SULTAN 4. MÜRAD-2-

Hüsrev Paşa'nın Azli


Devleti aliyyenin ikinci adamlığının sadrazamlık olduğu cümlenin malumudur. Ülkenin her tarafında onun emri geçer yalnız padişahın sarayının kapısından içeri adım attığında idam emri veremez. Bunun ne kadar büyük selahiyet oldu­ğunu bir an bile düşünmek insana dehşet verir. Yalnız şunu da unutmamak gerekirki, idam taşına en yakın kelle yine sadrazamların kellesidir. Yine de bu makamı elde etmek İçin uğraşanların sayısı daima birden fazla olmuştur. Bu minval üzere Hüsrev paşanın rakibi olarak selefi yâni kendinden ön­ceki sadrazam Filibeli Damad Hafız paşa milleti islâmiyeye hizmet için bu makamı yeniden ele geçirmeye gayret sarf ediyordu. Ayrıca Topal Recep paşa'da o yüce makama göz dikmişti. Şunu da gözden uzak tutmamalıki, Recep paşa da bu makama erişmek için çevirmeyeceği fırıldak, başvurma­yacağı yol yoktu.
Sipahiler Hüsrev paşa'nın muvaffakiyetsizliğini göz önüne alarak ordunun başına Hafız paşa ve Defterdar Mustafa pa­şanın gönderilmesini istediler. Hafız paşa ve Mustafa paşa bu talebin Hüsrev ve Topal Recep paşaların işbirliği şeklinde te­lakki ettiklerinden dolayı mukabil tertibat olmak üzere hare­kete geçtiler. İlk iş olarak Şeyhülislâm Yahya EfendPve Hz. Padişahın yakınlarından Hasan paşa ile temas kurdular. Bu temas neticesine bir iktidar değişikliği meydana geldi. Hüs­rev paşa'nın azil haberi ordugâha geldiğinde asker feryada başladı. Hüsrev paşa çok sert bir adam olmakla berabeı as­keriyle haşır neşir olurdu. Asker kendisiyle beraber olan ku­mandanı çok sever. Hele üstelik bu zat bir paşa hem de koca bir sadrazam olursa daha çok sevilir. Hatta Padişah 4. Murad askeriyle aynı şartlar içinde seferde bulunduğundan her as­ker kendisine sonsuz bir sevgi ile bağlanmıştır. Aynı karava­nadan yemek yemiş, onlar gibi toprak üzerinde uyumuş ve en tehlikeli yerlere onlarla beraber atılmıştı.
Asker bu tip kumandanı şüphesizki çok sever. Hüsrev pa­şa da bu hasletlerle donanmış olduğundan asker samimi ola­rak feryad-ı figan etmişti. Azil haberini getiren haberciyi Öl­dürmek isteyen askerin elinden Hüsrev paşa şu sözlerle ala­bilmişti. «Haberci, Efendimiz padişahımızın emirlerini getir­miştir. Onun kılına halel gelirse bu padişahımıza karşı bir hareket sayılır, buna ben müsaade etmediğim gibi canımı ortaya koyar onu müdafaa ederim» mealindeki bir hitapta bulundu. Asker ise; öyleyse bizde padişahımıza arzuhal ya­zar bu kararın düzeltilmesini isteriz, dediler. Hüsrev paşa ma­iyeti erkânı ile ordunun başından ayrılmış ve Malatya'ya koşmuş ve saraydan mührü hümayunu almak içir gönderilen kapıcılar kethüdasına padişahın emanetini iade etmişti. Et­mişti ama o andan itibaren Anadolu üzerinde esmeye başla­yan ihtilal rüzgârı ese ese bir top olmuş Dersaadete ulaşmış ve orada da patlayan bir bomba olmuştu.
Şöyleki; Anadolu'daki sipahilerin bir bölümü İstanbul yo­lunu tutmuşlardı. Yoldakiler gele dursun, İstanbul'daki sipa­hiler Sultan Ahmed meydanını doldurmuşlar ve Şeyhülislâm Yahya Efendi, Sadrazam Damad Hafız Paşa, Yeniçeri Ağası Hasan Halife,;Defterdar Mustafa paşa ve padişah musahibi Musa Çelebi'nin kellelerini istemeye başlamışlardı. İstan­bul'da dükkânlar kapanmış manzara yine Şehid-i Genç Os­man vakasındaki anarşi tırmanışına benziyor, korku ve telâş birbirine karışıyordu.
Bir grup isyancı, sarayın birinci kapısının önüne dolmuş; adalet yerine gelmedikçe dağılmayacaklannı beyana ve nü­mayişe başlamışlardı. İstedikleri adalet neydi? Halife-i Rûyi zemin, icra cihazında değişiklik yapmıştı. Bu onun hakkı de-ğilmi idi? BU istek bir alessultan huruç değilmi idi? Elbette haksızdırlar, adalet istiyoruz derken haksızlık ediyorlar, hali­fenin icraatına müdahale ediyorlardı. Evet, şartlar tam olun­ca İhtilal meşru olur nazariyesi ancak beşeri sistemler için geçerlidir. Seri bir devlet olan Osmanlıda bunun geçerliliği yoktur. Bunu bu sistem içinde geçerli kılmaya kalkanlar kah­rı ilahiye nizamı âlem avdet ettikçe duçar olurlar.
O gün sarayda divan toplanacaktı. Bu sırada Hafız Ahmed paşaya bir dostundan gelen haberci sarayın önü isyancılarla dolu olduğunu bu gün divana gitmemesini bildiriyordu. Bu haberi gönderen yeniçeri ileri gelenlerinden ve 4. Murad'ın çok sevdiği Bayram paşa olduğu rivayeti çok kuvvetlidir. Gelen haberciye şefkat dolu bir hitapla Bayram paşa'ya se­lâmlarımızı bildir, biz başımıza gelecekleri dün gece düşümüzde gördük, takdir neyse o olur, diyerek yanından hiç ayırmadığı üç muhafızının refakatinde sarayın yolunu tuttu. Sarayın kapısına geldiklerinde sipahiler taşlar atarak hücu­ma geçerler, Hafız paşaya isabet eden bir taş paşayı kulağı­nın yanından yaralar ve atından düşmesine sebeb olur. Fakat yanındaki koç yiğitler hemen paşalarını etten ve kemikten yapılmış bir duvarın içine alır gibi etrafını çevirip, paşalarını açılmış olan sarayın küçük kapısından içeri kaçırırlar. Bunu yapabilmeleri için paşanın üç muhafızının biri sipahilerin kar­şısına tek başına çıkıp kılıcını çekip onlarla bir meydan kav­gasına tutuşarak paşasına ve iki arkadaşına zemin ve zaman kazandırır.
Paşa ve iki muhafızın saraya dahil olduğunu görenler önle­rinde bir kale gibi dikilen kahraman muhafızı şehid edene kadar saldırırlar. O aziz şehid paşa'sına ve arkadaşlarına do-layısiyle din ü devlete vazifesinin yerine getirmiş insanların huzuru içinde şehadet şerbetini içer. Burda brlhasa belirtmek isterizki; Selçuk Kuleli adlı bir yazar kardeşimiz Tür-Dav ya­yınları arasında neşrettiği «Zorba» adlı tarihi romanda yukarı­da kısaca verdiğimiz bu olayı o kadar nefis surette romanlaş-tırmıştır ki; herkesin okuması ehemmiyetle tavsiye olunur. Ayrıca romanlaştırılmış bir 4. Murad devri bu romanda zevk­le takip edilebilir. Evet biz yine Hafız Ahmed paşa'mizın sa­rayın kapısından içeri girdikten sonra meydana gelen ahvale dönelim.
Paşa başından yaralı ve bembeyaz kavuğu al kanlara bo­yanmış, bir din kardeşinin attığı taşla yaralanmış sadrazamı­nı gören padişah o kadar üzülmüştüki, başındaki kanlan te­mizlemeden mührü hümayunu uzatan ellere bakıp «Git lala, Allah (c.c.) muin'in olsun» diyerek üzüntü içine Hafız paşa'ya saklanması için müsaade vermişti. Sadrazam bir kayıkla Üs­küdar tarafına geçmek üzere padişahın yanında ayrılmıştık!,isyancılar arz odasına kadar gelip dayanıp ayak divanı iste­diler.
Genç padişah çok cesur bir insan olduğu için fütur getir­meden ayak divanına çıktı. «Ne istersüz» diye sorduğunda kimisi onyedi kelle isteriz, kimisi Hafız paşayı ver onu pare­leriz diye bağırıyor her kafadan bir ses çıkıyordu. Gayet uya­nık bir insan olan Hz. Padişah karşısındakilerin hem konuşup hemde etrafını sarmaya çalıştıklarını his ettiğinde «Siz konuşacaktınızda beni niçün çağırısüz» deyip çevik bir hareketle dönüp yürüdü gitti. İşte bu sırada hareket yapmak isteyenleri etten ve kemikten bir dıvar meydana getirerek Önleyenler Enderun talebeleri olmuştu.
Asiler avlarını kaçırmış gibi homurdandılar ve şu sözleri dile getirmeye başladılar. «Ya Hafız paşayı verirsin yahut se­ni de istemeyiz.» Bu tehdit çok ağır ve Genç Osman mer­hum vakasını ister istemez hatırlatıyordu. Zaten ihtilaller bir­birlerinden az farklıdır, daima biri öbürünü hatırlatır. Tecrübeli Hafız paşa arz odasının kapısına gelenleri görünce Üsküdara gitmekten vaz geçmiş bir perde arkasında vaziyetin göstere­ceği inkişafı takip ediyordu. Zaten neticeyi akşam gördüğü rüyadan bilmiyormuydu? Tam ortaya çıkmak üzereydi ki, ihanet kumkuması Topal Recep paşanın şu sözlerin duydu: «Padişahım bu kulunuda isteseler ver, bin canım olsa binide uğruna feda olsun.» iki yüzlü, haris Topal'a bu asil sözler hiç yakışmıyor, o ağızdan çıktığı için bu fazilet ve yüksek ruhları anlatan bu yüksek kelimeler, asaletini kayb ediyordu. Hafız paşa meydana çıktığında neleri kurturacağını hesapladı. Bi­rincisi şehidlik mertebesine erişerek ahiretini, sevgili padişa­hını dolayısıyla rayından çıkmış devlet trenini asli yerine oturtacak adama zemin hazırlama ve nihayet az önce Recep paşanın ağzından çıkmakla kirlenen o güzel kelimelerin ihata ettiği yüksek mânayı... Bu hesabı yaptıktan sonra Hafız paşa
perdenin arkasından fırlayarak, padişahın ayaklarının dibine kapanarak «Padişahım, devlet ü din ve senin uğruna bin ha­fız kulun feda olsun. Ricam odur ki, beni siz katletmeyesüz, onların arasına salın yumruklarımla dövüşerek şehid ola­yım. Yetimlerimi merhametli nazarınıza ısmarlıyorum. Onla­rı gözeteceğinizden hiç şüphem yoktur» dedikten sonra va­kur bir yürüyüşle kapıya yaklaştı, bir işaretle kapıyı açtırdı, «Lahavle velâ kuvvete illâ billâ hil aliyyüaziym» ayeti kerime­sini okuyarak isyancıların ortasına doğru yürüdü... Dudakları kıpır kıpır ediyor, sert adımlarla ağır ağır ilerliyor ve isyancı­lar gayri ihtiyari bu yaşlı delikanlının önünden çekiliyor adeta yo! açıyorlardı... Hz. Padişah parmaklıklı pencereden veziri eniştesinin gidişini seyrediyor... Kalbindeki heyecan son had­di buluyor, çünkü Hafız paşa nerdeyse isyancıların arasından çıkmak üzere. O sırada uğursuz bir ses nurun ne durursu­nuz?»
Hz. Padişah o sesin sahibini o anda eline geçirse kuvvet simgesi yumruğu ile un ufak ederdi... Evet o uğursuz ses ce­vap almıştı: bir hain elini, devletin emektarı Hafız paşayı vur­mak kasdıyla kaldırdığı an sonradan Osmanlı Tokadı adı ile meşhur olacak olan Hafız paşa tokadı, hainin suratına patla­dığı an herifin hayat defteri durulmuş oldu. Ne varki hain bit-miyorduki, bir başkası elindeki hançerle Hafız paşayı kulağı­nın arkasından yaraladı. Paşa bu ağır darbeye rağmen yıkıl­madı, kendini yumrukları ile müdafaa ediyordu. Fakat sayı­sız hançer sayısız defa inip kalkıyor bu kıymettar vücutta oluk gibi kanlar akan yaralar açıyordu. Bu yelkenlinin yavaş yavaş sulara gömülmesi gibi Hafız paşa'da bu isyancı insan denizinin ortasında kaybolmaya başlamıştı. Padişah Hazret­leri, dişlerini sıkıyor, bir yumruğunu öbürüne vuruyor, «Hafı­zım, Hafızım» diye inler gibi ses çıkarıyorduk!, bu insanın esas konuşan yeri olan kalb'den geliyordu. Nasilki, zikre başlayan hâl ehli az sonra sadece kalbinin «Allah, Allah» di­yen sesini duyar ve duyurursa, Sultan Murad'da kalbinden gelen sesle Hafızım Hafızım diyordu. Ne güzel tecellidirki Ce­nabı Mevlâ'nın esmasindandır Hafiz kelimesi...
Biz 4. Murad'ın ruhunda kopan fırtınayı bırakıp meydanda cereyan eden facianın son demine gelelim:
Hafız paşa son olarak gırtlağından yediği bir hançer dar­besiyle yere düşmüştü. Hainlerden ismini bilmemekle tarih sayfalarının kendini bahtiyar sayacağı, adamlıktan bibehre bir adam, bu güzide vezirin başını gövdesinden ayırdı. Devle­ti aliyede cereyan eden nice faciaların en unutulmayanların­dan birinin sonunu ilan etti. Hafız paşa şehid olmuştu. Ner-den, kimin tarafından konulduğu anlaşılmayan yeşil bir örtü, aziz şehid'in üzerine örtülmüş, dünyada kalanlara şu meal­deki ayeti adeta haykırıyordu. «Allah yolunda ölenlere, şehid olanlara siz ölü demeyiniz. Onlar Allah katında hay'dırlar (diridirler}.»
Hafız paşa Üsküdar'a defnedilir. Hazreti Padişah; bu duru­mu da gördükten sonra kararını vermiştir: devlet gemisi bir sarsıntı daha geçirecektir. Bu sarsıntıyı da atlatınca artık kaptan köprüsüne kendi geçecek, gerek ecdadının gerekse tarihin omuzlarına yüklediği bu mukaddes vazifeyi emel ve arzularına göre idare edecekti. Siyasi rüştüne erdiğinde önemli bir gösterisi sayılacak olan şu hareketi yaptı. Bu gü­ne kadar şöyle veya böyle devleti idare eden Kösem Mah-peyker Valide sultanı emekli etmesi oldu. Çünkü Hafız paşa­nın elim akibetinden sonra Valide sultan'ın tavsiyesiyle iste­meyerek sadrazam yaptığı Recep paşa'yı hiç görmek dahi istemiyordu.
Burada kısa bir izah gerekti. Kanaatımızca bütün tetkik ettiğimiz tarihlerin ekserisinde Kösem Valide sultanın salta­nat sürmek için devlet adamlarıyla bilhassa vezirlerle birlik olduğunu ileri sürerler ve böylece kendisini kötülemeği yeğ tutarlar. Çocuk yaştaki bir padişahın devlet idaresini temin etmek için kuvvetli bir vâsiye ihtiyacı olduğunu hiç bir akıl sahibi red edemez. Zaten Osmanlı devletinde vezirlere Lala diye hitap edilmesindeki sırda bunda mi" ıdemiçtir. Sadra­zam bir yerde padişahın yetkilerini padişah adına kullanır ama ya o makama göz dikerse... Bu bakımdan bu devlet adamlarını daima kontrol altında tutmak için böyle sunî ta­raftarlıklara siyaseten ihtiyaç vardır. Fevkalade bir haber al­ma teşkilâtı kuran Validesultan Recep paşanın entrikaların­dan elbette habersiz değil idi. Hatta kendisini tasvip eder gö­rünerek yardımcı olduğunu his etmek mümkündür. Fakat Padişah'ın kızmasına rağmen Recep paşayı tavsiyesi «a!, kullan sonra da katlet» demekten başka mânaya gelmez. Böyle düşünmek için Validesultanın muhtedi olmasını bir ku­sur olarak görmemek yeter. Fakat bazı tarihçiler; sakim dü­şüncelerinin esiri olarak, yok efendim Rus asıllı, yok Rum gi­bi ithamlarla asla sorumlu olmadığı nesebiyle yargılanmış ve tarih içinde en hırpalanan bir Osmanlı annesidir. Torunu 4. Mehmed'in saltanatı sırasında bir askerin elleri ile boğup öl­dürmesinden sonra Şehitvalide diye onu ananlar hainmidir-ler? Yoksa zahir halleri ile en az bizim kadar müslüman olan o zamanki Osrnanlılarmidır? Neyse biz yine mevzuumuza dönelim.
Anadoluda başlayıp, İstanbul'da sadrazam Hafız paşayı götüren ihtilalin diğer bir teşvikçisi olarak sabık sadrazam Hüsrev paşa olduğunu padişah tesbit etmişti. Şimdi son ra­unt başlıyordu. Hazreti padişah bu rauntu mutlaka kazanma­lıydı. Murtaza paşayı Diyarbakır Beylerbeyliğine tayin eder­ken, Hüsrev paşanın idam fermanını da adı geçen paşanın eline tutuşturmuştu. Hüsrev paşa bu idam fermanına biraz direttiyse de akibet başı vücudundan ayrılarak İstanbula gönderildi. Talihsiz Hüsrev paşanın başı dersadete geldiğinde ikinci ve daha da şiddetli bir ihtilâl vuka geldi.
Bu vukuatı anlatmadan evvel Hüsrev paşaya talihsiz de­memizin sebebini kısaca anlatalım. Geçmiş sayfalarda da anlattığımız gibi paşa çok sert kan dökücü olmasına rağmen askeriyle aynı meşakkat ve mahrumiyetlere katlanan, İranlı­lara karşı merhum Hafız paşadan daha fazla muvaffak ol­muş, Abaza paşa meselesini hal etmiş, devlete bir çok yarar­lıklar göstermesi buna mukabil azline sebeb olan vakada Kı­rım Hân'ının gösterdiği yavaşlıktan dolayı vazifesini yapama­mış olması düşünülürse hizmetinin fena olmadığı, sadece makamını yeniden ele geçirmek için Topal Recep paşa ile aynı safta olması talihsizliktir. Yoksa asla Recep paşa gibi mel'un değil idi.

Son İhtilal


Evet şimdi gelelim son ihtilale... Hayattayken sipahilerin hakikaten çok sevdikleri, yeniçerilerin ise aşağı yukarı hiç itiraz etmediği Hüsrev paşa'nın idamı ve başının İstanbul'a getirildiği haberi duyulunca isyancıların yeniden harekete geçmelerine sebeb oldu. Bilindiği gibi bu isyancılar Hafız pa­şanın şehidliği ile son bulan isyanda yeniçeri ağası Hasan Halife, Defterdar paşa ve padişahın musahibi Musa Çele-bi'ninde kellesini almak istemişlersede Hafız paşa ile iktifa etmişlerdi.
Bu sefer Hüsrev paşa için başlatılan isyan Recep paşa ta­rafından asilere öğretildiği veçhile bu kadroyu yok etmeyide hedefleri içine almışlardı. Asîler sanki mikrofondan kulakları­na gelen bu listenin hoperloru oldular. Daha da İleri giderek padişaha güvenmediklerini, saraydaki şehzadelerin hayatla­rından endişeli olduklarını belirterek onların kendilerine gös­terilmesini istediler. Padişah Hazretlerini de dîvan'a çağırdılar. Genç padişah tam Dîvan'a çıkmak üzere iken Sadrazam Topal Recep paşa «Padişahım abdest alsanız» diye uludu. Hz. Padişah «Paşa sen bizi abdestsiz gezenlerden mi sanur-suz» diye gürleyip bitirici nazarlarını Recep paşa'nın yüzün­de dolaştırdı. Dîvana çıkmak üzere yürüdü. Kurulan taht'a oturup, «Kullarım yine ne isterüz.» diye celâdetle sordu. Asi­lerin sözcüsü durumunda olan biri ilerleyip kelleleri istenen­lerin listesini verdi. Padişah en sert nazarlarla isyancıları sü­züyor, adeta onlanın resimlerini hafızasına nakş ediyordu. Daha sonraları bunları şurada, burada tanıyacak ve kahredi­ci yumruğu ile unufak edecekti. Bu sırada haremden şehza­deler getirilmiş ki bunlar; şehzade Bayazıd, Süleyman, Ka-asım ve İbrahim sultanlardı.
Bu manzarayı anlatmaktan ziyade şu tarihi kaynak göster­meyi uygun gördük. Sadrazam Kâmil paşa tarihi siyasi'sinin ikinci cild sahife 61. «... Teşrifat odasının kapısından görü­nüp, Cenabı Hakk'ın hıfzı samedaniyyesinde olduklarını be­yan etmişler isede yine erbabı ihtilal şehzadelerin masuniy-yetlerine dair kefil istediklerinden Şeyhülislâm ve Sadrazam kefalet-i zâtiyyeleri ile usatı temin etmişler idi.»
Recep paşa güya diğer üç zâtı korumak için Musa Çele-bi'nin kendi konağına getirmesine müsade olunmasını padi-şah'dan istirham etmişti. İşte Recep paşa bu anda okkanın altına gitmişti. Çünkü o zannediyorduki; padişah Musa Çele­biyi vermez ve böylece yapacağı bir şey kalmaz. Hz. Padişah birdenbire cevap verdi: «Baaka paşa; Musa sana emanettir. Seni kefil tutarım, bir tüyüne halel gelirse hesabın senden /sorarum» buyurdu. Recep paşa hesabında yanılmanın verdi­ği hayretle yavaşça «başüstüne» diyebildi.
Musa Çelebi'yi yanına alan Recep paşa konağına gitti. Er­tesi sabah Recep paşa'nın konağı asiler tarafından sarılmış Musa Çelebinin kellesini sadrazamdan istemeye başladılar.
Sadrazam güya mukavemet ediyor, ben ona kefilim vermem diye bağırıyordu. Öte taraftan Musa Çelebi'ye: «Padişahımız efendimize sen ve ben gibi binlerce kul feda olsun» diyerek onu sokağa çıkmaya ikna etti. Merdiven başına geldiğinde paşanın adamlarından biri talihsiz musahibi aşağı itiverdi. İs-yancular bir anda Musa Çelebi'yi hançerleyip öldürdüler. Re­cep paşa, yakasını parçalıyor, bağrını yumrukluyor «Ne etti­niz ben ona kefildim» diye avaz ediyordu. Tam tabiri ile hem sandalı sallıyor hem de fırtına var diyen kayıkçıyı andırıyor­du. İsyancılar bu melun işi bitirdikten sonra eski yeniçeri ağası Hasan Halifeyi buluyorlar parçalıyorlar oradan da Def­terdar Mustafa paşayı gizlendiği yerde şehid ediveriyorlardı.
İstanbul yine karmakarışık olmuş, hasretle kendine nizam verecek adamı bekliyordu. Diğer tarafdan Sipahiler, Sultan Murad'ın tahttan indirilmesini açıkça müzakere etmeye baş­lamışlardı. Ne varki; Yeniçeri Ağasının muavini Köse Meh-med Ağa ile Sipahi Ağa'sı Rûm Mehmed Ağanın mukave­metleri olmasaydı, Hz. Padişah bu raundu kaybeder dolayısı ile Osmanlı Devleti büyük bir zarara duçar olurdu. Ağalan kendi yanına celbetmeye muvaffak olan padişah, bu isyan­dan kârlı ve galip olarak çıktı. Ama bu celbetme işini nasıl başardı. İşte buna biraz değinsek iyi olur.
İktidar sürdürmek için kuvvet merkezlerini elde tutmak ve kendine bend ile mümkün olduğu inkâr edilmez bir gerçektir. Padişah, Hafız paşa'ın katlinden sonra Defterdar Mustafa pa­şanın yerine Hüseyin Efendi, Yeniçeri Ağa'sı olmasına rağ­men kellesi istenen Hasan Halife'nin yerine Köse Mehmed Ağa tayin olunmuştu. Şeyhülislâmlık ise Ahizade Hüseyin Efendiye, Sadrazamlık ise Topal Recep Paşa'ya verilmişti. Sipahi Ağalığına Rûm Mehmed Ağa'nın tayinleri yapılmıştı.
Rûm Mehmed ve Köse Mehmed Ağa'ları eskiden beri tanı­yan padişah onları birer birer saraya davet etmiş ve meydana gelen bütün isyanların altında Recep paşa'nın kesin eli ol­duğunu öğrenmişti. Bu Recep paşa'nın hesabını görmek için padişaha bir vesile lâzımdı. O da Hüsrev paşa'nın idamı işi olmuştu. Hüsrev paşa'nın idamını yukarıda bir netice olarak vermişsekde perde arkası sayılabilecek bir safahatı vardırki; Mizancı Murad bey tarihinde bu olayı çok Önemli bulmasın­dan epeyi tafsilat veriyor. Biz sadeleştirerek vermeye lüzum­lu gördük.
Diyarbakır Beylerbeyliğine tayin etmiş bulunduğu Murtaza paşayı yanına celbederek eline Hüsrev paşa'nın idam ferma­nını tutuşturup «Baka paşa senin sadakatinden bu fermanın gereğini yapmanı beklerim.» Bakınız dürüst bir adam olan Murtaza Paşa ne cevap verir: «Padişahım bu işi bana verme­yiniz.» Padişah sıkılır bunun üzerine Murtaza paşa izah eder: «Padişahım; Hüsrev paşa çok gaddar ve zalimdir. Yıllardır bu sıfatlarla devletin en yüksek kademelerinde vazife ifa et­miştir. Bu vasıflarından dolayı büyük bir servet sahibidir. Ben onu katlettikten sonra servetinin en ufak habbesini da­hi hazineye koysam yinede bazı şahıslar Murtaza paşa Hüs­rev paşa'nın hazinesinden epey mal aldı derler.» Ve ilâve et­ti: «Bu sözler gün olur padişahımın nezdinde makbul karşı­lanır» dedi. Hazreti padişah «Bunu söylediğin çok iyi oldu. Dağ taş gammaz kesilmiş haklısın ne varki bana Hüsrev'in kellesi lâzım onun servetini kuruşuna varıncaya kadar sana hibe ettim» cevabını verdi."
Yukarıda naklettiğimiz olayın en önemli tarafı karşısındaki 'insana itimat telkin ederek, arzu ettiğini yaptırmanın önemini belirtmek içindi.
İşte Rûm Mehmed ve Köse Mehmed Ağalar padişahın ne kadar iyi niyetli ve ayrıca devlet gemisini rayına oturtmakta son derece kararlı olduğunu gördüklerinden kendisini des­teklemişlerdi.

Recep Paşa'nın Katli


Sadrazam Topal Recep paşa daima zorbalardan bir kaç ki­şiyi yanına alarak Dîvan'a gelirdi. Son ihtilalden iki ay kadar sonra bir gün Dîvan'a mutadı veçhile yanındaki zorbalarla gelen sadrazam onları dış kapıda bırakıp padişahın huzuruna varıp etek öpmeğe durduğunda 4. Murad birdenbire parladı: «Gel bre Toplazorbabaşı.» Recep paşa şaşırdı, ve aman padi­şahım biz sadece sizin kulunuzuz, bütün gayretimiz hizmeti­nizde olmaktır diye dil dökmeye başlayınca «Bre abdest al» hitabı Recep paşanın dilinin tutulmasına, ayaklarının tutma­masına yerlerde sürünmesine sebeb oldu. Padişah «Tiz kafa­sını kesin» dediğinde cellat orda hazır olmadığı için bostancı­lar hemen kement atarak Damad Topal Recep paşanın hayat defterini dürüverdiler ve cesedini kapı önünde paşalarını bekleyen zorbaların önüne attılar. Zorbalar paşalarının cese­dini önlerine görünce derhal savuştular. Çünkü artık devletin sahibi ayağa kalmış, bütün gücünü göstermeye başlamıştı.
Tabanı Yassı Mehmed paşa sadrazam yapılmış ve padişa­ha çok bağlı bir zat olan paşa Mısır valiliğinden emekliye ay­rılmıştı. Çok dürüst bir zat olan paşa Hicri 1041, Milâdi 1631 yılında geldiği bu makamı beş yıla yakın bir zaman muhafa­za etmiş ve padişahın en büyük yardımcısı olmuştur.

Sinan Paşa Köşkü Önünde Yapılan Yemin


4. Murad yirmiiki yaşına basmış artık iktidarı tek başına sürdürüyor, kuvvetli iradesi memleketin her yerinde kendini hissettiriyordu. Zorbaların bozmuş olduğu bazı şeyler eski şekline oturtulurken sipahilerden bazılarının divan hizmetle­rindeki vazifelerine son verilmişti. Bu vazife Kanuni Sultan Süleyman zamanında üçyüz kişi ile yapılırken son demlerde onbin kişilik bir kalabalığı bulmuştu. Bunun sebebi yüksel­mek isteyen bazı vüzera kendilerine kuvvet temin etmek için böyle mevkileri bol keseden dağıtıyorlardı. Bu defteri incele­yip normal rakamına düşüren padişaha karşı bir daha ayak­ta kalmayı denediler. Haberi alan padişah; hemen Sultan Ah-med meydanında toplanan sipahilere haber gönderip «Saray burnunda Sinanpaşa köşkü önüne gelmelerini orada divan kurulacağını» bildirdi. Taht oraya koyuldu, sipahiler, yeniçeri­ler meydana geldiler. Padişah, bu divanda hitabet san'atının en ince ve en nefis örneklerini gösterdi. Halifelik sıfatının kudretini fevkalâde bir üslûpla dile getirdi. Tarihin geçmiş sayfalarından nefis örnekler, islâm tarihinden o kadar mani­dar iktibaslar yaptıki duyan ulema bile bu yirmiiki yaşındaki civanın bu dersleri nereden aldığını hazmettiğini düşünmeye başladılar, hele hele «Sizden olan Emire riayet ediniz» me­alindeki ayeti kerimeyi tefsir edince meydanda herkes padi­şahın yanında olduğunu, bunu yeminle de teyit edeceklerini ifade ettiler. Bunun üzerine orada hazır olan mushaf'a el ba­sılarak yeminler edildi. Sultan Murad burada ulema ve kadı­lara ceddi Sultan Bayezidi Velî Hz. nin azarlamasına yakın ikazlarda bulundu Bilindiği gibi Bayezidi Veli'yi İncelerken meydana gelen tabii afetlerin merhum padişah tarafından sebeb olarak ulema ve kadılar gösterilmiş, bir ülkenin kadı­ları adaletten, uleması ilimden uzaklaşırsa Cenab-ı Hakk (C.C.) Hz. leri o ülkeyi belalara duçar eder demişti. 4. Murad da bu büyük ceddinin söylediklerine yakın şeyler söyleyerek, ,   hem Yeniçerilerden, hem Sipahiden, hem de ulemadan bir nevi biat almış oluyordu.

Temizleme Hareketi


Yukarıda özetlediğimiz toplantının o ikna edici havasının bir kaç gün sonra geçtiği görüldü. Çünkü sipahilerin zorbala­rı orda verilen sözlere uymamışlar mesele çıkarmak istiyor­lardı. İşte 4. Murad artık istihbaratını kurmuş bu gibi hareket­leri kimler hazırlıyorsa hemen haber alıyor ve icabını görü­yor, hayatlarına son verdiriyordu. Bu zorbaların bazıları şun­lardı. Saka Mehmed, Cadı Osman, Gürcü Rıdvan gibileri öl­müş olarak denize atıldılar. Buna mukabil Konya civarını bil­hassa Beyşehri, Seydişehir gibi yerleri kasıp kavuran Deli İlahi, padişahın kendisini öldürteceğini bile bile İstanbul'a geldi ve öldürüldü. İlk hedef hem bu zorbaları öldürmek hem de Hafız paşanın şehid edildiği sırada verdiği sözü yerine ge­tirmekti.

Bir Yangın Ve Tütün Yasağı

 

İstanbul'un Cibali semtinde çıkan bir yangın günlerce de­vam etmiş Hz. Padişah bu yangında bir itfaiye eri gibi koşu­şup durmuş ve hatta muhtelif yerlerinden bile yaralanmıştı. Yangın söndüğünde yirmibin evin kül olduğu görüldü. Hele bunun sebebi bir kahvehaneden bilinince bütün kahvehane­ler kapatıldı.
Küçük Kadızade Mehmed Efendi 990 Hicri, 1582 Milâdi yılında doğmuş, Balıkesir'de doğması münasebetiyle Birgivi Mehmed Efendi Hz.Ierinin talebelerinden ders okumuş İstan­bul'a geldikten sonra Tercüman Yunus Tekkesi Şeyhi Ömer Efendiye intisap etmişsede meşrebi uyuşmadığı için sofiyye mesleğini terk edip bir zahir uleması olarak camii kürsilerin-de vaaz etmeye başlamış ve padişahın politikasına uygun vaazlar verdiği için Ayasofya vaizliğine yükseltilmiş padişahin tütünü yasak etmesinden tütünü haram olduğundan ileri sürmesi ile bir de tarikatlara cephe almakla meşhur olmuş­tur. Fakat tütün yasağını desteklemesi padişahın siyasetine uygun düşmüşsede devleti kuran tarikatlara cephe almasına razı gelmemiş kadızade tarikatler yüklendikçe Hz. padişah tarikat şeyhlerine daima saygılı olmuş ve riayet göstermiştir. Buna sadece iki müstesna saymak mümkündür aşağıda yeri gelince temas edilecektir.
Kahvelerin kapatılması, tütün yasağı insanların bir araya gelip, fesat çevirmelerine mâni olmuşsada itiraf etmek gere-kirki bir çok kurunun yanında bir kaç yaşında yandığnı gör­mek üzücü olmuştur. Ne varki bu yasakların getirdiği padişa­hın bizzat devriye gezerek şakileri temizlemesi olayı, bir kaç suçsuzun idamı ile gölgelenmiştir. Tarihçilerde zorba temizle­mesi anlatacaklannada bütün gayretlerini bu istisna teşkil edecek bir iki olaya dökmüşlerdir. Nizamı alem böyledir işte kolay sağlanacak iş değildir...  
                                  ,

Şeyhülislâm Katli


Bir kısım İran kuvvetlerini Osmanlı toprağına girerek Van şehrini muhasara ettikleri haberi dergâhı padişahiye ulaşınca hemen veziriazam Tabanıyassi Mehmed paşaya bir irade ve­rip İran'a sefere çıkmasını bildirdi. Kendiside arkalarından geleceğini eklemeyi ihmal etmedi. O sırada tarihler hicri 1034, milâdi 1633 yılını gösteriyordu. Sadrazam orduyu ha­zırlamış ve padişahın teftişine sunmuştu ki, Anadolu tarafına geçen padişah bizzat yaptığı teftişte aksaklıkları tesbit etti. Bu aksaklıkların meydana gelmesinde rolü olan dört vezir cezaya uğratıldılar. Bu ceza mallarının müsaderesi ve sürgün olmuş oldu. Cezaya çarptırılan dört vezir şunlardı: Çağalaza-de Mahmud paşa, Nişancı Yusuf paşa, Mostarli Mustafa pa­şa, Civan Kapıcıbaşı Semiz Mehmed paşaydılar.
Bütün bunlar olurken İranlıların Van önünden çekilip gittikleri haberi geldi. Fakat Hz. Padişah hazırlıkların devamı­nı istedi, çünkü İran üzerine sefer yapmaya bir kere kararını vermişti. Ordu hazırlıklarına devam ededursun, 4. Murad Bursa üzerine bir gezi tertib etmiş bu gezide hem av yapıla­cak hem de halkın şikâyetleri yerinde incelenecek ve netice­lendirilecekti.
İzmit'i aşan ve İznİk'e gelen padişah İznik Kadısı Gümüş-zade Mehmed Efendi hakkında aldığı şikâyetlerle bir karara varmıştı: Kadı, İznik kalesinin kapısına asılsın. Bu emir yeri­ne getirildiğinde, İstanbul'da kızılca kıyamet ulema arasında kopuverdi. Nasıl olurda bir Kadı, alelade bir suçlu gibi asılır­dı?
Hemen Şeyhülislâm Ahizade Hüseyin Efendi diğer alimler­le bir toplantı yapmış, kadı hakkında bir soruşturma yapıl­madan idam edilmesindeki haksızlık, devletin kuruluşundan bu yana ulemaya gösterilen saygı ve sevginin haleldar edil­diğine varılmış ve Valdesultan'a «Padişahımıza bedua et­mekten sakınırız, faydalı olur ki, siz kendisine nasihatta bu-lunasanız» mealinde bir mektup yollamıştı. Padişah ise İz­nik'ten Bursa'ya geçmiş ve Bursa'daki cedlerinin kabirlerini ziyaret etmiş ve onların mübarek makamlarından istianede bulunmaktaydı. Şeyhülislâmın mektubu Validesultana gel­mekle beraber, bu toplantıda Şeyhülisiâm'ın ağzından «padi­şahı hal ederiz» yollu bir cümle çıktığında Valdesultana ayrı­ca bildirilmişti.
Valdesultan her iki haberi de oğluna göndermişti. «Benim arslanım acele üzere gelesiz, cülus tedbiri için sözler dolaş­maktadır.
Padişah bu haberi aldığında bir dakika kaybetmeden yola çıkmış maiyetini dahi beklemeden ancak kendisine yetişen bîr kaç kişi ile durmadan yol almış, uyku filan demeyip Ka-
tırlı mevkii denilen yere gelip İstanbul'dan gemi gemesini beklemeden orada bulduğu bir kayıkla Gebze'ye geçmiş or-dan atladığı gibi Üsküdar'ı tutmuş ve yanındakilerden birini çok güzel olan hat yazısı ile şeyhülislâm ve oğlunun Kıbrıs'a sürgünlerini havi bir fermanla kendinden evvel karşıya yolla­dı. Şeyhülislâm ve oğlu ki, o da İstanbul Kadısı idi. Birer ge­mi ile sürgün seferine başladilarsada Hz. Padişah aniden ka­rar değiştirip Bostancıbaşına gemiler Çanakkale Boğazından çıkmamışsa var yetiş kendilerini karaya çıkartıp hayat def­terlerini dür dedi, çıkmışlarsa dokunma yollu bir emir verdi.
Bostancıbaşı yanındaki maiyetiyle karadan at koşturur deryada gemileri gözlerdi. Bakırköy önlerine geldiğinde bir geminin sahile çok yakın bir yerde ve yaklaşmakta olduğunu gördü. Bu gemi sabık Şeyhülislâm Ahizade Hüseyin Efendi­nin içinde olduğu gemiydi. Deniz sertleşmiş gemi bir kazaya uğramasın diye sahile yanaşmayı yeğ tutmuştu. Yeğ tutmuş amma Şeyhülislâm Efendinin Çanakkale Boğazını aşama­masından dolayı hayatının son bulmasına s-ebeb olmuştu.
Bostancıbaşı karaya çıkarttığı eski Şeyhülislamı orda boğ­durmuş ve kumsala hemen defnetmişlerdir. Bu kumsal Yeşil­köy kıyılarında Kalibriya köyü olduğu bütün tariflerde müşte­rektir. Cenaze namazı, yıkanma gibi dini islâmın emirlerinin yerine getirilmediğine dair İddialar mesnetsizdir. Ancak suda unutulmamalıdaki, diğer ulema kendi aralarında yaptıkları bir toplantıda Ahizade efendiyi şehid ilan etmişlerdir. Şeyhü-İisâmin oğlu ise Çanakkaleyi geçtiğinden kurtulmuştu.
Dördüncü Murad'ın Bostancıbaşıyı yanında Abaza Meh­med paşa olduğu halde Yedikule surları dışına kadar çıkıp, gemiyi gösterip «Tiz katleyle» dediğini İsmail Hakkı üzunçar-şılı merhum Osmanlı Tarihi adlı eserinde kaydetmektedir. Ve değerli araştırıcı, Şeyhülislâmın, Topal Recep paşa ile bera­ber Şehzadelerin hayatına kefil olduğu gün bu akibetinin belli olduğunu hele hele İznik kadısı olayında hal gibi laflar etme­si, padişahın fikir değiştirip katletmeye karar vermesine önemli sebebtir der ve bu görüşe biz de katılırız.
Bu idam Osmanlı devletinde bir şeyhülislâmın ilk defa ba­şına geliyordu. Zaten üç şeyhülislâm böyle bir akibete uğra­mıştır tarihimizde. Meşihat makamı yani şeyhülislâmlık sek­sen yaşını aşmış Yahya Efendi'ye İstanbul Kadılığı ise Kara-çelebizade Abdülaziz Efendiye verilmişti.

Revan Seferi Ve Memleketin Tanzimi

Yorum Gönder

0 Yorumlar