27 Nisan 2011 Çarşamba

İKRİME İBN-İ EBÎ CEHL

İKRİME İBN-İ EBÎ CEHL


«İkrime mü'min ve muhacir olarak geliyor, sakın babasına sövmeyiniz. Çünkü ölüye  sövmek ölüye  değil  de, diriye zarar verir».[1]
«Hicret eden yolcu hoş geldin».[2]
Ömrünün üçüncü onunun sonlarında, rahmet nesibînin doğru yola ve hakka davet ettiği günlerdeydi.
O, Kureyş'in en soylu, en zengin ve en şerefli kimselerindendi.
Eğer babası olmasaydı, akranları Sa'd İbn Ebî Vakkas, Mus'ab İbn Umeyr ve Mekke'li diğer komşu çocuklarının İslâm'a girdikleri gibi, p da İslâm'a girebilirdi,
Bu baba kim olabilirdi acaba?
O, Mekke'nin en büyük zalimi, şirkin ilk lideri ve belâlı kişisiydi, Ailah, müminlerin imanını o adamla sınamış ve onlar bunda sebat gös­termişlerdi. Yine Allah, inananların samimiyetini onunla denemiş, ori-laı* da samimiyetlerini isbat etmişlerdi.
İşte o Ebu Cehl'dir, o kadar... Ve onun babasıdır.
O da, İkrime İbn-i Ebî Cehl el-Mahzumi'dir ki Kureyş'in sayılı kaH-J jı ramanlarından birisi ve en iyi dövüşen süvarilerindendir.
İkrime babasının liderlik otoritesiyle kendini Hz. Muhammed'e düşman olarak bulmuştu. O, Peygamber'e en şiddetli düşmanlığı ve onun ashabına en ağır eziyeti yapmış, İslâm'a ve müsiümanlara baba­sını memnun edecek felâket ve belâları yağdırmıştı.
Babası Bedir'deki şirk savaşına komutanlık etmiş, Muhammed'i yenmedikçe Mekke'ye dönmemeye Lât ve Uzza adına yemin etmişti. Bedir'de konaklamışlar, develer boğazlanmış, şaraplar içilmiş, cariye­lere çalgılar çaldırılmış ve orada üç gün kalmışlardı...
Ebû Cehl'in komutanı olduğu bu savaşta, oğlu ikrime, güvenip da­yandığı pazusu ve onunla hücum ettiği kolu idi.
Fakat Lât ile Uzza, Ebû Cehl'in çağrısını işitmediklerinden ona cevap verememişler ve yaptığı savaşta ona yardım edememişlerdi, çünkü onlar acizdiler. Bedir'de, Ebû Cehî yere yuvarlanıp düştüğünde, oğlu İkrime bunu gözleriyle görmüştü. Müslümanların mızrakları onun kanını içerlerken, dudakları patlamış halde attığı son feryadı da kulak­larıyla  duymuştu.
İkrime, Ktıreyş'in efendisinin cesedini Bedir'de bıraktıktan sonra Mekke'ye dönmüştü.
Aldıkları yenilgi sebebiyle Ebû Cehl'in cesedini Mekke'ye defnet­mek için götürmekten aciz kalınca onu müslümanlara bırakıp gitmişti. Yetmişe varan müşrik ölüsüyle birlikte o da kuyuya atılıp üzeri kum­larla örtülmüştü.
O günden itibaren Ikrime'nin İslâm'a karşı tutumu değişti.
Başlangıçta, babasının şerefi için İslâm'a düşmandı. Şimdi ise, ondan öç almak istiyordu.
İşte bu sebeple, İkrime ile babaları Bedîr'de öldürülenler, ölüleri­nin intikamını almak isteyen Kureyş'lüerin kalplerinde intikam alevle­rini tutuşturuyorlardı. Nihayet Uhud savaşı oldu.
İkrime Uhud'a çıktı ve karısı Ümmü Hakîm'i de Bedir'deki ölüleri­nin îtîkaminr almak isteyen kadınlarla birlikte safların gerisinde dur­mak, bu arada Kureyş'Iileri teşvik etmek ve içlerinden kaçmayı düşü­nen süvarilerin kalmalarını sağlamak için def çalmak üzere Uhud'a ge­tirmişti.
Kureyş, süvarilerin sağ cenahına Halid İbnu'l-Velîd'i, sol cenahına da Ikrime'yi vermişti. O gün, bu iki müşrik süvari Muhammed ve asha­bının başına tam bir belâ olup müşriklerin büyük zaferini gerçekleş­tirmişlerdi.
Onun için Ebû Sufyan :
«— Bu, Bedir'in karşılığıdır» diyordu.
Hendek'te, müşrikler günlerce Medine'yi kuşattılar. Ikrime'nin sabrı tükendi. Kuşatmanın uzamasına canı sıkıldı. Hendeğin dar bir yerini görüp atını oraya sürdü ve geçti. Daha sonra,- Amr İbn Abdi Vudd el-Amirî'nin aralarında bulunduğu birkaç kişi daha onun peşinden hen­deği geçti. Amr İbn Abdi Vudd canından olmuş, İkrime ise ancak kaç­makla kurtulmuştu.
Kureyş Mekke'nin fethi günü, Muhammed ve ashabını kabul et­mekten başka çare olmadığını anlamış, onun Mekke'ye girmesine ka­rar vermişti. Onların bu karan almalarına sebep, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) komutanlarına; Mekke halkından ancak kendilerine karşı gelenlere sa­vaşmalarını emrettiğini öğrenmeleriydi.
Fakat İkrime ile onun beraberindeki bîr grup Kureyş'în kararına uymayıp, peygamber ordusuna kafa tuttular. Ama küçük bir çarpışmay­la Halid İbnu'l-Velîd onları bastırmış, bazıları da bu çarpışmalar esna­sında öldürülmüştü. İmkân bulanlar çareyi kaçmakta bulmuştu. Kaçan­ların arasında İkrime'de vardı.
İşte o zaman İkrime pişman olmuştu ama...
Mekke müslümanlara baş eğdikten sonra artık ona yer kalmamıştı.
Rasûlüllah (s.a.v.), Kureyş'ten daha önce kendisine karşı gelen­leri affetmişti.
Fakat isimlerini belirttiği bazı kimseleri bundan istisna etmiş ve Ka'be'nin örtüsü altında bulunsalar da öldürülmelerini emretmişti.
Bunların başında İkrime geliyordu.
Bu-sebeple o, Mekke'den gizlice ayrılıp Yemen tarafına gitti. Çürt-kü artık o, ancak oralarda barınabilirdi.
O sıralarda, Ikrime'nin karısı Ümmü Hakîm ve Hind Bint Utbe, on kadınla birlikte bey'at etmek üzere Hz. Peygamberin evine gittiler. Rasûlüllah'ın (s.a.v.} yanında hanımlarından ikisi, kızı Fatıma ve Ab-duimuttalip oğullan sülâlesinden bazı kadınlar vardı, Rasûlüllah'ın (s.a.v.] yanına girdiler. Hind yüzünü kapayıp kim olduğunu belli etme­den şöyle dedi :
«— Ey Allah'ın Rasûlü! Kendisi için seçtiği dîni izhar eden Allah'a hamdolsun. Aramızdaki yakınlıktan dolayı bana iyi davranmanı istiyo­rum. Ben inanan ve tasdik eden bir kadınım». Sonra yüzünü açtı ve şöyle dedi :
«—Utbe'nin kızı Hind, ey Allah'ın Rasûlü!» Rasûlüllah da [s.a.v.)
ona  :
Hoş geldin» dedi. Hind konuşmasına şöyle devam etti
<— Ya Rasûlallah! (s.a.v.) Yeryüzünde şimdiye kadar hiçbir evin senin evinden daha kötü olmasını istemezdim. Ama şu anda, yeryü­zünde hiçbir evin bana, senin evinden daha değerli olmasını istemem».
Sonra ikrime'nin  karısı  Ümmü  Hakîm  müslüman oldu ve şöyle
dedi  :
«— Ya Rasûlallah! (s.a.v.) Ikrime öldürüleceğinden korktuğu için Yemen'e kaçtı. Ona eman ver, Allah'da sana eman versin». Rasûlüliah-da şöyle dedi :
«— Ona eman verilmiştir»,
Ümmü Hakîm o andan itibaren Ikrime'yi aramaya çıktı. Yanında rum bir kölesi vardı. Uzun müddet yo! yürüdükten sonra köle onunla cinsel ilişki kurmak istedi. Ümmü Hakîm ona umut verip oyalamaya başladı. Bir arab obasına geldiklerinde, Ümmü Hakîm oradakilerden yardım istedi. Onlar da köleyi bağlayıp yanlarında alıkoydular. Tekrar yola koyuldu. Tihame sahillerinde Ikrime'ye yetişti. Ikrime, kendisini götürmesi için müslüman bir kaptanla görüşüyordu. Kaptan ona şöyle dedi   :
«— Canını kurtar». Ikrime :
«— Nasıl kurtarayım?» aptan :
«— Allah'tan başka tanrı olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasûiü  olduğuna şehadet ederim, de».
Ikrime :
«— Ben zaten bunun için kaçtım».
Onlar bu şekilde konuşurlarken Ümmü Hakîm çıka geldi, lkrime'ye şöyle dedi ;
«— Ey amca oğlu! Ben, insanların en fazîletlisinin, en doğru ola -mnın ve en hayırlısının yanından geliyorum..
Abdullah'ın oğlu Muhammed'in yanından...
Ondan senin için eman istedim, o da sana eman verdi, ne
olur
canına kıyma!» Ikrime :
 «— Sen onunla mı konuştun?»
Ümmü Hakîm :
 Evet ben Rasûlüllah'la (s.a.v.) konuştum ve o sana eman ver­di».                                                                                                               
Ümmü Hakîm, dönünceye kadar kocasını, emniyette olduğuna inandırdı. Ona rum kölenin yaptıklarını da anlattı. Ikrime yolda o köleye uğrayıp, daha müsiüman olmadan onu öldürdü.
Yolda konakladıkları bir yerde Ikrime karısıyle yalnız kalmak is­tedi. Karısı bu isteğini kesinlikle kabul etmedi ve şöyle dedi :
«— Ben müslümanım, sen ise müşriksin». Ikrime'yi bir şaşkınh aldı ve şöyle dedi :
«— Seni benden uzaklaştıran gerçekten önemli birşey olsa ger
Ikrime Mekke'ye yaklaştığı sırada Rasûlüllah [s.a.v.) ashabına şöyle buyurdu :
«— Ikrime İbn Ebî Gehl size mü'mîn ve muhacir olarak geliyor. Ba­basına sövmeyiniz. Çünkü ölüye sövmek, ölüye değil de diriye zarar verir».                                                                             
Biraz sonra, Ikrime'yle karısı Rasûlüllah'ın (s.a.v). bulunduğu yere
geldiler.
Hz. Peygamber, Ikrime'yi görünce sevincinden üstüne ridasını[3] almadan ona doğru koştu. Rasûlüllah (s.a.v.) yerine oturunca Ikri-me önünde durup şöyle dedi :
«— Ey Muhammedi Ümmü Hakîm senin bana eman verdiğini söyledi».
Peygamber :
«— Doğru, sen emniyettesin» dedi.
Ikritne :
«— Ey Muhammedi Benî neye davet ediyorsun». Peygamber :
«— Seni Allah'tan başka tanrı olmadığına, benim onun kulu ve Rasûlü olduğuma şehadet etmeye, namaz kılmaya ve zekât vermeye davet ediyorum» deyip İslâm'ın bütün esaslarını saydı.
Ikrime :
«—Vallahi, sen ancak hakka davet ediyor. Sadece iyiyi ve güzeii emrediyorsun» deyip şunlart da ilâve etti :
«—  Sen peygamber olmadan önce de bizim en doğru sözlümüz ve en İyimîzdin». Sonra eline yapışıp : «Allah'tan başka tanrı olma­dığına, senin Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet ederim» dedi. Daha sonra, Ikrime şöyle dedi :
«— Ya Rasûlallah! (s.a.v.) Bana en hayırlı şeyi öğret de onu söy­leyeyim».
Rasûlüllah (s.a.v.) ;
«— Allah'tan başka tanrı olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim de».
Ikrime ;
«— Sonra ne söyliyeyim?»
Rasülüilah (s.a.v.) :
«— Allah ve buradakileri şahit tutarım ki; ben müslümanım, mü­câhidim ve muhacirim de», Ikrime bunu da söyledi.
Bu arada Rasûlüllah (s.a.v,) ona şöyle dedi :
 «—  İste buaün, sadece sana verdiğim birşeyi benden isteyecek-sin».                                                                                    
Ikrime :
«— Sana yaptığım bütün düşmanlıklar, sana karşı attığım her adım, yüzüne veya arkandan söylediğim her söz için mağfiret dilemeni is­tiyorum».
Rasûlüllah (s.a.v.) :
«— Allah'ım! Bana yaptığı her kötülüğün ve senin nurunu söndür mek için attığı her adımın günahını bağışla. Yüzüme karşı veya gıya bımda söylediği sözlerin de günahlarını bağışla».
Ikrime :
«—Allah'a yemin olsun! İnsanları Allah yolundan çevirmek için sarfettiğim malın Allah yolunda iki mislini sarfedeceğim. Onları Allah yolundan çevirmek için yaptığım savaşların Allah yolunda iki mislini yapacağım».
O günden itibaren, harp meydanlarındaki davet birliğine yiğit bir süvari, âbid, çok namaz kılan, mescidlerde Allah'ın Kitabını sürekli okuyan birisi daha katılmış oldu.
O, mushafı yüzüne sürüp şöyle diyordu :
«Rabbirnin Kitabı.. Rabbîmin kelâmı..» ve Allah korkusundan ağ­lıyordu.
İşte Ikrime Allah'ın Rasûlüne verdiği söze böyle sadık kalmıştı.
İkrime'nîn İslâm'a girişinden sonra, müslümanların yaptığı ilk har­be o da katılmış ve öncü kuvvetler arasında yer almıştı.
Yermûk'de Ikrime, sıcağı kavurucu bir günde kendini soğuk suy atan susuz bir kimse gibi harbe atıldı.
Bir ara müslümanlar sıkışmıştı. İşte o zaman Ikrime atından inip kılıcının kınını kırdı ve Bizans saflarına daldı. Halîd İbnu'l Velîd ona koşup şöyle dedi  :
«— Böyle yapma Ikrime! Senin ölümün müslümanlar için büyük kayıp olur».
İkrime :
«— Beni bırak Halid! Senin Rasûlüllah'la (s.a.v.) güzel bir geçmi­şin var. Halbuki ben ve babam Rasûlüllah'a (s.a.v,) en çok eziyet eden­lerdendik. Beni bırak da daha önce yaptıklarımı ödeyeyim. Rasûlüllah'a (s.a.v.} karşı birçok yerde savaştım. Bugün Bizanslılara karşı savaş­maktan mı kaçayım?
İşte bu asla olmaz».
Bunun üzerine İkrime, müsîümanlann içinde şöyle haykırdı :
«— Kim ölünceye kadar savaşmak üzere sözleşecek?»
Dört yüz müsiüman arasında amcası el-Haris İbn Hişam ve Dirar İbnu'l-Ezver onunla sözleşti. Halid İbnu'l Velîd'in çadırının önünde can­la başla çarpışıp onu en güzel şekilde korudular.
Yermûk savaşı müsîümanlann büyük zaferiyle sonuçlandığında, harp meydanında, aldığı yaralar sebebiyle güç ve takati kalmayan üç mücâhid uzanıyordu. Bunlar; el-Haris İbn Hişâm, Ayyaş İbn Ebî Rabîa ve İkrime İbn Ebî Cehl idi. El-Haris içmek için su istedi. Su getirildi­ğinde, ikrime ona doğru baktı ve el-Haris :
«— Suyu Ikrime'ye verin», dedi. Suyu Ikrime'ye yaklaştırdıkların­da, bu defa Ayyaş ona doğru baktı ve İkrime :
«— Suyu Ayyaş'a verin», dedi.
Ayyaş'm yanına geldiklerinde, onun canını teslim ettiğini gördü­ler. Diğerlerine döndüklerinde, onların da Hak'ka kavuşmuş olduklarını gördüler.
Allah (c.c.) onların hepsinden razı olsun...
Allah onlara, Kevser havuzundan bir daha hiç susamıyacaklan şerbeti içirsin.
Allah onlara, ebediyyen huzur içinde kalacakları firdevs cenneti­nin yeşilliğini hediye etsin..[4].


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı