ABDULLAH İBN AMR İBN EL-AS


Ihlâslı, âbid ve çok tövbe eden...
Şimdi kendisinden söz ettiğimiz abid, zâhid ve çok tövbe eden şahıs Abdullah İbn Amr İbn  el-As'tır...
Babası; zekâ, deha ve kurnazlıkta üstâd olduğu kadar o da âbid-ler, zâhidler ve her şeyi açık olanlar arasında yüce bir yere sahip üstâddı...
O bütün zamanını ve hayatını ibadete vermişti...
O, imanın tadıyla kendisinden geçmiş ve artık gece gündüz onun kulluk ve ibâdetine yetmez olmuştu.,.
O, babasından önce müslüman olmuştu. Sağ elini biat etmek üze­re Resûlüllah'ın (s.a.v.) sağ eline verdiğinde kalbi parlak sabah gibi Al­lah'ın nuruyla ve ona itaatin nuruyla aydınlanmıştı...
Önce, azar azar inen Kur'ân'a yöneldi. Kur'an'ın bazı âyetleri in­diğinde onları ezberleyip anlamaya çalışırdı. Kur'ân tamamlandığında o da tamamını ezberlemişti...
Onu, sadece mahfuz bir kitabı iki kapağı arasında toplayan güç­lü bir hafıza meydana getirmek için ezberlemiyordu...
Aksine, kalbinin onunla şenlenmesi ve bundan sonra onun itaat­kâr kulu olması için ezberliyordu. Onun helâl kıldığını helâl kılar, ha­ram kıldığını haram kılar. Davet ettiği her şeyde ona icabet eder son­ra, olgun meyveleri olan bahçelerinde mutlu, âyet-i kerimelerinin ver­diği sevinçten gönlü rahat, uyandırdığı haşyetten gözü yaşlı olarak Kur'ân okumaya ve onu düşünmeye yönelir!
Abdullah bir ermiş ve âbid olmak için yaratılmıştı. Dünyada hiç­bir şey onu bu yaratıldığı halden uzaklaştırmaya kadir değildi...
İslâm ordusu, kendilerine savaş açan müşriklerle karşılaşmak üzere bir cihada çıktığı zaman onu bir sevgilinin ruhuyla ve bir aşı­ğın ısrarıyla şehidiiği temenni ederek safların önünde buluruz!...
Savaş bitince onu nerede görürüz? Ya camide, ya da evindeki seccadesinde, gündüz oruçludur, gece ayaktadır (yani namaz kılmaktadır). Dili, helâl da olsa dünya kelâmın­dan hiçbir sözü bilmez. Ancak onun dili, Kur'ân'ını okurken, ona olan hamdini yaparken veya günâhından dolayı istiğfar ederken Allah'ı zik­retmekten dolayı daima  ıslaktır...
İnsanları Allah'a ibâdete davet etmeye gelmiş olan Resûlüllah'ın, (s.a.v.) Abdullah'ın aşırı ibadet etmesine engel olmak için duruma mü­dâhale etme ihtiyacını duyması, onun kulluk ve ibadetinin boyutlarını anlamamıza kâfidir!...
Öyie olunca, Abdullah İbn Amr'ın hayatı hakkında alınacak dersi iki yönünden birisi, kulluk ve doğruluğun en ileri derecelerine ulaşma­da insan ruhunu coşturan üstün bir gücü ortaya çıkarmak ise, diğer yönü de bütün üstünlük ve olgunluğu aramada i'tidâl ve orta yolu ta­kip etmede dinin titizliğidir, böylece ruh arzu ve özlem içinde kalır...
Vücûd da sıhhat ve afiyet içinde kalır!.
Resûlüllah [s.a.v.) Abdullah İbn Amr İbn es-As'ın hayatını aynı tarzda geçirdiğini öğrenmişti...
Bu arada olmayan tek şey bir savaşa çıkmaktı. Onun bütün gün­lerini şöyle özetlemek mümkündü. Sabahtan, sabaha kadar devamlı ibadet... Oruç, namaz ve Kur'ân okumak...
Peygamber (s.a.v.) onu çağırttı ve onu İbadete i'tidalden ayrılma­maya davet ediyordu...
Resûlüllah (s.a.v.) ona şöyle dedi: «— Bana senin gündüzleri yemeyip oruç tuttuğun, gecelen  de uyumayıp namaz kıldığın  haber verilmedi mi sanıyorsun? Her ay üç gün oruç tutman sana yeter».
Abdullah:
«— Benim bundan daha fazlasına gücüm yeter...» dedi.
Peygamber (s.a.v.):
«— Her cumadan itibaren iki gün oruç tutman sana yet yurdu.
ResûlüIIah (s.a.v.) tekrar sordu:
«— Öğrendim ki, Kur'ân'ı  bir gecede hatmediyormuşsun?
Ömrünün uzun olmasından ve onu okumaktan usanmandan endi­şe ediyorum!
Kur'ân'i her ayda bir defa hatmet...
Onu her on günde bir defa hatmet...
Onu her üç günde bir defa hatmet...»
Sonra sözüne şöyle devam etti:
«— Ben hem oruç tutuyorum, hem tutmuyorum.
Namaz da kılıyorum, uyuyorum da...
Kadınlarla da evleniyorum. Kim sünnetimden yüz çevirirse ben­den değildir...»
Abdullah İbn Amr uzun bir ömür sürmüştür... Yaşı ilerleyip ke­mikleri zayıflayınca daima ResCılüilah'ın (s.a.v.) tavsiyesini hatırlar ve şöyle derdi:
«— Keşke Resûlüjlah'ın (s.a.v.) ruhsatını kabul etseydim...»
Bu tip bir mü'mine, iki müsiüman topluluk arasında meydana ge­len bir çarpışmada rastlamak zordur.
Öyleyse bacakları onu, Medine'den, Hz. Muâviye'nin Hz. Ali'ye karşı hazırladığı orduda yer aldığı Siffîn'e nasıl taşımıştı?
Gerçekten Abdullah'ın bu davranışı onu anladıktan sonra saygı­ya lâyık olacak kadar düşünmeye değer...
Abdullah İbn Amr'ın hayatı için ciddi bir tehlike teşkil etmeye varan bir şekilde ibadete nasıl yöneldiğini ve babasının zihnini de­vamlı meşgul eden bu durumu birçok defa Resûlüllah'a (s.a.v.) şikâ­yet ettiğini gördük.
Hz. Peygamber'in ibadette mutedil olmasını ve ona sürelerini kı­sıtladığı son defada Amr da hazırdı. ResûlüIIah (s.a.v.) Abdullah'ın elini tutup babası Amr ibnu'l-As'ın elinin içine koydu ve ona şöyle dedi:
«— Sana emrettiğimi yap ve babana itaat et».
Abdullah dini ve ahlâkı gereğince anne ve babasına itaatkâr ol­masına rağmen Resûlüllah'ın bu usûlle ve bu münasebetle ona em­retmesi kendine has bir etkiye sahipti.
«— Abdullah benim bundan daha fazlasına gücüm yeter» dedi.
ResûlüIIah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
«— Oruçların en  hayırlısı, yani Davud'un orucu   için  izin i misin? Davud (a.s.) bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı...»
Abdullah İbn Amr uzun ömrünü, bu cümleyi bir an olsun unutma-
dan yaşadı:
«— Sana emrettiğim şeyi yap ve babana itaat et».
Zaman içinde yıllar ve günler birbirini takip etti...
Suriye'deki Hz. Muâviye Hz. Ali'ye biati kabul etmedi...
Hz. Ali de gayrî- meşru bir isyana boyun eğmeyi kabul etmedi.
İki müsiüman topluluk arasında sayaş çıktı. «Cemel olayı» geç-Ve Sıffîn olayı geldi.
Amr ibnu'l-As Hz. Muâviye'nin yanma giden yolunu seçmişti! müslümanlarm, oğlu Abdullah'a olan saygılarının ve dindarlığı konu­sundaki güvenlerinin derecesini biliyordu. Birçok kimsenin Hz. Mu­âviye'nin yanında yer almasını sağlamak için, onu savaşa gitmeye teşvik etmek istedi.
Aynı şekilde, Amr da Abdullah'ın bir savaşta kendisinin ya da yer almasıyla çok iyi netice alacağını zannediyordu. Çünkü onun Suriye'nin fethindeki ve Yermûk günündeki kahramanlığını unutmu­yordu...
Siffîn'e gitmeye  niyetlendiğinde onu yanma  çağırtıp:
«— Abdullah! Harbe çıkmaya hazır ol, sen de bizimle birlikte sa-vaşacaksın...»
Abdullah ona şöyle cevap verdi:
«— Nasıl?... Resûlülfah (s.a.v.) hiçbir müslümanın boynuna lıç dokundurmamak üzere benden söz aldı...»
Amr, kurnazca, kendilerinin bu savaşa çıkmakla sadece Hz. Os­man'ın katillerine gitmek ve onun temiz kanının öcünü almak istedik­lerini söyliyerek onu ikna etmeye çalıştı...
Sonra, birdenbire, oğluna son sözünü söyledi:
«— Abdullah! Resûlüllah'ın (s.a.v.), senin elini benim elimîn içi­ne koyarak, sana yaptığı son nasihatında: 'Babana itaat et' dediğini hatırlıyor musun?...»
Abdullah İbn Amr babasına itaat etmek için hiçbir kılıcı taşıma­mak ve hiçbir müslümanı  öldürmemek niyetiyle çıktı...
Fakat, bu onun için nasıl tamam olacaktı? Şimdilik, babasıyla birlikte çıkması ona yetecekti. Savaş çıktığında yerine getireceği emir de Allah içindi!... Şiddetli ve ateşli bir şekilde savaş başladı...
Tarihçiler, Abdullah'ın savaşın başına katılıp, katılmadığı konu­şunda ihtilâf ediyorlar.,.
Biz, savaşın başına katıldığını, söylüyoruz... Çünkü savaş çok sür­memiştir. Hatta Abdullah İbn Amr'ı savaşa ve Hz. Muâviye'ye karşı açıkça yerini aldıran bir olay vuku buldu...
İşte bu olay şöyledir: Ammar İbn Yasir, Hz. Ali'yle  birlikte sa­vaşıyordu. Ammar, Resûlüllah'ın (s.a.v.) ashabı arasında   mutlak bir saygıya sahipti. Bundan da daha fazlası, Hz. Peygamber  tarafından, ilerde  öldürüleceği ve  katilleri  bildirilmişti...
Bu da şöyle olmuştu. Hz. Peygamber ve ashabı Medine'ye hic­retlerinden hemen sonra, mescidlerini inşâ ediyorlardı. Taşlar, en kuv­vetli birisinin bir taştan daha fazlasını taşıyamıyacağı kadar iri ve ağırdı... Fakat, Ammar sevinç ve neş'esinden taşları ikişer ikişer ta­şıyordu. Resûlüllah (s.a.v.) onu görünce yaşlı gözlerle süzüp, şöyle demişti:
«— Vah İbn Sümeyye'ye onu âsi bir topluluk öldürecek».
O gün, Resûlüilah'ın inşaata katılan bütün ashabı bu haberi duy­muşlar ve halâ hatırlıyorlardı.
Abdullah İbn Amr da bunu duyanlardan birisiydi...
Hz. Ali'yle, Hz. Muâviye'nin taraftarları arasındaki savaşta, Ammar yüksek tepelere çıkıp avazı çıktığı kadar haykırıyordu:
«—Bugün sevgililere, Muhammed'e [s.a.v.} ve arkadaşlarına ka­vuşuyoruz».
Hz. Muâviye'nin ordusundan bir grup onu öldürme konusunda anlaştılar ve onu, salih şehidlerin dünyasına götüren günahkâr bir oku onun tarafına doğrulttular.
Ammar'm öldürüldüğü haberi  rüzgâr gibi esti...
Abdullah İbn Amr heyecandan yerinde duramadı:
—  Ammar Öldürüldü mü?...
—  Onun katilleri sizsiniz!...
—  O halde siz asi topluluksunuz...
—  Siz sapıklık üzere savaşanlarsınız!..
Bir haberci olarak, azimlerini kırmak ve aralarında onların asi ol­duklarını söylemek için Hz. Muâviye'nin askerlerinin içine girdi. Çün­kü onlar Ammar'ı öldürmüşlerdi. Peygamber (s.a.v.] 27 sene önce as­habından bir grubun ortasında Ammar'ı asi bir topluluğun öldürece­ğini söylemişti...
Abdullah'ın sözü Hz. Muâviye'ye tasındı. Hz. Muâviye Amr'ı ve og!u Abdullah i çağırıp Amr a:
«— Bu deli oğlunu bizden uzaklaştırmıyor musun?
Abdullah da şöyle cevap verdi:
«— Ben deli değilim. Ancak Resûlüllah'ın Ammar'a: 'Seni âsî bir topluluk öldürecek!' dediğini duydum». Hz, Muâviye ona: «— Peki, niçin bizimle birlikte çıktın?» dedi.
Abdullah şöyle cevap verdi:
«— Çünkü Resûlüllah (s.a.v.) bana, babama itaat etmemi emret­ti. Ben savaşa çıkma konusunda ona itaat ettim fakat, sizinle birlikte savaşamam».
İkisi konuşurlarken Ammar'ın katilinin içeriye girmesi için izin isteyen kimse, Muâviye'nin huzuruna girdi. Bunun üzerine Abdullah îbn Amr şöyle haykırdı:
«— Ona izin ver ve cehennemi de müjdele».
Çok sabırlı ve yumuşak olmasına rağmen Hz. Muâviye hiddetle­nip Amr'a haykırdı:
«— Şunun söylediklerini duymuyor musun...»
Abdullah müttakilerin sakinliği ve rahatlığıyla Hz. Muâviye'ye, sadece gerçeği söylediğini ve Ammar'ı da ancak asilerin öldürdüğü­nü tekrar etti...
Babasına dönüp: «— Resûlüllah (s.a.v.) bana, sana  itaat etmemi emretmeseydi seninle birlikte buraya gelmezdim!»
Hz. Muâviye'yle Amr askerlerini teftişe çıktılar. Herkesin, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Ammar hakkında söylediği; 'Seni asî bir toplu­luk öldürecek' sözünü duyduğunu öğrenince dehşete  kapıldılar.
Amr ve Muâviye bu önemli mes'elenin Muâviye'den yüz çevir­meye ve ona isyana dönüşmek üzere olduğunu hissettiler...
Düşündüler ve sonunda halk arasında yaymaya gittikleri söyle­yeceklerini  buldular...
İkisi şunu söylediler:
«— Evet, Resûlüllah (s.a.v.) bir gün Ammar'a 'seni asî bir top­luluk öldürecek' demiştir...
Resûlüllah'ın (s.a.v.) verdiği haber doğrudur. Gerçekten Ammar öldürülmüştür... Ama onu kim öldürdü?
Ancak, onu savaşa çıkaranlar ve kendileriyle bidikte savaşa sü­rükleyenler öldürdü!...
Böyle bir karışıklıkta hangi mantık çalışabilir. İşte böylece Mu­âviye ve Amr'ın mantığı çalıştı...
İki topluluk savaşa başladı...
Abdullah İbn Amr ise namazgahına ve ibadetine döndü...
-Abdullah  hayatını, sadece ibâdetle doldurarak yaşadı...
Şu kadar var ki, sadece Sıffîn'e gitmesi onun için devamlı bir sıkıntı sebebi oldu... Onu hatırlayınca hemen ağlar ve şöyle derdi:
— Bana ne oldu da Sıffîn'e gittim?...
Bana ne oldu da müslümanlarla savaşa  gittim?»
Bir gün Hz. Peygamber, mescidinde arkadaşlarıyla otururken on­ların yanından Hüseyin İbn Ali geçti. Birbirlerine selâm verdiler...
Hüseyin.uzaklaştıktan sonra Abdullah, yanındakilere şöyle dedi:
«— Size yeryüzündekilerin semadakilere en sevimli olanını  ha­ber vermeyi istetmişiniz?.
İşte o, şu anda bize uğrayan Hüseyin İbn Ali'dir... Sıffîn'den beri o benimle konüşmamıştı.
Onun benden hoşnut olması, benim birçok devem olmasından daha iyidir!...»
O, Ebû Saîd el-Hudri'yie Hüseyin'i ziyaret etmek üzere anlaştı.
Böylece Hüseyin'in evinde en büyük zatların buluşması gerçek­leşti...
Abdullah İbn Amr konuşmaya başladı, Siffîn'den söz açılınca, Hüseyin'in sitemli bir şekilde ona:
«— Seni Muâviye'yle birlikte savaşa çıkmaya iten sebep neydi?» dedi.
Abdullah  cevap verdi:
«— Bir gün Amr ibnu'l-As (babam) beni Resûlüllah'a (s.a.v,) şi­kâyet etti:
«— Abdullah her gün oruç tutuyor ve her gece namaz kılıyor...»
Resûlüllah (s.a.vO bana şöyle dedi:
«— Abdullah! Uyumakla birlikte namaz da kıl... Bazan oruç tut, bazan da tutma... Babana itaat et. Sıffîn gününde babam beni ken­dileriyle birlikte savaşa çıkmaya zorladı, bunun üzerine ben de çık-
Fakat, vallahi, ne bir kılıç, ne bir mızrak ne de bir ok kullan-
Mübârek ömründen yetmiş iki sene geçtiğinde, namazgahında Rabbine niyaz ve ona hamd ederken ebediyet yolculuğuna davet edil­di. Büyük bir arzuyla bu daveti kabul etti...
Ruhu, güzel şeylerde onu geçen kardeşlerine koşarak ve uçarak gitti.
Müjdeci ona Rafik-i A'lâ tarafından şu daveti yapıyordu «Ey huzur içinde olan can!
O, senden, sen de ondan hoşnut olarak Rabbine dön! Ey can! İyi  kullarımın arasine gir. Cennetime gir»  [1]







[1] Fecr/27-30
Halil Muhammed Halil, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2/74-81.

Yorum Gönder

0 Yorumlar