27 Nisan 2011 Çarşamba

EBU UBEYDE IBNU'L-CERRAH

EBU UBEYDE IBNU'L-CERRAH


«Her milletin güvenilen  bir kişisi vardır. Bu milletin güvenilen kişisi Ebû Ubeyde'dîr».[1]
O, güzel ve sevimli bîr yüze sahipti. Zayıf bedenli, uzun boylu ve ince yüzlüydü. Gözler onu görmekten hoşlanır, karşısındakine güven verir, insan ona karşı bir yakınlık hissederdi.
Aynı zamanda; kibar, alçak gönüllü ve utangaç idi. Ama ciddi ko­nularda adeta bir arslandı. Hemen kükreyiverirdi.
Güzellik ve kibarlığının yanında sertliği de vardı.
İşte bu zat, Muhammed ümmetinin güvenilen kişisi Amir İbn Ab-dillâh İbnu'i-Cerrah el-Fihrî el-Kureşî'dir. Lâkabı da Ebû Ubeyde'dir.
Abdullah İbn Ömer (r.a.) onu şöyle anlatmaktadır: Kureyş'ten üç kişi insanların en güzeli, en iyi ahlâklısı ve en utangacıdır. Onların ağız­larından doğrudan başka söz çıkmaz ve onlar kendilerine birşey söyle­nince de karşılarındakini yalanlamazlar. Bu üç kişi, Ebû Bekr es-Sıddîk, Osman îbn Affan ve Ebû Ubeyde İbnu'l-Cerrah'ttr.
Ebû Ubeyde İslâm'a ilk girenlerdendi. Hz. Ebû Bekir İslâm'a gir­dikten bir gün sonra müslüman olmuştur. İslâm'a' girişi de Hz. Ebû Bekir'in aracılığı iledir. Hz. Ebû Bekir, onu, Abdurrahman İbn Avf'ı, Os­man İbn Maz'un'u ve el-Erkam İbn el-Erkam'ı Hz. Peygamber'e götür­müş, onlar Hz. Peygamber'in huzurunda Kelime-i Şehâdeti getirmişler ve böylece yüce İslâm binasının ilk temel taşları olmuşlardır.
Ebû Ubeyde, başlangıcından sonuna kadar Mekke'de müslüman-lann geçirdiği sıkıntılı hayatı yaşamıştır. İlk müslümanla birlikte yer­yüzünde hiçbir din sahibinin karşılaşmadığı şiddet, sıkıntı, acı ve üzün­tülere göğüs germiştir. Allah Tealâ'nin dünyada onlara gösterdiği bu acı tecrübede sebat göstermiş, Allah ve Rasûlüne her durumda bağlı kalacağını isbat etmiştir.
Fakat Ebû Ubeyde'nin Bedir'de çektiği sıkıntının şiddeti akılları şaşırtmış, hayâllerin üstüne çıkmıştır.
Bedir savaşında Ebû Ubeyde ölümü hiçe sayarak saflar arasında dolaşmaya başlamıştı. Müşrikler ondan korkuyorlardı. O önüne gelen herkese saldırıyordu. Kureyş süvarileri de ondan çekiniyorlar, nerede olursa olsun, onunla karşılaşmamaya çahşıyorlrdı. Ama müşriklerden birisi her yerde Ebû Ubeyde'nin karşısına çıkıyordu. Ebû Ubeyde ise, onu görünce yolunu değiştirip onunla karşılaşmak istemiyordu. Adarn ise, ona saldırmakta ısrar ediyordu. Fakat Ebû Ubeyde devamlı ondan kaçıyordu. Adam Ebû Ebeyde'nin geçeceği yollan kapatıp Allah düş­manlarıyla savaşmasına engel oluyordu. Ebû Ubeyde'nin sabrı taşınca, kılıçla başına öyle bir vurdu ki, adamın başı ikiye ayrıldı ve adam yere yıkıldı.
Değerli okuyucu! Bu yuvarlanıp düşen adamın kim olduğunu tah­min etmeye çalışma!
Sana, sert ve acı tecrübenin akılları şaşırtıp hayâllerin üstüne çıktığını söylememiş miydim?
Yere yuvarlanan adamın Ebû Ubeyde'nin babası Abdullah İbnu'l-Cerrah olduğunu öğrendiğinde belki senin başın da patlayacaktır.
Evet, Ebû Ubeyde babasını öldürmemişti, babasının şahsında şirki öldürmüştü. Allah Tealâ, Ebû Ubeyde ve babası hakkında Kur'ân'da şöyle buyurmaktadır: «Allah'a ve âhiret gününe inanan bîr milletin, —'babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da akrabaları olsa bile-— Allah'a ve Peygamberine karşı gelenlere, sevgi beslediklerini görmez­sin. İşte Allah, imanı bunların kalblerine yazmış, katından bir nur ile onları desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetlere koyar. Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnut olmuştur. İşte bunlar Allah'tan yana olanlardır. İyi bilin kî, saadete erecek olanlar, Allah'tan yana olanlardır...» (Mücâ­dele sûresi, âyet : 22)
Ebû Ubeyde için bu garipsenecek birşey değildi. Çünkü o, Allah'a imanının sağlamlığından, dîne içtenlikle bağlanışından ve Muhammed ümmeti arasındaki güvenirliliğinden dolayı Allah katında kendisine bü­yük nefislerin coşkuyla baktığı bir seviyeye gelmişti.
Muhammed İbn Ca'fer anlatmıştır: Rasûlüllah'm (s.a.v.) huzuruna bîr grup hıristiyan gelip şöyle dediler: «Ey Ebu'l-Kasim! Biz bazı mal­larımızın taksiminde anlaşamadik.Bu konuda bize hakemlik edecek, senin beğendiğin bir sahabîyi bizimle birlikte gönder. Siz müslüman-lar bizce makbulsünüz».
Rasûiüllah (s.a.v.) şöyle cevap verdi : «Öğleden sonra geliniz. Sizinle birlikte sağlam ve güvenilir birisini göndereyim». Ömer İbnu'l Hattab şöyle der: «Erkenden öğle namazına gittim, çünkü Rasûlüllah'ın (s.a.v.) nitelediği bu  kişi  olmayı  cok  istiyordum...»
«Rasûiüllah (s.a.v.) öğle namazını kıldırınca sağına ve soluna bak­maya başladı. Ben de görmesi için ona doğru uzanıp kendimi göster­meye çalışıyordum. O da devamlı göz gezdiriyordu, nihayet Ebû Ubey-de'yi görüp onu çağırdı ve şöyle dedi : «Onlarla birlikte git. Anlaşa­madıkları konularda, aralarında hak ile hükmet» ve dedim ki : «İşte Ebu Ubeyde o nitelikleri alıp götürdü».
Ebû Ubeyde sadece güvenilir bir kişi değildi. O, güvenilir olmaya güçlülüğü de ilâve etmişti. Bu güçlülük birçok yerde görülmüştü :
Rasûiüllah bazı sahabîlerini bir Kureyş kafilesini karşılamak üzere göndermiş, Ebû Ubeyde'yi de onlara başkan yapmıştı. Onlara azık ola­rak bir torba hurma vermişti. Çünkü verecek başka birşey bulamamış­tı. Ebû Ubeyde, arkadaşlarından herbirine, günde bir hurma veriyordu. Onlar da bebeğin annesinin memesini emdiği gibi hurmayı emiyorlar, sonra da üzerine su içiyorlardı ye bu hurma o günün akşamına kadar onlara yetiyordu.
Uhud'da müslümanlar yenik durumdayken müşriklerden biri şöyle haykırıyordu :
«Bana Muhammed'i gösterin... Bana Muhammed'i gösterin».
Ebû Ubeyde, müşriklerin mızraklarına karşı göğüslerini siper ede­rek Rasûlüllah'i korumak için onu kuşatan on kişiden biri olmuştu.
Savaş bitince, Rasûlüilah'm dişi kırılmış, alnı yarılmış ve yanağına zırhının iki halkası batmıştı. Hz. Ebû Bekir yanağından onları çıkarmak isteyerek Rasûlüllah'm yanına gitti. Ebû Ubeyde ona şöyle dedi: «Bu işi bana bırak», ve Ebû Bekr ona bıraktı. Ebû Ubeyde eğer eliyle sö­kerse, Rasûlüllah'a (s.a.v.) ıztırap vereceğinden korktu ve halkanın bîrini iyice ısırıp çıkardı ama kendisinin de bir dişi sökülmüştü.
Sonra öbürünü ikinci dişiyle ısırıp çıkardı, bu defa da ikinci dişi sökülüp düştü.
Ebû Bekir şöyle dedi : «Ebû Ubeyde dişi kırılan insanların en ha-yırlısıdır».
Ebû Ubeyde Rasûlüllah'ia beraber oluşundan itibaren vefatına ka­dar bütün olaylarda onun yanında bulunmuştur.
Sakîfe  [2] günü, Ömer İbnu'l-Hattab Ebû Ubeyde'ye şöyle demiştir:
«Elini ver, sana bey'at edeyim». Rasûlüllah'm (s.a.v.) şöyle dediği­ni duydum : «Her milletin güvendiği birisi vardır. Bu milletin güvendi­ği kimse de sensin»,
Ebû Ubeyde ise şöyle cevap vermiştir: «Rasûlüllah'm (s.a.v.) na­mazda bize imam olmasını emrettiği ve ölünceye kadar da bize imam olan bir kimsenin asla önüne aecemem».
Bundan sonra Ebû Bekr es-Sıddîk'a bey'at edilmiştir. Ebû Ubeyde ona hakkı tavsiye eden ve hayırlı işlerde ona yardımcı olanların en iyisi ve en cömerdi olmuştur.
Ebû Bekr, kendisinden sonra halifeliğe Hz. Ömer'in geçmesini tav­siye etmişti. Ebû Ubeyde yine ona hizmetten geri durmamış, hiç bir emrine karşı gelmemiştir. Sadece bir defa.
Ebû Ubeyde'nin müslümanların halîfesinin hangi emrine karşı gel­diğini biliyor musun?
İşte bu karşı gelme olayı, Ebû Ubeyde'nin müslüman ordularını Şam diyarında zaferden zafere koşturduğu ve bütün bu diyarı fethedip, doğudan Fırat, kuzeyden Anadolu'ya ulaştığı zamanlarda meydana gel mistir.
O sıralarda, Şam diyarında o güne kadar insanların benzerini gör mediği bir veba salgını ortaya çıkmıştı.
Hz. Ömer hemen Ebû Ubeyde'ye bir elçi gönderdi. Elçi ona bî mektup götürmüştü. O mektubun içinde şöyle yazıyordu : «Benim sana bir ihtiyacım var. O konuda mutlaka seni görmem gerekiyor. Mektu­bum sana gece gelirse, sabahı beklemeden yola çıkmanı, eğer gündüz gelirse, akşama kalmadan yola çıkmanı istiyorum».
Ebu Ubeyde, Hz. Ömer'in mektubunu alınca : «Müminlerin Emîri'-nin bana olan ihtiyacını anladım. O, bir gün mutlaka ölecek olanı ya­şatmak istiyor» dedi ve sonra ona şöyle yazdı :
«Ey Müminlerin Emîri! Senin bana olan ihtiyacını anladım. Ben müslüman ordusunun başındayım. Onların başına gelecek olan şeyden kendimi kurtarmak istemiyorum. Allah'ın benîm ve onlar hakkında hük­münü yerine getirinceye kadar onlardan ayrı kalmayı istemiyorum...
Mektubumu aldığında eski kararından vazgeç. Burada kalmama izin ver».
Hz. Ömer mektubu okuyunca ağladı. Gözlerinden yaşlar boşandı. Etrafındakiler çok ağladığı için, Ebû Ubeyde öldü mü yoksa ey Mümin­lerin Emîri! diye sordular. O da : «Hayır, ama onun ölümü yakındır» diye cevap verdi. Hz. Ömer'in tahmini yanlış çıkmadı. Kısa bir müd­det sonra, Ebu Ubeyde de vebaya tutuldu. Ölüm döşeğindeyken, as­kerlerine şu Öğütleri verdi :
«Size bazı tavsiyelerim var, eğer kabul ederseniz, daima mutlu olursunuz.
Namaz kılınız, Ramazan ayında oruç tutunuz, zekât ve sadaka ve­riniz, hac ve umre yapınız. Birbirinize iyiliği tavsiye ediniz. İdarecileri­nize nasihati ihmal etmeyiniz. Onları aldatmayınız. Dünya da sizi al­datmasın. Bir insan, hin sene de yaşasa, gördüğünüz gibi, benim bu halime düşmekten kurtulmasına imkân yoktur. Allah'ın selâm ve rah­meti üzerinize olsun».
Daha sonra Muaz İbn Cebel'e dönüp dedi ki: .«Muazi Namazı sen kıldır». Çok geçmedi, temiz ruhunu teslim etti. Muaz ayağa kalkıp şöyle konuştu :
«Ey insanlar! Vallahi, siz öyle bir kişiyi kaybettiniz ki, ondan dal doğru, kötülükten daha uzak, ölümü daha çok arzu eden ve halka daha çok öğüt verip iyilik eden birisini gördüğümü sanmıyorum. Ona rah­met dileyiniz, Allah da size merhamet etsin».[3]




[1] Hz. Muhammed (s.a.v.) 
[2] Hz. Ebû Bekir'e  bey'at edilen  gün,  Ona bey'at Benî Saide Sakifesinde tamamlanmıstır.
[3] Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrah hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız:
1-Tabakaiu  İbn Sa'd (Fihristlere bakınız).
2- El-İsabe, biyografi no: 4400
3- El-İstiab,  H/3  (es-Seâde  baskısı)
4- HıIyetu'l-evlİya, 1/100
5- EI-Bed'u ve't-tarih,  V/87
6- İbn Asakir, VIO/157
7- Sıfeîu's-safve, 1/142
8- Eşheru meşahîri'l-İslam, s.  504
9- Tarihu'l-Hamîs, K/244
10- Er-Riyazu'n-nazîre, s. 307
Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/74-79.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı