SULTAN 2. SELİM (SARI SELİM)
Babası: Kânûnî Sultan Süleyman
Annesi: Hürrem Sultan
Doğum Tarihi: 1524
Vefat Tarihi: 1574
Saltanat Müd.: 1566-1574
Türbesi: İstanbul'dadır.
Tahta Geçişi
Kaanuni Sultan Süleyman Han Hazretleri dünyadaki ömrünü şan ve şerefle kaparken dünyanın en kuvvetli ordusuna bir zafer, âlemi İslâm'a bir kale daha hediye eylemiştir.
Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa dirayet ve uzak görüşlülüğünü tarih sahnesinde bir daha tebarüz ettirerek İslâm' dolayısıyla Osmanlı Devletine bir hizmet daha sunmuştu. Bu hizmet Şanlı Padişahın irtihalini saklayabilmekti. Bunda muvaffak olduğu gibi, Veliahd Şehzade Selim Han'ı vaziyetten haberdar etmek üzere Hasan Çavuş'u Kütahya'ya bir tezkere ile göndermişti. Hasan Çavuş sekiz günde Kütahya'ya vâsıl olmuş ve taht'a davet mektubunu Sultan Selim Han'a sunmuştu. Kırküç yaşındaki Padişah, sekiz buçuk yıl sürecek saltanat ve hilâfetine başlamak üzere atını mahmuzlamış ve korkunç bir süratle İstanbul'un Kadıköy semtinde atının dizginini çekmişti. Kütahya'dan Kadıköy'e gelmek üç gün sürmüştü. Kadıköy'den Üsküdar'a geçen Padişah hemşiresi Mihrimah sultan'ın sarayına inmiş ve Padişah kaymakamı İskender Paşaya haber gönderip gereken hazırlıkların yapılması buyurulmuştu.
iskender Paşa haberi alınca önce şaşırmış fakat gereken, hazırlıkları yapmaya da başlamıştı. Sultan Selim'in bindiği saltanat kayığı Üsküdar sahilinden ayrılırken Kız Kulesi tarafındaki toplar gürüldüyor ve kirkaltı yıl hilâfet ve padişahlık devrinin sahibi Kaanuni'nin devrinin sona erdiğini, Veliaht Şehzadenin 2. Selim unvanıyla anılacak devrin başladığını ilân ediyordu. Tarihler Hicrî 974/Milâdî 1568 yılını gösteriyordu.
Sokullu'nun Vazifesinde İpka Olunması
Padişah 2. Selim merhum padişahın cenazesini karşılamak üzere yanına almış olduğu hafif süvari alayı ile gayet süratli bir yolculuk sonunda Belgrad'a vasıl oldu. Merhum Padişah'ın cesedi pâkî, tahnit edilmiş olarak bir arabada Belgrad'a geldi. Sokullu, sultan 2. Selim gelene kadar orduyu hümayuna Padişahı cennetmekânın nezle olduğu münasebetle arabasından çıkmadığını yayar ve ara sıra arabanın yanına gider, perdeyi aralar iradeyi seniyye alır gibi yaparak şüphede olanları bu şüphelerinden vazgeçirecek şekilde hareket ederdi. Bunda taki Sultan Selim, Belgrad'a gelinceye kadar muvaffak olmuştu. Suitan Selim geldiğine göre artık merhumun vefatını saklamakta bir mânâ görmediğinden hafızlara Kur'an-ı Kerim tilâvet ettirerek Yüce Sultanın irtihalini açıklattı. Bütün asker, güngörmüş serhat beyleri, paşalar, Cihan Hükümdarı'nın vefatı haberini yanık sesli hafızlardan duyunca içten gelen bir teessürle ağlamaya başladılar.
Sultan 2. Selim huzuruna gelen Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa'nın ellerini öpmek hamlesinde bulundu. Bu dünyada görülmemiş, hele Osmanlı Devleti'nin tarihinde vukubul-mamış bir teşebbüstü. Evet, 2. Sultan Selim tevâzuun en büyük örneğini gösterirken dîni bütün bir müslüman olan Sokulu Mehmed Paşa kibir ve gurura kapılmıyarak aynı za--manda kaîmpederi olan 2. Selim'in elini öpmesine müsaade etmemek için padişahın eteklerine kapanıverdi.
Bu emsalsiz hâdise maalesef okul tarihlerimizde anlatıl-madığı gibi kimse de bu olayın samimiyetini anlama yoluna gitmemiştir. Safhai hayatını vermeye gayret ettiğimiz Hazreti Padişah; Osmanlı Padişahları içinde değersiz padişahlardan gösterilmek talihsizliğine maruz kalmıştır. Böyle gösteren veya göstermeye çalışanlar anlayamamışlardır ki Padişah olmak demek en önce Cenab-ı Hakk'ın kitabı mübinİnde buyurduğu gibi «Emaneti ehline veriniz» âyetine ittibar ile başlar. İşte bu adı geçen 2. Selim Hazretleri bu emri İlâhiye uyduğunu Sokullu Mehmed Paşa gibi mükemmel ve müdebbir bir veziri görevinde kalmasını emretmekle gösterdi.
Yeniçeriler, yeni padişahtan cülus bahşişi talep ettiler. Padişah tedbirsiz gelmiş cûlüs bahşişini karşılayamamış ancak herkese bir miktar dağıtılmış kalanını Dersaadet'e verileceği vaad olunmuş idi. Orduyu hümayun Dersaadet'e dahil olup Topkapı Sarayı önüne gelince hangi fesat düşüncenin eseri olduğu bilinmeyen bir fitne rüzgârı Yeniçerilerin arasında dolaşmış ve cülus bahşişinin kalanının verilmeyeceği haberi şayi olmuştu. Yeniçeri, Padişahın yolunu kesmiş iki saattir onun saraya girmesine mâni oluyor hatta tecavüzkâr lâflar söylemeğe başlamışlardı. Padişahın sabrı tükenmiş, bu mâni oluşa çok canı sıkılmış bir halde Sokullu'ya hitaben:
— Vezirim, Lalam bu fitneyi bir bastır nice göreyim seni hizmet edersin...
Bunun üzerine koca vezir, bir kaç avuç altını isyancıların üzerine savurur. Onlar, bu çil çil altınları kapışmak için birbirlerine girdiler, isyanlarındaki birlik yok oldu, açılan yoldan Padişah ve maiyyeti saraya dahil oldular.
Sokullu Mehmed Paşa devleti ebed müddete bir hizmet daha yapmış, Padişah Hazretlerini selâmete kavuşturmuştu.
Hazreti Padişah bu hizmetle Sokullu'nun değerini bir daha takdir etmiş ve vazifesini devama emir buyurmuştu. Böylece en isabetli bir karar verilmişti.
Sakız'ın Fethi
Yukarıda da söylemiştik. Padişahın en önemli vaziferinin başında «İş bilene, kılıç kuşanana') hakkını vermektir. Hicrî 973/Milâdl 1567 yılında merhum Padişah Kaanuni Sultan Süleyman Han'ın Kaptan-ı Deryalığa tayin etmiş olduğu Riyale aynı zamanda Sakız Adası'nın fethi ile de vazifelendiril-misti. Sakız Adası o esnada Venediklilere bağlı idiyse de bir nevi muhtariyetle idare olunurlardı.
Piyale Paşa, 60 sefineyle Sakız Önlerine geldi. Cenevizliler kendisini karşıladılar. Bir çok hediye takdim ettiler. Piyale Paşa, Sakız Adası idarecilerinin ileri gelenlerinden 12 kişiyi gemiye davet edip kendilerini enterne etti. Böylece Ada'nın kendisini müdafaa etmesine fırsat vermeyip, Ada'ya asker çıkararak sessizce fethi tamamlayıp Ada'nın semalarında İslâm bayrağının şan ve şerefle dalgalanmasını müyesser kılan Allahü Zülcelâle şükür nazarları hediye eyledi.
İşte bu fetih, yeni padişahın kutlu ayaklarıyla tahtı Osmaniye oturduğu sırada geldik Padişah, Piyale Paşayı kubbealtı vezirleri arasına dahil ettiler. Böylece devleti İslâmiyye'ye hizmet edenlerin naili mükâfat olacağını bir daha ilân etmiş oluyordu. Sakız'ın fethi olduğu sırada tarihler Hicrî 974/Milâ-dî 1568 yılını gösteriyorlardı.
Alimlerin, Vezirlerin Ve Memurların Mükâfatlandırılması
Yeni padişah 2. Selim'in tahta cülusu sırasında Yeniçerilere cülus bahşişlerini anlatmıştık. Osmanlı tarihinde tahta geçen padişahlar daima orduya cülus bahşişi vermeyi âdet edinmişlerdi. Halbuki Osmanlı Devleti kuruluşundan bugüne kadar geçen iki buçuk asrı mütecaviz ömründe daima ordusu ile kendisini göstermiş ve bütün dünyayı hallaç pamuğu gibi atan bu ordu bir cihan devletinin meydana çıkmasına bani olmuştu. Artık bütün dünya devletleri, merkezi devlette kâh elçilikler, kâh maslahatgüzarlar ile temsil ediliyor, o devletlerin işleriyle meşgul olacak, onları görüşmelere kabui edecek devlet görevlilerinin de; ordunun savaş alanlarında kılıç şakırtıları, top sesleri arasında hizmet vermesi gibi dünya siyaset sahnesine savaşacaklarının bunun da bir nevi harp olduğunu gören ve tesbit eden Hazreti Padişah 2. Selim, ecdadının hilâfına başta ulema, bilginler, vezirler ve memurlara cülus bahşişini teşmil edip onları da malî hediyelerle görevlerine daha bir şevkle sarılmaları yoluna gitti.
Sadrazam Kâmil Paşanın Tarihî Siyasiyye adlı 1324 İstanbul Ahmed ihsan matbaasında basılmış üç ciltlik eserinin birinci ciltinin 254'üncü sahifesinden bu cülus bahşişinin hangi makamlara, ne kadar akça olarak verdiğini göstermeyi lüzumlu gördük. Kâmil Paşanın yazdıklarını aynen alıyoruz. «ulemaya ibtîda cülus atiyyesiveren Sultan Selim Han Sâni Hazretleri ölüp bu da Şeyhul İslâm Ebussuud Efendinin tat-yîb hatırı maksadına mebni olarak iki Kadıaskerlere otuzar bin akça (altıyüz duka) ve birer sırmalı kaftan ve Kadıasker mazullarını işbu atiyyenin nısfı, istanbul kadısına onbin, ma-zullarına dokuzbin, Bağdad payelilerine sekiz bin ve sınıflarına göre müderrislere yedi binden beşbin akçaya kadar atiy-yeler ve cümlesine başka başka kaftanlar verilmiş.»
Bu hediyeler ve cülus bahşişi şüphesiz ki devlete bir yük getirmişse de ecnebî devletlerin getirdiği hediyeler Piyale Paşa ve Pertev Paşanın Erdei taraflarındaki fetihlerinden gelen ganimetler hazinei hümayunu doldurup taşırmıştı.
Avusturya, İran Ve Lehistan İle Sulh Müzakereleri
Zİgetvar kalesinin İslâm'ın eline geçmesinden sonra sancak beylerinden Mahmud Bey'in esir düşmesi bazı küçük kaleleri muhafaza eden bey'lerin geri çekilmesi bu kalelerin Avusturyalıların eline geçmesi Devleti Osmaniyye'nin meşhur Pertev Paşası ki, o zaman üçüncü Vezir idi. Onbeşbin Tatar askeri ile oralarda bir dolaşmış ve seksenbeşbin kişiyi esaretine almıştı. Bu durumdan bîzar olan Avusturya İmparatoru Maksimilyen üç elçisini son derece kıymetli hediyelere hâmil olarak Hazreti Padişahın huzuruna göndermişti.
Bu üç elçi hediyelerini Hazreti Padişah, sadrazam ve İkinci, Üçüncü Vezirlere takdimden sonra yedi ay süren müzakerelerden sonra OndÖrdüncü içtimada sulh sekiz seneyi ve yirmibeş maddeyi havi olarak imzalandığında Hicrî 975/Mi-lâdî 1568 yılını gösteriyordu' Bu sırada İran ve Lehistan'dan gelen elçiler daha evvelki sulhu tecdide yâni yenilemeyi ta-leb ettiler.
Bu sırada İstanbul'da Yahudi mahallesinde çıkan bir yangın bîr çok evin yanmasına (bir rivayete göre otuz ikibin evin) kül olmasına vesile olmuştur. Aynı günlerde İran Şahı öldüğünden devlet İran hududu üzerine asker göndererek yeni gelişmeleri takip etmek uyanıklığını Hazreti Padişahın işareti üzerine gösterilmiştir.
Mimarlar Padişahı Sinan
Yeniçerilerinin içinde yetişmiş, Osmanlı fütuhatının her birinde imzası olan Yeniçeri askerinin kıymetli ve sanatkâr evlâdı Mimar Sinan, fetih ordularının bir çok suları aşması için yaptığı köprüler, muhasara vasıtaları, çeşmeler, mescidier, camiler, kemerler manzumesine kendisinin deyimiyle «ustalık eserim» dediği Selimiye Camiini Edirne şehrinde yedi senelik bir çalışmadan sonra meydana getirmiş dünyanın en büyük kubbesini havi Ayasofya Camiinden bu imtiyazı alıp ondan iki arşın daha geniş bir kubbeli Selimiye Camii meydana getirmiştir. Şimdi yeri gelmişken halk arasında anlatılan bir hikâyeyi anlatalım, kim ki bundan bir ders çıkara...
«Mimar Sinan; camii şerifi bitirmiş, açılışını yapmak üzere Hazreti Padişahın geleceği günü bekerken caminin etrafında geziyordu. İki çocuğun bir minareye bakıp kendi aralarında konuştuklarını tekrar bakıp birtakım işaretler yaptıklarını görür, yanlarına yaklaşır ve sorar:
Çocuklar o minareye bakıp bakıp birşeyler konuşuyorsunuz, acaba ne var?
Çocuklar cevap verir:
— Abe amca görmez misin de şu minareye yamuktur. Mimar Sinan sükunetle bakar ve bir göz aldanması olduğunu anlar.
— Peki evlâdım ne tarafı doğru iğri? Diye sorar.
Çocuklar ihtilâfa düşmez ve ikisi de:
— Ta şu tarafa!
Mimar Sinan derhal on kişiyi çağırır:
— Şu minareye bir ip bağlayın ve çocuklar tamam diyene ıdar çekin.
Sonra çocuklara dönüp:
__. Siz de dikkat edin bu iğrilik düzelsin.
Der. Adamlar ipi çekerler de çekerler, çocuklar:
— Şimdi tamam, oldu. Deyince,
Mimar Sinan:
— Sağ olun Allah razı olsun, iğrilik düzeldi, der. Çocuklar gittikten sonra ipi çekenler. Koca Mimara sorarlar:
— Efendimiz, iple minare düzelmeyeceği gibi elhamdülillah öyle bir eğrilik de yoktur. Niçin acaba böyle yaptınız?
Koca Sinan cevap verir:
— Bunlar çocuktur. Eğer minare eğri diye ortaya bir lâf atarlarsa, bu millet de bunu eğri diye kabul eder, biz böyle yapmakla İğri değil biz düzelttirdik dedirtmiş oluruz.
İşte Koca Sinan bu zarif hareketiyle bu satırlarda bir daha anıldı. Allah kendisine rahmet, kabrini nûr ile pürnûr eylesin. Yine bu sıralarda Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, Volga nehri ile Azak denizini bir kanalla birleştirmeyi düşünmüş ve derhal çalışmalara başlamış, hatta bunun yapılmasını icab ettiren siyasî şartlar ortaya çıkmıştı. Şöyle ki; ta Bayazid-i Veli cennetmekân zamanında Rusya'dan gelen elçilerin kıya-fetlerile deha ne kadar gülün ve iptidai olduğuna Bayezid-i Velî devrini anlatırken temas etmiştik. İşte bu barbar ve ilkel kavim daha sonraları hristiyanlığı kabul etmiş ve ayrıca hris-tiyanllık içinde de Ortodoks mezhebini benimsemiş ve dünyanın en şarlatan insanlarından olan Yunanlılar ile mezheb kardeşi olmuşlar ve bu Avrupa'nın gayri meşru çocuğu Yunanlılar Rus ileri gelenlerine Bizans hanedanının kızlarını onlara vererek «Megalo İdeallerine» Rusları ortak etmeye muvaffak olmuşlardı. İşte Sokullu Mehmed Paşanın Volga, Azak ve Don nehirleri arasında açmayı düşündüğü kanalla, Rus gelişmesini önlemeye çalıştığı gibi kavmiyetti düşüncelerini İslâm potasında bir türlü eritemeyen İran'ı da Hazar denizine geçirebileceği bir donanmayla rahatça uslandırma imkânını elde etmiş olacaktı. Bunun derhal yapılması şu sebebten iktiza etmişti; Ruslar, Moskova bölgesindeki ormanlardan ilerlemiş, Çar Vladimir'in torunlarından 5. İvan Vasiiiyeviç Kazan ve Astrakan'ın alarak Kırım'a doğru yol aldığını göstermişti. Siyasî durum böyle olduğu gibi ticarî ulaşımlar da ayrıca daha kısa yoldan yapılmış olacaklar en önemlisi bu yol Osmanlı'nın tahtı idaresinde olacaktı.
Fakat Kırım Han'ı; Ruslarla, Osmanlı Devleti arasında bir tampon olduğunu düşünüyor böyle bir kanalın yapılmasının bu iki devlet arasındaki meselelerde kendisini tesirinin azalacağına kail olarak bu teşebbüse karşı çıktı. Bu arada İvan, Astrakan bölgesinde Osmanlı askerine âni bir baskın yaptı bu baskın duyulunca kanal İşince çalışmaya başlayan amele aletleri bırakarak her biri bir tarafa dağıldı. Bu arada bir çok kitaplarda bu kanal işlerine, dîni İslâm'ın tatbik kabiliyyetinin mümkün olmayacağı yerlere yerleşmeme eğiliminin sebeb olduğu iftiraları da yer alır.
Şunu deriz ki kâinatı muazzamayi yaratan kudret sahibi Allah (C.C.)'dür, mülkün sahibi o'dur O'nun indinde tek din ise İslâm'dır. Mülkün her tarafı O'nun olduğu gibi, din de her yerde tatbik edilebilir. O zamanın ve bu zamanın bütün âlimleri bunu bilir. Bu, dinin bilhassa İslâm dininin terakkiye mâni olduğu inancını yaymaya çalışan İslâm düşmanlarının bir çalışmasından ve iftirasından başka bir şey değildir. Bunu kitaplarına tasdik mahiyyetinde alanlarda o İslâm düşmanlarından farksızdırlar. Yok o zaman böyle söylendiğini bunu aktarmak için yazdıklarını söylerlerse en azından bizim âciz açıklamamız gibi bir açıklama yapmaları icab ederdi. Çünkü Cenab-ı Mevlâ, müçtehitler göndererek İslâmî meselelere qö-
" ü vagd buyurmuştur. Buna inanmak her mü'minin vazif i asliyesidir. Velhasıl bu kanal işi siyasî entrikalarla bozulmuştur. Dîni bir kaygı yüzünden gerçekleşmemiş değildir deriz-
Yemen Kıtasının Fethedilmesi
Yemen ülkesi Kaanuni devrinde Cebeli Yemen taraflarından kaynaklanan bir Zeydiye hareketine sahne olmuştu. Zeydiye kabilesinin kurucusu olan Şemseddin bin Ahmed kendi neslini Hz. Hüseyin dolayısıyla Hz. Ali (R.A.)'a isnat ediyor ve böylece Emirülmü'minûn unvanlarını kullanıyor idi. Zeydiye namı Üçüncü İmâm denilen Zeynel Abidin bin Hüseyin (R.A.)'ın kardeşi Zeyd'e mensub olup ehli sünnet ve'1-cemaat ile Zeydiyeler arasındaki akâid ihtilâflarına bağlıydı. Bunlara Mu'tezile denilir. Hicrî 945/Milâdî 1539'da Hadim Süleyman Paşa tarafından Zeyd ve Aden zaptolunmuş idi. Mustafa Bey buraların idaresine tayin edilmişti. Fakat Ta-az kasabasına yapmış olduğu fetih harekâtı akim kalmıştı. Azledilen Mustafa Bey'in yerine Mustafa Paşa tayin kılınmıştı. Onun halefi Veyis Paşa; Zeydi'lerin imamı olan Şerafed-din'in iki oğlu arasında vukubulan ihtilâftan istifade ederek bunlardan Mutahhar'a yardım ederek Taaz kasabasını ele geçirmiş oldu. Hicri 951/Milâdî 1545. Ancak bu Taaz kasabasını alan Veyis Paşa bir müddet sonra Öldürüldü. Bu öldürülmenin sebebi Veyis Paşa'nın gösterdiği çok şedid bir idare idi. Ancak fazla vakit geçmeden Çerkeş Özdemir Paşa bu suikastın hesabını sordu. Hazreti Padişah namına San'a yi da feth eylemişti. Veyis Paşanın ödürülmesi haberi dîvana eri-Şİnce yerine Ferhad Paşa tayin olundu. Ferhad Paşa Yemen askerlerinin yeni bir isyan hazırlamakta olduğunu görünce °nları şiddetle tenkil etti ve asayişi iade etti. Ferhad Paşa İstanbul'a çağırılması üzerine yerine Özdemir Paşayı bıraktı.
Özdemir Paşa yedi yıl kaldığı Yemen'de yedi kaleyi teslim alarak kıt'ada asayişi sağladı. Buraların idaresini Mustafa Paşaya verdikten sonra Nil nehri boyunca uzanan bir fütuhata otuzbin kişilik bir kuvvetle koyulmuş ve bu hususta Kaanu-ni'nin müsadesini almıştı. Bir çok yerleri feth edip bir çok kaleler yaptırmış fakat ömrü hitam bulmuş vefat eylemişti. Bu zatı muhteremin mezarı sonradan değerli evlâdı Özdemi-roğlu Osman Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Yemen Beylerbeyliğine tayin kılınan Kara Şahin Mustafa Paşa daha sonra ise Mısır Valiliğine tahvil edilmek suretiyle Mahmud Paşa tayin olunmuştu. Bu Mahmud Paşa «Taaz» şehrini merkez yapıp «Hab» kalesini muhasara edip eskiden beri bu kalenin sahipliğini yapan Nazarı ailesinin reisini hile üe yanına çağırıp öldürttü, kaleyi zapt etti. Bu bütün kıtadaki araplann nefretine sebeb oldu. O sırada Mahmud Paşanın İstanbul'a çağırılması ve yerine Rıdvan Paşanın gelmesi, durumu görüp Bâb-ı Aliye tafsilâtlı bir rapor göndermesi diğer taraftan Mahmud Paşa da vilâyetin iyi idare edilebilmesi için Yemen kit'asının İkiye taksimi icab ettiğini bildiren bir rapor vermişti.
Bab-ı Alî bu raporları görüşmüş ve San'â merkez olmak üzere iç ve dağlık bölge San'â Beylerbeyliği Hasan Paşa'ya, «Zebid» merkez olmak üzere Yemen Beylerbeyliği Murad Paşaya verilmişti. Rıdvan Paşaya azledilmek düşmüştü. Bu durum otoriteyi ikiye böldüğü gibi kuvvet parçalanmasına da sebeb olmuştu.
İmam Mutahhar ilk önce Hasan Paşanın üzerine yürüdü. Hasan Paşa mağlûp olduğundan, Mutahhar bütün Arap kabileleri ile birleşmiş, Murat Paşanın üstüne yüklendi. Murat Paşa da mağlûp olunca Yemen kıt'ası elden çıkmış oldu. İmam Mutahhar; Halife ve Emirülmü'minin unvanlarını alarak adına hutbe okutup ilâni istiklâl eylemişti.
Daha yukarı satırlarda yazmıştık. Nil boylarında vefat eden Özdemir Paşa aynı zamanda San'â fâtihiydi. Şimdi İmam Mutahhar'ın elinden gerek Yemen gerekse San'a'yı kurtarmak bu zatın oğlu olan ve anne tarafından Abbasî hanedanına mensubiyeti olan meşhur Özdemiroğlu Osman Paşa'ya verilmişti. Özdemiroğlu Osman Paşa Hızır Hayreddin reisin 17 gemisine süvari ve piyade askerieriyle binip Mekke'nin limanı olan Cidde'ye geldi. Süvarilerini hemen Ye-men'e gönderdi, kendisi de piyadelerle kızıl denizi geçip Hu-dey'de limanına çıktı. «Zebidû şehrinde çaresiz oturan Hasan Paşa Kahire'ye gönderip, kendisi hiç duraklamadan Taaz üzerine yürüyüp Zeydflerin elinden orayı aldı. Beri taraftan Sinan Paşa, yanına gelen Hasan Paşanın Özdemiroğlu Osman Paşanın aleyhindeki tezvirlerini dinleye dinleye \e-men'deki Kahire kalesini kuşatmakta olan Özdemiroğlu Osman Paşanın yanına geldiler. Kaleyi feth ettiler, fakat İmam Mutahhar kaçırıldı. Evet Yemen yeniden Devleti Osmaniy-ye'nin tahtı idaresine geçiyordu. Hicrî 975/Milâdî 1569.
Hasan Paşa yolda Sinan Paşaya anlattıklarıyla tesir ettiğini sanıyordu, aslında Sinan Paşa serasker unvanıyla bu vazifede olduğundan Özdemiroğlu Osman Paşanın muvaffakiyetini çekememiş hem de kendi rakibi Lala Mustafa Paşanın taraftan olan Osman Paşaya zaten kızıyordu. İşin daha enteresan tarafı Lala Mustafa Paşa Sokullu Mehmed Paşanın akrabası olduğu halde onu sadrazamlıkta rakibi olarak sayıyordu. Kendisini üstüne üstlük Lala Mustafa Paşa çok kıymetli bir asker oluşunun yanında Hazreti Padişah tarafından da tutuluyordu. Seviliyordu diyemeyiz çünkü bu Padişahlar sevgiyi ancak devlete gösterirler. Diğer vazifeliler devlete hizmet ettikçe tutulurlar, yaptıkları bir hata devlete zarar getirirse hayatlarını kaybederler. Bu mekanizma böyle yürüdüğü için Devleti Osmaniyye 622 sene payidar olabilmiştir. Sokullu'nun sadrazamlığı elinde tutması Padişahın onu sevmesinden değil, damat olmasından değil devleti İslâmiyye'ye hakkıyla hizmet etmesindendir. Rakiblerinîn mücadelesi o hizmet istikbalini göstermeyip bazı şahsî kin ve garazlara dayalı olduğundan Padişah ne kadar tutsa da, sadrazamını devirme kararı alamazdı.
Bu muhaliflerin bulunması ayrıca sadrazamların vazifelerine çok itina göstermelerini temine yarayan bir tazyikte saymak mümkündür. Hazreti Padişah Sokullu'da bir hata ve onun yerine geçecek bir damad görseydi pençesini vurur Sokullu filân demez kenara atardı. Hayatının sonuna kadar bu sadrazam'la saltanatını bitirmesi takdirinin müsbet olduğunu gösterir.
Özdemiroğlu Osman Paşa, Sinan Paşayla çekişmektense idareyi ona bırakıp derhal İstanbul'a döndü. Özdemiroğlunun İstanbul'a dönmesinden sonra Sinan Paşa Yemen'deki Zeydi hareketini tamamen yok etmeğe matuf çalışmalarla geçirdi. İmam Mutahhar itaatini bildirdi ve bu gaile bitmiş oldu. Hicrî 976/Milâdı 1570.
Kıbrıs'ın Fethi
Padişah 2. Selim tahta geçmeden evvel dahi Kıbrıs adasının feth olunmasını vaz geçilmez bir aşkla istiyordu. Çünkü çok iyi biliyordu ki Akdeniz'in ortasında tam bir ikmal ve Ak-denizj tarassut eden stratejik döneme haiz bir ada idi. Bir çok tarihler Hazreti padişahın Konya Valisi iken kendisine hediye olarak gemiyle gönderilen atlan, Kıbrıs adasın! üs olarak kullanan korsanlar tarafından söz konusu geminin zaptı ve neticede atların kâfirlerin eline geçmesini bir türlü hazmedeme-mişte, bunun imtikamını almak için yanıp tutuşuyormuş! Bakiri Allah aşkına şunların yazış tarzına... Yahu insafınız kurusun, atlar gitti diye üzülünmez mi?
Ayrıca İlâyı Kelimetuliah için dünyanın üç kıtasında yedi , e nice can verip şan alan Devleti Osmaniye Kıbrıs dasını bundan hariç mi tutacaktı? Hele, hele Ski Cihan Sererinin mübarek halası o topraklar üzerinde medfunken, yine binlerce İslâm şehidinin kanlan ile o tarihler dokuz asır evvel suladıkları mezkûr adayı, İslâm devletinin devamı olan bu ecdad, Ada'y1 küffara mı bırakacaktı? Şüphesiz ki hayır. Belki korsanların bu tal'ani adanın ehemmiyyetini his ettirmiştir. Vakti saati gelince de icab eden yapılmıştı.
Padişah, Kıbrıs üzerine yapılacak bu sefere en mümtaz komutan ve beylerbeyleri ile donanmanın büyük bir bölümünü vazifeli kılmıştı. Karaya çıkacak kuvvetlerin komutanlığına Lala Mustafa Paşa, Piyale Paşa Donanma komutanlığına, Müezzinzâde Aii bey donanma ikinci komutanlığına ayrıca Anadolu Beylerbeyi İskender Paşa, Hasan ve Behram Paşalar, Halep sancak beyi Derviş paşa, Rumeli taraflarından Tır-hala, Yanya, Elbasan, Mora sancak beyleri tayin emirlerini alınca hemen vazife başına koşmuşlardı.
Donanmayı hümayun üç filoya taksim olunmuştu. Birinci Filo, Mart ayında Murat Reis, Nisan ayında Piyale Paşa, Mayıs ayında ise Müezzinzâde idaresinde denize açılmıştı. Donanma cem'an 360 parça gemiden mürekkepti. Bu gemiier, top, gülle, cephane, atlar, arabalar, erzak velhasıl bir orduyu tüm teçhizatı ve askeri ile adaya Limasol iskelesi önünde demir atan donanma hiç bir güçlükle karşılaşmadan asakiri Is-• lamı karaya çıkardı. Limasol'a yakın Leftari kal'ası yapılan -teslim çağırışını kabul ettiğinden, Lala Mustafa Paşanın talimatı üzerine kimsenin can, mal ve ırzı müslümanlardan bir zarar görmedi.
Leftari kal'asının mukavemetsiz teslim olduğunu gören Ve-nediklüer, müslümanların kal'aya girmemelerinden fırsat bu-'arak kendi dindaş ve vatandaşlarını kılıçtan geçirip, kadın ve çocukları adanın içlerine kaçırdılar. Bu durum karşısında Lala Mustafa Paşa bir harp dîvanı topladı. Piyale Paşa işe Magosa limanından başlanması reyine bulunduysa da Lala Mustafa Paşa adanın merkezi olan Lefkoşa'nın muharasi reyinde bulundu ve bu rey'e itibar olundu.
Lefkoşe'nin Muhasara Olunması Ve Fethi
Lefkoşe kalesi çok metin bir kale olup Sultan Selim Han'ın cülusunu müteakip niyetini tahmin ettikleri için kalayı bir kat daha tahkim ettiler. Adanın müdafaasında İtalyan, Arnavud, yerli Rumlar vazife almış, sayıları onbinden ziyade idi. Lala Mustafa Paşa deniz kıyısından şehre kadar olan sahrayı ongun içinde emniyete almış ve kafi muharasaya Temmuz ayının sonunda bilfiil başlamıştı. Osmanlı ordusu bu savaşa yüzbin kişilik kuvvetle girmişti. Lefkoşe kal'ası yedi burçtan müteşekkil olduğundan, beher burcun karşısına birer kumandan tayin etmiş orduyu yediye taksim etmiş ve her fırka emrine yedişer top vermişti.
Muhasara yedi hafta devam etmiş ve bu sırada gerek orduyu hümayuna vaki olabilecek saldırıyı karşılamak gerekse adaya gelmesi muhtemel yardımların önünü kesmek için piyale Paşa 42 gemi ile Türk gölü haline gelmiş olan Akd-niz'de bir aşağı bir yukarı volta atmıştı.
Öte yanda meşhur amiral Kılıç Ali Paşa, Tunus'tan ben-i Hafs Emirini kovmuş ve mezkur şehri tspanyolardan da kurtarmış ve limandan çıkıp üzerine gelmekte olduğunu haber aldığı dört aded Malta kadırgasını aslan pençesi gibi vurduğu bir darbede ele geçirmiş ve bu gemilerden aldığı bayrakları Hazreti Padişaha göndermiş bu muzafferiyetten çok mahzuz olan Halife-i Rûyizemin gelen bu bayrakları Kıbrıs'ta cihad
10.1 , İslâm ordusuna gönderilmesini irade buyurmuştu. Ba-h's konusu bayraklar Lala Mustafa Paşa'ya varınca bu zat bavrakların Kıbrıs müdafilerine gösterilmesini emir buyurmuştu. Bayrakların gösterilmesi İslâm ordusunun kuvveİ mâneviyesini arttırmış buna mukabil küffan çaresizliğe itmiş ve böylece başka yerde kazanılan zaferin düşmana bidiril-rnesinin ne kadar faydalı olduğu bir daha meydana çıkmıştı. Çünkü bu taktik üç burç'un teslim alınmasına vesile olmuştu.
Bu burçlar Tripoli, Kostanza, Podakataro idi. Ertesi günü Derviş Paşa kuvvetleri kuvvetli bir hücumla Lefkoşe'yi İslâm bayrağına ram etmişlerdi. Lefkoşe'nin düşmesi, Baf ve Girne'nin hemen yelkenleri suya indirmesini intaç etmiştir. Lefkoşe'deki Ayasofya Kilisesini Cami'ye tahvil eden serasker Lala Mustafa Paşa burada Cuma namazını eda ettikten sonra hiç durmamış ve Magosa'ya doğru yürüyüşe geçmiş ve gerek limanı gerekse kaleyi topa tutarak tahtı muhasaraya almıştır.
Kış yaklaştığı için Piyale Paşa donanmayı alarak İstanbul'a dönmüş ve Lala Mustafa Paşa Magosa'nın muhasarasını gevşetmeksizin baharın gelmesini beklemeye başlarken muazzam istihkâm ve siperler yaptırmaya başlamıştı. Serasker öyle siperler kazdırmıştı ki âdeta bir cadde genişliğindeki bu siperler ata binmiş bir adamın siperde yürürken görüne-meyecek kadar da derinlikteydi.
Magosa müdafileri bahar gelince halkı kaleden çıkardılar. islâm ordusu kaleden çıkan sivil halka en ufak bir müdahalede dahi bulunmadı. Halbuki okuyanlarımız çok iyi hatırlayacaklardır ki Cennetmekân Abdülhamid Han Hazretlerinin son anda «Hukuku tahtı şahanemde kalmak üzere 60 yıl İngitere nükümtine kiraya veriyorum» ibaresini ekliyerek onayladığı anlaşma neticesinde bugün 1948 senesinden beri hak iddia edebildiğimiz Kıbrıs Türkleri 1974 Kıbrıs çıkartmasından evvel Rum askerinin ne büyük zülmuna maruz kalmıştı. Kâfir böyledir, biz müslümanlar ise bu mevzuda hâlâ ecdadımız gibiyiz. Her ne hal ise biz Magosa'nın düşmesini anlatmaya devam edelim.
Bütün kışı mahsur olarak geçiren kale halkı dayanma gücünü kayb etmiş ve kaleden ayrılmışlardı. Kalede Kumandan Brakadino idaresinde beş bin Venedikli ve 2.500 eli silâh tutan yerli asker kalmış ve müdafaaya devam etmeye başlamışlardı. Gerek kalenin sağlamlığı gerekse Brakadino-nun iyi asker olması akıbeti biraz daha geciktirdi, fakat kâfire kurtuluş imkânı vermedi. İslâm askeri çok şiddetli hücumlarla kaleyi adeta bir çakıl yığını haline getirdi. Bir seneye yaklaşan muhasara İslâm askerinin elli bin şehid vermesine müncer olmuştu. Bütün müdafa imkânları tükenmiş Brakidino beyaz bayrağı sallamış ve civanmert Osmanlı Devleti bu teslim bayrağını görmemezlikten gelmemiş ve düşman komutanının teslim şartlarını görüşmeyi kabul etmiş ve söylediği bütün şartları kabul edilmiş hatta askerlerin silâh ve eşyalarını dahi alabilme şartı da kabul edilen şartlardan olduğu gibi kendilerine 15 adet de gemi tahliye için tahsis edilmişti. Askerler gemiye binmişler yıkılmış şehrin anahtarlarını ben teslim etmek üzere orduyu hümayun'a geleceğim haberini gönderen Brakidino yanında beş komutan ve üçyüz askerle, Serasker Lala Mustafa Paşa'nın otağına geldiler. Savaş üzerine yapılan bir kaç kelimelik konuşmadan sonra Lala Mustafa Paşa, nakil işleminde kullanmaları için kendilerine verdiği 15 gemi ve mürettebatın geri gelmesini temin babında neyi kefil gösterebileceklerini soruverdi.
Cevap çok vahim ve müthişti. »Anlaşmada buna dair bir kayıt yok.»
Lala Mustafa Paşa bu cevap üzerine üç komutanın kendi-sjne rehin bırakılmasını istedi. Brakidino bu sefer daha küstah bir tavırla aynı cevabı tekrarladığı gibi üstelik Paşa'yı ahde vefasızlıkla itham etti. Sinirlenen ve 15 gemi ve onun mü-rettabının âkibetini bir an için göz önüne getirerek derhal emir verdi. Bunların hepsini kaldırın! Bu emir yetmiş ve hepsinin kaydı hayat defterlerinden silinmişti. Türk dostu diye tanıtılan Lamartin ki aslında koyu bir İslâm düşmanıdır, biz müslümanların beğendiği her şeyi kötü görmüş, beğenmediğimiz her şeyi iyi görüp bize tavsiyye ve onore etmeye kalkmıştır. O dahi gemiler meselesinde Lala Mustafa Paşa'ya hakverir tarzda mütalâa beyan ederken yine de bu hareketi meşhur «San Bartellomei» katliamına eş tutarak tiyniyetini ortaya koymuştur.
Tarihler Hicri 978/Milâdî 1570 yılı Kıbrıs'ın tamamının devleti Aliyye'ye bağladığını ilânla mükellef kılınmıştı. Böylece Hala Sultan göğe uzanan minareleri, okunan Ezan-ı Mu-hammediyye'yi ve bu uğurda şehid olan her müsiümanı mevkii mualâsından ve bugün orada din-i mübin için nöbet bekleyen mücahid ve Mehmetçikleri ruhu mânevisiyle muhafaza ederek memnun olarak seyretmektedir.
İnebahtı Deniz Muharebesi
Kıbrıs'ın fethi bütün hırıstiyan âlemini büyük bir müzüntü-ye gark etmişti. Papa dîni otoritesini kullanarak Kıbrıs'ı kaybetmenin acısını mutlaka Osmanlı Devletinin üzerine yapılacak bir Haçlt seferiyle ve müslümanlan perişan edecekleri bir hücumla teselli edebileceği fikrini yaymaya başlamıştı. Bu Haçlı seferi Osmanlı Devletinin kuruluşundan bu yana onu-ÇÜncü seferiydi. Bu seferin yarısının masrafı İspanyollar, diğer yarısı ise Venedik ve Papalık tarafından karşılanmıştı. Bu sefere mukaddes ittifak denilmişti. Ikiyüz kadırga yüz sefine
ile ellibin piyade asker, beşbin deniz askeri ile mükemmel bir Haçlı ordusu teşkil etmişlerdi.
Haçlı ordusu mukabilinde Osmanlı ordusu şu kuvvetle çıkmıştı. Müezzinzâde Ali Paşa idaresinde kadırga, kalyon ve sefine olarak üçyüz parça idi. Cezayir Beylerbeyi Kılıç Ali Paşa, Trablusgarp Beylerbeyi Cafer Paşa, Hayreddin Paşazade Hasan Paşa, Müezzinzâde'ye yardımcı olarak vazife almışlardı. Ayrıca donanmada istihdam olunan kara askerine Pertev Paşa kumanda ediyordu. Düşman donanması ile Mora sularında Leponta müslümanların ise İnebahtı dedikleri mevkide karşı karşıya geldiler. Savaşın ilk anlarında Müezzinzâde şehadet şerbetini içmiş ve onunla beraber İkİyüz kadar gemi ve binlerce mücahidimiz perişan olmuştu. Kılıç Ali Paşa deniz kurdu olduğunu bir kere daha ispat etmiş, yapmış olduğu mükemmel ve akıl almaz manevralarla hem hissesine düşen düşmanları kahretmiş hem de emrindeki gemileri selâmet sahiline ulaştırabilmişti. Osmanlı Devleti bu bozgunu çok üzücü bir olay kabul etmiş, Hazreti Padişah günlerce üzüntüden uyuyamamış savaş şehîdleri için Cenab-ı Hakk'a teveccüh eylemiş şehadetlerinin kabulü için göz yaşlan içinde arzı niyaz eyleyip taki Kılıç Ali Paşanın donanmanın bir bölümü ve islâm askerinin ekseriyyetini sağ salim Dersaadet'e getirebilmesi üzerine biraz teselli olabilmişti. Hazreti Padişah kendisini kucaklamış ve Kaptan'ı Deryalık makamını ve aslında üluç Ali Paşa olan lâkabını Kılıç Ali Pa-şa'ya tahvil olunmuştu.
Devleti Osmaniyye'nin bu mağlûbiyyeti üzerine az bir müddet sonra Sadrazamı ziyaret eden Venedik elçisi bir ara Osmanlı donanmasının uğradığı mağlûbiyetten söz açınca şahane Veziriazam Sokullu Mehmed Paşa «Siz İnebahtı'da donanmamızı yakmakla sakalımızı traş ettiniz, Devleti Aliy-ye sizin elinizden Kıbrıs adasını almakla kolunuzu kesti, bildininiz gibi kesilen sakal daha gür çıkar, fakat kesilen bir kolun yeniden çıktığı görülmemiştir», diyerek nefis bir cevap vermiştir.
