3 Haziran 2011 Cuma

MUAZ İBN-İ CEBEL



«Ümmetimin   helâl  ve haramı en   iyi   bileni  Muâz ibn-i   Cebel'dir».[1]
Arab yarımadası hidâyet ve hak nuruyla aydınlandığında Yesribli Muaz ibn-i Cebel olgun bir delikanlıydı. Onun; zekâ keskinliği hazır cevapiilık, güzei konuşma ve üstün gayretiyle akranlarından farklı bir
Ayrıca o, gözleri sürmeli, saçları kıvırcık, dişleri pırıl pırıl, ba­kanların gözünü dolduran, gönüllerini çalan çok yakışıklı birisiydi, durumu vardı.
Delikanlı Muâz ibn-i Cebel, Mekke'li davetçi Mus'âb ibn-i Umeyr'in aracılığıyla müslüman olmuştu. Akabe gecesi, onun eli uzanıp beyat etmek için Hz. Peygamber'in elini sıkmıştı. Böylece Muaz, Rasûlül-lah'la (s.a.v.) karşılaşmak saadetine ermek, ona bey'at şerefine nail olmak, tarih kitabına en şahane ve en parlak sayfayı yazmak için Mekke'ye giden 72  kişilik toplulukla  birlikte  olmuştu.
Delikanlı Mekke'den Medine'ye dönünce, putları kırmak, Yes-rib'deki müşriklerin evlerinden gizlice veya açıkça onları atmak için akranlarıyla birlikte küçük bir topluluk oluşturdu. Bu gençlerin tesi­riyle Yesrîb büyüklerinden Amr ibn-i Cemûh müslüman olmuştu.
Amr ibn-i Cemûh, Benî Seleme eşrafındandı. Diğer eşrafın yap­tığı gibi o da kendisine değerli bir ağaçtan bir put yapmıştı. Benî Seleme'nin ihtiyarı bu putuna aşırı özen gösterir, üzerine ipek bir örtü  örter ve  her sabah  ona güzel kokular sürerdi.
Delikanlılar gece  karanlığında  gidip onun putunu  yerinden  aldılar, Benî Seleme'nin evlerinin  arkasına   götürüp  bir lâğım çukuruna attılar...
Sabah olunca ihtiyar putuna gitti ama onu yerinde bulamadı. Her yeri arayıp taradı. En sonunda onu bir çukurda pislikler içinde yüz üstü gelmiş olarak buldu.
«— Yazıklar olsun size! Bu gece tanrımıza kim kötülükte bulun­du?» deyip putunu çukurdan çıkardı, temizledi ve kokular sürdükten sonra yerine  koydu:
«— Ey Menât!  [2]Sana bunu kimin yaptığını bilseydim, onu pe­rişan ederdim», dedi.
Akşam olup ihtiyar uyuyunca gençler yine onun putuna bir ön­ceki gece yaptıklarını yaptılar. Bu defa ihtiyar putunu başka bir çu­kurda buldu. Yine onu çıkarıp temizledi, kokular sürdü ve ona kötü­lük yapanlara tehdidler savurdu.
Bu birkaç defa gençler tarafından tekrarlandı. İhtiyar da onu, at­tıkları yerden çıkarıp temizledi... Daha sonra kılıcını getirip onun boynuna astı ve ona şöyle dedi:
«— Menât! Bunu sana kimin yaptığını bilmiyorum ama, eğer sende bir hayır varsa kendini korursun. İşte bu kılıç da senin yanın­dadır».
Ahşam olup ihtiyar uyuyunca gençler yine putu ve boynunda ası­lı duran kılıcı aldılar... Putu ölü bir köpeğin boynuna bağlayıp çu­kurlardan birine attılar. Sabah olunca ihtiyar hemen putunu aramaya gitti. Onu, yüz üstü gelmiş ve bir köpeğe bağlı olarak pislikler ara­sında buldu. Putunu o halde görünce:
«— Allah'a yemin ederim ki, sen bir tanrı olsaydın, bir kuyu­nun ortasında bir köpekle birlikte olmazdın».
Böylece Benî Seleme'nin ihtiyarı müslüman oldu. Müslüman ol­ması da  çok  iyi  oldu.
Rasûlüllah, (s.a.v.) muhacir olarak Medine'ye gelince, genç Mu­âz ibn-i Cebel ondan hiç ayrılmadı. Kur'ân'ı ondan aldı. İslâm'ı onun huzurunda öğrendi. Sonunda o, Sahâbe'nin Kur'ân'ı en iyi okuyanı ve Allah'ın dinini en iyi bileni oldu... Yezîd ibn-i  Kuteyb anlatmaktadır:
«— Humus camiine girdim. Cemaat kıvırcık saçlı bir gencin et­rafında toplanmıştı. Konuştuğu zaman sanki ağzından nûr ve inci sa­çıyordu.
«— Kim  bu?»  diye sordum.
«— Muâz  ibn-i  Gebe!»   diye cevap verdiler.
Ebû  Musa el-Havlânî  [3]  anlatmaktadır:
«— Şâm camiine girdim. İçinde Hz. Peygamber'in orta yaşlı sa-hâbîlerinden bazılarının bulunduğu bir ilim halkası gördüm. İçlerinde gözleri sürmeli, dişleri parlak bir genç vardı. Haikadakiler, herhangi bir konuda ihtilâf ettiklerinde onu o gence soruyorlardı. Yanımda*-kilerden  birine:
«— Kim bu?» diye sordum.
«— Muâz ibn-i  Cebel»   diye  cevap  verdi».
Bunda hiç gariplik yoktur. Muâz ibn-i Cebel, küçük yaştan iti­baren Hz. Peygamber'in medresesinde eğitilmişti. Onun elinde ye­tişmişti. İlmi, onun tükenmez kaynaklarından doya doya içmişti. Ma­rifeti onun asîl pınarından almıştı. Böylece en hayırlı öğretmenin en
hayırlı   öğrencisi   olmuştu.
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şu sözü Muâz'a delîl  olarak yeter:
«— Ümmetimin helâl ve haramı en iyi bileni Muâz ibn-i Cebel'-dîr».
Hz. Muhammed'in ümmetine iyilik olarak onun Hz. Peygamber zamanında Kur'ân'ı ezberleyen  6  kişiden  biri  olması yeter.
Bu sebeple, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) ashabı, aralarında Muâz ibn-i Cebel varken konuştuklarında  saygılarından dolayı ona  bakarlardı.
Hz. Peygamber ve ondan sonraki iki halifesi (Ebû Bekir ve Ömer) bu eşsiz ilim enerjisini İslâm'ın ve müslümanlann hizmetinde kullan­mışlardır.
Hz. Peygamber Mekke'nin fethinden sonra, Kureyşlilerin akın akın Allah'ın dînine girdiklerini görünce, yeni müslümanlara İslâm'ı öğre­tecek ve İslâm'ın esaslarını anlatacak büyük bir öğretmene ihtiyâç duymuş, Mekke'de, idareci olarak yerine Attab ibn-i Useyd'i, halka Kur'ân'ı ve Allah'ın dinini öğretmesi için de Muaz ibn-i Cebel'i bırak­mıştır.
Yemen hükümdarlarının elçileri, kendilerinin ve ülkelerindekileri-nin İslâm'a girdiklerini açıklamak ve ondan halka dinlerini öğretecek kimseleri beraberlerinde göndermesini istemek için Rasûlüllah'a [s.a.v) geldiklerinde, Hz. Peygamber bu önemli vazifeyi ashabından davet görevi yapanlara vermiş ve Muâz ibn-i Cebel'î de onlara baş­kan yapmıştır.
Hz. Peygamber bu hidâyet ve nûr heyetini uğurlamaya çıkmıştı,
Muaz bineğine binmiş, Rasûluliah {s.a.v.) da yerde yürüyordu. Uzun süre böyle yürüdüler. Sanki Rasûluilah, (s.a.v.) Muaz'ia olan be­raberliğini uzatmak istiyordu. Sonra Rasûluliah (s.a.v.) ona şöyle bu­yurdu.
«— Muaz! Belki sen, bu yıldan sonra beni göremiyeceksin. Belki de benim mescidime ve kabrime geleceksin...»
Muaz, Peygamber'i ve dostu Hz. Muhammed'den ayrıldığına üzü­lerek ağladı. Onunla birlikte müslümanlar da ağladılar.
Rasûlullah'ın (s.a.v.) verdiği haber doğru çıkmıştı. O günden son­ra Muaz'ın gözleri Hz. Peygamber'i göremedi... Muaz Yemen'den dön­meden RasDluIlah (s.a.v.) hayata gözlerini yummuştu.
Hiç şüphesiz, döndüğünde, Yesrib'i sevgilisi Rasûlullah'la (s.a.v.} Cinsiyetten mahrum kalmış görünce ağlamıştır.
Hz. Ömer halîfe olunca, yapılan bağışları ve zenginlerin fakirlere verdikleri sadakaları aralarında dağıtması için Muaz'i, Kiiâb oğulları­na gönderdi. Muaz verilen emri yerine getirdi. Giderken yanına aldı­ğı hayvan çulunu boynuna dolayarak hanımının yanına döndü. Hanımı
ona şöyle dedi:                                                                      
„— Görevli olarak gittiğin yerden getirdiğin şeyler hani?»
«— Yanımda beni devamlı kontrol eden çok dikkatli bir gözcüm vardı».— Sen, Rasûlullah'ın ve Ebû Bekr'in yanında güvenilir biriydin. Ömer halîfe olunca, yanında seni devamlı kontrol eden bir gözcü mü gönderdi?!!»
Bunu Hz. Ömer'in hanımları arasında yaydı. Hz. Ömer bunu du­yunca Muaz'ı çağırıp şöyle dedi:
«— Ben senin yanında, seni kontrol eden bir gözcü mü gönder­dim?!»
«— Hayır, Emîrufmümînin! Fakat başka bahane bulamadım...» Hz. Ömer güldü ve ona birşey verip şöyle dedi: «—Bununla onun gönlünü al...»
Halifeliği zamanında Hz. Ömer'e Suriye'deki valisi Yezîd İbn-i Ebi Sufyan şöyle bir haber gönderdi:
«— Ey müminlerin Emiri! Suriye'nin nüfusu arttı. Şehirler kala-balıklaştı. Onlar, Kur'an'ı ve dinlerini öğretecek kimselere ihtiyaç duy-maktadirlar. Bana, onlara öğretmenlik yapacak kimseler gönder».
Hz. Ömer, Rasûlullah (s.a.v.) zamanında Kur'an'ı ezberleyen beş kişiyi çağırdı. Bunlar: Muaz İbn-i Cebel, Ubade İbnu's-Samit, Ebû Ey-yub el-Ensarî, Ubeyy İbn-i Ka'b ve Ebû'd-Derda idi. Onlara şöyle dedi:
«— Suriyeli kardeşleriniz benden, kendilerine Kur'ân'i ve dinle­rini öğretecek kimseler göndermemi istediler. Üçünüz bana bu konu­da yardım edin. İsterseniz kur'a çekin, isterseniz aranızdan üç kişiyi ben seçeyim». Onlar:
«— Kur'a çekmeye ne lüzum var? Çünkü Ebû Eyyub yaşlıdır, Übeyy de hastadır. İşte üç kişi kaldık", dediler.
Hz. Ömer:
„—. önce, Humus'tan başlayın. Eğer ora halkının durumunu be­ğenirseniz, biriniz orada kalsın. Bir diğeriniz Şam'a ve üçüncü de Fi­listin'e gitsin», dedi.
Rasûlultah'ın (s.a.v.] üç sahabîsi Humus'ta, Hz. Ömer'in emrini yerine getirdiler ve orada Ubade İbnu's-Samit'i bıraktılar. Ebu'd-Derda Şam'a, Muaz İbn-i Cebel de Filistin'e gitti.
Muaz orada vebaya yakalandı. Ölmeden önce kıbleye yönelip şu şiiri okuyup durdu: «— Merhaba ölüme merhaba...
Ortadan kaybolduktan sonra bir ziyaretçi geldi...
Ve bir sevgili özlemle geldi...»
Daha sonra semaya bakarak şöyle dedi:
«— Allah'ım! Biliyorsun ki ben dünyayı ve dünyada çok kalmayı ağaç dikmek ve nehir kenarlarında keyif sürmek için istemedim. An­cak benim bu isteğim sıcak günlerin sıkıntılarına ve zor anlara kat­lanmak ve zikir meclislerinde alimlerle dizdize oturmak İçindi.
Allah'ım! Mü'min bir kimse için kabul ettiğinin en iyisini benim için de kabul et».
Daha sonra aile ve akrabalarından uzakta, Allah'a dua ede ede ve onun yolunda muhacir olarak temiz ruhunu teslim etti.[4]






[1] Allah'ın Rasûlü Hz. Muhammed
[2] Menât, putunun adı.
[3] Ebû Müslim el-Havlânî, Yemenli büyük tabiînlerden biridir.
[4] Muaz   ibn  Cebel   hakkında geniş bilgi   için  aşağıdaki eserlere  bakınız:
1- EI-İsabe, İH/406.
2- EI-İstîab (e!-Becavî'nin tahkikiyle), Uf/1402.
3- Usdu'I-ğabe, İV/374.
4- Siyeru a'lami'n-nubelâ, 1/318;
5- Et-Tabakatu'l-kubra, 111/583.
6- Hılyetu'l-evliya,  1/228.
7- Sıfetu's-safve, r/195.
8- Tehzibu'l-esma ve'Muğat, H/98.
9- Ez-Zehebî, Tarihu'I-İslâm, H/24.
10- El-Cem'u beyne ricali's-sahihayn, H/487.
11- El-Bidaye vs'n-nihaye, VH/94.
12- Duvelu'l-İsfâm,  1/5.
13- Tehzîbu't-tehzib, X/186.
14 - Vefeyaîu'l-a'yan.
15- Cemheratu'l-evliya,   H/48.
16- Tabakatu Fukahai'l-Yemen, S. 44.
17- El-Cemu beyne ricali's-sahîhayn. le'-El-Bed'u vs'Marîh, V/117.
18- Ahmed İbn Hanbef, ez-Zuhd, S. 180,
20- Tezkiratu'I-huffaz, 1/19.
21- İbn  Kuteybe,  ei-Maârif, 1/3.
22- Ashabu Bedr (Şeyh Huseyn el-Gulamî Şiiri), S, 204.
23- Hayatu's-Sahabe (Dördüncü ciltteki fihristlere bakınız).
Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/382-387.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Boşanma Hakkında Detaylı Bilgiler