SULTAN 1. AHMED

SULTAN 1. AHMED


Babası: Sultan III. Murad
Annesi: Safiye Sultan
Doğum Tarihi: 1566
Vefat Tarihi: 1603
Saltanat Müd.: 1595-1603
Türbesi: İstanbul'dadır.

Hicri 998, Milâdi 1590 yılında Manisa'da dünyaya gelen padişah 1. Ahmed, babası 3. Mehmed'in vefatında henüz on-dört yaşında idi. Hicri 1012, Milâdi 1603 yılında dar-ü beka alemine intikal eden merhum padişah, artık şehzadelerin vi­layetlerde valilik yapmalarını ortadan kaldıran kararın sahibi olarak ne kadar isabetli hareket ettiğini ölüme mahkûrn-et-mek zorunda kaldığı veliaht şehzade Mahmut sultan vesi­lesiyle dünya gözüyiede şahid olmuştu. Merhum Padişah 3. Mehmed, vefat ettiğinde bu elim vak'adan ne sadrazamın, ne diğer devlet adamlarının nede ahalinin haberi vardı. Babası­nın ölüm haberini öğrenen genç padişah kendi elleriyle yaz­dığı bir tezkereyi sadaret kaymakamı Kasım Paşaya gönder­di. Kasım Paşa kendisine getirilen bu hatt-ı şerifi bir türlü sö­kemedi. Kasım Paşa'mn bildiği tek bir şey varsa bu da padi­şah 3. Mehmed'in hattı olmadığıydı.
Yoksa padişah hazretleri Kasım Paşayı deniyor muydu? Bu deneme ihtimalini aklından geçiren Kasım Paşa; daha ev­velki şehzade Mahmud sultan ile şeyhini ve talihsiz şehzade­nin talihsiz annesini hatırladı. Bu tahattur, Kaymakam Paşayı devlet kâtibi Hasanzâdeyi yanına çağırtıp yazıyı beraber okuma tedbirine sevk etti. Hasırîzâdenin yardımıyla hatt-ı söktükleri zaman şu metin meydana çıkmıştı: «Kaymakam paşa; babam, Cenab-i Hakk'm verdiği nefes sayısını ta­mamladı. Dar-u Beka'ya intikal eyledi. Ben, senin efendin oldum. İntizamı sağla, en ufak bir olayda kellen gider, böyle bilesin.»
Kasım Paşa derhal saraya koştuğunda genç padişahı taht'ta oturur gördü, eteğini öptü ve ilk emri aldı: «Tiz baba-rnın defn hazırlıklarını gör.» Bu sırada ise divan azalarına
ce|e toplantı var diye haber salındığından saraya koşan Hevletin ileri gelenleri derhal taht odasına alındılar. Taht'ın 'nünde toplantının mevzuunda tahminler yapmakta vakit geçirirlerken ve 3. Mehmed hazretlerinin gelmesini bek-levenler birde baktılar ki, kararlı ve süratli adımlarla taht'a yürüyen ondört yaşında, genç bir yiğit idi. Bu genç yiğit veli-ahd şehzade Ahmed Sultandan başkası değildi. Genç padi­şah taht'a oturunca toplantıya gelenler; 1. Ahmed'in sarığın-daki siyah şeritten 3. Mehmed'in vefat ettiğini anlamış oldu­lar. Yeni padişaha taziyetlerini bildirdiler ve saltanatının din-i islâma hayırlı olmasını temenni ettiler.
Yine bir haberci ile Malkoçoğlu Yavuz Ali Paşanın sadra­zam ve serdar-i ekrem sıfatıyla bulunduğu Beigrad'a haber gönderildi. Yavuz Ali Paşa, padişahın vefatından sonraki se­kizinci gün deraadete gelmişti. Burada bir düşünelim ve ken­di kendimize soralım: O zamanki vasıtalar at ve arabadan ibaret olduğuna göre bu sür'at nasıl temin olunuyordu?
İşte her şeyin kolayının bulunması iyi bir organizasyona bağlıdır. Bu organizasyon daima terakkiye de dönük olmalı­dır. O zamanın şartlan içinde Osmanlı devleti bu haberleşme müessesesini bir takım menziller kurarak gerçekleştirmişti. Bu menziller ;az aralıklı olarak memaliki Osmaniyyenin bir ucundan diğerini örümcek ağı gibi kucaklamıştı. Bilindiği gi­bi beşbin ve onbin metrelik mesafelerde atların gösterdiği performans bu günün taksilerinin sür'atinden pek aşağı kal­mazdı. Dolayısıyla on, onbeş kilometrede bir yapılan at de­ğiştirmeleri uzun mesafeleri kısaltmış oluyordu bir bakıma. Haberciler ve haberi aldıktan sonra istenen yere gelecek olanlar bu menzil teşkilatlarının hazırladıkları atlara vakit ge-Çırmeden binerler ve devamlı yüksek sür'at ortaya koyarak Çok kısa zamanda hedeflerine varırlardı. Şimdi akla bu kadar SUr at yapmak için böyle büyük bir teşkilat ve atların çatlarcasına koşturulmalarının lüzumsuzluğunu ileri süren hayvan sevenler olacaktır bizde sorarız: Bu gün bu mesafeleri çabuk almak için uçak yolculukları, bazen de bu uçakların düsme-leri yüzünden kaybedilen hayatları göz önüne alırsak, bu menzil teşkilatlan hakkında yukarıdaki masraf ve hayvanla­rın akibetlerini soranlara bizde yukarıda yazdığımız uçak masraflarını ve kazalarda yitirilen insan hayatlarını ileri süre­riz.
Elhasıl teknolojinin terakkisi bizler insanlar içindir. İnsanla­rın en şereflileri müslümanlar olduğu için bütün terakkiler bi­zim içindir. Ecdadımız daima en mükemmeli kurmuş ve kul­lanmıştır. İşte Yavuz Ali Paşaya giden haberci bu menzil teş­kilatı vasıtasıyla çabucak ulaşmış ve sadrazam da sür'atle Dersaadete gelebilmiştir.
Yavuz Ali Paşa, huzuru hümayuna çıkmış ve Hazreti padi-şah'dan vazifesine devam etmesi hususunda sadır olan fer­manla biat merasimini hazırlamaya başladı. Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra biat merasimi icra olunup, askerin cûlüs bahşişi dağıtıldı. Biat merasiminden bir ay sonra sonra Ayasofya Camii şerifinde bir Cuma selâmlığından sonra Haz-reti Padişahın o güne kadar yapılmamış olan sünnet düğünü icra olundu.
Sultan Ahmed Han ve validesi Handan sultan kalbleri merhametle dolu birer insan olduklarını şehzade Mustafa sul­tanı öldürmeyerek göstermekle kalmamış ileride görülebile­ceği gibi söz konusu kardeşini kendi oğluna tercih ederek saltanata veliahd bile seçmiş, onun padişahlık ve Halifeliği ihraz etmesini sağlamıştır. Bu olay o güne kadar Osmanlı ta­rihinde Cengiz yasasının ilk defa rafa kaldırılması oluyordu. Yanız şunu da ilave etmek gerekirki, Mustafa sultan bir gaile çıkaramayacak kadar hasta idi. Yıldırım Beyazıd hazretlerin­den beri devlet adamları bu işi devlet adına yaparlar kati kaınunu çalıştırırlardı. Fakat bu genç padişah, merhametli kararlılığı ile birleştirmiş onlara bu fırsatı tanımamıştı.
Bu sırada İran'ın doğu hududlanmıza yapmaya başladığı tazyik, Çağalazade Sinan Paşanın serdar unvanıyla mezkûr vere gönderilmesini intaç etmişti. Beri yandan Sadrazam Malkoçoğlu Yavuz Ali Paşa, Serdar-ı Ekrem unvanını da haiz olarak Macaristan üzerine gönderilmişti.
Doğu hududumuzda Erivan kalesini muhasara eden İran Sahi Abbas, altı ay bu muhasaraya inatla mukavemet eden Şerif Paşayla bir anlaşma yapmış, salimen muhafızların kale­den çıkıp gitmeleri hususunda anlaşmışlardı. Şah Abbas da­ha evvel ele geçirmiş olduğu ehlisünnet alimlerini hunharca idam etmişti. Tabii bu idamlar Şahın Şia mezhebinden olma­sından kaynaklanıyordu. Şah Abbas daha da ileri gitmiş v« Şirvan ve havalisini de zapt etmiş ve ahalisini katliama tabi tutmaktan çekinmemişti. Buradan elini Akçakaleye uzatmak isteyen Şah Abbas bu sefer karşısında cesur ve kurnaz bir müdafi buldu bu zat Karakaş Paşa idi. O sırada acem asker­leri havalide yaşayan Ermeni kadınlarının ırzlarını payimal etmekte olduklarından Karakaş Paşa ani bir saldırıyla bunları gafil avlanarak hak ettikleri şekilde kılıçtan geçirdi. Haziran ayında ordu ile beraber İstanbul'dan hareket eden Çağalaza-de ancak Kasım ayı sonlarına Tebriz önlerine gelmişse de, Şah Abbas geri çekildiğinden karşısında insan bulamadığı gibi kış'ta bastırmış olduğundan Van şehrine çekilip kaleye kapanmak mecburiyetinde kalmıştı. Şah Abbas, Çağalaza-de'nin Van kalesine çekildiğini istihbar edince kar, kış deme­yip yüklenmişti. Bunun üzerine kış ortasında serdar Çağala-zade, askeri Van gölü üzerinden Adilcevaz tarafına geçirmiş oradan da Erzurum'a nakletmişti. Bu işleri o kadar sessiz halletmiştİki Şah Abbas, Van Kalesi önünde kırk gün beyhu­de beklemişti.

Yavuz Ali Paşa'nın Vefatı


Sadrazam Yavuz Ali Paşa, Hazreti padişahtan aldığı tali­matları havi olarak geldiği yere yâni Macaristan ovalarındaki orduya iltihak etmek üzere yola çıkmıştı. Yolda hastalanan Sadrazam, Belgrad'a vardığında rahmet rahmana erişti. Haz­reti padişah, Sadrazamın vefat haberini aldığında hemen ge­reken istişareleri yaparak bilhassa hocası, Hoca Mustafa Efendinin tavsiyesine uygun olarak Lala Mehmed Paşa'yı sa­darete tayin eyledi. Lala Mehmed Paşa, hemen Budin ve Es-tergon üzerine gitmişse de harb mevsiminin geçmiş olması hasebiyle bir netice alamadı ve kışlamak üzere Belgrad'a dö­nüldü. Hicri 1013 Milâdi 1604.
Bu sırada Şeyhülislâmlık makamına İkinci defa olarak Sunuhi Efendi tayin buyruldu. Bâb-ı Alî; Fransa, İngiltere ve Ve­nedik ile diplomatik münasebetler teminini araştırıyordu.
Çünkü İran Şahı Abbas, devleti aliyye aleyhinde Papalık dahi! bütün Avrupa devletleri ile ittifak edici münasebetler kurmaya çalışıyor ve bunda bilhassa Papa ile ittifak temin etmeye muvaffak olmuştu. Fakat bu ittifak askeri sahada değil, politik alanda kurulabilmişti.
Bundan dolayıdır ki; Osmanlı Devletinin artık Avrupa sa­raylarında cevelan eden politikaları gayet yakından takip et­mesi icab ediyordu. Çünkü vazgeçilmez bir metod vardır ki o da yabancı devlet adamlarının politikasında kendi emel ve arzularına uygun müşterek hedeflere varacak dönemeçler te­min meselesidir. Bunlar onları kâh pohpohlamak kâh mali destek sağlamakla mümkündür; fakat bütün bunları yapabi-mek için evvelâ o ülke ile diplomatik münasebetlerin bilfiil başlaması ile mümkündür.
İşte bu sebeble Osmanlı Devleti yukarıda mezkûr devlet­lerle politik münasebetler araştırma cihetine gitmeye karar vermişti- Tabii bunda padişahın gösterdiği hedefler esas un­surdu. Hazreti padişahın tahta geçişi sırasında sadaret kay­makamı olan Kasım Paşa bir müddet sonra Anadolu Beyler­beyliğine tayin olunmuştu. Ne var ki bu paşanın yaptığı zu­lüm ve gün geçtikçe irtikap ettiği zulmün artması ardı arkası kesilmeyen şikâyetlerin ta padişahın kulağına kadar gelme­sine müncer oldu.
Hazreti padişah bu zalim adam için bir hatt-ı şerif yazdırıp idamını emretti. Bostancıbaşı bu emri icraya memur olundu. Hakkında hükmü padişah fermanını ve yerine getirmek üze­re bostancı başının Anadolu'ya geçtiği adamları vasıtasıyla haber alan Kasım Paşa hemen tedbirler aldı. Hakkındaki hükmün infazını önletti. Hazreti padişah bunun üzerine ikinci bir ferman göndererek Kasım Paşayı kethüdalığa, Anadolu Beylerbeyliğine de Derviş Paşayı tayin etti. Tabii bu Kethü-dalık tevcihi Kasım Paşayı Dersaadete bir fitne çıkarmadan getirtebilmek için ince bir tuzaktı. Bu tuzağa düşen Kasım Paşa Dersaadete geldi ve Kethüda olarak girdiği divan top­lantısında, çocuk zannedilen genç padişahın şu sualine mu­hatap olup hazan yaprağı gibi sararıp titremeye başladı. Sual şuydu:\«Biz seni iki defa yanımıza çağırdık niçin gelmesiz» titremesinin bu suale cevap olamayacağı aşikâr olduğundan Kasım Paganın işi bitmişti. Divanda bulunan Şeyhülislâmdan alınan fetva idam kararının dini müsaadesi oluyordu. Kasım Paşanın boynu vurulup hayat defteri dürülüvermişti. Kasım Paşa Kethüdahk mevkiinde ancak yirmidört saat kalabilmiş­ti. Kethüdalığa tayin edilen Sarıkçı Mustafa Paşaya, Hazreti Padişah; «Selefinin halini görürsün, ona göre hizmet eyle yoksa akıbet bu haldir.» diyerek ikaz etmek lüzumunu duy­muştu. Çok geçmeden padişahın ikazından korkan Sarıkçı Mustafa Paşa yerini muhafaza edebilmek için kulis faaliyetle­rine girişti. Her taraftan bu kulislerin ihbarını alan padişah işin sonunu beklemeye başladı. Şimdi kethüda, Şeyhülislâ­mın ayağının altına karpuz kabuğu koyma çalışmalarına başlamıştı. İşte bu Sarıkçı'nın sonu oldu. Vazifeye başlarken yapılan ikaz genç padişahın dudakları arasında bu sefer tek kelime olarak çıkmıştı; «Kaldırın.» Bu söz Sarıkçı Mustafa Paşanın selefi gibi boynunun vurulması emriydi. İcabı yerine getirildi. Geçen zaman padişahın onbeş yaşını doldurmasına ve ilk evladı Osman sultanın dünyaya gelmesine şahid oldu. Osman adlı bu şehzade ileride kendi safhai hayatı anlatılır­ken görüleceği gibi Osmanlı tarihinin en acı vak'aları-ndan birine uğratılacaktır. Şehzadenin doğumu yedi gün yedi gece şenliklerle te'sit olundu. Fakirler doyurulup ceplerine harçlık­lar konuldu.

Batı Cephesinde Sulh Çalışmaları


Bilindiği gibi ondört seneden beri batı hududlanmızda küf-fâr ile cenk ediliyordu. Bu cenklere, gerek Anadoluda Celâli hareketleri gerekse Iranın mütecaviz durumu sebebiyle son verilip mezkûr huzursuzlukların ve İran tecavüzatının yok edilmesi için bir heyeti murahhasa kurmuş ve Diyarbekir es­ki Beylerbeyi Murad (Kuyucu) Paşa idaresinde müzakerelere başlamıştı. Padişah, Sadrazam Lala Mehmed Paşa'yı Maca-ristandan geri çağırdı. Bu fermana uyan Lala Mehmed Paşa Istanbula geldi. Padişah-ı şahanenin huzuruna çıktı. Hazreti padişah doğu sınırlarımızda İran tecavüzatından dahilde ise Uzun Halil adlı eşkiyanın hareketlerinin bastırılması için Ma-caristandaki savaşın şerefli bir barışla bitirilmesi icab ettiğini bunun için mutlak surette Estergon Kalesinin fethi gerekir di­ye noktai nazarını bildirdi. Avusturyalılar ile sulh yapılırsa çok daha güzel olur buyruldu. Bu talimatı alan Lala Mehmet Paşa derhal orduyu hümayunun başına dönerek bir nefeste Estergon kalesini fetihten başka Vişegrard ve Plato kalelerini de mülükü şahaneye ilave eyledi. Hazreti padişah bu muvaf­fakiyetten pek memnun kaldı. Sunuda tebarüz ettirmek ge-rekirki bu muharebelerde Erdel Voyvodası Bokasi'nin yaptığı hizmetin, padişahı şahanede makbul sayılması münasebetiy-je £rdel Beyliğine ilaveten Macaristan Krallığı dahi kendisine verilmiş ve kendisinden sonraki evlatlarına kalması için mü­saade verilmişti. Bokasi, kendisini Macaristanın başşehri olan Budin'e davet eden sadrazamın nezdine giderek yüzüne karşı okunan fermanı dinledikten sonra İstanbulda yaptırılan tacı başına koyan eli sarılıp öptü. Bu el Devleti Osmanİyye-nin Sadrazamının eliydi.
Sadrazam süslü bir kılıcı Bokasi'nin beline taktı. Kaanuni Sultan Süleyman zamanında Avusturyalılardan alınan şehrin camie tahvil edilmiş kiliselerin haricindeki kiliseler Boka­si'nin emrine verilmiştir. Bu krallıktan on sene vergi alınma­ma okunan fermanda derpiş olunmuştu On seneden sonra yılda onbin duka altını vergi vermesi emrolunmuştu.
Görülüyorki; genel olarak duraklama devri olarak tanımla­nan zaman içinde Devleti aliyye hâlâ Avrupalılara kral tayin edebiliyordu. İşte kuvvetli, olmanın ne kadar önemli olduğu bir daha gözler önüne serilmiş oluyordu. Her neyse bu seferi hürnayuhda güzel bir neticeye bağlanmıştı.

İran Cephesinden Haberler


Serdar Çağalazade Sinan Paşanın oğlu Mahmut Paşa Di­yarbekir Beylerbeyliğine, Şirvan komutanhğınada Ahmed Paşa getirilmişti. Maiyetlerinde onaltı Beylerbeyi, yirmidört sancak bey'i olduğu halde Tebriz gölü sahiline orduyu götü­rerek mevkii tuttular. Karışlanndaki iran ordusuna hücuma geçtiler. İran askerleri ricat ettiler. Bu ricatı hakiki sanan Kö­se Sefer paşa ortalarına dalıp takibe başladı. Bir müddet ko­valadığı iranlıların esas kuvvetlerini bir tepenin arkasından çıktıklarını görünce durumun fecaatini anladı. Artık yapıla­cak iş, dişe diş, göze göz dövüşmekti. Sefer Paşa bulunduğu mevkiide öğleden akşama kadar kanlı bir direniş ortaya ko­yarak ordunun çekilmesine yardımcı oldu. Bu ateşmizac pa­şa hatasını orduya çekilme imkânı temin ederek telafi ede­bilmiş oldu. Hava karardığı zaman Sefer Paşa kuvvetleri eri-miş, buna mukabil orduyu hümayun geri çekilebilmişti. Fa­kat Köse Sefer Paşa da esir olarak Şah Abbas'ın eline düş­müştü. Şah Abbas, Sefer Paşanın kahramanca direnişine hayran olmuş ve mezhebi şia'yı seçerek kendi hizmetine gir­mesini tekilf etti. Sefer Paşa «Padişahım Efendimin ekmeği kursağımda durur, mezhebim ise dört hak mezhebten biri­dir. Senin sapık mezhebine ve hizmetine girmektense öiüm benim için bal, börektim cevabını vererek şehadet şerbetine adaylığını koymuş oluyordu. Şah Abbas bu Kahraman paşa­yı idam etmekten çekinmemişti. İşte şehidler kervanına bir şehid daha katılmıştı.
Bu sırada ise yanındaki maiyeti askerisiyle orduyu hüma­yuna katılmak üzere gelmekte olan Canbuladoğlu mağlubiy-yet haberini alınca büyük bir maharet göstererek askerini toplamış ve Van'a dönerek yanındaki askeri bir tehlikeden korumuş oluyordu. Fakat Çağalazade Sinan Paşayı karşıla­mak ve takdir alma ümidiyle yanına vardığında mağlubiyye-tin derin üzüntüsü içinde olan Sinan Paşadan bir sürü haka­ret işittikten sonra birde idam hükmü ile karşılaştı. Bu hü­küm infaz olunduğunda İran Savaşının mağlubiyyetinin ver­diği neticeden daha fena akıbetlere müncer olmuştur.
Bu idam hükmünün infazı otuzbin kendi askeri bulunan Canbuladoğlunun kardeşleri Ali ve Hızır beyler askerleri ile beraber ordudan ayrılıp Halep'e gittiler ve orada isyan bayra­ğını açtılar. Bütün bu neticelere son derece kederlenen Ça-ğalazade Sinan Paşa Diyarbekir'e dönerken vefat etti. Bu se­fere ürrniye bozgunu adı verilmiştir. Hicri "1014, Milâdi 1605.

Yine Batı Cephesi


Sadrazam Lâlâ Mehmed Paşa, Estergon kalesinden başka ufak tefek kaleleride ele geçirmeye devam ediyordu. Öte yandan bir çok esir elde edilmişti. Anadoluda bulunan eski asilerden affı şahaneye mazhar olmuş olan Deli Hüseyin Pa­şa Tamişvar Beylerbeyliğine getirilmişti. Fakat bu adamın eski huyu depreşmiş olacakki; bulunduğu Tamışvar'da bir çok zulümler ortaya koyuyordu. Bu zulümler bir gün ihanete de dönebilirdi. Zira Batı hududları Doğu hududlar gibi düşü­nülemezdi. Ayrıca İslâm devleti fetih ettiği bölgede değil zu­lüm yapmak hak ve adaletin koruyucusu olmakla vazifeliydi.
Bir çok hiristiyan, müslümanların bu tavırlarına hayran ka­larak islâmı tetkik etmişler ve ihtida ederek islâmı seçmişler ve insanlık şerefini ihraz etmişlerdir. Bir çok tarihçiler bilhas­sa ecnebi tarihçiler ve bizden de tam bir islamcı görüşle me­seleye bakmayan bazı müverrihler ve son zaman tarihçileri bir çok insana ki, bunların içinde nice yüksek makamlarla din-ü devlete hizmet vermiş olanlar vardır bunları dönme ta­biri ile anlatırlar. Halbuki islâmda karar kılana biz ihtida et­miş veya mühtedi deriz.
Dönme ise islâmı kabul etmiş görünen aslında kabul et­meyen diğer bir isimle «Sebateistler» denilen bir yahudi gu­ruptur ki, bu günde dünde bu grup islâm için hainane çalış­malar içindedir.. İşte bunlara ancak dönme demek lâzım ge-lirki, dönmeyen dönmelerdir. Yoksa bir çok hizmet erbabı ih­tida etmiş müslümanlar şüphesizki bunlardan çok çok fazla­dır. Her neyse; bu Deli Hüseyin Paşa zulüm yaparak islâmın razı olmadığı bir harekette bulunduğu için idam olunmuştur.
Tütünün ilk defa bu sırada devleti Osmaniyyede kullanıldı­ğı görülmüş ve çok kısa bir süre sonra şiddetle yasaklanması emr olunmuştu.

Celali Tenkiline Padişahı Davet


Anadoludaki isyanları bastırmak üzere memur olunan Na-suh ve Ali Paşalar, kuvvetlerini bir araya toplamışlar ve Uzun Halilin üzerine yürümüşlerdi. Devlet kuvvetleri ile Uzun Ha­lil'in kuvvetleri Konya ile Kütahya arasında karşı karşıya gel­mişler ve vukubulan savaşta devletin ordusu bozulmuştu. Nasuh Paşa bu bozgunun mesuliyetini Ali Paşanın üzerine yıkmış ve onu idam ederek derhal İstanbul'a gitmek üzere harekete geçmiş kısa zamanda Dersaadete vasıl olarak Hu­zuru şahaneye çıkmış ve hazreti padişahı eşkiya tenkiline çıkması hususunda iknaya çalışmıştır.
Gerek Şeyhülislâm gerekse padişahın hocası Mustafa Efendi bu fikre karşı idiler. Fakat Hazreti Padişah Bursa'ya geçerek durumu yerinde müşahede etmek istedi. Padişahın Bursa'da bulunduğu sırada İstanbul'da gerek sipahiler gerek­se yeniçeriler bir takım uygunsuzluklar yaptılar. Sultan Ah-med Hazretleri derhal İstanbul'a avdet ederek bu hareketlerin ileri gelenlerini cezalandırdı.
Bir müddet sonra yapılan Divan toplantısında Nasuh Pa-şa'nın 3. Vezir olarak İran seferi serdarlığına tayini, Vezir Mu-rad Paşa'nın Macaristan'daki orduyu hümayunu kumandan­lığına, Sadrazam Lala Mehmed Paşanın İstanbul'da kalarak her iki seferin sevkİyatına bakması kararlaştırıldı. Ne varki, Osmanlı tarihinde gözüken devlet adamlarının içinden en ha­ris ve hilekârlarından biri olan Derviş Paşa ki; daha çok ev­vel Bostancıbaşı iken Hazreti padişaha kendini sevdirmiş, Kaanuni Sultan Süleyman Hân'ın kız torunlarından biriyle evlenmiş ve Hanedan-ı Osmaniyyenin damadı olma şerefine nail olan meşhur Çağalazade Sinan Paşayı Kaptan-ı Derya­lıktan azlettirmiş ve o makama kendisini tayin ettirmişti.
Simdi ise Derviş Paşa gözü vezaret uzma makamına dikti­ğinden yeni bir desiseye başlamıştı.
Derviş Paşa; Hazreti padişaha «Sadrazam burda ne yapar, aitsin İran seferine, bizzat idare etsin. Batı serhadlerimizi nasıl huzura kavuşturduysa İran'ı da hizaya getirsin.» diye­rek sureti hakdan görünüp, başarıları kesin olan bu Sokullu-zade Lala Mehmed Paşayı beğeniyormuş kisvesine bürünüp, Hazreti Padişahdan Lala Mehmed Paşa'nın sadaretine İran seferi Serdar-ı Ekremliği sıfatını da ekliyen bir hatt-ı şerif is­tihsaline muvaffak olmuştu. Bu hatt-ı şerif Sokulluzade Lala Mehmed Paşa'ya vasıl olunca Paşa «Binbir emek ile sulh noktasına geldiğim Avusturyalılarla şu antlaşmayı bitirip gi­deyim» ricasını Sultan Ahmed Hazretlerine ulaştırdığında su cevabı almıştı: «Anadolu'ya gitmeye hazır ol.» Mehmed Paşa bu cevap üzerine çok üzüldü ve yapacak bir şey olmadığın­dan Üsküdar'a geçti. Orduya sefer hazırlıklarına başlaması emrini verdiğinde bir felç indi. Böylece mefluç olarak yatağa düştü. İşte Derviş Paşa o zaman oyunu oynamaya başladı. Padişaha: «Bu paşa neden sefere çıkmağa gecikir, duyarız hastalanmış, sapasağlam bir adamdı; acaba hastalığı baha­ne midjr? Belki siz kararınızdan vazgeçersiz.» padişahı sinsi sinsi şiddete teşvik ederdi. Padişah, sadrazamına yeni bir Hatt-ı şerif göndererek «Ettiğin temaruz yeter. Yürü.» buyur­muştu. Bu Hatt-ı şerifi alan ölüm halindeki sadrazam bir adamını göndererek «ölüm halindeyim, makbul bir adamınızı gönderip teftiş ettiriniz» mealinde bir haber irsal eyledi. Haz­reti padişah hakikaten kendisinin güvendiği ve sadrazamını da seven bîr adam göndermişti. Gelen teftişe memur şahıs sadrazamı bitkin bir halde görünce ağlamaya başlar ve elle­rine sarılır. Sadrazam artık nefeslerinin sayısının azaldığı, ev­lât ve iyalinin padişah hazretlerine emanet ettiğini bildirmesi­ni söyler. Hakikaten üç gün sonra vefat eden Sokulluzade Lala Mehmed Paşa, Eyüb'de medfun dedesi, Sokulu Meh-med Paşa'nın türbesine defn edilir. Hicri 1015, Milâdi 1606.
Şeyhülislâm Sunuhi Efendinin kaviince; Derviş Paşa veza-reti uzma makamına geçebilmek için Portekizli bir doktora Lala Mehmed Paşa'yı zehirletmiştir. Hakikatende merhum sadrazamın yerine bu hain ve dessas adam sadrazam olmuş­tur. Fakat ileride görülebileceği gibi pek fena bir akıbetle bu dünyadan el çekecektir.

Derviş Paşa'nın Sadareti


Çok sert ve asabi olan bu hain sadrazam, Lala Mehmed Paşa'nın vefatından sonra sadrazam olmuş ve divan çavuşu­na hemen şu sözleri söylemişti: «Divan Efendileri beni sair sadrazamlar gibi zannetmesinler, onlarla kıyas etmesinler. Ben bu günün işini yarına bırakanın boynunu vurdururum.» Hakikatende ilk divan toplantısında Beylerbeyliğinden mazui bir zat'in idamı ilk icraatı olmuştur.
Bir kaç gün sonra huzur hümayunda Hazreti padişah; kışın gelmek üzere olduğunu, ayrıca cephane temini durumlarının zaman alacağını bildirmesi ve bu sebeble İran üzerine yapıla­cak seferin bir daha ki seneye tehirini ileri sürdü. Kimseden ses çıkmayınca Şeyhülislâm Efendi ki; Ebu-s Suud Efendi­nin yeğeni olan Hacı Mustafa Sunullah Efendi, divanın hisle­rine tercüman olarak şunları söyledi: «Seferi ecnebiyyeye karşı çıkarılan tuğ'lan geri almak doğru değildir. Ecdadı iza­mınız zamanında olduğu gibi bari serdar Haleb'e kadar gidip orada kışlasınlar, levazımı harbiyyeyi orada ikmâl eylemeleri iyi olur.» Bu sözleri söyliyen Şeyhülislâm çok doğru söyle­mişti. Mademki merhum sadrazamın İran seferine gitmesi hususunda İsrar olunmuştu şimdi niye vaz geçiliyordu? Hem de bir ordu ananelerini dini hususlara aykırı düşmemek şar­tıyla devam ettirmelidir. Nitekim Şeyhülislâm Efendi, cümlesinin içinde kullandığı «Ecdadı azaminiz zamanında olduğu
rtibi...» sözleriyle bu ananeyi de hatırlatmış oluyordu. Burada u muazzam hadiseyi yazmak icab etti.
Bütün okuyucularımız bilirler ki; CJhud savaşma hazırlanan islâm ordusunun Şanlı ve Gaazi Kumandanı iki cihan güneşi peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, sahabenin ileri nelenlerini toplamış ve bir harp meclisi akdetmişti. Bu mec­liste muhtelif fikirler ileri sürülmüş ve savaşın Medine'den çı­kılarak yapılmasını isteyenler daha çokluktular. Halbuki, iki cihan güneşi Efendimiz Hazretleri (s.a.v.) Medine'de kalıp müdafaa savaşı yapmak şeklini ileri sürmüştü. Neticede dı­şarı çıkalım diyenler çoğunlukta olduğu İçin karar savaşın dışarda kabul edilmesi şeklinde çıkmıştı. Bu karar üzerine Efendimiz hazretleri toplantı yerinden ayrılıp zırhını giymek ve kılıcını kuşanmak kısaca muharebe hazırlıklarını tamam­lamak üzere saadethanesine gitmişlerdi. Sahabe kiram kendi aralarında konuştular ve biz ne ettikte Resulullahın reyi isti­kametinde hareket etmedik deyip, kararlarını değiştirdikleri­ni, Resululahın buyurduğu gibi Medine'de kalmaya, savaşı müdafaa şekline yapmayı uygun gördüklerini bildirmek üze­re aralarından teşkil ettikleri bir heyeti iki cihan serverinin saadethârıesine gönderdiler. Giden heyet Resulullaha yeni kararlarını; anlattılar. İki cihan serveri Efendimiz Hazretleri buyurdular: «Bir peygamber zırhını kuşandıktan sonra sa­vaşmadan onu çıkarmaz.»
işte Sunullah Efendi Hazretleri; Peygamber ordusunun de­vamı olan bu orduyu hümayunun, Tuğ çıkardıktan sonra onu geri almak olmaz demesi ne kadar isabetli bir görüş ve Pey­gamberin sünnetine uygun olduğu anlaşılır. Bu getirdiğimiz rnısal için biz insanlara ders olarak tecelli ettiğini bildiğimiz­den aldık yoksa iki cihan serverinin ne müşavereye ne de zıı"ha ihtiyacı vardır. Bütün bunlar biz ümmetine bir ders olsun diye tecelli eylemiştir. Şu beyiti buraya koyarak meramı­mızı anlatabildik sanırız.
uHikmetidir gezdiren düşmenleri
Bir nefes dilese kırar onları»
Her neyse biz mevzuumuza avdet edelim.
Şeyhülislâmın bu sözlerinden sonra divan da bir takım tar­tışmalara yol açtığını gören Hazreti padişah hiddetlendi. Pa­dişahın bu hiddetinden faydalanan Derviş Paşa bu doğru sözlü Şeyhülislâmı Ötedenberi yerinden kaydırma düşüncesi­ni kuvveden fiile çıkarmaya muvaffak oldu. Şeyhülislâmlığa üçüncü defa Ebu-1 Meyamin Mustafa Efendiyi nasb ettirdi.

Yorum Gönder

0 Yorumlar