Sokullu Mehmed Paşa derhal nezdi padişahiye giderek donanmanın eksikliğinin giderilmesi için iradei seniyye taleb etmiş ve Padişah da aynı fikirde olduğundan derhal icabını icrasına ernrü ferman çıkarmıştır.
Bu ferman iktizasınca Kılıç Ali Paşayı çağıran Veziriazam yüzellisekiz parça gemi yapılmasını bunun yüzelisinin kadir-qa, sekizinin büyük ebat'ta sefine olmasını ve altı ay sonunda denize çıkmasını talep etmişti.
Müddetin kısalığı, malzeme azlığı bir an için Kaptan-ı Derya Kılıç Ali'yi şaşırtmış ve nasıl yapacağız şu eksik, bu yok diye saymaya başlayınca Sokullu, Ali Paşa'yı susturup: «Paşa., Paşa, devleti aliyye o mertebei kudret ve servete mâlikdir ki, gemileri demirlerini gümüşten, halatları ipekten, yelken-lerl atlastan yaptırabilir.
Bu sözler günümüz tabiriyle Kılıç Ali Paşa ve tersane işçilerine bir doping olmuş hakikaten tam altı ayda yüzellisekiz parça gemi Türk gölü Akdeniz'de süzüle süzüle volta atarken dost ve düşman hayret ve şaşkınlık içinde takdirlerini gizleyememişti.
Burada şunu dikkatlere sunmak isteriz. Ey benim aziz mi-letimin değerli evlâtları diyen zihniyete bakınız. Bu zihniyet tarihleri bundan 410 sene evvel altı ayda 158 gemiyi denize indiren zihniyyetin bir devamıdır, kendi harp sanayii'ni kendi evlâtlarına kurdurma zihniyetidir. Yoksa bu memleket içinde fabrika kurma müsadesi verme zihniyeti değildir. Son yetmiş yıl içinde iki tane dünya harbi gören ve hele bu ikincisinden 34 sene evvel çıkan Almanya'ya bugün bir milyon kardeşimiz gitmiş orada idamei hayat ediyorlar daha acısı bu ülke bugün onların gönderdikleri dövizleri mutlaka hesap etme
durumuna maruz kalmıştır. Diyoruz ki bu gün bundan Milâdî olarak 410 sene evvel 6 ayda 158 gemiyi denize indirecek zihniyyete dönmeden İslâm milletine kurtuluş gözükmemektedir. Bunu söyleyen zihniyyet en azından bunu gerçekleştirmeye niyetli zihniyettir. Bu zihniyyet manevî değerlerin kıymetinin ancak İslâm'da mündemiç olduğunu söyleyen zihniyettir. Ve bu milli görüş ve milli şuurdur.
Venedik İle Sulh Antlaşması
Donanmayı Hümayun açık denizlerde kendini gösterince İstanbul'da bulunan Venedik elçisi, devleti tarafından derha! bir sulh imzalamaya memur edilmişti. Görülüyorki kuvvetli olmak bir mağlûbiyete rağmen rakibi sulha çağırma imkânı veriyor. Bu anlaşmaya çok dikkatli bakmak icab eder. Bütün Avrupa devletleri anlaşma olduktan sonra müttefikan şunu söylemişlerdir. Bu anlaşmada mağlûp taraf galip gibi, galip taraf mağlûp gibi masaya oturdular. Bu sözler bize, Birinci Cihan Savaşında müttefiklerimizin mağlûp ve münhezim olarak savaştan çekilmelerine bağlı olarak hiç bir mücadeleyi bariz olarak kaybetmeyen Devlet Aliyye sulh müzakerelerine mağlûp taraf olarak oturtulmuştur. Bunun sebebi yeni bir müdaleye girecek gücünün kalmamasından olduğu aşikârdır. Böylece meşhur atalar sözü burada bir daha zikredilirse yenidir.
«İstersen sulhu salâh, hazır ot cenge.»
Şimdi söz konusu antlaşmanın şartlarını buraya zikretmeyi lüzumlu gördük. Yedi maddeden teşekkül eden antlaşmanın ilk maddesi; Devleti Aliyye'nin Kıbrıs Savaşı sırasındaki üç-yüzbin duka taktir olunan harp masrafını Venedik Cumhuriy-yeti üç senede ödeyecektir. İkinci madde Venedik Cumhuriyetinin mevki harpte ele geçirdiği Devleti Aiiyye'ye ait toprakları iade edeceği üçüncü madde Zanta'nın tasarrufundan
Devleti Aiiyye'ye senevî olarak ödenen beşyüz dukalık verginin binbeşyüz duka'ya çıkarılmasına dördüncü madde Ka-anuni Sultan Süleyman Hazretlerinin daha evvel imzalayıp bahş eylediği şartlar riayeti 2. Sultan Selim'in de yerine getireceği, beşinci madde Kıbrıs'ı tasarruflarından dolayı Devleti Osmaniyyeye senede sekizbin duka tutarındaki verginin Kıbrıs'ın Osmanlı Devletine geçmesi yüzünden kaldırılmasına, altıncı madde Deveti Aliyye ve Venedik'in Arnavutluk'da ve Dalmaçya'da mutasarrıf oldukları bölgede eski hududlarına çekilmeleri yedinci ve son madde ise; iki tarafın da muharebe esnasında tazmin olunabilecek mal, emtia ve sefinelerin tazmini hususuydu. Bu antiarna imzalandığında tarihler Hicrî 981 /Milâdî 1573 yılını gösteriyordu
Tunus'un Feth Edilmesi
Bu muahede imzalandıktan sonra Fransa Kralı Şarlken'in evlâdı mânevisi İspanya Kralı Don Juan, Tunus'u zapt etmişti. Kıbrıs'ın fethinden evvel Tunus'u Kılıç Ali Paşa feth etmişse de bu fetih yalnız şehir merkezine raci idi. Vakit olmadığından şehrin etrafını İspanyolar'dan temizleyememişti.
İnebahtı ve donanmanın yeniden tanzimi için geçirilen zaman zarfında İspanyollar yeniden Don Juan'ın talimatıyla Tunus'u yeniden ele geçirmişlerse de 200 gemi ile Tunus'a gelen Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa Tunus'u yeniden ve bu sefer esaslı surette feth ederek Osmanlı sancağını uzun yıllar dalgalandıracak biçimde semalara yükseltmişti. Bu fetihte ..Sinan Paşanın tecrübe ve azmi çok iyi netice alınmasına vesile olmuştur. Hicrî 982/Milâdî 1574
Şeyhül İslam Ebü-Süüdefendi'nin Ve Hazreti Padişahın Vefatı
Sekiz buçuk yıl süren devri saltanatında Sokullu gibi Sadrazamı Şeyhü! İslâm Ebu-s Suud Efendi gibi bir büyük âlim'in varlığı sayesinde huzur İçinde hüküm sürmüş fakat diğer tarihlerin yazdığı gibi devlet işlerine bakmamış değil bilhasa çok dikkat etmiş ve tıkır tıkır işleyen çarkı aksatmamak için hislerine hakim olabilmiş ve bu hususta silik bir şahsiyyet gibi görünmeye itina göstermiştir. Devri saltanatında bir çok fetih ve savaşlar olmasına rağmen hiç sefere çıkmayan padişah unvanını almıştır.
Çok sevdiği ve babasının bergüzarı Ebu-s Suud Efendinin vefatı kendi üzerinde büyük üzüntüler tevlit etmişti. Bu üzüntüler artık bir dalgınlık halini almış tam bir derviş hayatına intibakına vesile olmuş sarayı bahçesine kurdurduğu rahleye oturur ve aralıksız Kur'an-ı Kerim tilavet eder, Devleti Osma-niyye'nin bekasının bu kitabı mübine ittibada gördüğünü musahiplerine en samimi hislerle meşbu olarak söylerdi. Bir gün hamamda ayağı kaymış ve başını yere çarpmış ve oniki gün sonra bir an bile gafil olmadığı Yüce mevlâ'nın dön emrine uymuştu.
Hazreti Padişah 52 yılık ömründe sekizbucuk yıl tahtı Os-mani'de San Selim lâkabına hangi hainin eklemek istediği meçhul olan sarhoş lâkabı ona karşı yapılmış en büyük haksızlıktı. Belki tasavvuf ehli olduğundan meşguliyeti bu âlemin dışında olmasından gelen sermestliğindense ona da sarhoşluk denmeyeceğini tasavvuf erbabı daha iyi bilir.
Orta boylu, mavimsi gözlü, sarışına yakın kumral sakallı olan 2. Selim, altısı erkek, üçü kız olmak üzere dokuz evlât,bunlardan kendi yerine üçüncü Murad unvanıyla geçecek olan Veliahd Şehzade Manisa Valisiydi.
2. Selim zamanında bazı devlet reisleri şunlardı: Almanya'da Maksimilyen, İngiltere'de Kraliçe Elizabeth, İran'da Sah Tahmasb, Rusya'da Korkunç İvan, Fransa'da 9. Şarl ve 3. Hanri, Papalık Makamında ise 13. Gregor vardı.
Hazreti Padişah Ayasofya camiindeki türbesinde kabir hayatına devam etmekte ve İnşaallah kabri Cennet'i âlâ'ya açılan bir kapıdır.
Aziz Padişahımız nûr içinde yat, Cenabı Mevlâ'nın rahmeti, peygamberizîşânın şefaati üzerine olsun.
Sultan 2. Selimin Hanımları Ve Çocukları
2. Selim'in hanımları meselesi biraz karışıktır. Bu hâli oğul 3. Murad'da da görmek kabildir. Sultan 2. Selim'in Nurbânû sultan isimli hanımı adetâ tek çiçekle bahar geçiren kimsenin durumunu çağrıştırıyorsa da, tabii ki vaziyet öyle olmayıp, hanedan da olsa, aile mahremiyetine haylice önem vermekten kaynaklanmaktadır. Nurbânû Sultan hakkında yahu-di ve italyan olduğu hakkında rivayetler varsada, Öztuna bey yahudilik isnadının da doğru olmadığını ileri sürüyor. Nurbânû Sultanın doğum târihi Öztuna tarafından 1530 olarak gösterildiği gibi vefatı da, 7/aralık/1583 olarak işaret edilmektedir. İzdivacını 2. Selim ile 1545'de Konya'da yaptığını da ileri sürmektedir sayın Yılmaz Öztuna.. Evlilik müddetleri 29 yi] sürdü. Nurbânû Sultan valide, daha sonra padişah olan şehzadesi 3. Murad'ın annesi olarak vâlidelik makamında 8 sene, 11 ay, 23 gün ömür geçirmiştir. İsmihan ve Fatma Sultanhanımlarında annesidir. Bir çok hayır ve hasenatın sahibidir. Vefatında cenazesi Fâtih Camiinden kaldırılarak, Ayasofya Camii avlusunda kocası, 2. Selim'in türbesinde toprağa verildi. Çağatay CJluçay, bu sultanhanımdan başka Alderson adlı şarkiyatçının KaleKartamou ve adını veremediği bir hanımdan da söz ettiğini ifade ederek bir hatırlatma yapmış oluyor. 2. selim'in kız çocuklarına gelince; İsmihan, Şah, Gevherhan ve Fatma sultanhammlar olup, bunlardan İsmihan sultanhanımın ünlü ve şehid sadrıazam, Sokullu Mehmed Paşanın hanımı olduğunu biliyoruz. Şahsultan hanımın ise beyinin Çakırcıbaşı Hasan Paşa olduğunu, Gevher-hân ise Piyale Paşanın hanımı olarak Fatma suitanhanim ise Kanijeli Siyavuş Paşa ile evlilik yapmıştılar. 2. Selim nân'ın erkek çocukları 3. Murad adıyla Osmanlı tahtına oturacak olan oğlu Nurbânû hanım sultandan doğmuştur. 1574'de küçük iken vefat eden oğlu Mehmed, öte yandan 3. Murad'ın cülusu ki, bu târih 22/12/1574'dür işte bu târih beş tane şehzadenin hayat çizgisinin kesildiği ve boğularak şehid edildikleri zaman dilimidir. Bunların adlan Süleyman. Mustafa, Cihangir, Abdullah ve Osman şehzadelerdir. Bunların ve bunlar gibi, nice şehzadelerin hayatlarının izale edilmesi dâima tartışılan bir mevzu olmuştur. Bizim noktai nazarımız kaderin bir cilve-i rabbaniyesidir şeklindedir. Osmanlı hanedanı mensubundan olmak ve o hanedana aid fert olmak, insanın kendi ihtiyarı ile sağladığı bir fenomen değildir. Ancak; devlet anlayışının insanı üzen tedbirleri seçmesi, his ve realizm arasında, kolayı bulunacak neticelerden değildir. Ancak bir târih anlayışı olarak bu izale emirlerini verenlerin, bizim hakaretlerimizi, hak ettiğini düşünemiyorum, bunun hesabını Allah (c.c)'e vereceklerdir. Bunun direk ile bizi alakadar olan tarafı pek yoktur, diye düşünüyorum. Kimileri; bu kutlu devletin hizmet ve varlığına olan düşmanlığını bu yumuşak karnı olan kardeş katline istinad ederek yapmak istiyorlarki bu dürüst bir düşünce ve tavır değildir
2. Selim'in Sadrıazam Ve Şeyhülislâmları .
2 Selim; gelmiş olduğu Osmanlı tahtında en büyük yardımcısı kızı ismihan Sultanhanımın kocası olan tedbirli ve akıllı devlet adamı, Sokullu Tavil Mehmed Paşaya riayet ederek tıkır tıkır işleyen devlet çarkına, müdehale etmemek suretiyle ülkesine en hayırlı hizmeti yapmıştı. 2. Selim hân, saltanatının tamamını tek sadnazamla geçirmiştir. Şeyhülislâmlara gelince kendisinin vefatından çok kısa bir zaman önce Ebussuud Efendinin vukubulan vefatı üzerine, boşalan makama Konyalı Mahmud Hamid Efendi'yi getirmiştir ve iki şeyhülislâmla, dönemini geçirmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder