SULTAN 2.ABDÜLHAMİD HÂN-9-31/Mart İle Alâkalı Mühim Bir İfşaat!, Filibe Vak'ası! ,Kapütülasyon İlgasına Teşebbüs, Hilâl İle Haç Arasındaki Mücadele, Mektep Ve İlahiyat, Edebiyat-San'at Ve Kültür, 2.Abdülhamid Hân'ın Hanımları Ve Çocukları,2.Abdülhamid Hân'ın Sadrıazam Ve Şeyhülislâmları

31/Mart İle Alâkalı Mühim Bir İfşaat!


Son Sadrazamlar adlı kıymetli eseriyle büyük bir hizmetin sahibi olan İbnül Emin Mahmud Kemâl İnal bey merhum, adı geçen eserinin 1709. sahifesinde: "Tevfik Paşa'nın bana nakl ettiği pek mühim bir maddeyi burada zikretmek, târihe mü­him bir hizmettir. Padişah; ordu'nun gelmiş olması ile duru­munun vahamet kesbettiğini anladığında Tevfik Paşa'ya ma­dem beni istemiyorlar, saltanatı biraderime ferağ ederim.
Devleti o idâre et-sin. Fakat; bir komisyon mu? Meclis mi? Ne derseniz deyiniz kurulup, bu vak'a (31/mart vakası)'da dahlim olup olmadığı meydana çıkarılmalıdır. Dediğinde, Tevfik Paşa, doğruca ayan reisi Said Paşa'ya gidip, padişa­hın dediklerini anlatır. Said Paşa: bir meclis kurulur mahke­me edilir, dahli tesbit olunduğunda- kanuun-i esaside-padi-şah mukaddes vede gayri mes'uldür. Nasıl cezaya tâbi tutu­lur? Eğer suçsuz olduğu takdirde! Bizim hâl ve mevkıimiz ne olur? Bu cevap üzerine Tevfik Paşa; ben, size padişahın de­diklerini aktardım. Ne yapacaksa ayan ve mebusan meclisi yapacaktır cevabını vermiştir."
Yukarıda yapılan ifşaat yakın târihin ilk defa duyduğu ifşa­attan olmamakla beraber, yeni nesiller yetiştirmekte olan milletimiz geçmişimizde olanları gerek yâd etmek gerekse, de yeni neslin tahlil edebilmeleri için önem taşıyan bu tip İf­şaatları günün konusu hâline getirme vazifesini mazide yaşa­nanlardan ders alınmasını hatırlatanlara adetâ bir vazife ola­rak addetme anlayışı hâkimdir ve bu anlayış nesiller boyu devam etmelidir. Bahse konu ifşaatın son satırı ne kadar sır dolu! Bu kadar mes'uliyetten kaçan bir devlet adamının, do­kuz defa sadarete getirilmesi ne büyük gaflettir. O, bizim hâl ve mevkıimiz ne olur diyen ağız, acaba hangi hakikatleri saklayan kötü bir mahzenin kapısı oldu?

Sultan 2.Abdülhamid Hâl Ediliyor


Abdülhamid Cennetmekân'ın hâl edilmesine girmeden ev­vel, bu zâtın karşılaştığı muhalefete bir nebze olsun dokun­madan, geçersek çalışmamızda belki nice eksikler bulurken bu hususu atlarsak telafi edilmez bir eksiği biz göz göre göre yapmış oluruz. Bu münasebetle; 2/Mayıs/1992 senesinde İlim Kültür ve Sanat Vakfı Târih Enstitüsü tarafından tertiblenmiş 2. Abdülhamid ve Dönemi adlı, Sempozyum Bildirileri'ni kitaplaştırmış bulunan Seha Neşriyat'ın bu değerli kita­bının her biri değerli tebliğleri sunan muhterem ilim ve bilim adamlarının aralarında yer alan, bahsimize uygun tebliği ile Sayın Erol Özbilgen Beyefendinin, beyanlarından alıntılarla sahifemizi süsleyelim.
"Osmanlı Padişahları. Fâtih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, Kaanuni Sultan Süleyman, Avcı Sultan Mehmed, Sul­tan Mahmud-ı Adlî gibi, çeşitli unvan ve lakablanyla tanınır­lar. Genç Osman, Deli İbrahim, Sarhoş Selim gibi bazılarının hâlleri, bir kısmının belirgin özellikleri de tevatür biçiminde halk arasında yayılmış unutulmamıştır. Dördüncü Murad kuvvetlidir, kahhardır, üçüncü Selim duyguludur, hassastır, Sultan Abdülaziz güçlüdür, pehlivandır, babayanidir. Beşin­ci Murad mecnundur, masondur." Şeklinde beyanda bulun­duktan sonra Özbilgen şunları ifade etmektedir 2.Abdülha­mid Hân hakkında: "Bu bağlamda Sultan 2. Abdülhamid'in resmi unvanı <elGazi>dir. <Zeki ve hassas, tez anlayışlı, mu-tad muamelesi çok nazik, tehdidini hakkıyle yerine getirme­ğe kadir, lüzumunda şiddet göstermeyi veya hiddetini teskin etmeyi biiir> Özellikle muhalifleri tarafından üretilen lakabla-rı ve şöhreti ise, Osmanlı hanedanı içinde en geniş spektru-mu hâizdir; İslamcı, kızıl sultan, evhamlı, cani, kadın düşkü­nü, ırz ve namus düşmanı, hasis <pinti> Ama en önemli özelliği herhalde Sultan Abdülhamid'in Osmanlı padişahları içinde <hatta kalıntıları günümüze kadar devam eden> en güçlü muhalefetin muhatabı, hedefi ve simgesi olmasıdır. Muhalefete sözlüklerle verilen anlamlar şöyle guruplanabilir: I-soyut anlam: Uygunsuzluk, aykırılık, zıtlaşma, karşıtlık. 2-Somut anlam: Çirkin ve fena bir şeye karşı tepkime.
3-Mecâzi anlam: Sevişmezlik, düşmanlık, nefret etme. " Di­ye üç başlık altında toplayıp bunların incelenmesine geçen sayın konuşmacı, Düşünce ortamı adıyla açtığı bir bahsin hemen ilk cümlesinde mühim bir tesbite parmak basar; ''Tanzimat ilke olarak Osmanlı devletinin klasik dönem diye­bileceğimiz 19. yüzyıl öncesindeki yönetimiyle, hukuk yapı­sıyla, bilimiyle, diliyle, edebiyatıyla, mimarisiyle, giyimiyle kuşamıyla eğitimiyle, zeokleriyle kısaca kültürüyle zıttaşır, ona tepki gösterir, sevişmez. Yâni; <Tanzimat Deuleti> kendi aslı ile muhalefet halindedir. Her nekadar tanzimat-dönemi­nin ıslahat fermanı ile kapandığı kabul edilirse de, genç gö­nüllere, genç zihinlere yerleştirdiği batı'ya doğru tek yönde açılan bu ictihad kapısı hiç mi hiç kapanmamıştır"
Dedikten sonra Tanzimata gönül veren ilk aydınlar adjyla da nitelenen bu nesil, eski ile yeni arasında bir köprü, bir öğ­retmen olarak vazife almak durumunda kalmışlar ve bilgi bakımından ve görgü münasebetiyle hayli kısıtlı oldukların­dan bir sentezde yapmaya muvaffak olamamışlar, sadece gözleriyle gördüklerini tarif etmişlerdir. Bu saydığımız kişile­rin yetişdirdikleri Avrupa aleminin bize göre sehhar hâlini da­ha uzun süre ve daha da pratik alanda kullanabilecek husus­lara dikkat etmişler hatta Pâris'de bir Osmanlı okulu açılma­sını sağlamışlardır.
Asetilen gazından elde olunan ışıkla Cahmp Elize'nin ge­celeri gündüz gibi aydınlanmış olmasını görmüşler, Avrupa şehirlerindeki devlet törenleri, faşingler, toplu eğlenceler, ti­yatro ve çeşitli sanat gösterilerini benimseyen bu kuşak ül­keye taşıdığı müşahedeleriyle toplumun yabancılaşmasını sağlarken, bir mücadeleyi de başlatmış oluyordu. Konuşma­cı, bunları batı dünyasından seçtiklerini süzgeçden geçirerek Münif Paşa, Ahmed Midhat Efendi ile Ahmed Rasim ve Hüşeyin Rahmi Beyler gibilerinin edebiyat sosyolojisi olarak nakletmelerini ifade eder. Ben, bu yapılan edebiyat sosyoloji­si aktarımını kaçınılmaz bulduğumdan, bu zevatın çalışmala­rında okuma hususunda coğrafyamızda ne kadar zayıf oldu­ğumuzu hatırlarsak, okumaya teşvik bakımından da faydalı olduğunu ileri sürüyorum.1850 ile 1877 seneleri arasındaki Osmanlı devletinin Rus­ya, Karadağ, Romanya, Sırbistan ve Bulgaristan'a karşı yap­tığı savaşlar, Mehmed Ali Paşanın Mısır meseleleri, Cebe I-i Lübnan velhasıl savaşsız gün geçmemesi ekonominin çök­mesini sağlamış, buna bağlı olarak da bu birikim Abdülha-mid dönemi için her nevi sıkıntının kaynağını teşkil etmiştir. Bütün bunların baskısının kalkmasını islâm dayanışmasında bulan Sultan Hamid panislamizmi devreye soktu. Balkanlar­da alıp yürüyen ırkçı ve milliyetçi düşünce tarzı her bölgede isyan bayrağı açarken padişahın, müslümanlann birliğine ve hamiyyetine sarılmasını pek tabii görmek lâzım. Çünkü insa­na öldüğünde sorulacak olan kimin kulu, kimin ümmeti ol­duğu şeklinde tezahür edeceğinden toplanacak noktai mer­kezin panislâmist anlayış olduğu gün gibi aşikârdır. Bunu sağlayan müessese hilafet de üçyüz şu kadar senedir eldey­ken bu tercihin muhalefet edilecek tarafı yoktur. Bizim Sul­tan Hamid dönemini yazmaya başladığımızdaki bu padişahın kurduğu ilim ve bilim yuvalarını kül türel ortam başlığı altın­da takdim eden konuşmacının beyanlarından, muhaliflerin isimlerine geçerek bu bahsi tamamlayalım. "Şinasi, Namık Kemâl, Midhat Paşa, Süleyman Hüsnü Paşa, Ahmed Rıza, Mahmud Celâleddin Paşa, Prens Sabahaddin, Mizancı Mu-i'ad, yerli masonlar, ermeni çeteciler oe Teufik Fikret, Ali Su-3-Oi, Jön Türkler, Bülent Ecevit'i de, şu hâince satırları hase­biyle bu padişahın muhalifleri arasında görmek kabil. Ecevit'in şu ifadesini konuşmacının tebliğinden almadan geçe­miyoruz:  ".Devleti çağdaşlaştırarak yaşatabilecek ve halkı ezilmekten kurtarabilecek tek devlet adamı olan Midhat Pa­şa' yi yargılamak üzere Fransızların elinden atabilmek uğru­na Tunus'u Fransızlara armağan eden de.., Türk ekonomisi­ni ve mâliyesini yabancı denetime testim eden de, büyük bir donanmayı Haliç'de çürütüp, bağımsızlığı tehlikeye düşüren de.." Sultan Abdülhamid'dir" Demektedir, Bay Ecevit,13/ Ekim/ 1985'de Nokta dergisinin 40. sayısına 20. sahifede yazmış olduğu "Gericilik Osmanlıcılıktan Kaynaklanıyor" başlıklı yazısının muhtevasında. Bir de konuşmacı Erol Bey'i bizlerin, Mehmed Akif Ersoy, Bediiüzzaman, İskilipli Atıf Ho­ca, Abdünnafi Efendiler gibi zevatın muhalefetini söz konusu etmiyor, bu tarafı da pek enteresan.
31/Mart Vak'asının tenkilinden sonra, Mahmud Şevket Pa­şa Meclisin toplantı yaptığı Yeşilköy'e gelerek mebusan ileri gelenleriyle Abdülhamid'i taht'dan indirmemelerini tavsiye ettiğini bildiriyor merhum Reşat Ekrem Koçu, buna karşılık meclis bilhassa ayanın azalan teskin olmuyor İllâ hâl edile­cek diyenler ekseriyeti teşkil ediyordu. 27/Nisan /1909'da Ayasofya meydanındaki mebusan binasında toplanan müş­terek meclisin üyesi olan Âyan'dan Gazi Ahmed Muhtar Pa­şa bir konuşma yaptı ve şunları beyan etti: "6u gün Cenab-ı Hakk' meclls-i milliye bir mühim vazife tevdi etmiştir. Millet telâş için-de bu vazifenin ifâsını bekiiyor,heplmiz kalbimizde kararını vermişizdir. Sözü uzatmağa hacet yok, sizlere yalnız iki şey teklif edeceğim. Ve kabulünü rica edeceğim. Devleti­mizde bazen itlaf dahi vukubulmuştur. Kan lekesi milletin şân ve necâbetine yakışmtyacağtndan bu hususdan çekinil-mesini şiddetle iltizam ediyorum. İkincisi bu gibi ahvalde fet­vaya müracaat olunmak adet olmuştur Bu günde bir fetva alınmasını tavsiye ve teklif ederim. Dedi ve alkışlarla kabul olundu." Şeklinde Abdurrahman Şeref Efendi'den nakleden Merhum Koçu, kendiliğinden şu sözleri ilâve ediyor:
"Gazi Ahmed Muhtar Paşanın Abdülhamid'in adını ağzına alamayışı şayanı dikattir, büyük adamın devrilirken dahi heybeti vardır, koca mareşal onun tahtdan indirilmesini ko­nuşurken adını söylemeye edebi insaniyet ve şerefi askeriye­sine uygun görmemiştir. Kan dökülmemesinden bahsetmiş­tir, demek mebuslar arasında 2.Sul- tan Abdülhamid'in 76 yaşına rağmen idamını düşünebilecek adamlar vardır ve onların o heyecanlı günde duruma hâkim olmasından kor­kutmuştur." Diyen Reşad Ekrem Koçu Abdurrahman Şeref Bey'in anlattıklarına geçiyor: ".Fetva emini Hacı Nuri Efendi meclise çağırıldı. Celse tatil edildi. Fakat kimse dışarı çıkma­dı. Ayan ve mebusan reisleri ile kabine erkânı (Tevfik Paşa kabinesi) ve mebuslardan fıkıh İlminde bilgi sahibi bir kaç kişi mebusan reisi Ahmed Rıza Bey'in odasında küçük fakat mühim bir encümen hâlinde toplandı, mebusların hazırladı­ğı fetva müsveddesini Hacı Nuri Efendi beğendi: <Tahtdan indirmede meymenet yoktur, teklif edin nefsini azletsin!> De­di. Kâtip, müsveddenin sonunu <hâl olunmak veya istifa teklif edilmek şıklarından erbab-ı hail ü akid hangisini tercih ederse icrast şeklinde tashih etti. Fetva tebyiz edilip Şeyhü­lislâm Ziyaeddin Efendi tarafından imza edildi. İmzada kulla­nılan kalemi hâtıra olarak Afymed Rıza Bey aldı. Meclise gir­dik. Ben de İstifa taraftarı idim, târihimizde tahttan indirme-ler daima uğursuz olmuştu, meclisde ayandan ve mebusan-dan bir kaç kişiye fikrimi açdım, kabul ettiler, fakat ekseriyet <Hal! Hât!> diye bağırmaya başladı. Mebuslar tahtdan inde şeklini kabul etmekle hâkimiyet-i milliyenin kuvvetini göstermek istemişlerdi. Reis Said Paşa fetvanın kabulünü meclisin reyine arzederken ayağa kalktı, fetva ittifakla ayak­ta kabul edildi" şeklinde bana nakletti diyor Abdurrahman Şeref Bey için, merhum Reşad Ekrem Koçu. Bizde hemen ilâve edelim ki, reylerin verilmesi ayağa kalkılmak suretiyle izhar edildiğinden arada bir boşluk gören Sultan Hamid'in dokuz defa sadarete getirdiği Said Paşa, rey vermekle ayağa kalkanları kendisinin hemen yanında durmakta olan ve hı-şimlı bakışlarıyla topluluğu süzen İttihatçılar çetesinin reisi Talat Bey'e dönerek: <Talat Bey ,şu boşluğada bir atf-u na­zar eylesenizde karan ittifak ile alalım> demek suretiyle, bu yaman komitecinin yıldırımlar saçan bakışları o tarafa çevril­diğinde biz de yavaş yavaş ayağa kalktık diyor Abdurrah­man Şeref Bey. Bilindiği gibi Abdurrahman Şeref Bey, devr-i Osmanî'de çeşitli nazırlıklarda bulunduğu gibi Osmanlı dev­letinin son Vakanüvis'idir, yâni son resmî tarihçisidir, Büyük millet meclisinde vefatına kadar da İstanbul Mebusu olarak görev yapabilen nâdir kimselerdendir. Bu meclisin hemen peşinden yaptığı iş, Sultan Hamid'e hal'ini tebliğ edecek he­yeti seçmek olmuştur. Böylece seçilen heyete koymuş oldu­ğu, Selanik mebusu sıfatıyla Emanuel Karaso'yu, Teodor Herzl yüzünden padişahdan işittiği azarın intikamını, onu tahttan uzaklaştırmakla alakalı kararı tebliğ heyetine koy­makla alma fırsatını vermiş olmasıdır. Ermeni Aram'da, ha­bis ur olup heyet'de bulunması bir hakaret idi Padişaha. Hele Draç mebusu Arnavut Esat Toptanî'nin kabalığı: millet seni azletti şeklindeki ifadesiyle ne kadar büyük terbiyesizlik yaptı. Halbuki o zat, Toptani'yi bir jandarma neferliğinden paşalığa irtika ettirmiş, Arnavut kavmine olan muhabbetiyle, sarayının duvarlarını bu kavimden meydana getirilmiş tüfek­çilere emanet etmişti. Toptanî; bu hayasız ifadesiyle, Arna­vutların yüz karası olmuştur, padişahın bu kavime gösterdiği
. iltifat karşısında.  Böylece de, Osmanlı Devletinin otuzüçyıl'dır yakalamaya çalışıp, sonunda muvaffak olduğu güç-ıenme, yavaş yavaş dünya'da söz sahibi olma huşu sundaki son hamlesi dış düşmanın, İçteki Dönme, Mason, Irkçı ve Hristiyan amaline hizmet taraftarlarıyla birleştiler, hâinler ile kaynaştılar İsi âmin kılıcı olan devlet-i âliye'yi de uçuruma it­tiler. Mahmud Şevket Paşa'nın hâl esnasında, padişaha, ha­yatınız ordunun şeref ve namusunun teminatı altındadır ifa­desinin söylenmesinde, şüphesizki padişahın hayatını emni­yet altına almakdan kaynaklandığı bilinen husustandır. Seiâ-nik'e gönderilmiş olması da, bazı macereperestlerin, Sultan-ı Mahlû Abdülhamid hân'ın hayatına kasdlarını önlemeye ma­tuf olduğu ileri sürülmesine, pek bir şey demek kabil değildir. Çünkü; Mahmud Şevket Paşa İngiltere'de bulunmuş ve sera­mik üzerine incelemeler yaptığı bunun neticesindede Yıl-dız'daki seramik fabrikasına müdür olarak tâyin olunmuş ve rütbesi de, tümgenerallikteydi. Hareket Ordusu, Selânik'den yola çıktığında da başlarında Hüseyin Hüsnü Paşa idi. Tabi­atıyla Hüsnü Paşa, rütbece Mahmud Şevket Paşadan bir de rece altta olup, padişahça 3.Ordu kumandanlığına da atanan Mahmud Şevket Paşa, işine koyuldu. Ordu kumandanı sıfa­tıyla hareket ordusunun yanına gidip, kendisine bağlı olan Hüseyin Hüsnü Paşayı komutası altına aldı. Bu hareketi du-rudrmak için yaptığı yoklamalar bir netice vermeyince, yapı­lacak işin artık, Sultan Hamid'in hayatının izâlesini önlemek olduğuna dâir çalışmaları yapmaktı. Hâttâ; Ahmed Rıza Bey'in yayımlanmış hatı- ratında, M.Şevket Paşa'nın, Yeşil­köy'e geldikten sonra Yat klüp yanındaki tesislerde de Ah-fned Rıza Bey ile Ayan reisi Said Paşayı ziyaretle, mealen şunları söylediği yazılıdır.    Efendim; biz bu askeri padişahın hayatı tehlike altındadır. Sizi onu korumak için götürüyoruz
diye diye yola koyduk. Sakın ola ki, benden şifreli bir şekilde haber almadan öyle, hâl'di falan gibi kararlar almayınız. Bu asker böyle bir şeyi duyduğunda, baş edilmez hâle gelir. Di­ye tenbihde bulunduğunu, daha sonra da, Yıldız Sarayının enternesinin ikmalini tamamladığında söylediği gibi şifreli haberi göndermiştir. Demektedir. Sultan Abdülhamid Hân, kendisinin biraderi 5.Mehmed Murad Efendi'ye nasıl seneler­ce Çırağan'da bakmışsa kendisinin'de orada muhafaza edil­mesini istemesi sistemin yeni sahiplerince, uygun görülme­miştir.
Selânik'e Aiaatini köşküne gönderiimiştir. 23/Ekim/1912'de Selânik'in düşmesinden bir hafta önce İs­tanbul'a dönene kadar bu köşkte kalmış ve muhafızı Ali Fet­hi (Okyar-eski başvekil ve meclis reislerinden) Bey'e bu köşkün kendisine satın alınmasını istemişti. Kendisine İstan­bul'a dönüleceği söylendiğinde Balkan Savaşından söz edil­miş ve o da habersiz olduğu bu savaşın nasıl husule geldiğini sorunca vaziyeti anlatmışlar ve meşhur olan şu tedbiri söyle­miştir. <NasıI olur balkan hükümetlerini birbirleriyle ittifak eder hale getirdiniz. Birini bulup Bulgar klişesini, başka biri­ni bulupda Yunanlıların klişesini yaktirsaydınız, onlar dünya da ittifak edemezdi> demek suretiyle dersini vermişti. İstan­bul'a dönmeye itiraz eden Sultan Hamid, bana bir rovelver verin burada kalıp savunma yapalım demek suretiylede ce­lâdet ve hamiyetini göstermişti.
Sultan Hamid ve Aiaatini köşkü sakinleri Beylerbeyi sara­yına yerleştiklerinin haftasında Osmanlı devletinin batı'ya açılan penceresi sayılan Selanik, Yunan işgaline mâruz kalı­yordu. Mahlû Hakan, Selânik'de toplam olarak 3 sene, 6 ay, 3 gün süren bir dönemi geçirmişti. Beylerbeyi Sarayına pek rızası yoktu. Yaşı ilerlemiş bu saray'ın deniz kenarında ve rutubetli olması romatizmalarının ağırlaşmasına sebeb olacağı­nı düşünmüştü.
Gün geldi, kendisini devirenler 1.cihan harbi esnasında zi­yaret ettiler, akı! sordular. Fakat, yapılacak bir şey kalma­mıştı. Yalnız bir defasında Sultan Reşad'a İstanbul elden çıkabilir bu yüzden başşehri Anadolu'ya taşıyalım veya geçi­ci olarak nakledelim dedikleri bilinmektedir. Bu husus Ab-dülhamid'e de, ifade edilmiş, Sultan Hamid'de: asla böyle bir şey yapılamaz. Biradere söyleyin yerinden kımıldamasın, eğer öyle bir şey yaparsa hanedan-ı âli Osman'a Konya ova­sında koyun çobanlığı kalır dediği pek meşhurdur ve Sultan Reşad'da bu hususda eski padişahdan gelen ifadeye sarıl­mış, teklifleri red etmiştir. Hâttâ, Sultan Vahideddin Hân'ın dahi İstanbul'u terk etmeyip, Anadolu'da işin başına geçmektense o işi yapabilecek birine devredip, burada iki taraflı çalışmak suretiyle de, yeri muhafaza düşüncesi, Sultan Ha­mid'in bu içtihadından geliyor denmesi, yanlış bir şey olmaz. Sultan Hamid'in Aiaatini köşkünden İstanbul için refakatine gelenlerin nazırlardan Germiyanoğlu Dâmad Arif Hikmet ve yine Vezir Dâmad Çavdaroğlu Mehmed Şerif Paşa olduğunu ifade eden Öztuna Bey; "Büyük Türkiye Târihi" adlı değerli çalışmasında, 7. cild, sahife 268'de aynen şöyle diyor: "Sul­tan Hamid'in, muhafızlarının yanında, ikiside bilgin ve de­ğerli eserler sahibi dâmadlarıyla konuşması meşhurdur. Ga­zete okuması yasak olduğu için kulaktan kulağa aldığı bilgi dışında siyasî durumu etraflı şekilde bilmeyen Sabık Hakan dört balkan devletinin ittifakına ve bu ittifakın haber alınma­masına hayret etmiştir. Makedonya'da klişeler meselesinin ortadan kaldırıldığını öğrenince, balkan ittifakını bununla ızah etmiş fakat ittifakın öğrenilmemesi karşısında elçilerin, ateşelerin ne iş yaptıklarını sormuştur. Allah bu hâllere sebeb olanları Kahhâr ismiyle kahretsin, devleti hatırdılar! Dedik­ten sonra teessür içinde gemiye binmiştir" Şeklinde konuş­tuğunu naklediyor.

Abdülhamid Hân'ın Şahsiyeti


1842 senesinde dünya'ya gelen Sultan 2.Abdülhamid hân, 10/şubat/1918'de vefat etmiştir. Yetmişaltı yıllık bir ömrün otuzüç yılı Osmanlı İslâm Devletini (OİD) yönetmekle geçir­di. 1909'da ittihatçıların taht'dan indirdiği Abdülhamid hân Beylerbeyi Sarayında gözlerini dünya'ya kaparken, D yüce devlet de güneşin batış hızıyla yarışırcasına ittihatçıçete ta­rafından, batırılmanın son kertesine getirilmişti.
Sultan Abdülmecid Hân'ın Tirî Müjgân kadınefendi'den gelmiş oğludur. Bu kadınefendi, Çerkeslerin Şipşah kabile­sinden olup, oğlu Hamid Efendi'yi pek küçük yaşda öksüz bırakrak, dâr-u bekâ'ya intikal eyledi. Harem'de büyümeye çalışan hassas çocuk bir gün padişah babası Abdülmecidin yanına geldiğinde, kıvrık kirpiklerinde tomurcuk gibi göz yaşları inci dizisi gibi sıralanmış olduğunu gören Sultan Ab­dülmecid, yavrusunu hemen kaftanına dolayıp, doğruca ha-rem'e geçmiş, kendisine bir çocuk verememiş bulunan Perestû Kadınefendi'nin yanına varmıştı. Prestû Kadınefendide bir Çerkeş hanımefendisi olup, merhume Tirîmüjgân Ka-dınefendinin mensup olduğu kabile olan Şipsahlardandı. Sul­tan Mecid, büyük bir nezâketle vede pek edibâne bir hitâbla: "Hanımefendi Hazretleri, bildiğiniz gibi şu gözleri domur do­mur yaşla dolu yavru, benim merhum hanımım ue sîzin de akrabanızdan Tirîmüjgân hanımefendinin yadigarıdır. Kendi­sinin yetişmesini ve terbiyesini, sizin ehil ellerinize tevdi et­mekten bahtiyarlık duyacağım lütfen ona müşfik bir valide olmanız ve benim de, kocalık hakkım için bu fedakârlığı beklediğimi itiraftan kendimi alamıyorum" Demek suretiyle iknaya muvaffak olmuş zevcine bir yavru veremeyen Perestû Valide Abdülhamid Hân'ın mesuliyetini seve seve deruhde etmiştir. Çok sonraları bir sohbet esnasında üvey valideler­den söz açıldığında, Padişah; benim Perestûvâlide, üvey an­nemdir, fakat kendi öz annem sağ olsaydı o da ancak onun kadar bana bakardı. Demek suretiylede hem bu valideye olan minnetini, ifadeye fırsat bulmuş, hem de hatırşinas bir insan olduğunu sergilemiştir. Târih İlminin devlet idaresinde ehemmiyetine müdrik olarak küçük yaştan beri pek önem vermiş ve daha önceki bahislerde de temas ettiğimiz gibi, Osmanlı sarayı, târihin sadece vakanüvislik şeklinde değil her olayın, davranışın arka plânının bilinip, lâzım gelenlere öğretildiği bir ilim dalıydı.
Bu hakikatin idrâkinde olan genç şehzade bu ilme apayrı bir alaka gösterdiğinden, öğrendikleri hasebiyle olayların alacağı istikameti kestirebiime hassasına sahip olmuştu. Me­selâ amucası olan Sultan Abdülaziz'e kızan kardeşlerinin, hiç birisine uymaz, amucasını korumak ve ona yapılan çeşitli ta­riz ve niyetleri bildirmekle, aynı zamanda hilafeti ve devleti korumuş oluyordu. Sultan Hamid'le ilgili çalışmamızın he­men başına koyduğumuz kurduğu müesseseler ülkenin yücelip gelişmesini temine matuf olduğu izahdan varestedir, bu sebeble gelişmeleri pek iyi takip ettiği de böylece kabul edil­melidir. Dünya'da imâl edilen 2.otomobil'in kendisine hediye edildiği pek bilinen ve de şaşırtıcı bir vak'adır.
Ancak, bu otomobili çalıştırtıp önünden geçirtmiş ve son­ra da, bu her tarafı müteharrik bir âlet, bunlar çalıştıkça hay­lice aşınır. O parçaların tamiri bizim ülkemizde yapılamazsa dışarıya çok paramız gider. Bizim ne kadar çok vali, kayma­kam, paşalar, kumandanlarımız var, bunların her birine birer otomobil versek devlet büyük sıkıntıya düşer. Onun için bu arabanın parçalarının yapımı, tamirlerini yapabilecek zenaat-kâr yetişinceye kadar koyun garajda dursun demek suretiyle lüks ve şatafata yolu tıkarken, milletin altunlarını dışarı peş­keş çekmemenin çâresini bulmuştur. Bu onun tutumluğunu, sömürüye kapalı bir zihniyetin sahibi olduğunu gösterir.
Sultan Abdülhamid Hân, babası Sultan Mecid'in davranışı gibi nâzik ve herkesi ayakta karşılar hâlini bir miras olarak kendine düstûr edinmiştir. Namaz meselesinde çok hassas olup, bu işte temaruz eden bazı şehzadelerini sizinle konuş­mam, benim namaz kılmayan evlâdım olamaz demek sure­tiyle, babalık otoritesini pek nâzik fakat kafi bir ifadeyle ha­tırlatmıştır.
Musikî hususunda babası kadar değilse de hayli bilgi sahi­bi olup, Hacı Arif Bey merhumu bir müddet hapsettirmiştir. Yaptığı bir beste ile kendisini affettirmeyi bilen Hacı Arif Bey'e babası kadar pek mültefit davranmamıştır. Hacı Arif Bey'de Sultan Mecid'e gösterdiği saygıyı göstermemiş, hâttâ padişahı çocukken kucağında çok taşıdığını bir defasında da kucağındayken küçük suyunu kaçırdığını uluorta anlatması, edebe mugayir görülmüştür. Tiyatro üzerine çok önem ver­miş, Yıldız Sarayına yaptırdığı tiyatroda saray mensupları ve hanedan üyelerine tiyatro zevki aşıladığı görülmüştü. Ancak, batı musikîsi için daha hoşuna gittiği söylenir. Dedektif ro­manlarını okur, bilhassa, Şerlok Holms'un yazarı Cbnan Doyle'e tenkitler ve tavsiyelerde bulunmuş, öte yandan dün­yanın mühim bir araştırıcısı olan ve Kuduz Mikrobunu bulan Lui Pastör'e araştırmalarına katkı için ceb-i hümayunundan yâni kendi parasından bir kaç defa külliyetli miktarda para yardımı yaptığı gibi bunu pek nezaketli mektuplarla olağan-laştırmaya çalışmıştır.
Sultan Hamid şehzadeleğinde, namaz ile olan ünsiyeti kendisini dâima murakabede tutma şansını sağlamıştın Zahir ilimlerle beraber, sosyal ilimlere olan eğilimi, zenaatkârların önemini kavrayan bir insan olduğundan, Avrupa seyahatine Sultan Abdülaziz'in refakatinde gittiğinde, diğerleri kabukla meşgul olurken, Hamid Efendi, cemiyetin ihtiyacı olan me­selelere dâir pek dikkat kesilmiştir.
Sultan Hamid çok merhametli bir insan olması hasebiyle, otuz şu kadar yıl sonunda tasdik ettiği idam kararı sayısı beşi aşmamaktadır. Padişah için evhamlı olmamak kabil değildi. Bütün dünya'nin gözü üzerinde olup, kimi ömrüne bereket dilerken, kimileride .bir an önce ölüp gitse diye dua ederdi.
2.Abdülhamid Hân, Şazeli Tarikatına mensup olup, Şeyhi Muhammed Zafir Efendinin irtihali üzerine, şeyhliğin kendisi­ne geçtiğini, Zafir Efendi'nin oğluna yazmış olduğu mektup­tan istinbat etmek kabildir. Deli Müşir Fuad Paşa mahdumu Bnb.Asaf Tugay'ın "İbret" adlı Abdülhamid'e verilen jurnaller adlı kitapda padişahın, şeyhini dahi takip ettirdiği geçer, pa­dişaha takibi yapan hafiyelerin raporuyla sabittir.
Yavuz Sultan Selim Türbedarı, geçim sıkıntısından yana biraz dertli bir hâle duçar olmuş ve bir gün bu hâlinden şikâ­yet babında Türbede padişahın sandukasına bir şaplak vura­rak, sende de bir şey yok der. Ertesi gün öğleden sonra Sa­ray'dan gelen bir yaverin, türbedara ihsan-ı şahane getirir. Bu arada da yaver türbedara bir daha merhumun sandukası­na şaplak vurma diye,tenbihini yapar. Çünkü Yavuz Selim, Sultan Hamid'in gece rüyasına girer ve türbedarın yaptığını şikâyet eder. Bunun üzerine Abdülhamid hân, hem adamın sıkıntısını gidermek hem de şikâyetin gereğini yerine getir­miş olması mühimdi
Birde meczuplar ile alakalı bir vak'ayı anlatalım: Kuşçuba-şı Sami Bey.isimli bir zat, padişahın yanına girer ve Bayezid civarında meczupların sebeb olduğu bazı vak'aları anlatır. Bunun üzerine; bu mecazibin, bunları yapmamasını nasıl te­min ederiz diye düşünüyorlar sonunda bunların üzerinde hayli söz sahibi bir zat olan Fâtih Türbedarı Amiş Efendiye gitmeye karar verirler dolayısıyla, faytona binerler, Amiş Efendinin yanına gelirler Sultan hilafet alâmetlerinden bazı şeyleri Amiş Efendinin önüne fırlatır ve buyrun siz idare edi­niz diyerek, söze giriştiğinde, Amiş Efendi, ağlar ve Efendi­miz benim yapacağım bir şey yok. Beni dinlemiyorlar, diye­rek özür diler ve gene de kendilerinin emrin de olduğunu be­yan eder. Elimden geleni yapmaya çalışacağım demek sure­tiyle takdiri ilâhiyi işmam ettiği görülür. Bu büyük padişahın yüce şahsiyetine dâir aşağıda bazı kanaatler ve bizzat kendi­lerinin anlattığı, hatıratlarda yer alan pek târih kitaplarına açıklığıyla girmemiş malumatları vermeyi uygun bulduk.

Şarkın Gerçeği Ve Abdülhamid Hân


Sistem Yayıncılığın neşretmiş olduğu "2. Abdülhamid'in Yöneticilik Sırları" adlı eserde sayın yazar Adnan Nur Baykal Beyefendi; önsöz bölümünde iki mühim cümleyi dercetmeyi ihmal etmemiş. İlk cümle adı resmî senariste çıkmış sayın Turgut Özakman'a aid. Demekteki: "2. Abdülhamid ya hiç kusuru yokmuş gibi övülüp göklere çıkarılmakda, ya da hiç olumlu hizmeti olma mış gibi bütünüyle yerilip batırılmakta­dır.." Diğer cümle ise; bir Macar Yahudisi olan Türkolog Vambery'den: "Benim Şarklıların düşüncelerini okumaktaki tecrübem, 2. Abdülhamid gerçeğini, tahlil etmeye yeterli de­ğildir." Bu; iki cümlenin her biri yalnız başına toplu bir mâna aksettirmiyorsa da, birlikteliğinde büyük bir ifadeye ve tesbite götürmesi kaçınılmazdır. O da; başvurulacak olan yol, bahse konu padişahın kendini anlatması esas alınmalı! Bu da kaynaklara bağlıdır ve kaynaklar ne derece inanılır sağ­lamlıktadır? Bu sorunun cevabı, konumuz için kolay veril­mez cinstendir...
Sayın İsmet Bozdağ Beyefendinin hazırladığı ve Kervan yayınlarınca hayli baskısı yapılan Hatırat'ın, İstanbul'un 23 merkezindeki Serda Dağıtım Teşkilatı olarak, merhum Salih Doğan Pala, merhum İbrahim uysal, Nazif Keskin ve ben Metin Hasırcı, organize ettiğimiz seyyar kitap satış tezgâhla­rımızda tarafımızca dahi satılanı binleri aştı idi. Aka.binde Dergâh Yayınları; "Sultan Abdülhamit Siyasi Hatıratım" adı ile Ali Vehbi Bey adlı bir zat tarafından Fransızca yazılmış ça­lışma, tercüme edilmiş. Ancak bu kitaba sunuş yazan yayın evi mütercimin adını belirtmediğinden, ortalıkda dolaşan ri­vayetler muhteliftir. Biz yine de Ali Vehbi Bey'in olduğu söy­lenen eserden istifade ederek bazı hususlar da, Abdülhamid hân'ı tanımaya çalışalım. Diyorki Koca Padişah:
Said Paşa; görevi kabul ettiğini hatıratında beyan ediyor. Yine bu sadaretinden düşmesine badi olan vakaları paşanın hatıratından özetlemeye girişelim: "Padişah; ülkede kendisi hakkında kötü niyet beslendiğini, İstanbul'da bir ihtilâf ha­vasının husul bulmakta olduğunu, bütün bunlar için Mah-mud Nedim Paşa ile oturup, şiddet tedbirleri almamız husu­sunda kat'i bir lisanla emirleri oldu. Mahmud Nedim Pa-şa'nın bu hususlarda çalışmaları bir kaç seneyi bulmuş ha­zırlıklardı. Fakat ben makam-ı sadaretin ortak kabul etme­yeceğini, benim memleket menfaatlerine dâir görüşlerim ile Mahmud Paşanınkiler arasında derin muhaliflik bulundu­ğundan istifa yoluna gjtdim. Fakat istifam kabul görmedi. Aradan 57 gün geçmişti ki bir gece saraya çağrıldım. Gittiğimde huzuru hümayuna dahil olduğumda, pek sert bir muamele ve bir çok azar ile karşılandım." diyen Sa-id Paşa hatıratında şöyle devam etmekte: Zât-ı şahane oturmama müsaade etmedi. Kendileri de ayakta dolaşarak bir çeyrek saat kadar gönül kırıcı, izzet-i nefis yaralayaci ifadelerde bulundular. Azarlarının sonuna doğru bir gün evvel-Saray'da göz altına alınan Müşir Deli Fuad Paşa'ya isnat edilen bir cürüm hakkında Man mud Nedim Paşa ve Ahmed Cevdet Paşa'nında bulunduğu huzurda ve Cevdet Paşa'nın kalemiy­le tutulmuş bir istintakname elime padişah tarafından veril­di. Ben bunu okumaya başlayınca zât-ı şahane seri adam­larla bana yaklaşarak aramızda bir adımlık mesafe kalmıştı ki bakışları, azar dolu ve çok çabuk cevap vermemi emredi­yordu.
Varakada yazılanlar ise; padişahın taht'dan indirilmesi için, Dağıstanlılardan meydana gelen cemiyet kurulduğunu ileri süren ihbarlara aid bir tahkikat idi. Cemiyetin bu işdeki aidi, zâtı şahanelerinin kendi muhafazasına tahsis etdiği ve bir nev'i hususi askeri imtiyazı verdiği dağistanh'iardan meydana gelen asker gurubu olup, bu askerin başı sarayın İçinde Dağıstanlı Mehmed Paşa imiş. Fuad Paşa ve sair ba­zı kimseler cemiyette, ben de güya cemiyet reisi irnişim! Seri bir bakışla yaptığım okuma bana bu kadar bilgi verdi. Zât-ı şahane devama imkân bırakmayıp istintakiyeyi elim­den çekip aldı ve: 'Bana ne diyeceksin? Sualini tevcih etti­ler. Cevap verme imkânı kısıtlı idi. Konuşturmuyordu. An­cak; aslı faslı olmayan şeylerdir mânasına gelecek beyan­larla meramımı arzedebildim. Fakat; O azar dolu sözler de­vam etmekteyken, zât-ı şahane mührümü ver dedi. İşte o zaman müşkil mevkiide kaldım. Çünkü mührü hümayun üzerimde değildi. Hatemi âliyi çantamda taşırdım mabeyne çağrıldığımda huzura girereken çantayı adamımda bırak­mıştır. Efendimizden mabeyne gidip çantayı alma müsaade etmesini istediler. Çok daha kızdılar ve pantolonun cebin­den meşin bir muhafaza için- deki küçük rovelveri çıkarıp başıma tuttular. Emanet-i hümayununuzu veririm. Ben de olan emanet-i ilahiyeyi de ondan sonra alırsınız dedim.
Bunun üzerine rovelveri başımdan çekip büyük salonun kapısından çıkarak Çantasını getirsinler! Emrini verdiler. Ya­nıma geldi ve rovelveri başıma tutarak, müh rüm çıkmazsa buradan ölün çıkar' diye azar dolu sözlere devam etdiler. Çanta geldi, açıldı mühim teslim edildi. Artık kızgınlık baş­ka taraflara yöneldi. Kendisinin hâl veya imhası hakkındaki sözde karan ciddi ve sahici addediyor. Akabinde Sultan Mu­rat güya tahta çıkmaya hazır, hâttâ sarayında ihtiyaten bir takım kürtler saklanmış itikadında bulunuyordu. Eğer bu hal tahakkuk ederse evvelbevvel beni parçalatacağını sözle­rini ekledikten sonra önüme düşüp, harem ile kendi dairesi arasında bir odaya beni götürdü. Hapsedip, kapıyı kilitleyip gitdi. Diyor hatıratında Mehmed Said paşa.
Kıymetli biyografi üstadı İbn'ül Emin Mahmud Kemal İnal merhum bize şöyle sesleniyor; "Paşamın (Said Paşa) 7.defaki sadaretinde kitabet hizmetiyle yanında bulunduğumdan gece ve gündüz, hatta yatakta iken, mühr-ü hümayunun al-tun zincirle boynunda asılı olduğunu gördüm. Mührü yanın­da bulundurmamasından dolayı daha önce azara uğrayışı içine oturmuş ki, o günden sonra koynunda taşımak vazge­çilmez adeti olmuş.

Filibe Vak'ası!


Tarihler;  1302/1885'i gösterirken dış tahrikler yardımıyla Filibe'ye getirilen bir kaçyüz Bulgar, buradaki hükümet ko­nağını basmış ve valiyi hapsetmişlerdi. Ertesi gün Cuma Na­mazından sonra vekiller heyeti mabeyn (saray)'de toplandı. Bu arada Bulgaristan Prensi Batemberg, gönderdiği beyana­tında, Şarkî Rumeli'nin artık Osmanlı yönetiminde olmaya­cağını, kendisinin idaresinde bulunacağını bildiriyordu. Bu­nun üzerine yapılan toplantıda derhal asker gönderilerek bu­na mâni olunmasını, bu meselede anlaşmalı devletlere bilgi verilmesini reyimle birlikte belirttim ve heyeti vükelâ bu tek­lifi kabul etti. Ancak bu şekli, padişah efendimiz kabul etme­di. Zilhiccenin/14.günü olan 25/eylül/1885 Cuma günü babıâlî'ye giderken, Karaköy civarında bana yetişen yaver ta­rafından mabeyne götürüldüm. Hemen huzura çıkarıldım. Bir saat kadar süren konuşma ve azardan sonra dışarı çıkma müsaadesi verildi. Daha sonra da beklemem emredildi. Ak­şam saatine kadar orada bekledim. Serasker Gazi Osman Paşa bulunduğum odaya gelip, yemek için odasına davet eyledi. O sırada da dâveti padişah vukubuldu. Gittim, iki sa­at bekledikten sonra yalnız olarak huzura alındım. Önce mü­hür istendi verdim. Mahbusiyetim vukua geldi. Bir odaya ko­nuldum. Her an çağrılırım diye üç saat bekledim. Sorunda azarlamaların üzücü te'siri uyumama sebeb teşkil etdi. Dal­mışım. Benim; Filibe'ye asker gönderme teklifim güya zât-ı şahaneyi tahtdan indirmeye donükmüş! Ertesi gün saraydan çıkmama müsaade olunduğunda eve geldim. Kâmil Paşa'nın sadarete, bazı vükelanın da değiştirildiği görüldü. Ben bir ol­du bîttiye karşı çıkarken, başıma saray'da azarlanmakdan tutunda hapsedilmelere kadar neler gelmiyordu" demekte
Said Paşa. Hakikaten Berlin antlaşması hükümlerine göre bir vilâyeti­miz olan Şarkî Rumeli yâni Doğu Rumeli'nin Bulgarlarca il­hak edilmesi, karşı çıkalım diyen sadrıazamı götürdüğü doğ­ruda! Bîr de padişahın gözü ve sözü ve hatıratından olanları gözleyelim:
Hatirât-ı Sultan Abdülhamid-i Sâni isimli eserde koca sul­tan şöyle diyor: "Şarkî Rumeli meselesinde benim (Sultan Hamid) zaaf gösterdiğimi pek iddia etdiler. Zaaf göstermek mevcud kuvvetden istifade etmemek demektir. Hangi kuv­vet mevcud idi ki, Doğu Rumeli'de hakkımızı koruma husu­sunda kullanılmadı? Bunu düşünen ve söyleyen bir insaf sa­hibini bu güne kadar işitmedim.
Bulgar Prensi Batenburg, Filibe'ye müstevli olduktan sonra durumdan hükümetimiz haberdar olabildi. O da Rus sefirine gelen bir telgrafnameden, telgraf nâzın İzzet Efen-di'nin beni haberdar etmesiyle mümkün olabilmişdi. Said Paşa sadrıazam idi. Tahtdan indikten sonra okuduğum bazı beyanat ve yazılarında Said Paşa'nın; vakaları kendi lehine tahrif etmiş olduğunu hayret ve teessüfle gördüm. Said Pa­şa; Bulgarların tecavüz edeceklerini daha evvel haber ala­mamıştı. Olay İstanbul'a aksettikten sonra bir hayli tered-dütün akabinde Şura-yı devlet reisi Akif Paşa'nın beyanatı onu ikna etmişti. O dönemde Filibeye asker şevkinde hem müşkilât hem de tehlike vardı. 93 savaşında tarumar olan ordu henüz toparlanamamıştı. Hazine tamtakırdı. Bazı vilâ-yetlerdeki jandarmalar yirmi-otuz aydır maaş alamıyorlardı. Böyle bir haldeyken sırf namdan ibaret olan hakk'ı hâkimi­yetin adına neticesi meçhul ve karanlık bir harbe girişmeyi tehlikeli gördüm." Diyen hz.padişahın hatıratından şu parag­rafı alarak okurlarımın bilgilerine arz edeyim: "Gavriyel Paşa diye bir Bulgar'ın Rumelî Şarkî valiliğinden kovulmuş olma­sından dolayı gözüm kizararak işe girişseydim, 1328/1910'daki felâketi, o zaman yâni ordusuz, parasız, pulsuz, hazırlıksız bulunduğumuz bir devirde kendi elimle hazırlamış ve davet etmiş olurdum. Hazım gösterip ihtiyatlı davranıp, 1328/1910'da yaşanacakları, 1301/1885 eylü­lünde yaşardık!" Demekte.
Said Paşa aynı zamanda Şapur Çelebi lakabıyla ve biraz da küçümsenerek anılmaktaydı halbuki böyle küçültücü bir lakabın bir Osmanlı sadnazamına verilmesi bizce doğru ol­mayan hususattandır. Said Paşa; infisal ettiği bu yukarıda bazı anekdotlar verdiğimiz 4. sadaretinden 1895 yılında infi­sal ettikten sonra bu makama yeniden avdet ettiğinde tam tamına 5 sene, 11 ay, 9 gün gibi bir zaman dilimi geçmiştir.
Bununda çalışmamızın baş taraflarında söz konusu ettiği­miz 1897 Osmanlı-Yunan harbinin muzaffer kabinesinin reisi Halil Rıfat Paşa'ya, Sultan 2. Abdülhamid hânın "yaşadığınız müddetçe sadnazamımsınız" sözünü vermesinden ve bu ah­dini yerine getirmesinden kaynaklanmıştır. Mehmed Said Pa­şa; 09/11/1901 tarihinde geldiği makam-ı sadaretden 1 yıl, 1 ay, 26 gün sonra 14/01/1903'de infisal ettiğinde 6. sada­retini yaşamıştı. Aşağıdaki satırlar padişahın yâni Sultan 2.Abdühamid Hân'ın şahsiyetinin içinde mütalaa edilmesi gereken beyanlarıdır.

Kapütülasyon İlgasına Teşebbüs


 "Kıbns'da kapitülasyonları kaldırmak istediğimiz için, Avrupa matbuatı da Atina gazetelerine uyarak kıyameti ko­parıyor. Sanki biz başkalarının hakkını yiyiyorrnuşuz gibi bir hal yaratıyorlar. Halbuki bitaraf bir kimse, ecnebilere ve­rilen bu kapitülasyonlarla, bizim hakkımızın çiğnendiğini ve adaletsizliğin bize karşı yapıldığını gayet iyi görebilir. Rum­ların elde etmiş oldukları imtiyazları muhafaza edebilmek için, yeri göğü birbirine katmaları tabiîdir. Çünkü Rum kapi­tülasyonları yıkıldığında PanHelenik propogandası yapama­yacakları açıktır. İnşaallah, bu imtiyazları yıkmak hak ve kuvvetini Allah bize kısmet eder."

Hayatımı Muhafaza Tedbiri


"Hayatımı, bana sadık olanların uyanıklığına borçluyum. Başımdan geçenler, asabı en kuvvetli insanı dahi sarsmaya kâfidir. Bütün bu tecrübelerden sonra ihtiyat lı olmama, şaşmamak lâzım. Bir çok insanların bu sinirli hâlimden fay­dalanmağa çalıştıklarını, hafiyelerin, jurnalcilerin alçak na­mussuz insanlar olduklarını, dini mizinde, müzevirleri tel'in ettiğini gayet iyi biliyorum. Fakat geniş bir haber alma teş­kilâtı kurmamış olsaydım, etrafımı saran tehlikelere karşı kendimi korumam kabil olamazdı.

Hilâl İle Haç Arasındaki Mücadele


"..Avrupa halkını aleyhimize düşünmeğe sevk eden sofu papazlardır. Haçlı seferleri zamanında hristiyan güruhun memleketimizde yaptıkları mezalimi unuttur- mak, ört-bas edebilmek için, her türlü iftirayı mubah görmüşlerdir.
 (.).Kudüs'de ki mukaddes topraklar için her iki tarafında kan dökmesinin önüne geçilebilirdi. Nitekim hristiyan hacı­ların Kudüs'ü ziyaret etmelerine her zaman müsaade etme-dikmi?.(.) Etrafı müslümanlarla çevrili olan bu şehri neden hristiyanlara terk edelim?(.) İsteyen istediğini söylesin, fa­kat mukaddes toprakların sahibi olmak hakkı her zaman bi­zim olmuştur ve Öyle kalacaktır.

Mektep Ve İlahiyat


Ben tahta çıktığımdanberi, ilk mekteplerin sayısı on mis­line çıkmıştır (20bin mektep). Bu adet maalesef hâla azdır ve haİka kâfi gelmemektedir. Liselerimizin seviyesi gayet yüksektir. Mükemmel oldukları herkes tarafından kabul edi­lir. Ancak daha fazla lise kurmamak bunların yerine mühen­dis, mimar gibi fen adamları yetiştiren müesseselere talebe hazırlıyacak rüştiyeler açmak daha yerinde olur.
Memleketimizde kâfi derecede asker ve memur vardır, ulemamızın ifrat derecede muhafazakâr olmasından dolayi-da, yüksek mekteplerimizi modern hâle getirmek çok güç­tür. Kahire'deki El Ezher ilahiyat fakültesinin, talebelerimizi çekmesinin yegâne sebebide zamanın icablarına uymanın elzem olduğunu anlamış ol- malarındandır. İstanbul Dârül-funûn'unu Kahire'dekinin dûnunda (alçağında) kalmıya mahkûmdur.

Edebiyat-San'at Ve Kültür


Biz Osmanlılar eski ve büyük bir medeniyetin sahibi oldu­ğumuzu unutmamalıyız ve Avrupa medeniyeti ile gözümüz kamaşmamalıdir. Mimari eserlerimiz, iki binden fazla şâir yetiştirmiş olmamız da bunu ispat eder. Bunlardan Fazlı,Lâmiî, Baki gibi şâirlerimizin eserlerinde fevkalade bir gü­zellik ve tam mükemmeliyet vardır. Daha sonra Galib, Per­tev, Kemâl, Abdülhak Hâmid gibi şâirlerimizi sayabiliriz.(.) Hereke'deki halı fabrikamızda ve diğer endüstri sanatları­mızda yabancıları taklit etmekten 'kaçınmalıyız. Sa'nat ve edebiyatımızı kendi toprağımıza ait mevzular, kendi milleti­mize has esaslar üzerinde inşa etmeliyiz.(.) Gençlerimizde memur, asker veya ulemadan olmayı tasarlıyorlar; neden hiç bir Osmanlı, büyük bir tüccar, mahir bir zenaatkâr veya bir fen adamı olmayı düşünmüyor? Ben de marangozluk san'atı ile meşgul olduğumdan halka iyi bir numune sayılı­rım.(.) Bir gün; şerefime bestelemiş oldukları üç marşı al­dım. Bu bir gün için epey fazladır. Muhtelif milletlerden olan ve şahsıma eserlerini ithaf eden bestekârların sayısı, şimdi­ye kadar ikibini bulmuştur. Bu insanları nasıl mükafatlandır-malı? İstanbul'a gelip huzuruma çıkabilmeyi temin eden sa­natkârların her birine neden hediye vermeye mecbur ola­yım? üstelik ağırbaşlı musikîlerini sevmiyorum. Çaldıkları parçaların çok güç olduğuna şüphe yok; fakat ben zihnimi yoran musikîyi değil, dinlendirici musikîyi tercih ediyorum. Klâsik musikîyi tercih edecek kadar musikişinas değilim. Musikîye büyük istidadı olanlardan biri, oğlum Burha- ned-din'dir." (agk:sh. 190/193/202/209/210 Hatırat-ı Abdülhamidi Sânî)
Sultan 2. Abdülhâmid 21/Eylül/1842'de doğmuş, vefatı ise 10/Şubat/1918'de Beylerbeyi Sarayında kalb rahatsızlığı ve ciğerin ihtikandan mütevellid vukubulmuştur. İstanbul'un işgaline görmek bahtsızlğına uğramamıştır. Dedesi Sultan 2. Mahmud'un Türbesinde amucası Sultan Abdülaziz Hân'ın yanına defnedilmiştir. Tahta geçtiği târihden indirildiği târihe kadar otuz üç seneyi ikmâle çok az bir zaman kalmıştı. Aşağıya hanımları vede çocuklarını kaydederek peşindende sad-rıazam ve şeyhülislâmlarını belirtecek listeyi kaydedelim.

2.Abdülhamid Hân'ın Hanımları Ve Çocukları


İlk izdivacını Nâzikeda hanımefendi ile yapan Sultan Ha­mid kendisinden 8 yaş küçük bu hanımla evlendiğinde 2. ve-liahd idi. 1850 doğumlu Nâzikeda hanım, esmer, siyah saçlı siyah gözlü uzunca boylu bir hanım olup, ulviye sultanhanı-mı dünyaya getirdi. Bu târihin 1868 senesi olduğu görülüyor. 1895 senesinde Yıldız sarayında vefatı bulan Nâzike da hanı­mefendi Yenicami'de 5. Murad Türbesine defnolunmuştur. Fevkalade güzel pi-yano çaldığı kaydını koymadan edemi­yoruz.
İkinci hanim olarak Sâfi-Nâz Nur efzûn ismi taşıyan zevce­si 1851'de dünya'ya gelmiş ve izdivacından çocuk olmamış­tır. Clzun boylu narin yapılı sansın olan bu hanım, 1915'de ölmüş ve bu hanımını kendi isteği üzerine Abdülhamid hân boşamış ve ömür boyu elli altun maaş tahsis etmiştir. Bu ha­nım daha sonra Safvet Bey adlı Sultan Hamid'in esvabçıba-şısı olan zat ile izdivaç yapmıştır. Padişah hanımlarının bo­şandıktan sonra ba zılarının evlendiğini buna engel olunma­dığını hatırlatmak için bilhassa bu maddeyi kaleme aldık.
3. Hanımefendi ise, Bedr-i Felek hanımefendi olup, 1851'de doğmuş 6/2/1930'da vefat etmiştir. Sultan Hamid bu izdivacını 15/11/1868'de Dolmabahçe sarayında evlen­miş bu sırada 2. veliahd idi. Bu izdivacdan ilk oğlu dünya'ya gelen padişahın, Selim Efendi ve Zekiye Sultanın bu hanı­mından doğduğunu kaydetmiş olalım. Bu hanımefendi, ha­nedan üyelerinin yurd dışına gönderildiği dönemde yaşlı olması hasebiyle tercih kendisine bırakılmış o da gitmemeyi tercih etmiştir.
Sultan Hamid'in 4. kadınefendisi Bidâr Kadınefendi olup, 1858'de doğmuş ve eşinden 41gün önce 1/1/1918'de dar-ı beka eylemiştir. Yahya Efendi dergâhında şehzade Kemaled-din Efendi Türbesine defnolunmuştur. Vefatı Erenköy'de vukubulmuştur. Üzün boylu, yeşil gözlü güzel bir hanım olup, Abdülkadir Efendi ile Nâime sultanhanımı dünyaya getirmiş­tir.
Padişah'ın 5. zevcesi Tiflis doğumlu Dilpesend kadinefendidin Bu hanımefendi 36 yaşı içinde 1901'de vefat etmiş ve Naile Sultanhanımın annesidir. Üzün boylu ve kumral olduğu bindirilmektedir.
6.  Zevce ise; Mezîde Mestan hanım olup, 1869 doğumlu­dur. Burhaneddin Efendiyi dünya'ya getiren bu hanımefendi uzun boylu kara gözlü, siyah saçlı bir hanımefendi imiş. Apandisitinin patlamasından meydana gelen peritonitten ve­fatı 21/1/1909'da vukubulmuştur. Yahya Efendi dergâhına defnolunmuştur.
7.  zevce ise, Emsal-i Nur ise 1866 doğumlu olup, uzun bir ömür sürüp, 84 yaşında 1950'de Nişantaşında vefat etmiştir. Şâdiye Sultan'ın annesidir. Yahya Efendi dergâhında defno­lunmuştur.
8.  izdivaç Ayşe Dest-i Zer Müşfika "Kayıhân" hanımefendi ile olmuş Hopa 1867 doğumlu 16/7/1961'de 94 yaşın için­deyken irtihal-i dâr-ı beka eylemiştir. Ayşe Sultanhanımın annesidir. Müşfika kadın, 2. Abdülhamid hân'ı hiç bırakma­mış adetâ tek eşiymiş gibi oldu hâl vak'asından sonra. Padi­şahın diğer hanımları çocuklarıyla oturma şıkkını seçmişler idi. Diğer bir ismi Ayşe Pertevniyal olup diğer adını padişah
taktığından târihe Müşfika olarak geçmiştir. Bu hanımefendi, Ruslarla yaptığımız 1877'deki savaşda şehid düşen Abaza bey'i Gazi Şehid Ağır Mahmud Bey'in Emine hanımdan doğ­ma kızıdır demektedir. T.Yılmaz Öztuna Bey, Hanedanlar adlı kitabının 309. sahifesinde. Vefatında Yahya Efendi dergâhına defnoiunmuştur.
9.  Evliliğini Sâz-Kâr Kadınefendi ile yapan 2. Abdülhamid Hân, bu hanımından Refia Sultanhanımın dünya'ya gelme­siyle bir kız evlad sahibi daha olmuş oldu. 1873'de İstinye'de doğan Sâzkâr hanımefendi, padişahla evlendiğinde târihler 1890 yılını göstermekteydi. 1945 yılında vefatında Beyrut'da olduğundan, Şam'da Osmanlı hanedanına ayrılmış bulunan Sultan Selim Câmiinin haziresinde defnolundu.
10.  İzdivacını yapan padişah Peyveste hanımefendiyle bu izdivacından doğan Abdurrahim Efendinin babası olmak na-sib olmuştu. Peyveste kadınefendi,  1944'de 2. dünya harbi esnasında Pâris'de vefat ettiğinde yaşı 71 olmuştu. Bobigni islâm mezarlığına defnolundu. Doğumu 1873 senesinde ol­muştu.
11.   İzdivacını ise Fatma Pesend hanımefendi ile yapan Sultan 2. Abdülhamid'in Hadice sultanhanım adlı kızı bu ev­lilikten olmuştur. 1876 doğumlu bu hanımefendi, evlendiğin­de takvimler 1896'yı gösteriyordu. Vefatı 1925'de vukubuldu ve Karacaahmed Kabristanında kendi türbesine defnolundu.
12.  İzdivaç; Abaza kavminden Behice Maan hanımefen­diyle yapılmıştır. 1882'de doğan bu hanımefendi ikiz olarak Nureddin Bedreddin adlan verilen iki evlâdı dünyaya ge­tirmiştir. 1969'da vefatı vukubuldu. Makberi hakkında bir bil­gi elde edilemedi. Yaşayan torunlarının olduğu bizce malum­dur.
13.  İzdivaç ise; 1887 Bartın doğumlu, Saliha Naciye hanı­mefendi ile vukubulmuş bu hanım Abid Efendi ile Sâmiye Sultanhanımı dünyaya getirmiştir. Naciye Kadın Efedi de pa­dişahla birlikte Selânik'e giden kadınefendisidir.  1923'de Erenköy'de vefatı vukuubulmuştur, 2. Mahmud türbesine yâ­ni zevci'nin yattığı türbeye defnoiunmuştur.
14.  Evliliğini Dürdane Hanımefendi ile yapan padişah 2. Abdülhamid hân, 1867 doğumlu bu hanımından ayrılmış ve esvabcıbaşısı İsmet Bey'in oğlu Târik Beyle evlendirdi. 1955'de 88 yaşında olduğu halde vefat etmiştir. Kabri hak­kında kayıt bulamadık.
15.  İzdivaç ise İstanbul 1890 tevellüttü Câlibos hanımefen­di ile yapılmış olandır. Bu hanımını boşayan padişah Sultan Hamid, Emin Paşa ile evlendirmiştir. 1955'de sağ olan bu hanım hakkında başka bilgi bulunmamaktadır.
16.  ve son izdivaç Nazliyâr Hanımefendi isimli hakkında bilinen boşadığı ve evlendirildiğidir. Yeni izdivacında bir kızı olmuştur. 1876'da Sultan Hamid'in gözdesi olduğunu, Öztu­na Bey kaydediyor.
Sultan 2. Abdülhamid Hân'ın kızlarına gelince; bunların, sayısının onüç tane olduğunu söyleyebiliriz. Bu onüç kızdan altı tanesi padişah hazretlerinden önce vefat ettiler. Böylece, altı tane kız evlâdını ve bir de, erkek çocuğunu toprağa ver­miş bir baba olarak görüyoruz Sultan Hamid'i, herhalde bu vefatlar insanı hayli elemnak ve muzdarib eyler sanırım. Bu bakımdan tahtını kaybetmek mânasına da gelse Saray'ı ku-Şatan kuvvetlere, Hareket ordusunu daha Selanik'ten yola çıkar çıkmaz onları Hassa Ordusu vasıtasıyla durmayı teklif edenlere evet demeyip, ben müslümanları biribirine kırdır­mam demek suretiyle merhamet hususundaki yüceliğini seriliyor. Tüfekçibaşı Tâhir Paşa'nın yalvarmaları karşılığında verdiği emir şöyledir: Ben mü'minlerin birbiriyle dövüşmesi­ne rıza gösteremem, şimdi git, Saray'ın Orhaniye tarafındaki kapısını açtır ve ne kadar muhafız ve de silahşor varsa gön­der demek suretiyle düşüncesini tatbike koyar. Harekâttan sonrada Tahir Paşa, mahkemede verdiği cevaplarla ünlü mert bir insan olduğunu göstermiş Heyet-i hâkimeye bırak-saydı, sizleri Selânik'e kadar kovalardım demiştir. Neyse biz şimdi Sultanhanimlann kısa kimliklerini vermeye gayret ede­lim:
1-CIlviye Sultahanım; Dolmabahçe sarayında 1868'de doğdu ve 5/10/1875'de kibritle oynarken nedimesi çocuk bir câriye ile birlikte yanarak vefat ettiler. Yenicâmi türbesine defnolundu.
2-Zekiye Sultanhanım; 21/1/1872 Dolmabahçe sarayında doğup, 1950'de Fransa'da 78 yaşında vefat etti. İlk izdivacını Gazi Osman Paşa'nın oğlu Ali Nureddin Paşa ile Yıldız Sara­yında 20/4/1889'da evlendi. Zekiye Sultan sarayında toplam 200 kişilik bir hizmet kadrosuyla yaşarken, Fransa'nın Pau kasabasında küçük bir otelin tek odasına sığındılar yurd dışı­na çıkarıldıklarında. Otel sahibi bir Ermeni olup, Gazi Osman Paşa'nın oğlu olduğu için, Ali Nureddin Paşa'dan vefatlarına kadar ücret almadı. Zekiye Sultanhanım vefatında yaşadığı Pau'da defneolundu.
3-Fatma Nâime Sultanhanım 5/8/1876'da babasının l.ve-liahdlığı esnasında dünya'ya geldi. Tirana'da 1945'de 69 ya­şında olduğu halde vefat etti. Oraya defnolundu. Bizim ço­cukluğumuzda yüzdüğümüz Ortaköydeki Lido Havuzunun bulunduğu yer Nâime Sul tannanımın sarayı imiş. 1938'de Arnavutluk'da Tirana'ya yerleşmiştir. Mısır Hidiv'i Abbas Hil­mi Paşa Nâime Sultanhanımla izdivaç etmek istediysede, Sultan Hamid, talibin dedesi İsmail Paşa'dan nefret ettiğinden teklifi red etti. Hâttâ kendi cariyelerinden birini Hıdivle evlendirdi ve ona bir Hânedan-ı ÂI-i Osman nişanı verdi, Mı­sır tarafından yönetilen Taşoz Adasını alıp Selanik vilâyetine bağladı. Bu Sultanhanım, Dâmad Mehmed Kemaieddin Paşa oldu ki bu Paşa Gazi Osman Paşanın 2.oğlu idi. 6 sene süren izdivaçları noktalandı. Dâmad Paşa rütbe ve nişanları alın­mak suretiyle Bursaya sürgüne gönde rildi, Nâime Sultan 2. Evliliğini İşkodralızâde Mahmud Celâleddin Paşa ile yaptı.
4-Nâile Sultanhanım 1884'ün birinci gününde doğdu. 25/10/1957'de Erenköy'de vefat etti. İzdivacını Germiya-noğlu Arif Hikmet Paşa ile Kuruçeşme Sarayında 27/2/1905'de yaptı. Bu dâmad Paşa, hayatını 1942'de Bey-rut'da tamamladığında 69 yaşının içindeydi.
5-Seniyye Sultan (1884'de doğup, aynı sene vefat etdi. 6-Seniha Sultanda 1885'de doğup, aynı sene vefat eyledi. 7-Şâdiye Sultanhanım ise, 1886!da Yıldız Sarayında doğ­muş vede en yaşlı padişah kızı olarak 91 yaşın içinde olduğu halde yaşadığı Cihangir'de 20/11/1977'de vefat etmiştir. Amerika'da dâhil, bir çok ülkeyi dolaşmıştır. Kendisiyle ev­lenmek istiyen, Said Paşa'nın mahdumunu, hâl vak'asında, babasına nice kalleşlikler yapmış olan müstakbel kaimpeder yüzünden bu teklifi red etti. Enver Paşanın talebine ise, ba­basını tahttan indirenlerin arasında ve mühim biri olduğun­dan onu da red etti. Enver Bey'de, Sultan Reşad'a yaptığı baskıyla Naciye Sultanhanımla izdivaç talebini iletti. Bu ha­nım Şehzade Abdürrahim Efendi ile nişanlıydı ve bu şehzade Sultan Hamid'in oğluydu. Bu nişan bozularak, izdivacı ger­çekleştirdiler. Şâdiye Sultanhanım; İlk izdivacını Fahir Beye­fendi ile 1910'da yaparak,  12 seneye yakın birliktelik sür­dürmüşlerdir. Fahir Bey, 1922'de Nişantaşı sarayında vefat ettiğinde evlilik son bulmuş oluyordu. Şâdiye Sultan 2. evliliğini de,   1885'de doğmuş Reşad Hâlis Bey ile yapmıştır. Bu evlilik 1931'de gerçekleşmiştir. Reşad Hâlis Bey'in 1944'de-ki vefatıyla son bulmuştur. Şadiye Sultanhanım vefatında 2.Mahmud türbesine defnolunmuş böylece de babası Abdül­hamİd'in yakınında son uykusunu uyuma şansını bulmuştur. 8~Hamide Ayşe Sultanhanım  1887'de; Yıldız Sarayında dünya'ya gelmiştir. Vefatı ise Ağustos/l960'da Beşiktaş Se-rencebey'de Gazi Osman Paşa konağında vukuubulmuştur. 73 yaşını sürdürmekteydi vefatı esnasında. Kabri Yahya Efendi dergâhındadır. Hanedan ile birlikte seyahat mecburi­yeti başlıyan bu Sultanhanım'ın târihe büyük hizmetini unut­mayalım ve "Babam Sultan Abdülhamid" adlı eseri bunu sağlamıştır. Mehmed Şevket Eygi bu eseri basmıştır. Ayşe Sultan 2 defa evlenmiş ilkini  1873 Beyrut doğumlu Ahmed Nâmi Bey'le 1911 'de Sultan Reşad'in huzurunda Dolmabah-çe sarayında kıyılan nikâhla gerçekleşmiştir.  1921'de talak vukuubulrnuş, 1926-1928 arasında kendisini Abdülhamİd'in damadı ve torunlarının babası olarak seçim propogandasında takdim etmiş padişaha olan sevgi bu zatı Suriye devlet başkanlığı seçimlerini kazanmaya taşımıştır.
Ayşe sultanhanım 2. izdivacını 1877'doğumlu İstanbullu Mehmed Ali Beyefendiyle, 3/ 4/1921'de Yıldız Sarayında yapmıştır. Bu zat son üç padişahın yâveriiğini yapmıştır. Bu padişahlar, geriden öne doğru, Sultan Vahideddin, Sultan Re­şad ve 2.Abdülhamîd'dir. Ayşe sultanhanımın her iki evlili­ğinden de çocukları olmuştur.
9-Refia Sultanhanım ise; Yıldız sarayında 1891'de doğ­muştur. 47 yaşında olduğu halde 1938'de Beyrut'da vefat et­miştir. Piyano çalar, resim yapar bir sultanhanım olup, kabri Suriye'de Şam'da Sultan Selim Câmiindedir. İzdivacını, 1885 doğumlu Ali Fuad Beyefendi ile 1911'de Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi tarafından kıyılan nikâh sonrasında yapmıştır. Damad Beyin babası meşhur Ahmed Eyyüb Paşa'dır.
10-Hadice Sultanhanım, bu dünyadan 7 ay kâm aldı. 1897'nin 7. ayında doğup, 1898'in 2. Ayında irtihal eyledi. Yahya Efendi dergâhına defnedilen Sultanhanımın Kuşpala-zından vefatı vukubulmuştur. Sultan Abdülhamid Hân-ı Sâni Şişli Etfal Hastanesini bu kızının ruhu için yaptırdı.
11-Aliyye Sultanhanım; 1900 yılına doğru bir kaç günlük­ken vefat eyledi.
12-Cemile Sultan da aynen oldu.
13-Sâmiye Sultanhanimda, 1 sene, 9 gün berhayat oldu ve zatürrie alıp götürdü.
Sultan 2.Abdülhamİd'in Oğullarna gelince bunların sayısı sekizdir. Bunların ilkini Mehmed Selim Efendi 11/1/1870'de Dolmabahçe sarayında dünyaya gelmesiyle teşkil eder. 5/ 5/1937'de Cünye Sarayında Beyrut'ta ömür defterini tüketir. Kabri Şam'da bulunan Sul tan Selim Câmiindedir. Babasının amucası Sultan Aziz 1200 tonluk muhribe bu şehzadenin adını verdi. TBMM'de yapılan halife seçiminde bir rey de Se­lim Efendiye çıktı. İngilizler; petrol yatağı olan Musul'u ver­memek için çıkarttığı isyanı, Fransızların pek kanlı bir şekil­de bastırdığını görüyoruz. Şeyh Said'in 1925'deki isyanı üze­rine okutulan hutbede Selim Efendinin adına okutulurken, bu zatın olanlarla hiç bir alaRası yoktu. Selim Efendi 4 izdivaç yapmış, bunlar Deryâl, Nilüfer, Pervîn Dürri Yekta ve Gülnâz hanımefendilerdir. Bu hanımlarından Emine Nemika sultan­hanım adlı bir kızı, üç yaşında vefat eden adı Mehmed olarak verilenden sonra, Mehmed Abdülkerim ve Harun Efendiler dünya'ya gelmiştir.  
2. Oğul Mehmed Abdülkâdir Efendi, 16/1/1878'de Dol-mabahçe sarayında doğmuş ve 1944'ün 1. ayın da Sofya'da vefat etmiştir. Batı Musikî ilminde mühim bir kimse olan Aranda Paşa, şehzadeye bu ilminden hayli bilgi aktarmıştır. Bu şehzade, kemân'ın bir başka versiyonu olan Viola, Ke­man, Piyano da pek usta bir icra gücüne sahipti. Hanedan yurt dışı edildiğinde önce Macaristan'a giden Abdülkâdir Efendi sonunda Sofya'da ikamete karar vermiştir.
2.Harb esnasında Sofya'da bulu nan Balı Efendi'nin türbe­sini yeniden inşa ettirdi. O sırada Bulgaristan'ı havadan bombardımana tâbi tutanların hava hücumundan korunmak için, girdiği bir sığınaktan geçirdiği, kalb krizi sonunda, ha­yatı terk etmiş olarak çıkarıldı. Abdülkadîr Efendi'nin altı iz­divaç yaptığını,bunların ilkinin, Misli Melek, ki boşamıştır. 2.sini Sühandan Hanım teşkil etmişsede bunu da boşamıştır. 3.Mihriban hanim olup, 4.Hadice Mâcide, 5.si, Fatma Mezi­yet hanımdır. 6.izdivacının bir Macar olup, bu izdivacı Halife Abdülmecid tanımadı.
3.Oğul ise Ahmed Nuri Efendi olup, 1878'de Yıldız sara­yında doğmuştur. Miralaylık rütbesine yükselerek askerliğe heves ettiği bilinir. Ayrıca ressamdır. Fransa'da Nice şehrin­de 1944'de vefat etti Şam'da bulunan Sultan Selim Camiine defnedildi. Çocuksuzdu.
Sultan Abdülhamid'in 4.erkek çocuğu Mehmed Burhaned-din Efendi, 1885'de Yıldız Sarayında doğdu ve 15/6/1949'da New-York'da vefat eyledi. Cenaze İstanbul'a getirildi ve dev­let görevlileri kabul etmeyince Suriye'ye Şam'daki Sultanse-lim Camiine defnedildi. Burhaneddin Efendi, 1913'de Osmanlıdan ayrılmış olan Arnavud devleti krallığına geçmesi teklifine iet cevabı verdi. Daha sonra da, yâni 1936'da frak'da söz sahibi olan Osmanlı dönemi paşalarından Cafer Askerî Paşa- Burhaneddin Efendiyi Irak Tahtına davet etti. İngi­lizler, prestiji hiç sarsılmamış bulunan 2.Abdülhamid'in bu sevgili oğlunun krallığına engel oldular, aynı senenin sonuna doğru Cafer Askerî Paşa'da bir suikastle katledildi.
5.erkek evlâd olan Abdürrahim Efendi 1894'de Yıldız'da doğdu. 1/1/1952'de Pâris'de vefat etti. Pâris'de müslüman mezarlığında defnolundu. 2.WiIhelm'in Hassa alayında topçu üsteğmen olarak bulunarak, askerliğe olan yakınlığını isbat ederken, 1.cihan harbinde topçu alay komutanlarımızdan bi­ri olarak vazife aldı. Bu sırada Albay rütbesinde idi. Enver Paşa, tümen komutanlığı teklif ettiyse de, erken bularak ka­bul etmedi. Osmanlı devletinin bir çok konferanslarda tem silciliklerini başarıyla yaptı. Abdürrahim Efendi'nin türr.M komutanlık teklifini kabul etmemesinde, Enver Paşa'nın şeh­zadenin nişanlısı Naciye Sultan'dan, Sultan Reşad kanalıyla nişanı bozdurup bu sultanhanımi tezviç etmesinden kaynak­lanması tabiidir. Öztuna Bey, değerli eseri Hanedanlar'da Ab­dürrahim Efendi'yi, M.Kemâl Paşa, Enver Paşayı sevmediği için pek tutardı, demektedir.
6.oğul olarak Mevlâmız; Sultan 2.Abdülhamid Hân'a, Ah­med Nureddin Efendiyi lûtfeyledi. 1901'de doğan bu şehza­de, 1944'de Pâris'de dâr-u beka eyledi. Bu şehirde müslü­man mezarlığına defnolundu vefatına zatülcenb rahatsızlığı vesile oldu. Çocuksuzdu.
7.oğulu padişahın iki yaşı civarında olan Mehmed Bedred-din Efendi idi. Menenjit hastalığı vefata vesile oldu. Yahya Efendi türbesine defnolundu ve târih 1903 senesinin, ekim ayının 13.günü idi.
Sultan Abdülhamid Hân'ın son ve 8. Çocuğuysa Mehmed A'bid Efendi, 1905'de Yıldız Sarayında doğmuştu. 8/Ara-lık/1973'de Beyrut'da hayat mücadelesini ikmâl eyledi. Çok mükemmel bir tahsilin sahibiydi. Galatasaray lisesi, Harbiye mezunu, Şorbon'dan hukuk fakültesinden 1936'da mezun oldu.
Yine Ekol Nasyonalden, Fars dili ve Edebiyat mezunu,eri son ölen padişah oğlu bu zattır. Japonlar; A'bid Efendi'yj Türkistan imparatoru namzeti olarak davet ettiler. Japonlar Sultan Hamid'le iyi münasebetlerinin neticesi olarak yaptık­ları teklife Efendi'den red cevabı aldılar. Daha sonra da, Ar-navutluk'da bulunduğu sırada Musollini ve Hâriciye nâzın Kont Ciano, Efendiyle görüştüklerinde Roma'ya davet ettiler ancak Türkiye üzerinde bir hesapları olabileceğini hisseden A'bid Efendi daveti red etti. Arnavutluk Kralı Ahmed Zo-go'nun yeğeni 1908 doğumlu Prenses Seniyye hanımefendi ile Aralık 1936'da Mat şehrinde evlendiler. Â'bid Efendi ço­cuksuz olarak hayatını ikmâl etmiştir

2.Abdülhamid Hân'ın Sadrıazam Ve Şeyhülislâmları


Sultan 2.Abdülhamid Hân taht-i Osmaniye kuud ettiğinde, makam-ı sadaret de, Mütercim Mehmed Rüşdü Paşa bulun­maktaydı. Tâbiiki bir, komitacılar çetesi de, bu idareye ortak idiler. Tahta oturan yeni padişah sadnazamı görevinde ibka eylediyse de,  19/Aralık/1876'da azledip, yerine Midhat Pa-şa'yi getirdi. Böylece de, çetenin içinden seçtiği halef ile se­lefin arasında bir soğukluk temine muvaffak oldu, Midhat Pa­şa. 1 ay 17 gün kaldığı makamdan eve gitmeğe vakit bula­madan îzzeddin Vapuruyla yola çıktığında takvim yaprağı, 5/Şubat/1877'yi gösteriyordu. İbrahim Paşa'ya mührü veren padişah bu kişiyle 11  ay, 4 gün çalışıp,  1 1/Ocak/l 878'de onu da gönderip, yerine Ahmed Hamdi Paşa'yı getirdi ve 24 ün sonra yâni 4/Şubat/l878'de Ahmed Vefik Paşayı sada­rete aetirdi ve 2 ay, 9 gün sonra onu da değiştirmeye kendini mecbur hissetti. Mehmed Sadık Paşa, 1 ay, 10 gün süren sa­daretini 28/Mayıs /1878'de tamamlamış oldu. Bu sefer tahta Ciktığındaki sadrıazama döndü ve Mütercim Mehmed Rüşdü paşanın eline mührü verdiğinde 3. ve son sadaretine getirmiş oluyordu. Mütercim Paşa bu işi, 7 gün yapabildi ve yekûn olarak 2 sene, 23 gün süren sadrıazamlık hayatını noktala­mış oldu. Sadareti bu defa 4/Haziran/l878'de Mehmed Es-'ad Safvet Paşaya verdi. Bu zat'da tam 6 ay sonra mührü teslim ettiğinde târih, 4/Arahk/1878'i gösteriyordu. Tunuslu Hayreddin Paşa makam-ı sadarete getirildi vede, 7 ay. 26 gün sonra Ahmed Arifi Paşa 29/Temmuz/1879'da İç başı yaptı. Dayanma gücü 2 ay, 20 günün sonunda tamamlandı. 18/Ekim/1879'da maratoncu bir sadrıazam ilk geliş olarak vazifeye başladı. Bu zat, dokuzda defa bu makama gelip git­miştir. Bu da Erzurumlu Küçük Mehmed Said Paşa olup, lâ­kabı da Şâpur Çelebi'dir. Bu zâtın ilk sadaretinin 7 ay, 20 gün sürdüğünü görüyoruz. Cenânîzâde Mehmed Kadri Paşa, 9/Haziran/1880'de başladığı görevi 3 ay, 3 gün sonra 12/Eylül/1880'de bıraktı. Sadaret yine Said Paşa'ya tevcih olundu. Bu sefer 1 sene, 7 ay, 20 gün sürdü Said Paşa 2/Ma-yıs/1882'de is tirahate çekilirken, Germiyânoğlu Abdurrah-man Nureddin Paşaya tevcih olundu.. 2 ay; 11 gün süren sa­dareti sonunda halef yine Mehmed Said Paşa oldu. Bu sefer­de 4 ay, 20 gün sonra iki gün sürecek sadarete Ahmed Vefik Paşa getirildi. 3/Aralık/1882'de Said Paşa mühre yine sahip oldu. Bu seferde sadareti kısa olmadı 25/Eylül/1885'e kadar sürdü ve 2 sene,  1  ay, 23 gün sürmüş oldu. Bu seferinde Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa 5 sene, 11 ay, 19 gün sürecek ve 4/Eylül/1891'de nihayetlenecek şada- retine başladı. Bunun yerine Kabaağaçlızâde Ahmed Cevad Paşa, bu sadareti teslim alıp, 3 sene, 9 ay, 4 gün sürdürmeye muvaffak oldu. Efendim, bu Cevat Paşa daha harbiye talebesiyken, İstan­bul'da Aksaray'da devam ettiği Tekke'nin Şeyhinin yanına yine bir gün gittiğinde bir esmer vatandaşın şeyh'e bir rüya anlatmakta olduğunu görür. Edeben biraz uzaklaşır, beyan edilenleri duymasın düşüncesiyle. Az sonra Şeyh Efendi, Ce­vat Paşa'ya döner iki mecidiyen varmı diye sorar. Var ceva­bını alınca ver bana der ve sonra esmer vatandaşa döner, bu rüyanı bu zabit mektebi talebesine satarmısın diye sorduğun­da tabii diyen çingene Şeyhin verdiği iki mecidiye'yi aldığı gibi eyvailahı çeker. Şeyh Efendi yine Cevat Paşaya tevec­cüh eder derki, koskoca sadaret makamını bu adama bıra­kamazdık! Der. Böylece Cevat Paşa bu sadaretini daha tale­beyken iki mecidiyeye satın aldığımda hatırlar bu arada vede şeyhinin kerametine bir defa daha meftun olur. Bu zâtı da, sürgüne gönderir Sultan Abdülhamid Hân. Halikarnas Balık­çısı diye anılan Cevat Şâkir Kabaağaçli, bu zâtın yeğeni olup kendi babasını öldürdüğünden mahkum olmuştur. Cevat Pa­şanın sadaretinden sonra sadaret mührü yine Said Paşa'y3 3 ay, 24 gün kalmak üzere avdet eder. 2/Ekim/1895'de Kâmil Paşa 2. sadaretine getirilirse de, bu sefer vazi reyi 1  ay, 6 gün sürdürebilir, 7/Kasım/1895'de Halil Rıfat Paşa'ya verir. Bu zatın dönemi, 1313/1897'deki Osmanlı/Yunan Savaşında muazzam bir zafer kazanan ordumuzun sayesinde taçlanır. Bundan çok sevinen padişah, sadnazamına ve seraskerine ölünceye kadar görevlerinizde kalacaksınız demek suretiyle memnuniyetini belirtmiş ve Halil Rıfat Paşayı vazifesinde ölünceye kadar muhafaza etmiştir. Serasker Mehmed Rıza Paşaya gelince onu da görevinde ipka etmekle beraber meş­rutiyetin yeniden meriyete konması üzerine Serasker Paşa
çekilmek mecburiyetinde kalmıştır. Vefatı üzerine boşalan makama 9/Kasım/1901'de Said Paşa, 6. sadaretine oturu­yordu. 1 sene, 1 ay, 26 gün süren görevi 14/Ocak/1903'de Avlonyalı Mehmed Ferİd Paşa'ya devretti. Bu zat da, 5 sene, 6 ay, 8 gün süren sadaretinden sonra 22/Temmuz/1908'de 14 gün sürecek bir sadaret için mührü Mehmed Said Paşa'ya devretmek mecburiyetinde kaldı. Said Paşanın bu 7. sadare­tiydi ve 5/Ağustos/1908'de mührü alan ve    göreve gelen Kıbrıslı Kâmil Paşa oldu.  14/Şubat/1909'da 6 ay,  10 gün sonra vazifeden ayrıldı. Yerine 3.Ordu havalisi umûm müfet­tişliği yapmış bulunan Hüseyin Hilmi Paşa getirildi ve 14/Ni-san/1909'da ise 31/Mart Vakaları çıkınca bu sadrıazam pa­dişaha sığınmaktan başka bir şey yapamadı. Sadareti 1 ay, 28 gün sürmüş oluyordu. Bu sefer vazife hariciye eski nazır­larından Ahmed Tevfik (Okday) Paşaya verildi. Böylece pa­dişah son sadrıazam tâyinini Tevfik Paşanın bu sadaretiyle tamamlamış oluyordu.
Sultan 2. Abdülhamid, otuzüç seneyi, 18 ayrı şahsiyetle, 7 defa bir kişiyi, 3 defa bir kişiyi, 2 defa 3 kişiyi, 1 defada 11 kişiyi getirmek suretiyle tamamlamıştır. Diğer bir deyimle, mührü hümayun, 27 defa gidip gelmiştir.
Şeyhülislâmlara gelince: Suttan Abdüharnid Hân Cennet-mekân makam-ı sadarete geldiğinde 155. Osmanlı Şeyhülis­lâmı Hacı Kara Halil Efendiyi makam-ı meşihatde bulmuştu. 18/Nisan/1878'e kadar bmzatı görevinde ipka eyledi. Aslın­da Amucası Sultan Aziz aleyhine, sağda solda: "ben bunun hâl'ine çarşaf kadar fetva veririm" dediğini unutması imkân­sızdı. Yerine getirdiği Ahmed Muhtar Efendi 1 sene, 9 ay, 5 gün süren toplam iki meşihatinin, 7 ay, 16 gün olanını bu se­ferinde tamamladı. Önceki meşihati Sultan Aziz'e idi. 4/Aral'k/1878'de makama üryanizâde Ahmed Es'ad Efendi getirildi ve 10 sene, 1 ay, 14 gün süren dönemi tamamladı ve ömrüde böylece ikmâl oldu. Yerine 17/Ocak/1889'da Bod­rumlu Hacı Ömer Lütfü Efendi 2 sene 7 ay, 18 gün süren ve 4/Eylü]/1891'de biten vazifeye gelmiş oldu. Osmanlı Şeyhü-lislâmalnhın 159.su olan Mehmed Cemâleddin Efendi bu zâ­tın yerine geldi ve 14/Şubat/1909'a kadar, 17 sene, 5 ay, 10 gün süren şeyhülislamlık görevinde bulundu. Abdülhamİd Hân'ın son Şeyhülislâmı 14/Şubat/1909'da münasip görülen Dağıstanlı Mehmed Ziyaeddin Efendi'dir, hâl fetvasını bu zâta verdirmişlerdir ittihatçılar. Böylece de, Sultan Hamid Cennet-mekân, otuzüç yılda altı şahsiyetle makam-ı meşihati yürüt­müştür.

Netice


Dünyanın üzerine gözünü dikmiş olduğu Osmanlı devleti, Dr.Büyük Mehmed Fuad Paşa'nin dillendirdiği gibi, iki asırdır, düşmanlar dışarıdan, biz içenden yıkamadığımız devlet tabii ki dünyanın en kuvvetli devletidir ifadesine, Sultan Abdülha-mid'de hak vermiş bir an evvel ülkenin muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmasına pek ehemmiyet vermiştir. Mektepleri kurmuş, sayılarını çoğaltmış, denge politikasıyla uzun yıllar savaşsız bir dönem sağlamış, diplomasi dünya­sında Osmanlı devletini hesaba alınır bir onura taşımıştır. Biz bu eserde, vefatını târih safahatı içinde Sultan Reşad döne­minde vukuubulmasi hasebiyle o bölümde yazacağız.



Yorum Gönder

0 Yorumlar