zaret etmek üzere Ateş Mehmed paşa'nın kaptan-ı deryalığa tayini ve mali ıslahata dair sert bir hattı hümayun çıkarıldı. Bu çıkarılan hattı hümayun az aşağıda sahifelerimizi süsleye­cektir. Vaziyetin tahkikatı ve bütün ülke çapında ve anadoiu-ya ve rumeli taraflarına birer heyeti teftiş etme görevi ile gönderildi. Sultan Abdülaziz'in Mısır'a seyahati, Mısır'da an­garya usulünün kaldırılması, Süveyş kanalının tarafsızlığının temini Prens Kuze'nin Memleketyn'de icra etmekte olduğu ıstibdad dolu idaresinden dolayı karışıklıklar çıkması. <şimdi burada Ahmed Rasim bey merhumdan; şu alıntıyla süsleye-lim! Bir hattı hümayunda denilmektedirki: hazinenin muva­zenesinin sağlanıp yerine konması, yani gelir ile masrafın karşılaştırılması tarafımızca mühim bulunduğundan ve buna apaçık delil olmak üzere ihtiyatlı olmak için ayrılması lâzım gelen aylık 5 bin kesenin iş bu şubat ayı başından sonraya terk olunarak kesilip ve sultanların maaşlarının dahi iptali pusulalar gereğince düşürülmesi irade-i mahsusamizm ica-batından olduğu gibi asla hatır ve gönüle bakiimayarak İs­tanbul ve taşra'da bulunan lüzumsuz memurların hakkani­yete uygun olarak düzenleyerek sahihlerinin hakiki ihtiyaç­ları bulunmadığı halde sebebsiz olarak tahsis kılınmış nor­malden fazla olan maaşların ve kavaim-i nakdiyenin kaldırıl­masıyla layık oldukları yere çıkarılıp devletimizin geliri kabil olduğu müsadeye kadar ilerleyiş sebeblerinin elde edilmesi ile hazinenin dengesinin sağlanması...> Rasim Beyden 2. alıntıma Mısır seyahati olup şöyle: <29/şevvalinin cuma se­lamlığının ifasından sonra, sarayı hümayunda toplanan ve­killer ve memurlar padişahın iltifatlarına nailiyete ererek bü­yük sevinç içinde ve yanlarında genç şehzadelerde bulundu­ğu halde, serasker Mehmed Fuad paşa ve padişah hocası <AkşehirIi Hasan efendi v. s bendegan ve yakınları bulundu­ğu halde Fevz-i Cihad isimli vapura binerek Akdeniz istika­metlerinde hareket etmişlerdir. İstanbul'a dönüş gecesinde çarşı ve pazarlar açılıp, ahali sabahlara kadar sevinç avaze-leri içinde şenlikler yaptılar. Şehzade Yusuf İzzeddin, kara, Mahmud Celaleddin efendi, deniz askerliği mesleğine kayıt olundular. Mısırdan dönüşte bütün İstanbul ahalisinden ola­rak 10 bin 47 imzalı bir dilekçe ile Kağıdhane kasrında tak­dim olunan ve herkesçe görülmesi ve bir yadigar olması için padişahın resminin yayımlanması istekleri ve bununla iftihar etmeleri istikametindeki arzuya, müsaade olunduğuna hatt-ı hümayunla müjde verildi. Serasker kaymakamı, Hüseyin Avni paşa kumandasında olarak, ilk defa askeri talim yapıl­maya başlandı. Payitaht dışındaki vezir ve valilerinin ve me­murlarının İstanbul'daki kapı kethüdaları kapıçukadarlarının ata mahsus olmayıp resmi devlet memurları arasına alın­ması bütçe ihdasını Saltanatı seniyenin şân ve şerefli mali-sinin(?) jyj ve kötü durumda olduğu ortaya çıktı. Daha sonra borçsuz yaşanmaz sözü ifade olundu. Çünkü ilk defa hakiki vaziyete vakıf olanlar ileri gelenlerdi. Her ay hazine­nin defteri muvazenesi tanzim olunup padişaha gösterilirdi. Durumu padişah ve vekiller heyetide bilirlerdi.(!) Önce İsan-bul sarraflarına el altından bir işaret ile ve duyurulan emirle bir günde tahvilsiz mahvilsiz binlerce kese alınır, verilirdi. Müzakere usulünün kurulmasından sonra bu itibar birdenbi­re ortadan kalktı. (Lütfi efendi yanılıyor. Yazılan usul evvel­ki ver-al muamelelerinin itibarımızı bozduğu ortaya çıktı) Ecnebi bankerleri diye ced beced devleti âliye tebasından olduğu halde, Sakızlı Zarifi ve Yanyalı kasap Hristo gibi, bir takım başları şapkalı kimseler hazine-i maliyeye koşuştular. İltizam almaya ve fahiş olarak işlemiş faizlerle hazineye borç vermeye başladılar. Hesabsız paralar kazandılar. Mali­ye hazinesinin birer kasası durumunda olan yerli sarrafların birer ikişer odaları kapanıp rehinsiz borç alınamamağa baş­ladı. Bu sarraflardan az çok sermayesi olanların çoğu Gala­ta tarafına geçip, muamelelerinde ecnebi bankerleri taklit ile uyma yoluna gittiler (Tarihi Lütfi) Fransa imparatoru 3. Napolyon'un zatı şahaneyi davet edildiğini yazdıktan sonra 1279/1862-63 senesi muvazenesini şu rakam ile gösteriyor.
Kese Küsur umumi gelir:
3.010.539 335                 '*
2.969004 492
41.534.843
41534 843 A. Rasim Bey üstad merhumun bir izahatı vardır ki aynen alıyoruz.
"Tarafı padisahiden Fransa imparatoruna yazılan cevabi mektupda: avrupanın hali hazır durumundan bahisle duru­mu tanzim ve istikbali temin için gerekecek tedbirlerin te­dariki hususunda beraberce müzakere ederek seçilmesi için kongre şeklinde toplanma lüzumunu belirten halisanemize göndermiş olduğunuz name-i fahametnamelerini sefirleri elinden aldım. Bu vesile ile hakkımda izhar buyrulan efkâr-ı hahsa-i vedadiyelerinden dolayı zatı haşmet simat fehima-nelerine ansamimi ülbâl teşekkür ederim Bu babda efkârı halisanemizin temame-i tekabülüne ve uzun zamanlardan beri iki devletin arasında kurulmuş bulunan rabıta-i kadime-i vedadiyenin teyid ve tahkimin ne derece gerekli bulundu­ğunu ispat etmekliğim emel ve arzum bulunduğuna inan­malarını rica ederim. Menfaatler ve saadetler başlıca hal olarak da sulhun devamı ve muhafazasıyla mümkün ve merbuttur. Bu gayelere bağlı bir devletin padişahı bulundu­ğum cihetle, sulhun bir esas-ı kavi ve sebat üstüne kurul­muş bulunduğunu görmekle hakikaten çok sevinç duyaca­ğım şüphesizdir. Cenab-i haşmeti imparatorlarının teklifi hakkında bilinen düşünceme gelince, bu hususda büyük el-çileriyle vukubulmuş olan sohbetimizden cenab-i fahimane-lerinde bulunan büyük elçimizi devleti fahimanelerine icrası­na memur etmiş olduğum tebligat-ı dostaneye müracaat eder, fahameti celbi imparatorilerine olan muvalaat-ı halise-min kabulünü dilerim.>

Diğer İşler


Bunu müteakip akçaları ceb-i hümayundan verilmek üze­re tersane-i amire için avrupadan defalarla zırhlı gemiler si­pariş ediîdi. Tesisat-ı medeniye namına, cemiyet-i tedrisiye-i islamiyenin kurulmasıyla Örücüler civarında açılan mektepte talebelerin bedava okuyup, yazmaya, tarih, coğrafya, hesap qibi lazım gelen ilmin öğretilmeye başlanması, maarif-i umu­miye nezaretince bazı ıslahatlara başlanılmış olması, darülfü­nun (üniversite)'de dahi herkes için hikmet-i tabiye ve hen­dese gibi diğer ilimlere aid dersler verilmeye başlanması çok sevindiricidir. Şişhane!! tüfeklerden Londra'ya sipariş edilen 7 bin tanesi gelerek bunlardan Tophane'de imaline ve büyük toplar dökümüne Akdeniz boğazının büyük istihkamlarına ilaveler yapılarak inşaasına ait peşpeşe iradeler çıkmaktaydı.
Bizce en önemli olay, Mithad paşanın hatıralarında yazılı bulunan satırlardaki şu hülasadır. "Prizren eyaletindeki ihti­lal, Midhat paşanın akıllı çalışma ve gayretleri ile bertaraf o-lunmuştur. Emniyet ve asayiş son derece düzelmiş, Niş eya­leti üç sene içinde önemli ilerlemeler göstermişti. Halende bir çok kişinin takdir ve güzelliklerin olduğunu söylediği görül­mektedir. Önceki zamanlarda ecnebiler tarafından ve bilhas­sa Sırbistan tarafından tahrik edici hareketlerin şikayet vesi­lesi olmak üzere kullanılan sözlerin tabiiki arkası kesilme-mişse de, Vidin ve Silistre eyaletlerinin hali ve idareleri uy­gun gitmiyordu. Bu iki eyalette ve bilhassa balkan tarafların­da bulunan Bulgarların mağduriyet ve mazlumiyetine dair Rusların avrupaya duyurmaya çalıştıkları vilayet usulüne. 'nıthad paşanın Niş eyaletinde meydana gelen icraatının çok büyük kısmını iyi bulmuş olduklarından bu düşüncenin kara-nnın birlikte müzakeresi 1280/1864 senesinde Midhat paşa acilen İstanbul'a davet olunan Midhat paşanın İstanbula gel­mesi üzerine sadrazam Fuad paşa tarafından kabul edilip görüşmede sadrazamın vermiş olduğu izahata göre Silistre Vidin ve Niş eyaletleri birleştirilerek ve bu birleştirilen bölge­ye mahsus olmak üzere yeni bir düzenleme yapılıp bunun is­tikametinde bir idare tarzı gerçekleştirilecektir. Bu vilayetin ismine Tuna vilayeti adı verilecekmiş. Eğer burada yapılan yeni düzenlemeler takdire mazhar olursa, diğer eyaletlerde bu düzenleme örnek alınarak tatbike konup, teşmil olunaca­ğı söylenmiş. Fuad paşa; Midhat paşa hakkın da vekillerle yapmış olduğu istişare neticesinde Tuna vilatleri valiliği vazi­fesini genel istek istikametinde Mİthad paşanın uhdesine ve­rilmesi kararı aldığını tebliğ eder. Bu hususda padişahdan da irade-İ seniyenin alındığını beyan eder. Şu kayıtta en çok dikkat çeken, Alî ve Fuad paşaların mebuslar meclisine giriş olacak hazırlıkları sergilemeleridir.
Yeni kurulacak vilayete esas olacak olan bu usul, devletin İlk idari taksimatı olan sancak ve beylerbeyliği usulünden ibaret bulunan eyalet sistenminden, yâni bir kaç sancağın birleştirilmesinden meydana gelen şekli gayri sabitin, ıslahiy-la avrupa tipi idari taksimata uyan bir taklidçilik idi. Nahiye, kaza, sancaktan meydana gelen ve her bir kısmında genel­likle azalarını hariç bırakmak üzere Âli paşa ile müstakil ve me'sul bir hey'eti vükela kurmaya muvaffak olamazsa, çe­kilmeğe karar verdi. Mustafa Fazıl paşaya emri altında bu­lunmak üzere Paris'de bir nevi idare-i merkeziye kurmuş olan yabancı ülkelerde ikamette olan Genç Türkiye fırkası, itimada şayan görülmüyordu. Bu fırkanın en delice bir icra­ata teşebbüs edeceğine hatta hürriyet severlikleri dahi şüp­heli görünmekteydi. Abdülaziz han 1863'de olduğu gibi (bu tarihte Âli ve Fuad paşalar çekilmek istemişlerdi) mutaasıbardan veya statükocu olanlardan eskiden beri mesai birliği jki vezir ıslahatperveri tercih etmek mecburiyetinde yap*31
kaldı.
Sonunda Fuad ve Âli paşalar galib geldiler. İşte bu şekilde ktidara gelebilen tutarlı heyeti vükela ıslahata başlayabildi. Birlik ve güçten mahrum bir hükümet yerine daha azimkar ve usullere daha fazla riayet eden bir idare gelme şansı elde edildi. 1283 ramazan/1867 ocak ayında Fransa tarafından 1856 hatt-ı hümayununa dair babıâliye bir nota verildi ki, bu notada 16 maddeden ibaret ıslahat talebi yer alıyordu.
Bu vesikanın hemen baş tarafında maarif-i umumiyeden bahs ediliyordu. Bilhassa hristiyanların dahi kabul edebile­cekleri müslüman mektepleri veşubeleri kurulması, müslü-manlar yanında tahsil~i iptidaiyenin yayılması için Öğret­menler yetiştirilmesi, fen, tarih, idare usulü, hukuk tahsili için bir üniversite ile çeşitli mesleklerdeçıkış verebilecek yüksek mektebler kurulmasına, umumi kütübhaneler açılmasına, işaret olunuyordu. Fransa hükümetinin en büyük ümidi ma­arifi umuminin yayılıp ileri bir seviyeye gelmesi idi. Herşey-den evvel terbiye meselesini ortaya seriyor, diğermeselelerin tamamını buna bağlı olarak ve muhtaç olduğunu söylüyor­lardı. İşte mekteb-i sultani'nin açılması bu maksada istinad eder. Artık ülkede eğitim ve Öğretim için arzular hareket ha­line gelmişti.

Cemiyet-İ Tedrisiye-İ İslamiye


Sultan Selim'deki Darüşşafakanın esasını kurmuş, babıse-raskeri tarafında bulunan eski matba-i amire darulmuallimin yani Öğretmen okulu olarak seçilmiştir. Bükreş'de ise Bulgar komitesi adlı bir kuruluş bu zamanın meşguliyetinden bilisti­fade faaliyetlerine başladı. 1856 fermanında var olan ancak bu güne kadar tatbik alanına konulmayan ecnebilerin Osmanlı topraklarında mallarını kullanmayı bildiren karar bir ferman ile ilan olundu. Bu kanunu beş madde teşkil etmişti Sonradan tebaiiyyet değişikliği yapmış olanlar müstesna ol­mak üzere Osmanlı tebasının tabii oldukları teklif ve rüsum­ları ifa etmek, kanun ve zabıta nizamına ve belediyeye uy­mak, emlak ve ona bağlı davalarda, iflas halinde mahiyeten venizam bakımından borcuna karşılık olması mecaz olan emlakin; satılması hususunda devletin mahkemesine müra­caat etmek vasiyet ve hibe selahiyetini haiz olmak üzere Hi­caz arazisinden başka Osmanlı topraklarının her tarafında emlakini kullanma hukukundan istifade edebilecekleri yazı­lıydı.
Bu kanun yardımıyla, Âli paşa eski antlaşmanın ecnebiler­le alakalı olan madde fıkralarında bazılarını değiştirme şansı­nı elde edebilmişti. Mesela konsoloslukların bulunduğu şehir­den 9 saat veya daha fazla uzak bölgelere mahalli hüküme­tin daveti üzerine ihtiyar meclisi azasından üç kişinin bunun İle konsoloshane memuru hazır bulunmadan çok acil ve Önemli hallerde ve bazı belli suçluların aranmasına ve tahki­katına bağlı olmak ve icab edecek usuli dairesinde tutulacak zabıtname hiç vakit geçirilmeden en yakın kosoloshaneye gönderilmekşarti ile bir ecnebinin ikametgahına girmeye izinli olmaları, yine böyle uzak yerlerde bin kuruşu aşmayan davalarla en yüksek haddi olarak 500 kuruş nakdi cezayı gerektiren kabahatlerde ecnebilerin kaza mahkemeleri tara­fından davalarına bakılmalarına, fakat hükmün tercünman bulunduğu halde Liva mahkemelerinde yeniden bakılmasına izin verildi.
Ecnebi tebalıların her yerde dava vekaleti etmeleri ve ter­cümanları ecnebilere bağlı davalarda hazır bulunmaları esa­sı, teyid olunmak üzere konuldu aynı zamanda arazi-i emiri-ye ve mevkufe hakkında kararlaşmış olan tapu usulünün gede kararlaştırıldı. Mısır valisi İsmail paşanın talebkin olmak ve miras olan hükümetinin şanına uygun olmak üzere devlet tarafından kendisine bir unvan verifmesiy-
H'  Hatta İstanbul'da bu meseleyimüzakere etmek üzere Mısır yabancı işler dairesi müdürü ermeni Nubar paşa gelmiş bu­lunuyordu. Abdülaziz; Hidiv-i Mısır' unvanını ihsan etti. Nu­bar paşa Mısır sahillerinden Mahruse adlı vapura binerek İs-tanbula geldi. Fevkalade iltifatlara nail edildi.
Devle Jonkiyer yazdığı tarihinde diyorki: <Osmanlı devle­tinin düşmüş olduğu mali sıkıntılardan istifade ile her gün peşin para ile yeni yeni imtiyazlar eide ediyordu. 1867 se nesinde hemen hemen hükümdarlık sayılacak bir unvan olan Hıdiv unvanını aldı. Hidiv bunları borç olarak alıyor, bu tarafa veriyordu. Bu defaki İstanbula gidişinde İngiliz ban­kalarından 8 milyon liralık bir borç daha almıştı. Zırhlı ge­miler alıyor, Süveyş kanalının açılışına yakın zamanda kendi adına yabancı hükümdarları davet, Kahire'de de bir meclis heyeti kuruyordu.>

Sultan Abdülaziz Han'ın Avrupa Seyahati


Padişah, 3. Napolyon'un vaki daveti üzerine ilk defa ol­mak üzere bir Osmanlı padişahı sıfatıyla avrupayı ziyaret et­ti. Bunu İngiltere sefirinin Londra'ya daveti takip etti. 18/se-fer/128422/haziran/1867 cuma selamlığından sonra, bera­berinde veliahdşehzade Sultan Murad, onun küçüğü şehzade Abdülhamid, büyükoğluşehzade Yusuf İzzeddin efendi ile ha­riciye nazın Dr. Büyük Mehmed Fuad paşa, padişah hocası Akşehirli Hasan efendi, diğer memurlar vardı.
Ayrıca Fransa sefiri ile İngiliz sefareti baştercümanıda yan­ların da bulunmaktaydı. Dersaadet'ten yola çıkılmış Âli pasa ise saltanat naibi olarak kalmıştı. Fransız donanması derhal karşılama için Seddülbahir açıklarında bulunuyordu. Padişa­hın içinde bulunduğu vapur, Malta, Napoli yolu ile 9. günü Tulon limanına varmıştı. Fransız donanması askeri törenle padişahı selamlamıştı. Parisde İmparator tarafından beklen­mesi gereken bölgede karşılanmış, Elize sarayı ikametine tahsis olunmuştur. Fransızlar padişaha büyük misafirperver­lik gösterdiler. Avusturya ve Prusya sefirleri, hükümdarlarının padişahı Berlin ve Viyana'ya teşrif dileklerini bildirdiler. Lon­dra'da Bukinham sarayında ikamet olundu. Koblenç'de Prusya kralı tarafından karşılanarak, Viyana'da hakkında fevkalade ikram ve izaz gösterildi. Seyahatin 30. günü Viyana'dan hareketle Varna yolu ile Istanbula dönüldü. Padişahın payitahta gelmesiyle üçgün üç gece şenlikler yapıldı. Seya­hatin tamamı 47 gün sürmüş oldu. Padişah bu münasebetle çıkarmış olduğu bir hattı hümayunda demektedirki:
<Hükümdaranece en tatlı mükafat, asayişin ilerlemesi ve ve umumi servet için masruf olan çalışmalara tebaları tara­fından kemal-i muhabbet ve sadakat ile mukabele görme anıdır. Binaenaleyh bu defa da bütün ahali tarafından şahid olduğumuz apaçık delille belli olan hulus ve sadakat indi­mizde makbuliyeti çok ve kıymettar olduğundan bütün te-bamızin gösterdikleri hamiyet ve koruyuculuklarının çoğal­ması mamuriyet ve rahatları vazifesi indimde bir kat daha teyid etti. Ve din ve icab-ı kaza hükmüne girdi..>
Panslavizm harekatından yalnız biz değil Avusturya da çok fazla mutazarrırdı. Rusya politikası bir kâbus gibi Avus­turya'nın üzerine çökmüştü. Çünkü panslavizm saklanacak hiç bir harekette bulunmuyordu. Doğrudan doğruya vaziyete tesir etmedeydi. Öyle bir halde ki , Avusturyanın iki tarafı,
Avusturya/Macaristan bölümü bu tesirin altında kalmaktay-a Slav ırkına men-sup olan Çekler, Viyanadaki Rayşart'a mebuslarını göndermediler. İmparator Fransuva Jozef ta Prakadar giderek Çeklerin gayrımemnunlarını itidale davete mecbur oldu.
Aynı zamanda Galiçya eyaletide Macarlar gibi bir heyet, vükela, parlementolu bir muhtariyet idaresi talebinde bulun­mağa başladılar. Bohemya'dakilerde aynı sazı çalmaya baş­ladılar. Liyabah'da, fliryalılarda, Karniyol, İstirya, Karati, hat­ta Dalmaçya da içlerinde olmak üzere bir Eskolavan krallığı kurmak fikrini ileri sürmeye başladılar. Etrafa serpilmiş olan bu çeşit tahrik unsurlarından tabiatıyla bizde hariç kalamaz­dık. Sırbistanda Karayorgiviç ve Obronoviç hanedanları ara­sındaki mücadele bu sıralarda en üst seviye ve had safhaya gelmişti. Kara Yorgi.yeviçin taraftarları prens Mihal bey'i, 1868 senesi haziran ayının içinde öldürdüler. Yeğeni olup, 14 yaşlarında bulunan prens Milan henüz, Paris'de Lui lögaran lisesinde tahsildeydi. Mihal beyin yerine geçti. Hariciye mek-tupçumuz Kâmil bey, menşurunu götürüp, teslim etti. Diğer taraftan panslavizmin reisi bu sırada jstanbulda bulunmak­taydı.
Bu zat slav ittihadının, panslavizm görüş ve düşüncesinin en kurnaz ve ehliyet sahibi reisiydi. 1285/1868'de bu ittihad, bu bir araya gelme hareketlerinin başında general İgnatiyef vardı. Ve bu zat bu sıralarda f^usyanın babıali nezdindeki bü­yük elçisiydi. Slavlar bu adama ve Ruslara büyük güven i-çindeydiler. Hatta Eflak'ta bulunan Bulgar komitesi, doksan kişilik bir haydut gurubu sevk ederek, Tuna vilayetinin asayi­şini bozmaya teşebbüs ettirdi. Aynı zaman dilimi içinde de Romanyada dahi, bazı hususi şekilde hazırlanmış hareketlere  olundu. Romanya prensliği Bulgar fesat ve iğfal ha-rekatını himayeden geri durmuyordu.
Reis-i müdiran Bratyano ordunun halihazırda 78 bin, harb halinde ise 174 bin kişiye çıkartılmasına dair her iki meclise de birer layiha verdi. Babıâli bu teşebbüsve müracaat cesa­retinden irkildi . Sadrazam Âiî paşa bu davranış aleyhinde Romanya'ya tebligatta bulunmak zorunda kaldı. Fakat Brat­yano gayetle hükmedici bir tavırla cevap verdi. Prens; Prus­ya ve Fransa'nın göstermekte oldukları teveccüh dolu haller­den dolayı, kendilerini müstakil bir devletin .sahibi olarak görmeğe başlamışlardı. Bu sırada Dr. Büyük Mehmed Fuad paşa , sıhhati bozulmuş olduğundan dolayı, avrupaya tedavi­ye gitmek mecburiyetinde kalmıştı. Ancak fazla bir vakit geçmemiştiki; nefes sayısı tükendi, emaneti sahibine iade et­ti .
Naşı İstanbul'a getirtildi. O gün memurlar resmi devairi ta­tile sokarak merhuma hürmetlerini gösterme fırsatı bulurlar­ken, makamı hükümet mesulleri bu tatile girişe isabet dolu ve kadir bilme gözü ile bakmayı bildiler. <Fuad paşanın vefa­tı, osmanlı devleti için bir vilayet kaybından daha üzücüydü. Alî paşa bu kayıpla sanki gücünün yarısını zayi etmişti. Bu iki işbilir vezir biribirlerinin noksanlarını tamamlamaktaydılar. Fuad paşa; iktidar sahibi arkadaşının pek başarılı olamadığı faaliyetten olan fikri teşebbüsata malikti. Batıl itikatlardan tamamen kurtulmuş, tedbir almak ve icraata teşebbüsde pek seri idi. Kırım savaşından beri, ülkeye faydalı olarak ne yapılmışsa bu müstesna zekanın yardım ve delaletiyle husu­le gelmiştir. Velhasıl ıslahat ve tarafdarlarını bu kayıp adam akıllı üzmüş, çünkü güç odaklarının uç noktasınıkaybetmiş-lerdi.>
Hüseyin Avni paşanın seraskerliğe, Şirvanizade Rüşdü pa­şayı hazine-i hassa nezareti üzerinde kalma şartıyla yeniden tanzim olunan dahiliye nezaretine, şura-ı devlet reisi Midhat asanın Bağdad vilayetine tayini de bu, sene meydana gelen değişikliklerdendir. 1285/1868
Midhat paşa hatıratında diyorki: <Nizamat ve inşaata ait islerin tamamı şura'nın esas işi hükmündeydi. Tedkik ve mü­zakerelerin burada yapılması lazım gelirken demiryollarının, diderlerinin şura-i devlet toplantılarından hariç yerlerde ya­pılması gerek üyeler gerekse Midhat paşa da üzüntüye vesile olmuştu. O sırada boşalan Bağdad valiliğine sıcak bakan Midhat paşa, Âlî paşanın da müsaid karşılaması neticesinde 6. ordunun nezaretide emrinde olmak kaydıyla Bağdad'a vali tayini yapılmıştır.> Midhat paşa Bağdad'a vardığında yakın yerlerdeki arazi ve bahçelerden elde edilen mahsulattan şer'i olan öşürü almak istedi. Zaten burada yeni vilayet idaresi usulünü yerleştirmeye kararlıydı.
Hükümet iltizam şekliyle maktu olarak havale edilmiş olan aracıyı mukattaindan çıkararak sancakların kaidesine uygun halde kurdu. O zamana kadar da Irak ahalisinden askere kimse alınmamaktaydı. İlk Önce kura usulünü, Bağdatta uy­gulamaya kalktı. Ancak ahalinin tepkileri bir ihtilal alâmetleri gösterme şeklini aldı. Yeni bir Şam vakası husul bulmasın di­ye, derhal tesirli tedbirlere başvuruldu.
Tedbirlerin alınmasından sonra da, kura usulü ahalisi ko­nar geçer olan Mümtefik, Deliym, Ammara gibi yerler hariç , her tarafta tatbike kondu. Bütün İrak'a yaymak kabil oldu. Değara hadisesi adı ile anılan (bedevilerden vergi toplanmak maksadıyla yapılan askeri sevkiyata karşılık bunların kala­balık bir halde hücum ve çatışmasından ibaret büyük olay, alınan özel tertibatlar sayesinde iyi bir netice verdi. Reisler­den bazılarının idamını yerine getirmekle beraber, oralarda da hükümetin kuvveti gösterilip, devletin nüfuzu kabul ettiril­di. Mithad paşa bu vakada işi tatlıya vardırınca gözünü arazii hariciyeden olan tasarruf-u hukukiyesi adeta emlak-i saire ve miri çiftlikleri gibi devlete aid ve içinde bulunan ziraatci aileler, çiftlik hademesi, ortalıkçı, yarıcı kabilinden olan der­vişlerin ıslahına çevirdi. Çünkü buranın ziraat yapmaya uy­gun olan arazisi mukattaat adıyla değişik kıtalara bölünmüş­tü.
Miri (devlet) yalnız tohumu verip, ahaliye ektirir mahsûlün 3 de 2sini alır, üçde biri fellahlara kalırdı. Anlaşılıyorki, ahali burada bir karış yere sahip olmayıp, mültezimlerle, şeyhlerin zulmü altında inlemekteydi. Bu bakımdan ev yapmak, hay­van beslemek, ağaç dikip yetiştirmek işi onları hiç enterese etmiyordu. Bu sebebden de, sefil ve avare olan bu insanlar her türlü ifsad ve iğfalata açık bir haldeydiler.
Mithad paşa, bir memleket ahalisinin o memleketin sahibi ve bütün medeni hukukundan istifadesi ve tasarrufu elinde olursamemleketin menfaatlerini ve ileriye gitmesini temin ve muhafaza gayretinde olur kaidesine uygun olarak, mevcud miri araziyi tapu vererek dağıtma usulünü bütün teferruatıyla tatbik etti. İlk senesinde 100 bin liradan fazla bir gelir elde etti. Diğer tarafdan ahali arazi sahibi olarak, elindekini imara çalıştığı gibi diğer taraftanda, memlekette asayiş düzelmeye başladı. Eskiden 8-10 bin kese gelir ile mültezimlere verilen mukattaa hindiyye rnukattaasi meselesini de hazine hissesini %50'ye (evvelce %66 idi) düşürerek bir takım aidatlarla masrafı kaldırarak, değiştirmek suretiyle, hal yoluna koydu. Değare meselesinde en çok hindiyelilerden korkulurken, bunlar 15 bin eli silah tutan kimseler olmasına rağmen yerle­rinden kımıldamadılar. O sene en verimli senelere kıyasla 6 milyon kıyye pirinç (7. 680. 000 kg.) hasılatı elde edildi. Dicle'de 8 vapurdan meydana gelen bir vapur işletmesi ku­rulduğu gibi, Süveyş kanalının açılması münasebetiyle, Bas­ra körfezi ile CImman ve Necid sahillerinde ve Kızıl denizde islemek üzere Babil, Ninova, Necid, Asur isimlerinde büyük­lü küçüklü 4 vapurdan meydana gelen bir Osmanlı vapur kumpanyası da kuruldu.
Bunlardan başka, bir emniyet sandığı, hastane, islahhane, memleket bahçesi, su makinesi, pirinç fabrikası, Kâzimiye tramvayını kurduğu gibi gaz madeni açılışı (petrol kuyusu olacak herhalde) teşebbüsünde bulunarak, Müntefik'te Önce iskan yeri olmak üzere Iİasıriye isimli bir kasaba kurdu. Şim­diki halde, İngiltere ile kavgalı olan Kuveyt'i, devlet-i âlîye adına düzeltip sancağ-ı Osmanî'yi çektirdi.
Velhasıl; Arab yarımadasını istila eden Şimar aşireti reis ve şeyhilmeşayihi Abdülkerim'i Diyanbekir valisi Kurt İsmail paşa ve Müntefik mutasarrıfı Nasır paşanın yardımlarıyla so­nu gelmez sanılan mücadelede, yaralı olarak yakalamaya muvaffak olarak nihayete erdirdi. Adı geçeni istanbul'a sev-ketmişse de, Musul'da idam edilmiştir. Bundan sonrada Ne-cid'in ıslahına başladı. Necid seyahati esnasında ise, Suud'u tenkil ettirip, İhsa livasını kurup, bunu da Katar topraklarını kattı. Lübnan ve İskenderiye korvetlerine binerek Bahreyne kadar gitti. Midhat paşanın bu seyahatinde İngilizlerin bir bahriye müfrezesi takipetmişse de, paşa Bahreyn hakimi şeyh Isa ile görüşerek, mülakat neticesinde şeyh, limanda kömür mağazası ve teferruatı için istenilen yeri hiç bir bedel almadan vermiştir. Paşanın Necid'de gösterdiği bu başarı ba-bıâli tarafından takdir olunarak kendisine gayet kıymetli taş­larla tezyin olunmuş bir kılıç hediyeolundu.
Tunus: Vilayetlerin iç ve dış borçlarının birleştirilerek %5 faiz verilmesine karar alınması, fakat faiz ile ödeme dine gö­re, seçilecek tedbir ve teşebbüslerin Tunusda bulunan ecnebi devletler konsoloslarının kontrolü altında olarak yapmak yönü kararlaştırıldı. Fransa, İngiltere, Avusturya devletleriyle anlaşılarak Tunus ve Fransız memurlarından meydana gelen bir komisyon kuruldu. Fransa kraliçesi Ojeni Süveyş kanalı­nın açılışını müteakip, İstanbul'a geldi. Avusturya imparatoru Fransuva Jozef de iadei ziyaret münasebetiyle gelmişti.
Mecelle cemiyeti bu sene faaliyete geçti. Bu cemiyet top­lantılarını babıâlide yapmaktaydı. Ne varki; şeyhülislam Ha­san Efendi (Kezubi Hasan efendi) itirazlarda bulunmuş ve cemiyetin reisi Cevded paşa, anadolu ve rumelideki çeşitli vilayetlere gönderildi. Tabii bu görevlere gönderilirken, me­celle heyeti reisliğinden azledilmişti. Yine bu sıralardaydı ki, Âlî paşa Mısır Hıdivi İsmail paşanın imtiyazlarından kaynak­lanan israflarına ve dışa dönük gösterişlerine son vermek için ferman almasının gerektiği- kanaatine varıp, tatbik etme ameliyesine başladı. Sururi efendi isimli bir memurla düşün­celerini duyurdu. Bu fermanda yazılanlar, Hıdiv İsmail paşa­ya yazılmış bir ültimatomu andırmaktaydı. Şiddetle ihtiyaç olmadıkça yeni bir vergi alınmaması, babıâli müsaade etme­dikçe avrupadan borç alınmaması, anlatıldı. Mısır hidivliğide kendine almış olduğu İbrahimiye, Muzafferiye, Hayriye isim­leri verilmiş zırhlı harp gemilerini padişaha terke mecbur kal­dı. Hidivin bu tarz harekat ve davranışını bir kayıt altına al­mış bulunan Âlî paşaya sultan Aziz 20 binlira mükafat verdi. Ertesi sene yani  1285/1868 senesinde mahkemelerin usullerini tanzim meselesi ortaya çıktı. Devletler arası müza­kereler yapıldı. Bunların neticesinde anılan mahkemeler baş-kanlıklarıyla yarı azasının mahalli ahaliden ve diğer yarısının ecnebilerden tayin edilmesi kararlaştırıldı. Mısır hattının se­nelik geliri 7 milyon 347 bin liraya yükselmişti. 5miİyon 899 bin 55 lira masrafı düşülüp  1  milyon 500 bin liraya yakın fazlalıkta gelir bulunmuştu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı