Ebû Hüreyre - radıyallahu anh-dan  rivayete göre Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz  buyurmuşlardır ki:
"Sakın sizden biriniz duâ ederken  "Yâ Rabb, dilersen beni mağfiret eyle, dilersen bana merhamet eyle" demesin.  İstediğini sağlamca ve kat’iyyetle istesin. Çünkü Allah'ı şu veya bu işe  zorlayabilecek hiçbir kudret yoktur." (Buhârî, Deavât, 21.)
Yine Ebû Hüreyre -radıyallahu  anh-'dan rivayet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-  Efendimiz buyurmuşlardır ki:
"Sizden herhangi biriniz" duâ  ettim de kabul olunmadı"diyerek acele etmedikçe duası kabul olunur."  (Tirmizî, Deavât,  12.)
Duâ eden duasında ısrar etmeli,  devam etmelidir. Her halde er veya geç müstecâb olur.
Bir de dünyâda müstecâb olmasa  bile kul bunu yine kendi lehine bilip Allah'dan ümîdini kesmemelidir. Duâ büyük  bir ibâdet olduğu için âhirette de bir ecir ve sevabı olur.
Duanın âdabı pek çokdur. Bu  cümleden olarak:
ü       Evvelâ abdestli  bulunmak,
ü       Bir namazdan  sonra yapılmak,
ü       Tevbe ve  istiğfarını ve kemâl-i ihlâsını(samimi olarak) arzeylemek,
ü       Kıbleye  yönelmek,
ü       Duadan evvel  Allah'a çokça hamdü sena etmek,
ü       Resûli Ekrem  -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hazretleri'ne çokça salât ve selâm  eylemek,
ü       Duânın  nihayetini âmin ile bitirmek,
ü       Duada yalnız  kendisini düşünmeyip bütün sâlihleri ve bütün mü'minleri duaya müşterek  kılmak,
ü       Bir  hacetini(ihtiyacını) isterken ellerini semâya kaldırıp avuçlarını açarak duâ  etmek,
ü       Kıtlık; umumî  sıkıntı ve felâketlerin defi için ise ellerinin dışını semâya çevirerek duâ  etmek ve Allah'a sığınmak,
ü       Celb-i menfaat(menfeati) için  yapılan duaların nihâyetinde ellerinin avuçlarını yüzüne mesh(sürmek) eylemek,  def'-i mazarrat (zararı defetmek)için yapılan dualarda mesh edilmez.
ü       Duanın asıl anahtarı ise helâl  lokma yemektir.
Ebû Musa el-Eş'arî -radıyallahu  anh-dan rivayete göre Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz  Hazretleri Hayber gazası'na giderken maiyyetinde bulunan ashab-ı kiram bir  vadiye vardıkta yüksek sesle tekbîr ve tehlîl ederek bağıra bağıra zikrullah  etmeğe başladılar. Resûlullah -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem-  Hazretleri:
"—Kendinize rıfku  merhamet(acıyınız) ediniz. Zîra siz ne sağıra, ne de gaibe duâ ediyorsunuz.  Ancak her şeyi hakkıyle işiten ve size sizden yakın olan Allah'a duâ  ediyorsunuz. Ve Allahü Teâlâ Hazretleri, siz nerede olursanız, berâberinizdedir"  buyurdu.
Yani; öyle kendinize bu derece  bağırmakla zahmet vermenize hacet yoktur. Cenâb-ı Hakk'a nisbetle hafî(gizli) ve  cehrî (açık) yapılan zikir müsavidir(eşittir).
Ebû Mûsâ diyor ki: O esnada ben,  Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hazretlerinin hayvanının arkasında  (Zât-ı risâletpenâhîleriyle birlikte) beraberdim.
Ve lisânımla   
    “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh”
diyordum. Resûlullah -sallailahu  aleyhi ve sellem-Hazretleri bana hitaben:
—   Ey Abdullah bin  Kays'   buyurdu.  Ben de icabetle:
—   Lebbeyk yâ Resûllallah, dedim.  Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hazretleri bana hitaben:
—   Ben sana cennet-i a'lânın  hazînelerinden bir hazîneye delâlet  edeyim mi? buyurunca ben hemen:
—   Babam ve anam sana feda olsun  yâ Resûlallah! Evet irşâd ediniz, dedim. Resûlullah -sallallahu aleyhi ve  sellem- Hazretleri:
  “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh”
"Ma'sıyetten(günahlardan) sakınmak  ve tâat ve ibâdetlerde kuvvet ve kudret ancak Allah Teâlâ Hazretlerinin tevfık-i  Rabbâniyyesi (yardımı)ve irâde-i Sübhâniyyesiyledir(dilemesiyledir)."  (Buhârî, Megazî,  38.) buyurdu. Yâni  cümle âlemin müdebbir-i hakîkisi (her şeyi önceden takdir eden)ve  mutasarrıfı(yetkilisi), hepsinin halikı olan Allah sübhanehu ve  teâlâ-Hazretleridir, demektir.
Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi  ve sellem-Efendimiz'e ve ehl-i Beyt'ine salât ve selâm da duanın en mühim  âdabındandır.
Hadîs-i şerîfte:
“Edduâu mecûbun  ındellâhi hattâ yusallâ alâ muhammedin ve ehli beytihi” 
"Yapılan bir duada, Muhammed  -aleyhi's-salâtü ve'sselâm- ve ehl-i Beytine salât ve selâm edilmedikçe o dua,  makam-ı icabete vâsıl olamaz. "(Kenzü'l-irfân, 58  (Camiu's-Sağîr'den.)  buyurulmuştur.
Duâ eden kimse, duanın başında,  ortasında ve sonunda Peygamber Efendimize salât ve selâmı tekrar etmeli. Hulûs-i  kalb, (gönülden,samimi olarak) nezâfet-taharet(kalbi ve bedeni temizlik),  istikbâl-i kıble, izhâr-ı tezellül(alçak gönüllülükle), tazarru(kusurlarının  farkında olarak tevazü ile yalvarmak), günahkâr ve mücrim olduğunu ikrar ile  tevbe ve istiğfar edip haram lokmadan ictinâb(kaçınmak) etmelidir. Bu suretle  yapılacak hayır duaların kabulü hakkında şübhe etmemelidir.
Şunu da ilâve edelim  ki:
Nâsın (insanların)bâzısı her ne  kadar Cenâbı-Hakk'ın kaza ve kaderine rızâ gösterip sükût eylemeyi(sessiz  kalmayı) duaya tercîh etmişlerse de, muhakkik âlimlerin ekserisi, dünyâ ve  âhiret işlerinin esbabından(sebeplerinden) müretteb(tertib) olduğunu, müstecâb  dualar ise sebeblerden berî bulunduğunu beyân ile, duayı terketmek, kazaya rızâ  göstermek fikriyle bir şey yememek, şiddetli kışda elbise giymemek, hasta  olunduğunda ilâç, muharebede silâh kullanmamak gibi birtakım meşru' olmayan  hareketleri irtikâb etmek gibidir, demişlerdir.
Husûsiyle duâ izhâr-ı ihtiyâç,  Cenâb-ı Hakk'a iltica(sığınmak) olduğundan müstakıllen(başlı başına) bir ibâdet makamına kaim  olacağından(ibadetin yerini tutan) şu halde lisânen duâ eylemek ve kalben  tazarruda bulunmak gerekmektedir.



				
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder