20 Mayıs 2011 Cuma

HAYIRLI CUMALAR OLSUN, AŞK VE FEYZ OLSUN..


özürsüz olarak cuma’yı terkedenin durumu
500- Muhammed b. Amr (r.a.), tarafından sahabe olduğu söylenen Ebûl Ca'd Eddamrî’den rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: 
-“Kim ihmal edip özürsüz olarak cumayı üç kere bırakırsa, Allah o kimsenin kalbini mühürler.” (Nesâî, Cuma: 2; Müslim, Cuma: 12)
ž Tirmîzî: Bu konuda İbn Ömer, İbn Abbâs ve Semure’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmîzî: Ebûl Ca'd hadisi hasendir.
Tirmîzî: Muhammed’e Ebûl Ca'd Eddamrî’nin adını sordum, bilemedi ve şöyle dedi: “O’nun Peygamber (s.a.v.)’den rivâyeti olarak sadece bu hadisi biliyoruz.” Bu hadisi sadece Muhammed b. Amr’ın rivâyetinden bilmekteyiz.

CUMAMIZ HAYIRLARA VE DUALARIMIZIN KABUL OLMASINA VESİLE OLSUN..


99- Âdem bize anlatarak dedi ki: İbni Ebî Zi'b bize ez-Zührî'den, o Saîd'den, o Ebû Seleme'den, o Ebû Hüreyre'den (ra), o da Allah Resû-lü'nden (sav), ve Ebu'l-Yemân bize anlatarak dedi ki: Şuayb bize ez-Zührî'den, o Ebû Seleme b. Abdirrahman'dan, o Ebû Hüreyre'den (ra) şöyle dediğini nakletti:

Allah Resûlü'nü (sav) şöyle buyururken dinledim: 
-"Namaz için ka­met getirildiğinde koşarak gelmeyin. Bilakis yürüyerek gelin. Size dü­şen sükûnettir. İdrak ettiğinizi kılın, kaçırdığınızı tamamlayın."[3]
Şerh

"Size düşen sükûnettir", ifadesindeki 'sekme', bir tür tür ruh dinginliği ve itmi'nân anlamındadır. Hadisin siyakında telaşlı davran­mamak, sükûnet ve vakarı bozmamak mânâsında kullanılmıştır.


Hüküm

Namaza koşarak gitmek mekruh görülmüştür.

Ders

Cemaat ile namaz gibi, ruhun dingin, huzur ve huşu içinde olmasını ge­rektiren bir ibâdete koşarak gelmek, varılmak istenen maksad ile çelişen bir durumdur. Nefes nefese kalmış, ter içinde birinin kendi huşu ve huzurunu muhafaza etmesi zor olabileceği gibi katıldığı cemaatteki sükûn havasını da bulandırması muhtemeldir. Bu nedenle namaza erken gitmek teşvik edilmiş, büyük sevaplara vesile olacağı bildirilmiştir.

 

Kaynaklar
[3] Buhârî, ezân/600, cum'a/857; Müslim, mesâcid/944-947; Tirmizî, saIât/301, Nesâî, imâmet/852; Ebû Dâvud, salât/485-486; İbn Mâce, mesâcid/767; İbn Hanbel, bakî mus-nedİ'I-müksirîn/6932, 6952, 7339, 7462, 7876, 7607, 7650, 9149, 9459, 9550, 9722, 9947, 10327, 10473, 13069; Mâlik, nidâ/137; Darimî, salât/1251.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Müfti'nin Verdiği Fetva İle Kaadi'nin Vereceği Hüküm Arasındaki Fark


Müfti'nin verdiği fetva ile Kaadi'nin vereceği hüküm dini birer vecibedir. Bu ikisinin fazilet ve sevabı pek büyüktür. Faziletlerinin büyüklüğü nisbetinde sorumlulukları da vardır. Gerek müfti gerekse kaadi aynı kaynaklardan hüküm çıkarıp alâkalılara tebliğ ederler. Bununla birlikte, müftinin verdiği fetva ile kaadinin vereceği hüküm arasında farklar vardır. Şöyle ki:
  a) Fetva, dini bir hüküm haber vermekten ve tebliğde bulunmaktan ibaret olduğu için ilzam edici değildir. Fetva isteyen kimse, aldığı fetva ile amel etmez ise, kendisine bu hususta bir zorlama yapılmaz. Kaza ise ilzam edicidir. Verilen hükmü, lehinde veya aleyhinde hüküm verilen şahısların kabul ve itaat etmeleri mecburiyeti vardır. Kabul etmeyecek olurlarsa, icrai kuvvetlerle kabule zorlanırlar. Yapmamaları halinde haklarında gerekli takibat yapılır.
  b) Fetva yalnız ihbardan ibarettir. Bunu kabul bir dindarlık ve kanaat meselesi olmaktadır. Kaza ise, ihbar ile birlikte infaz ve imza vasfını haizdir. Kaadi'nin verdiği bir hükmün infazı lâzımdır.
  c) Fetvada bir umumiyet vardır. Kaza ise hususidir. Yani, bir fetvanın hükmü, bütün Müslümanlarca müsavidir. Bu cihetle fetva umumi bir hükm-i dinidir. Kaza ise zaruridir. Yalnız mahkumun aleyh ile mahkumun leh hakkında verilmiş bir hükümden ibaret bulunduğundan, hususi bir hüküm demektir. Müctehid derecesinde bulunan bir müfti, kaza için kaadileri ve mes'eleleri tayin eder ve açıklar. Bunlar, müstefti'ye de başkalarına da taalluk eder. Kaadi ise bunlara göre hükmeder, belirli hükümlere riayette bulunur.
  d) Fetva, dini hükümlerin ve mes'elelerin tamamına şamildir. Fetva, hüküm altına alınacak hususlarda cari olduğu gibi, sadece ibadetle ilgili hususlarda da cari olur. Kaza ise, bazı muamelata ve ukubetlere müteallik, hüküm altına alınması kaabil bulunan hadiselerde cereyan eder.
  e) Fetva, dini mes'eleler hakkında bilgi vermek mecburiyetinde bulunduğundan, resmen vazifelendirilmemiş ilim erbabı tarafından da fetva verilebilir. Kaadi'nin vereceği hüküm ise, hükümet tarafından tensip ve tayine bağlı ve dayalı bulunmaktadır. Hüküm vermeye memur edilmemiş zatların hüküm vermeleri caiz olamaz.
  f) Bir de fetva, bir rivayet yoludur. Kaza ise, bir şehadet, bir velayet yoludur. Bu sebeple, şehadete ve velayete ehil olmayan bir kimse, alim olunca fetvaya salâhiyeti varsa da kazaya, yani hüküm vermeye salâhiyeti olmaz. Bu hükümler mantık süzgecinden geçirilince, müfti ile kaadi arasında "umum husus mutlak" vardır. Binaenaleyh, her kaadi müfti sayılabilirse de her müfti kaadi değildir.
  Ehliyet ve salâhiyeti haiz bulunan bir kimsede, fetva verme ve kaadilik yapma toplanabilir. Buna bir örnek olarak İmam Ebu Yusuf (rahmetullahi aleyh) Hazretleri gösterilebilir. Bu zat, hem müfti hem de kaadi'l-kudât idi. İslâm alimleri arasında bu iki ciheti şahsında toplamış ne kadar ilim erbabı vardır ki, tafsili ayrı bir bahis teşkil edecek kadar geniş bulunmaktadır. Mes'ele bunların tafsili olmayıp, iki vazifenin bir şahısta toplanmasının caiz olmasını isbat ve izah olduğundan, diğer hususa geçme lüzumunu görmüyoruz. Tevfik ve inayet, ehil olanlara hidayet ancak Cenab-ı Hakk'ın lütfudur.

İctihad ve Müctehidlik Şartları


Müctehid, fıkıh ilminin ıstılahatında, fer'i derecedeki dini bir hükmü delilinden istinbât hususunda takatini tamamen sarf eden kudretli din alimine denilmektedir. Bu tarifin unsurları arasında görülen "fer"i tabiri ile, itikad ve inançlar ile alâkalı mevzular, açık ve kesin naslarla sabit bulunan ibadetler ve diğer hususlarla alâkalı hükümler tarifin dışında kalmıştır. "Dini" kayd-i ihtirâzisi ile de akli veya hissi olan hükümler, tarifin dışında bırakılmış olmaktadır. Çünkü onları anlamak hususunda sarf edilen gayret, fıkhi bir ictihad değildir.
  Fer'i olan dini mes'elelerin hepsinde ictihad etmeye ilmi gücü bulunan bir zata "Mectehid-i Mutlak" adı verilmektedir. Fer'i mes'elelerin bir kısmında içtihada muktedir bulunan bir ilim adamına da "Müctehid-i Mukayyed" denilmektedir.
  Mectehid-i mutlak yönünden içtihadın şartı, içtihadın ehlinden sadır ve mahalline sarf edilmiş olmasıdır. Bahsi geçen ehliyet, Allah'ın Kitabına, Peygamber Efendimizin sünnetine, nerelerde icma vaki olduğuna ve kıyasın vecihlerine vakıf olmakdadır.
  Bir müctehidin devamlı olarak isabet etmesi şart değildir. Bir mes'elede isabet kaydedebileceği gibi, diğer bir mes'elede de hata edebilir. Zira her hadisenin Allah katında hükmü birdir. Bu hüküm, müctehid bulunan ilim adamının içtihadına tabi değildir. Müctehid, bu hükmü bulup tayin edebilmiş ise, isabet etmiş sayılır. Aksi vaki olursa içtihadında hata etmiş kabul edilir. Müctehid herhalde isabetle mükellef değildir. Bu sebepten dolayı, hata eden bir müctehid, düştüğü hatada mazur ve hakkı bulma hususundaki çalışmasından dolayı sevaba nail olur.
  Müctehid, belirli bir hükme isabetle mükellef tutulmadığı için, içtihadında hata etmiş olsa bile günahkâr sayılmaz. Bu noktada herhangi bir ihtilâf yoktur. Ancak, bir müctehid, kudretini lâyık olduğu şekilde sarfetmeyecek olursa ve doğru yol açık bulunduğu halde onun aksine ictihadta bulunursa bundan dolayı sorumlu olur.
  Kâinatın sonradan meydana gelmesi gibi akli hükümlerde, yüce Allah'ın zât ve sıfatları gibi İlâhi mes'elelerde hak, tek olduğundan, bu hususlarda vaki olacak hata bağışlanmaz.
  Sadece şu noktada değişik görüşler ortaya çıkmış bulunmaktadır: Hata eden bir müctehid, hem ictihadta bulunduğu mes'elenin dayandığı delilde, hem de onun ile istidlal ederek verdiği hükümde mi hata etmektedir? Yoksa, delilde değil de sadece o delile dayanarak verdiği hükümde mi hata etmektedir? Bu hususta değişik ve birbirinden farklı açıklamalar vardır. Ebu Mansur Maturidi, müctehidin hem delil, hem de ona dayanarak verdiği hükümde hata edebileceği görüşündedir.
  Mutezile taifesi, "Hak müteaddid bulunmaktadır" iddiasında olduktan için, "Her müctehid ictihatında isabet eder" kanaatindedir.
  Hata eden müctehid, kudret sarfederek, delilleri tetkik ettiği için, içtihadına herhalde sevap vardır. Resulullah (sav), Amr bin As'a hitaben, "İsabet eder isen senin için on hasene (sevap), hata ettiğin takdirde sana bir sevap olmak üzere (düşünerek) hüküm ver" buyurmuşlardır. Diğer bir hadis-i şerifte, isabet etmesi halinde müctehide iki sevap, isabet edemediği takdirde bir sevap verileceği açıklanmıştır.
  İbni Mes'ud (ra), "Şayet içtihadımda isabet edersem bu Allah'tandır. Hata edersem o bendendir" demiştir.
  Eğer Mutezilenin sandığı gibi, her müctehid içtihadında isabet etmiş olsaydı, bir işin haram, helâl, sahih ve fâsid gibi birbirine zıt hükümlerle ittisafı lâzım gelirdi.
  Mecâmi adlı eserde ifade edildiği üzere, "Mevrid-i nass'da içtihada mesağ yoktur." Bu itibarla, nass ile veya icma yolu ile sabit olan İslâmi hükümler hakkında ictihadda bulunmak, kesinlikle caiz değildir. Meselâ, namazın vakitlerinde, rek'atlerinde ve edâ ediliş keyfiyetlerinde herhangi bir içtihada yol yoktur. Bunlar hakkında içtihad, bu gibi ibadetlerin aslını bozmak ve değiştirmek olur ki, hiçbir İslâm alimi buna rıza gösteremez. Böyle bir teşebbüs, İslâm dinine suikast ve dini esasları "deforme" etmek olur.
  Nasslar ile sabit bulunan dini bir mes'elede, meselâ, Ramazan ayında tutulması farz olan orucun başka bir ayda tutulması hususunda içtihada yeltenmek asla caiz değildir. Bu arzuyu taşıyan, cahil değilse gafildir; gafil değilse cahildir. Bunların hiçbiri değilse, yani, bu işi bilerek ve dini esasları zedelemek maksadı ile yapıyorsa iman sahasının dışına çıkmış bir haindir.
  Müctehidlik bir özenti değil, büyük bir ilim ve yüksek bir dirayet işidir. Kur'an-ı Kerim'in tamamı ve yüzbinlerce hadis-i şerif hafızasında bulunan ne kadar alim ve dört mezhep üzerinde eser yazmış ne kadar müellif vardır ki, içtihada cür'et göstermemiştir.
  Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinde hareke bulunmamış olsa onu okumaktan caiz bulunan ve Ahmed kelimesinin masdarını tayinde yaya kalan cücelerin içtihada yeltenmesi Arap şairinin "İzâ kâne'l-vâdi hâliyen, le-kâneti's-salebetü vâliyen" (Mânası: Dere tenha olunca, tilki vali olur") meselesini hatıra getirmektedir.
  "Ben koyun muyum başından çekilecek! Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinin mealine bakar, hadis-i şeriflerin mânâlarını tetkik eder ve ben de ictihad ederim" diyebilen kimseye, "Allah sana önce akıl versin, sonra hidayete eriştirsin" diye dua etmekten başka ne söylenebilir?
  İmam-ı Azam gibi bir ilim kutbunun yanıldığını ve mevzu hadislere dayanarak ictihadda bulunduğunu söyleyecek kadar akıl fukarası bulunan kimsenin kirli ağzı, her türlü yalana müsait bulunur. Alemlerin Fahr-i ebedisi, Resulullah Efendimiz'in mübarek ağzından sâdır olmuş hadis-i şerif, bu gibi kimselerin maksat ve mahiyetlerini şöyle açığa koymaktadır: "Dinin afeti üçtür: Fâcir bilgin, zalim hükümdar ve cahil müctehid (taslağı)dır(Feyzü'l-Kadir, c.1, s.52)

Fetva ve Ifta İle Alâkalı Birkaç Söz


Kâinatın Rabbine hamdin en yücesi ile hamd eder ve Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'e, ehl-i beytine ve ashabına salât ü selâm ederim.
  İnsanlar, müşküllerini çözmek için, ilim ehlini araştırmışlar ve akıllarına takılan mevzudan sual açmışlardır. Zira ilim elde etmenin yollarından biri de sorup öğrenmektir. İnsanlar, bu ihtiyaçtan müstağni kalamadıkları için, kalbin ızdırablarını dindirmek maksadı ile ehil bir ilim sahibini aramak zaruretini hissetmişlerdir.
  Saadet asrının bahtiyar insanları, bu gibi sorularını, akılların muallimi ve vicdanların mürebbisi bulunan Paygamber Efendimiz'e (sav) arzetmişlerdir. Bu soruların birçoğu Resulullah (sav) Efendimiz tarafından açıklanmış, bir kısmı da yüce Rabbimiz tarafından indirilen ayet-i kerimelerle cevaplandırılmış bulunmaktadır. İşte onlardan birkaç örnek:
  "Sana yeni doğan ayları sorarlar. De ki: "O, insanların faidesi için, bir de hac için vakit ölçüleridir"(Sûre-i Bakara, 189)
  "Onlar, hangi şey'i nafaka olarak vereceklerini sana sorarlar"(Sûre-i Bakara, 215)
  "Sana haram olan ayı, ondaki muharebeyi sorarlar, De ki: "O ayda muharebe etmek büyük günahtır"(Sûre-i Bakara, 217)
  "Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda büyük günah vardır"(Sûre-i Bakara, 219)
  "Bir de sana yetimleri sorarlar. De ki: "Onları yarar ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır"(Sûre-i Bakara, 219)
  "Sana kadınların ay halini de sorarlar. De ki: "O bir ezadır (pisliktir). Onun için hayız zamanında kadınlar(nızla cinsi mukaarenette bulunmak) dan ayrılın, temizleneceği vakte kadar kendilerine yaklaşmayın"(Sûre-i Bakara, 222)
  "Kendilerine hangi şey'in helhal edildiğini sana sorarlar. De ki: "Bütün iyi ve temiz (nimet)ler size helâl edilmiştir" (Sûre-i Maide, 4)
  "Kıyametin sübut (ve vuku)unun ne zaman olduğunu sana sorarlar. De ki: "Onun ilmi ancak Rabbimin nezdindedir. Onun vaktini kendisinden başkası açıklayamaz"(Sûre-i  Ârâf, 187)
  "(Habibim), Sana harp ganimetini sorarlar..."(Sûre-i  Enfâl, 1)
  "Sana ruhu sorarlar. De ki: "Ruh Rabbimin emri (cümlesi)ndir. (Zaten) size az bir ilimden başkası verilmemiştir" (Sûre-i İsra, 85)
  "Sana Zülkarneyn'i sorarlar: De ki: "Size onun halinden haber söyleyelim..."(Sûre-i Kehf, 83)
  "Sana dağları(n kıyamet günündeki halini) sorarlar. De ki: "Rabbim onları ufalayıp savuracak da yerlerini dümdüz bir toprak halinde bırakacak. Onlarda ne bir iniş ne de bir yokuş görmeyeceksin" (Sûre-i Tâhâ, 105)
  Sorulan hususlar, dini bir mes'elenin mahiyetinin açıklanmasını, hükmünü ve beşeri hayata tatbikinin nasıl olacağını öğrenmek maksadı ile sorulmuş ise, bu sual tarzına "İstiftâ" adı verilmiştir. Bu tarzda sorulan bir mes'eleyi, dini esaslara müsteniden cevaplandırmaya "İfta" denilmektedir. Bu gibi soruları cevaplandırmaya ehil bulunan ilim sahibine de "Müfti" unvanı verilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de bu usulde sorulan sualler ve cevaplarından birkaç örnek vermek suretiyle mevzuumuzu zenginleştirmek isteriz.
  "Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: "Onlara dair fetvayı size Allah veriyor" (Sûre-i Nisâ, 127)
  "(Habibim) "Senden fetva isterler. De ki: "Allah, babası ve çocuğu olmayan mirası hakkındaki hükmü (şöyle) açıklar..."(Sûre-i Nisâ, 176)
  "Ey zindan arkadaşlarım, (rüyalarınıza gelince): Biriniz efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılıp tepesinden kuşlar yiyecektir. İşte hakkında fetva istemekte olduğunuz mes'ele (böylece) olup bitmiştir"(Sûre-i Yûsuf, 41)
  "(Zindana gidip) Yusuf! Ey çok doğru sözlü (dedi). Kendisini yedi arık inek yemekte olan, yedi semiz inekle yedi yeşil ve diğer kuru başak hakkında bize bir fetva ver..."(Sûre-i Yûsuf, 46)
  Fetva verebilmek büyük bir ilim dirayeti ister. Bu husus bir özenti işi değildir. Okumadan alim, yazmadan kâtip olma hevesindeki insanlar gibi, ilimsiz ahkâm imal eden "Benim mantığıma göre" diyerek söze başlayıp mantıksızlık ve cehaletin en acı örneklerini veren kimselerin hali, hâl-i pürmelâlimizi sergileyen bir durumdur.
  Fıkıh ilminin felsefesi mesabesinde bulunan "Usûl-i fıkıh" ilmine göre müfti demek, müctehid demektir. Mukallid mevkiindeki bir fıkıh bilginine MÜFTİ denilmesi ancak mecaz yönünden mümkün olabilmektedir. Bunlara bu unvanın verilmesi, müctehidlerin fetvalarını nakl ve rivayet etmesi itibariyle olmaktadır. Bahsi geçen ilimde ve fıkıh ilmine dair yazılmış mufassal kitaplarda açıklandığı üzere, herkes gelişigüzel fetva veremez. Allah'ın kitabından, Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerinden ve dini delillerden hükümleri istinbât ederek dini hadiselerin hükümlerini verecek dirayeti kendinde toplayamamış kimseye hakiki mânâda müfti demek zordur. Evet, bir müctehid için pek çok ilim ister. Sarf, nahiv, lügat, bedi, beyan, mantık, usul-i fıkıh, usul-i tefsir, usul-i hadis, akaid ve saire gibi âlî ve talî ilimlerde rüsûh bulacak mevkiye ulaşmak ve Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinden, Peygamber (sav)'in hadis-i şeriflerinden dini hükümleri çıkarmaya maharet ve ilmi kudret ister. Bu iktidarı şahsında toplamış ilim adamları, asr-ı saadete yakın zamanlarda bile pek az yetişmiştir. Bu sebeple, çok yüksek bir ilim sahibi bulunan iz'ân ve insaf sahibi ilim adamları, içtihada cür'et göstermemişler ve kendi adına fetva vermekten çekinmişlerdir.
  Bir hadisenin hükmü hakkında bir mezhep sahibinden sarih bir rivayet bulunmadığı takdirde, o mezhebin kurucusu bulunan büyük müctehide tabi bulunan ve kendilerine "Tercih ashabı denilen yüksek ilim sahipleri, o müctehidin benimsemiş olduğu usul ve kaideleri tatbik suretiyle, o hadisenin hükmünü, o mezhebin içerisinde tayine çalışmışlar ve fakat kendi taraflarından ictihad yapmaya cür'et gösterememişlerdir. Ashab-ı tercihten bulunan bu gibi zatların vazifeleri, tabi oldukları mezhepte seçilmiş ve müftâbih olarak görülmüş bulunan hükümleri nakil ve rivayet etmekten ve sorulan hususlara bu şekilde cevaplar vermekten ibarettir.
  Müctehid mevkiinde bulunmayan müftilerin riayet etmek zorunda oldukları birçok usul vardır. Şöyle ki:
  Hanefi mezhebinde bulunan bir müfti, kendisinden sorulacak bir mes'ele hakkında "Zâhirü'r-rivâye" adı verilen kitaplarda İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerinden nakl edilmiş cevap ne ise onu söylemekle yetinmelidir. Şayet bahsi geçen kitapta bu kudreti müctehitten bir nakil yok ise, onun ilim ve feyz dairesinde yetişmiş ve müctehidü'n-filmezheb derecesine ulaşmış talebelerinin başında gelen İmam Ebu Yusuf (rahmetullahi aleyh)'den nakl edilmiş bulunan cevabı soru sahibine aktarır. Şayet bu zattan da bir nakil bulunmuyorsa İmam Muhammed'in bu husustaki sözünü nakl ve tekrar eder.
  Bu yüce imamlardan birinin sözü, yaşanılan asrın maslahatına uyması veya delilinin kuvvetli olması sebebiyle, ilim sahiplerinin büyükleri tarafından tercih edilmiş bulunuyorsa ona göre fetva vermek gerekir. Bir mes'ele hakkında birden fazla cevap bulunuyorsa, bunlar arasından hangisi ilim sahipleri tarafından beğenilmiş; ve müftâbih olarak kabul edilmiş ise, onunla amel etmek gerekir. Yoksa kendi re'yine ve keyfine göre fetva imal edemez.
  Müfti, mensup bulunduğu mezhebe dair yazılmış herhangi bir fıkıh kitabına bakarak, onda gördüğü bir cevaba göre hemen fetva vermemelidir. Çünkü, fıkıh sahasındaki kudretleri inkâr götürmeyen birçok kimseler vardır ki, kitaplarına aldıkları dini mes'eleler pek kısa ve muhtasar bir şekilde yazılmış bulunmaktadır. Bu husus dikkate alınarak, bu gibi kitaplardan cevap vermeye kalkışmak caiz değildir. Ancak, bu kitapların şerh ve haşiyelerine de müracaat ederek oradaki beyanları da dikkate almış ise, bu takdirde cevap verme yoluna gidilmesi caiz görülmüştür. Nehr, Dürri muhtar, Tenviru'l-ebsâr, el-Eşbâh ve'n-Nezâir, Kuhistâni'nin Nikaaye şerhi ve Molla Miskin'in Kenz şerhleri bu kabildendir. (Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, c.1, s.253)
  Müfti, râcih görülen kavli araştırıp bulmalı, bu hususta büyük bir mesai sarfından çekinmemeli ve ancak ondan sonra cevap vermelidir. Bir müftinin veya bu işi yapacak olan kimsenin iki sözden, iki vecihten hangisinin râcih olduğuna bakmadan, hemen bunlardan biriyle fetva vermesi veya amel etmesi caiz değildir. Böyle bir davranışın caiz olmadığı hakkında ilim adamlarından karşı bir görüş beyan eden olmamıştır. Çünkü böyle bir fetva, heva ve hevesine tabi olmak demektir. Hevaya tabi olmak ise haramdır.
  Fıkıh bilginlerinden Yâmeri (rahmetullahi aleyh) Hazretleri, fıkıh usulüne dair yazdığı kitapta, "İki rivayetten veya iki sözden hangisinin meşhur olduğuna vakıf olmayan bir kimsenin, tercihe medar aramaksızın, bunlardan dilediği ile hemen hüküm vermesi caiz değildir" demektedir.
  Hadis ve fıkıh sahasında yed-i tûlâ sahibi bulunan İbni Hacer (rahmetullahi aleyh) de, "Bir kimsenin bir üstadtan ilim telâkki etmeksizin, sadece bazı fıkıh kitaplarını kendi kendine mütalaa ederek ve bunlardan kendi anlayışına dayanarak fetva vermeye kalkışması asla caiz değildir. Çünkü bu kimse, fıkıh ilminin cahilidir" demektedir.
  Fetva verecek kimse, ilim sahasında mahir ve fıkhi bahislerde mütehassıs olup, fetva vereceği bir kitabın ilim sahipleri arasında muteber bir eser olduğuna muttali bulunmalıdır ki, İslâm dini adına halka fetva vermeye salahiyetli bulunsun. Meçhul bir kitaptan naklen açıklanan sözlere ve fetvalara itibar olunamaz. Müctehid olmayan bir müfti, bir mes'ele hakkında birbirinden farklı sözler görünce, bu hususta en muteber kitaplara müracaat etmelidir. Hanefi mezhebine mensup bulunan bir ilim adamı, böyle bir tearuz vukuunda, önce Bidâye, Nikâye, Muhtar, Vikaye, Kenz ve Kudûrî gibi muteber metinlerdeki sözleri tercih eder. Sonra bunların şerh ve haşiyelerindeki sözleri dikkate alır, daha sonra fetva kitaplarına sıra gelir. Bir mes'ele hakkında mütekaddimin alimleri ile müteahhirin alimleri arasında görüş ayrılığı bulunsa, mütekaddimin sözlerinden ayrılmak çok kere caiz görülmemiştir.
  İctihad derecesinde bulunmayan bir müfti, sorulan bir mes'elenin cevabını muteber kitaplarda bulamayacak olursa, ilmi ehliyeti kendisinden daha üstün bulunan zatlar ile istişare ve ilmi müzakere yapmalı, kendi kanaati ile fetva vermeye cür'et göstermemelidir. Peygamber (sav) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde, "Fetvaya en cüretkâr olanınız, ateşe en cür'etli olanınızdır" buyurmaktadır. Birçok ilim erbabı, kendilerine soru tevcih edildiğinde, o mes'eleyi hakkıyla tavzih edecek durumu kendinde görmüyorsa "Bilmiyorum" demekten çekinmemiş ve "Lâ edri"(Manası: "Bilmiyorum" demektir.) demenin ilmin kalkanı olduğunu açıklamışlardır. İmam Malik, kendisine sorulan kırk mes'eleden dördüne cevap vermiş, otuz altısında "Lâ edri" demiştir.
  Fetva veren kimse, Rabbimizin haram ve helâle, sıhhat ve fesada dair bir hükmünü nakletmiş olacağından, fetva vereceği mes'ele hakkında bilgisi bulunmayan bir kimsenin fetva vermesi asla doğru görülemez.
  Fetva verme vazifesi, tahminin de üstünde bir zorluk taşımaktadır. Sarf ve nahve ait birkaç kitap okumakla, Ahteri veya Lügat-ı Naci'ye bakmakla ve hafızasındaki beş-on tane hadis-i şeriften anladığı, derinliği bulunmayan bir mânâ ile kendisini müctehid sanan kimselerin dini delillerden hüküm çıkarmaya kalkışmaları cehenneme postu sermek olur. Hadis ilmi sahasında şöhret yapmış ve ezberindeki birkaç yüz bin hadis ile ilim adamları arasında "Hadis Hafızı" diye isim verilmiş birçok kimseler, içtihada yeltenmemiş ve bir müctehidin peşinde gitmeyi kendisi için şeref bilmiştir. İmam Şa'bi (rahmetullahi aleyh), "Biz fıkıh bilginlerinden değiliz. Biz ancak duyduğumuz hadis-i şerifleri fukahaya ve duyunca amel edecek olanlara rivayet ediyoruz" demiştir.
  Fetva sormaya gelince, bunların da dini bir zarurete ve güzel bir niyete dayanması gerekir. Dini ve hukuki herhangi bir mes'ele hakkında soru tevcih emekten asıl maksat, o hususta bilgi edinmek ve gereği ile amel etmek olmalıdır. Yapacağı bir işi lâyık olduğu şekilde yerine getirmek ve dini bir mes'eleye vakıf olarak bilgisizlikten kurtulmak gayesini gütmelidir. Binaenaleyh, meşru bir maksada dayanmayan sorular, ilim erbabınca doğru görülmemektedir. Hele kendisinin bilgi sahibi olduğunu ortaya koymak veya karşısındaki şahsın cehaletini teşhir ederek mahcup bırakmak gibi süfli bir maksatla sual sormak haramdır.
  Nahiv ilmi ile meşgul bulunan bir talebe, yolculuk yaptığı geminin kaptanına hitaben, "Nahiv bilir misiniz?" demiş. O da bilmediğini söyleyince, "Ömrünün yarısı boşa gitmiş" diye kaptanla alay etmiş. Bir müddet sonra çıkan fırtınada gemi çalkalanmaya başlayınca, işittiği sözle gönlü yaralanmış bulunan kaptan, o efendiye, "Hocam, yüzme bilir misin?" demiş. Talebe, bilmediğini söyleyince, taşı gediğine yerleştiren kaptan, "Öyle ise ömrünün hepsi boşa gitti" demiş. Binaenaleyh, ilmi başkalarına tariz için, kibirlenmek için, halkı hakir görmek için tahsil edenlerin emeği, hem Hakk'ın hem de halkın yanında hoşa gitmez, boşa gider.
  Dört mezhepten birinin müessisi bulunan İmam Malik (rahmetullahi aleyh), vuku bulmamış bir hadise için, farazi soru tevcih edildiğinde "hadise vuku bulunca dini cevabını düşünürüz" dermiş, böylelikle, iyi niyet sahibi olmayanların dini mes'eleler üzerinde ileri geri fikir beyan etmelerine fırsat vermezmiş, imam Şa'bi kendisine sorulan bir mes'ele hakkında "Lâ edri" karşılığını verince suali soran, şarlatanlığa başlamış ve "Sen, Irak'ın fıkıh bilgini olduğun halde bilmiyorum, demekten sıkılmıyor musun?" demiş, ilmi gibi tevazu ve basireti yüksek bulunan bu zat, "Melekler Allah Teala Hazretleri'ne karşı "(Rabbimiz), senin bize öğrettiğinden başka, bizim için bir bilgi yoktur" demekten haya etmemişlerdir" karşılığını vermiştir.

Irkçılık


3103 - Soru: Sizce çingene kime denir, çingene Müslüman mıdır? Müslüman değilse nasıl Müslüman olur? Halk arasında "Onlar ilk önce gâvur olup sonra Müslüman olur" diye bir dedikodu var, doğru mudur? Çingeneyle izdivaç olur mu?
Cevap: Çingene, yeryüzünde yaşayan ırklardan biridir. Kelime-i Şehadet getiren herkes Müslümandır. Halkın arasında dolaşan bu iddia çok çirkin ve yanlıştır. Dini bakımdan hiçbir kitaba ve esasa dayanmamaktadır. İmanın şartlarına inanıp, İslâm'ın şartlarını yerine getiriyorsa, elbette onlar da Müslümandır. Onların Müslüman olanlarıyla evlilik caizdir. Ancak, izdivaç bir gönül işi, sevgi ve karşılıklı bir anlam işidir. Yoksa dini bir engel bulunduğu için değildir.
3104 - Soru: Irkçılık (asabiyyet) ile milliyetçilik aynı mânâda mıdır? Irkçılığın İslâm'a aykırı olduğunu biliyor ve inanıyoruz. Fakat milliyetçilik de aynı derecede İslâm dinine aykırı mıdır?
Cevap: Irk taassubu İslâm dininde yasaklanmış ise de İslâm dinine hizmet eden Türk milletini sevmek mânâsında anladığımız bir milliyetçilik yasaklanmış değildir.

Başkasına Zarar Vermek


3073 - Soru: Bir şahıs, oturmakta bulunan kimsenin elbisesi üzerine oturmuş olsa, oturan kimsenin kalkması ile elbisesi yırtılsa, elbise üzerine oturan şahsa bir ceza uygulamak gerekir mi?
Cevap: Eğer elbisenin sahibi bunu bilmiyorsa, oturan kimse elbisenin yarı kıymetini öder.
3074 - Soru: Bir kimsenin saldıran ve gelip geçeni ısıran bir köpeği olsa, gelip geçeni ısırıp eza verse ne yapmak gerekir?
Cevap: Köpeğin sahibini ikaz edip bağlanması istenir. Şayet uyarmayı dikkate almaz ve köpeği başı boş bırakırsa, o şehir halkının bahsi geçen köpeği öldürme salâhiyetleri vardır.
3075 - Soru: Bir baba evlâdına tarlada ateş yakmasını emretse, çocuk da ateşi yaksa, bu ateş yayılıp komşunun tarlasına sıçrayıp ekilmiş ekine zarar verse, komşusunun zararını çocuk mu ödeyecektir, yoksa babası mı tazmin edecektir?
Cevap: Emri veren baba olduğu için, zararı babanın ödemesi gerekir.
3076 - Soru: Bir kimse, kuş kafesinin kapağını açsa ve bundan faydalanan kuş kaçmış olsa, kapağı açık bırakan kimse kuşun bedelini öder mi?
Cevap: Hayır, bu hususta bir ödeme lâzım gelmez.
3077 - Soru: Bir binekli, yürümekte olan bir kimsenin arkasından gelip ona çarpmış ve bu yüzden adamın elbisesi yırtılmış olsa ne lâzım gelir?
Cevap: Arkadan gelip çarpması sebebiyle, o kimsenin elbisesini ödemesi gerekir. Zira bineğini onun üzerine sürmemesi veya onun yanına gelmezden önce yoldaki şahsı uyarması gerekir. Bunu ihmal ettiği ve şahsın zararına sebep olduğu için zararı tazmin mecburiyetindedir.
3078 - Netice Fetvalarından: "Zeyd, elindeki ateş ile izinsiz olarak Amr'ın dükkânına girdiğinde, ateş düşüp dükkân yansa (dükkânın) yapılmış haldeki kıymetini ödemek Zeyd'in üzerine lâzım gelir" (H.Ec. 2/143)
3079 - Abdürrahim Fetvalarından: "Dellâl, sattığı şeyin bedelini müşteriden alıvermek için cebrolunur" (H.Ec. 2/147)
3080 - Abdürrahim Fetvalarından: "Dellâl olan Amr, satmak için Zeyd'ten aldığı yüzüğü, kendi parası ile birlikte (para) kesesine koyup daha sonra kesesinden para çıkarmak için bir dükkânın önünde açmış ve orada unutmuş olsa, (sonunda) da yüzük kaybolsa, Amr'a ödeme (cezası) lâzım olur" (H.Ec. 2/147)
3081 - Abdürrahim Fetvalarından: "Terzi, dikmek için aldığı Zeyd'in elbiseliğini, dükkân önüne koyup bir mühim işi çıktığından dolayı bırakıp gitse, gözden kaybolunca o kumaş çalınsa, (terzinin) ödemesi gerekir" (H.Ec. 2/147)
3082 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, başka bir memlekete götürüp satmak ve fakat veresiye vermemek üzere Amr'a verdiği şeyi, Amr veresiye satıp bedelini almadan gelse, Zeyd Amr'a ödetir" (H.Ec. 2/147)
3083 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, karısı Hind'in izni ile, Hind'in evini başkasına satıp bedelini alsa da evin ihtiyaçlarına sarf etse, Hind, bahsi geçen satış bedelini Zeyd'ten alır" (H.Ec. 2/148)
3084 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, Amr'ın koyunlarını ücretle İstanbul'a götürürken, bir miktarı telef olsa, tecavüzü olmamışsa ödeme lâzım olmaz" (H.Ec. 2/148)
3085 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, çiftliğin kâhyasına, atlarıma binme diye yasaklamış olduğu halde, kâhya binse (bu yüzden) atlar helak olsa, ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/148)
Açıklama: Kâhya, bir konağın veya çeşitli işlerin idaresi ile vazifelendirilmiş kimseye denilmektedir. Buna kısa bir ifade ile "Vekil-i harç" adı da verilmektedir.
Vazifeli bulunan kimse, mal sahibinin direktiflerine kemâliyle riayetkar olmalıdır. Aksi halde vazifesinde lâubalilik ve ciddiyetsizlik göstermiş olur. Çiftlik sahibinin "Atlarıma binme" diye yaptığı yasaklamayı hafife alarak onlara binmeye devam eden ve bu yüzden de atların helakine yol açan kimse, söz dinlememesinin cezasını zararı ödemekle çekmiş olur.
Bu fetva, mal sahibi ile işçinin arasındaki sorumlulukların hudutlarını göstermekte, işçinin salâhiyetinin nerede bittiğini ve bu sınırı aşmanın hukuki neticesini ortaya koymaktadır.
3086 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, umumi yolda veya izinsiz olarak başkasının tasarrufu altında bulunan yerde yahut merada kuyu kazsa da başkasının hayvanı düşüp ölse, Zeyd'e ödeme (cezası) lâzım gelir" (H.Ec. 2/145)
3087 - Abdürrahim Fetvalarından: "Büyük bir çay, kabarıp Zeyd'in bağından aktığı için Zeyd önüne set yapsa (bu sebeple de) başka taraftan Amr'ın bağına girip zarar yapsa, Zeyd'e ödeme lâzım gelmez" (H.Ec. 2/145)
3088 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, Amr ile ortak bulunan öküzü, Amr'dan izinsiz olarak kullanırken elinde ölmüş olsa, Zeyd'e hissesini ödemek lâzım olur" (H.Ec. 2/143)
3089 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, Amr'ın mülkü bulunan arsaya süprüntü dökse, Amr, Zeyd'e kaldırtmaya güçlü olur" (H.Ec. 2/143)
Açıklama: Bu fetva, çevre temizliği yönünden dikkat çekicidir. İslâm dini, sokakları temiz tutmak için, kimsenin arsasını kirletmemek gerektiğini ihtar etmekte, aksine hareket edenleri temizlemeye mahkum etmiş bulunmaktadır.
3090 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd'in avlusunda bağlı bulunan atının yanına Amr kendi atını götürüp bağlasa, Amr'ın atı Zeyd'in atını öldürse, Amr'ın ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/143)
3091 - Behce Fetvalarından: "Zeyd, komşusu Amr'ın duvarına bitişik bulunan arsasını kazarken, tecavüzünden dolayı, Amr'ın duvarı yıkılsa, yapılmış durumdaki kıymetine ârız olan noksanı ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/144)
3092 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, merada bulunan beygirini tutup köyüne götürürken, Amr'ın beygiri de onun peşinden otlaktan çıkıp yolda kalsa da kurt yese, Zeyd'e ödeme lâzım gelmez" (H.Ec. 2/142)
3093 - Feyziye Fetvalarından: "Zeyd, bir ava tüfekle atış yaptığında, çift süren Amr'n öküzü ürküp ayağı sapan demirine vurmak suretiyle yaralansa, Zeyd'e ödemek (cezası) lâzım olur" (H.Ec. 2/142)
3094 - Abdürrahim Fetvalarından: "Bir köy halkının sığırtmacı bulunan Zeyd, sığırları otlaktan getirip âdet olduğu üzere, köy sokaklarına sevk ettiğinde Amr'ın sığırı eve gelmeyip kaybolsa, Zeyd'e ödeme lâzım olmaz" (H.Ec. 2/146)
3095 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, evinde âdet olduğu üzere ateş yaktığında, ev yansa (bu yangında) komşusu Amr'ın evi ve eşyası da yanmış olsa, Zeyd'e ödeme lâzım gelmez" (H.Ec. 2/146)
3096 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, rüzgârın olmadığı sırada tarlasının içinde ateş yakıp, sonra rüzgâr çıksa da komşusu Amr'ın bağı yanmış olsa, Zeyd'e ödeme lâzım gelmez" (H.Ec. 2/146)
3097 - Behce Fetvalarından: "Zeyd'in arsasında olan fidanların damarları, Amr'ın arsasına geçip onun arasında fidanlar bitse, bu fidanlar Zeyd'in malıdır. Amr ise bunları söktürmeye güçlü (ve salahiyetli) olur" (H.Ec. 2/146)
3098 - Abdürrahim Fetvalarından: "Hususi olarak kiralanmış kimsenin, tecavüz ve kusuru olmaksızın kaybolan malda, kiralanmış kimseye ödeme (cezası) lâzım olmaz. Fakat onun tecavüzü ile kaybolur ise, tamamen ödemesi gerekir" (H.Ec. 2/146)
3099 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, başka bir memlekete gitmeye hazırlanırken, Amr'a, zamanı geldiğinde benim zeytinlerimi toplayıp koruyuver dese, o da söz verip daha sonra ihmal etmesi sebebiyle zeytin ağaçta telef olsa, Amr'a ödeme lâzım olmaz" (H.Ec. 2/147)
Açıklama: Kendisine bir iş havale olunan kimsenin, bu işi ihmal etmesinin doğru olmasının keyfiyeti ile o şahsa ödetme cezasının uygulanması hususunu birbirinden ayrı olarak düşünmelidir. Böyle bir ihmal doğru değildir. Kişi üzerine aldığı işi zamanında ve eksiksiz olarak yapmalıdır. Fakat yapmayı ihmal ettiği zaman kendisine ödeme lâzım gelmeyeceği de hukuki bir gerçektir.
3100 - Behce Fetvalarından: "Zeyd'in beygiri, Amr'ın tarlasına girince, Amr, üzerine hücum edip sıkıştırmakla, beygir avlunun üzerinden sıçrarken kazığa saplanıp ölse, Amr'a ödeme (cezası) lâzım gelir" (H.Ec. 2/145)
3101 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, şiddetli rüzgâr bulunan bir sırada ateş alıp harmanına doğru giderken elindeki ateşin bir miktarı kendi ekinine düşüp yandığında, yakınında bulunan Amr'ın ekinine de sirayet edip yanmış olsa, Zeyd'e ödeme (cezası) lâzım gelir" (H.Ec. 2/145)
3102 - Abdürrahim Fetvalandan: "Zeyd'in Amr'dan kira ile aldığı beygir, kasıt olmaksızın helak olsa, Zeyd'e ödeme (cezası) lâzım gelmez" (H.Ec. 2/145)

Gasp


3036 - Soru: Bir şahıs diğer bir şahsı tutsa, üçüncü bir şahıs da gelip o kimsenin cebinden parasını alsa, alınan parayı ödemek tutanın üzerine mi yoksa parayı alan şahsa mı lâzım gelir?
Cevap: Parayı alanın üzerine lâzım gelir. Her ne kadar o kimseyi tutan suçlu ise de tazmin ile mükellef tutulan parayı
alan kimsedir.
3037 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, bir köydeki camii şerifi yıksa, mütevellisi Zeyd'e evvelki gibi (bir cami) yaptırmaya güçlü olur" (H.Ec. 2/137)
3038 - Behce Fetvalarından: "Zeyd, Amr'ın şu kadar keçisini alıp sütlerini yese ve elinin altında iken keçiler yavrulasa, Amr, keçileri aldığında yavrularını da sütlerini de ödetmeye güçlü (ve haklı) olur" (H.Ec. 2/138)
3039 - Behce Fetvalarından: "Zeyd, izinsiz olarak Amr'ın atına binip giderken atın ayağı kırılıp amel-i manda olsa, Amr o atı Zeyd'e terk edip kıymetini ödetir (H.Ec. 2/138)
3040 - Netice Fetvalarından: "Amr'ın tarlasında sulamak ve yetiştirmekle hasıl olan otu, Zeyd, Amr'dan izinsiz olarak biçip alsa ve tüketse Zeyd'in ödemesi gerekir" (H.Ec. 2/140)
Açıklama: Halkın umumunun istifadesine terk edilmiş meraların otu ile bu fetvadaki mevzuu karıştırılmamalıdır. Zira buradaki ot, şahsi arazide ve sulamakla yetişmiş olmakta ve tamamen şahsi bir mal bulunmaktadır. Bundan dolayı onu biçen kimsenin ödemesi icap eder. Çünkü hakka tecavüz edilmiş olmaktadır.
3041 - Ali Efendi Fetvalarından: "Gasp eden kimse gasp ettiği şeyi, nerede gasp ettiyse, o mekânda teslim etmesi gerekir" (H.Ec. 2/140)
3042 - Netice Fetvalarından: "Zeyd, karısı Hind'in arsası üzerine, ondan izinsiz olarak, kendi parası ile şahsı için bir bina yapıp vefat etse, Hind, binanın kıymetinden diğer mirasçıların hisselerini verip binayı müstakil olarak zabtetmeye güçlü olur" (H.Ec. 2/138)
3043 - Feyziye Fetvalarından: "Hind'in, kocasından aldığı mehr-i müeccelini, babası Amr alıp gasp etse ve tüketip vefat etse, Hind, (babası) Amr'ın terekesinden ödetmeye güçlü (ve haklı) olur" (H.Ec. 2/138)
Açıklama: Bu fetva, kadının mehri üzerinde babasının bir hakkı bulunmadığının açık belgesi olmaktadır. Bir şahıs, İslâm'ın hükmüne riayet etmeyecek ve kızının hakkını gasp edecek olursa, kızı onu tazmin ettirebilir. O şahıs vefat etse, kızı mirastaki payını almadan önce, bu hakkını alabilir.
3044 - Behce Fetvalarından: "Zeyd'in Amr'dan gasp ve istihlâk ettiği şeyin misli, halkın elinde asla bulunamasa, husumet doğan gündeki kıymetini ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/140)
3045 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd'in, korumak üzere hizmetçisi Amr'a verdiği malı, Bekir gasp edip tüketmiş olsa, Zeyd Bekir'e ödetir" (H.Ec. 2/141)
3046 - Feyziye Fetvalarından: "Saçmak suretiyle tevzi olunan paradan Zeyd'in eteğine düşen parayı, Amr onun eteğinden kapıp gasp ile alsa, Zeyd geri alabilir" (H.Ec. 2/141)
3047 - Behce Fetvalarından: "Zeyd, Amr'ın arsasına ondan izinsiz bina yapsa, sökülmesi arsaya zararlı olsa, Amr sökülmüş haldeki (enkaz) kıymetini Zeyd'e verip, binayı zapt etmeye güçlü olur" 2/141)
3048 - Nefice Fetvalarından: "Zeyd, Amr'ın mülkü bulunan evi zor kullanarak ateşleyip yaksa, yapılmış haldeki kıymetini öder" (H.Ec. 2/141)
3049 - Feyziye Fetvalarından: "Zeyd, Amr'dan gasp yolu ile aldığı şeyi Bekir'e satıp teslim etse ve satış bedelini de aldıktan sonra Amr (satışı) geçerli saymayıp o şeyi Bekir'den alsa, Bekir de Zeyd'e dönüp verdiği parayı almaya güçlü olur" (H.Ec. 2/141)
Açıklama: Malı gasp olunan kimse, onu kimin elinde bulsa ondan alır. O kimse bunu kimden satın aldı ise ona tazmin ettirir ve parasını geri alır.
3050 - Ali Efendi Fetvalarından: "Hind'in Zeyd'e emanet olarak bıraktığı eşyayı Amr Zeyd'ten gasp ederek alıp tüketse, Hind Amr'a ödetmeye güçlü olur" (H.Ec. 2/142)
3051 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd'in çeltik tarlalarına hakkı ve akan suyu, Amr, haksız olarak kendi tarlasına çevirip (akıtsa), bu yüzden Zeyd'in çimlenmiş bulunan pirinci kuruyup helak olsa, çimen haldeki kıymetini Amr'ın ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/142)
3052 - Behce Fetvalarından: "Zeyd, Amr'a ait öküzün kuyruğunun bir miktarını kesip düşürse, kıymetindeki noksanlaşmayı öder" (H.Ec. 2/138)
3053  - İbni Nüceym Fetvalarından: "Zeyd, hayatından ümit kalmamış bir koyun bulup izinsiz olarak kesmiş olsa, ödeme lâzım olmaz" (H.Ec. 2/138)
Açıklama: Koyunun kesilmesi, murdar ölmemesini temin maksadı ile olmakta ve bu sebeple de ödemek icap etmemektedir.
3054 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, zor kullanarak Amr'ın elbisesini parçalasa, ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/139)
3055 - Feyziye Fetvalarından: "Zeyd'in arısı oğul çıkarsa ve kendi mülkündeki bir yere koysa, Zeyd'in bulunmadığı bir sırada Amr gelip Zeyd'in mülkü içinden alıp gitse, Zeyd (arısını) Amr'dan alır" (H.Ec.2/139)
3056 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, Amr'ın öküzlerini gasp edip bir müddet çift sürse (ve bu yüzden) öküzler zayıf düşse, kıymetlerindeki noksanlaşmayı ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/140)
3057 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, Amr'ın gebe bulunan kısrağına, ondan izinsiz olarak binip giderken kısrak ölü yavru düşürse, kıymetindeki noksanlığı ödemek Zeyd'in üzerine lâzım gelir" (H.Ec. 2/140)
3058 - Behce Fetvalarından: "Zeyd, Amr'dan gasp edip kendi tarlasına ektiği buğdayın mislini ödemesi lâzım gelir. Amr, (tarlada) yetişen buğdaydan da hisse isterim demeye güçlü (ve haklı) olmaz" (H.Ec. 2/140)
3059 - Netice Fetvalarından: "Zeyd, kendisine borçlu bulunan Amr'ın beygirini zor kullanarak alsa, Amr beygirini Zeyd'ten almaya güçlü olur" (H.Ec. 2/140)
Açıklama: Bir alacaklı, hakkını tahsil için zor kullanmaya veya gasp yoluna sapmaya hukuken mezun değildir. Hakkını istemenin ve alacağını tahsil etmenin yolu zora başvurmak değil hukuki mercilere müracaat yolundan hak aramaktır. Amr ondan beygirini, Zeyd de Amr'dan alacağını isteyip almak yolunu takip edeceklerdir.
3060 - Netice Fetvalarından: "Zeyd, Amr'ın şu kadar eşyasını gasp ettiğinde Bekir de o eşyayı Zeyd'ten gasp etse, Amr eşyasını Zeyd'in huzurunda Bekir'den almaya güçlü olur" (H.Ec. 2/142)
3061 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd'in öküzü, Amr'ın tarlasına girdiğinde, Amr, öküzü kendi evine götürse, bahsi geçen hayvan, birkaç gün aç bırakılmaktan dolayı helak olsa, Amr'ın ödemesi lâzım olur" (H.Ec. 2/142)
3062 - Behce Fetvalarından: "Zeyd, Amr'ın mülkü olan tarlayı zor kullanarak alıp nadas etse, sonra Amr tarlasını alıp tohumunu atmak dilediğinde, Zeyd, ben nadas ettiğim için tarladan hakkın düşmüş olur. Kıymetini vermek suretiyle mülk olarak alırım, demeye güçlü ve haklı olmaz" (H.Ec. 2/142)
3063 - Ali Efendi Fetvalarından: "İzinsiz olarak bina yapılan arsanın sahibi, binayı söktürmek dilediğinde, "Binanın kıymeti arsadan daha fazladır" diyerek, bina sahibi sökmekten imtina etmeye güçlü (ve salahiyetli) olmaz" (H.Ec. 2/143)
3064 - Behce Fetvalarından: "Zeyd, Amr'ın dükkânının kilidini zor kullanarak kırsa, dükkân açık kaldığından dolayı içindeki eşyası çalınsa, Zeyd'in ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/144)
3065 - Ali Efendi Fetvalarından: "Ölü gömmek için hazırlanmış olmayan cami haremine, mütevellinin izni olmaksızın, Zeyd ölüsünü gömse, mütevelli çıkartmaya güçlü (ve salahiyetli) olur" (H.Ec. 2/143)
3066 - Ali Efendi Fetvalarından: "Vefat etmiş bulunan Zeyd'i, mirasçıları zor kullanarak Amr'ın arsasına gömseler, Amr, Zeyd'i çıkartmaya güçlü olur" (H.Ec. 2/143)
3067 - Netice Fetvalarından: "Zeyd, gemi içinde Amr'la çekişirken Zeyd, Amr'ı denize atsa, bu sırada Amr'ın şu kadar parası denize düşüp kaybolsa Amr, Zeyd'e ödetir" (H.Ec. 2/143)
3068 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, Amr'dan icarla tuttuğu tarlaya buğday ekse, ekin olgunlaştığı sırada Amr zor kullanarak (ekini) kökleyip istihlâk etse, ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 143)
3069 - Netice Fetvalarından: "Zeyd, zulmü ile tanınan Bekir'e önderlik yapıp haksız olarak Amr'ın şu kadar parasını aldırsa, Amr Zeyd'e ödetir" (H.Ec. 2/142)
Açıklama: Şerre tavassut edip soygunculuğa önderlik yapan kimse, soydurduğu insanların zararını ödemek durumunda kalır.
3070 - Ali Efendi Fetvalarından: "Müslüman bulunan Zeyd, gayrimüslim olan Amr'ın şarabını alıp istihlâk etse, ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/139)
3071 - Behce Fetvalarından: "Zeyd, Amr'ın tarlasını zor kullanarak zapt ve nadas ettikten sonra Amr, tarlasını alsa, Zeyd yaptığı (nadas) işi karşılığında Amr'dan bir şey almaya güçlü olmaz" (H.Ec. 2/139)
3072 - Ali Efendi Fetvalarından: "Arpa ve buğday gibi misliyattan olup da gasp edilmiş ve tüketilmiş bulunan şeyin mislini ödemek lâzım gelir" (H.Ec. 2/139)

Sulama Hakkı


3016 - Abdürrahim Fetvalarından: "Vefat eden kimsenin tarlası kime intikal ederse, o tarlanın sulama hakkı da o kimseye geçer" (H.Ec. 2/159)
3017 - Abdürrahim Fetvalarından: "Bir köy halkının, kendilerine mahsus ve belirli bir suvatları varken, oranın yakınında olup başka bir köyün suvatından sığırlarını sulamak isteseler, o köyün halkı engellemeye güçlü (ve salahiyetli) olur" (H.Ec. 2/159)
3018 - Abdürrahim Fetvalarından: "Akar bir sudan, eskiden beri tarlasını sulama hakkı bulunan Zeyd, o tarlayı bahçe yapmış olsa, sulama hakkı bulunan diğer kimseler, "Sen tarlayı bahçe yaptın" diyerek Zeyd'i eskiden olduğu gibi sulamaktan engellemeye güçlü olmazlar" (H.Ec. 2/159)
3019 - Abdürrahim Fetvalarından: "Akar bir suda sulama hakkı bulunan kimse, birkaç sene (çalışmayı) tatil edip sulama yapmamakla sulama hakkı düşmez" (H.Ec. 2/159)
3020 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, değirmenin su arkını umumi yolun üzerinden geçirmek dilese, halk onu engellemeye güçlü olur" (H.Ec. 2/160)
Açıklama: Ferdin tasarrufları, hiçbir zaman umumun menfaatini haleldar etmemeli ve onların aleyhine olacak bir noktaya varmamalıdır. Şayet ferdin işi, halkın zararına olacak bir duruma gelirse, halk, ilgili mercilere başvurarak bu zararı uzaklaştırmaya haklı olurlar.
3021 - Abdürrahim Fetvalarından: "Bir köy yakınından geçen ve halkın eskiden beri bağ ve bahçelerini suladıkları bir suyu, yakınında bulunan başka bir köy eski mecrasından çıkarıp kendi köylerine akıtsalar, önceki köyün halkı onları engellemeye güçlü olur" (H.Ec. 2/160)
3022 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd'in bağındaki ağaçların köklerinden Amr'ın bağında birkaç fidan meydana gelse, o fidanlar Zeyd'in olur" (H.Ec. 2/160)
3023 - Netice Fetvalarından: "Bir nehirden su alma hakkı bulunan Zeyd, bu hakkı Amr'a satsa sahih olmaz" (H.Ec. 2/155)
Açıklama: Sahipli olmayan umumi çaylar, fertlerin mülkiyetine verilemez. Muayyen şartlarla herkesin ifadesine bırakılmıştır. Bu şartlardan faydalanarak bir çaydan su almak hakkına sahip bulunan kimse, bu hakkı bir bedel karşılığında başkasına satamaz.
3024 - Behce Fetvalarından: "Mülk bulunmayan büyük bir nehrin kenarında tarlası olan Zeyd, o nehirden tarlasını sulamak dilediğinde umuma zararı olmadığı halde, diğer tarla sahipleri engellemeye güçlü (ve salahiyetli) olmazlar" (H.Ec. 2/155)
3025 - Netice Fetvalarından: "Birkaç kimsenin ortak olduğu küçük bir çayın yakınında olup da, o çaydan su alma hakkı bulunmayan Bekir'in bağı olsa, o, "Ben de bu çaydan bağımı sularım" demeye hakkı olmaz" (H.Ec. 2/155)
3026 - Behce Fetvalarından: "Bir köyün halkı, tasarruf ettikleri tarlaları, yer sahibinin izni ile ark kazarak çeltik (ziraati) yapmak ve kimsenin mülkü bulunmayan bir nehirden su akıtmak istediklerinde, üst tarafta bulunan köy halkına zararı olmadığı halde, "Biz çeltik yapmanıza razı değiliz" demeye güçlü olmazlar" (H.Ec. 2/155)
3027 - Feyziye Fetvalarından: "Zeyd, evine akıtacağı suyu, hakkı olmadığı halde Amr'ın mülkü bulunan su yalağından akıtmak istese, Amr men eder" (H.Ec. 2/155)
3028 - Behce Fetvalarından: "Bir köy halkına mahsus nehirden, diğer köyün halkı, 'Yağmur yağmıyor, ekinlerimiz bozulma durumunda kaldı" diyerek bu nehirden tarlalarını sulamaya güçlü (ve haklı) olmazlar" (H.Ec. 2/155)
3029 - Ali Efendi Fetvalarından: "Bir köy halkı, başka bir köyden kaynayan sudan tarlalarını sulamaya gelmişler iken, o köyün halkı, "Bizim köyümüzden kaynıyor, sizin tarlalarınızı sulatmayız" diyerek diğer köy halkını engellemeye güçlü olmazlar" (H.Ec. 2/156)
3030 - Netice Fetvalarından: "Eskiden beri Zeyd'in hakkı olarak arsasına akmakta bulunan suyu, Amr çevirip de kendi arsasına akıtmaya güçlü (ve haklı) olmaz" (H.Ec. 2/156)
3031 - Ali Efendi Fetvalarından: "Bir köyün merasından kaynayıp da köyün içinden akıp halkın faydalana geldikleri suyu, Amr eskiden beri aktığı yalağından çıkarıp kendi evine akıtmaya güçlü olmaz" (H.Ec. 2/156)
3032 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, bağının yanından akan ve kimsenin mülkü bulunmayan nehirden, dolap ile bağına su almak istediğinde, hiçbir zararı olmadığı halde, alt tarafta dolapları bulunan kimseler, "Biz razı olmayız" demeye güçlü olmazlar" (H.Ec. 2/156)
3033 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, kimsenin mülkü bulunmayan büyük bir nehirden ark açmak suretiyle su getirip tarlasını sularken, Amr o arkı yarıp kendi tarlasına su getirmek dilese, Zeyd engel olmaya güçlü (ve haklı) olur" (H.Ec. 2/156)
3034 - Feyziye Fetvalarından: "Zeyd, mülkü bulunan evinde su kuyusu kazmak dilediği zaman, komşusu bulunan Amr, "Benim kuyumun suyunu çeker" diyerek engellemeye güçlü (ve haklı) olmaz" (H.Ec. 2/156)
Açıklama: Herkes, kendi mülkü içinde dilediği şekilde tasarrufta bulunabilir. Bu cümleden olarak, yeraltı sularından faydalanmak üzere kuyu kazarak, artezyen yaptırarak istifade edebilir. Evinin veya tarlasının yakınında bulunan komşuları, kendisinin suyunu çekeceği vehminden hareketle, o kimsenin tasarruflarını engelleyemezler. Bir şahsın hakkı, başkasının hakkına set çekemez. Bir kimsenin hak ve hürriyetleri, kendi hudutlarının ötesine geçemez.
3035 - Ali Efendi Fetvalarından: "Küçücük bir nehrin üst tarafında bulunan köy halkı, önce; aşağı tarafında olan köy halkı ise daha sonra bağ ve bahçelerini sulayıp geldikleri halde, aşağı taraftaki köyün halkı, "Bundan sonra önce biz sulayacağız" demeye güçlü olmazlar" (H.Ec. 2/156)

Yenilmesi-İçilmesi-Kullanılması Caiz Olan Bazı Şeyler


2996 - Behce Fetvalarından: "Kullanılması yaygın bulunan kahvenin içilmesi helâldir" (H.Ec. 2/161)
Açıklama: Kahvenin İslâm aleminde yayılmaya başladığı sıralarda, Müslümanlar arasında, kahve içmenin caiz olup olmadığı münakaşası yapılmıştır. Bazı şahıslar, kahveyi keyif verici bir madde olarak göstermekte ve içilmesinde mahzur aramaktaydı. Birtakım kimseler de kahvenin yandığını ileri sürerek içilmesinin haram olduğu görüşünü savunmaktaydı.
Mesele fukahaya intikal edince, kahve ilim süzgecinden geçirilmiş ve helâl olduğuna fetva verilmiştir. Kahve, tiryakiliğe yol açmakta ise de, sekir verici veya fütur (gevşeklik) getirici bir hassaya sahip değildir. Kıvamında kavrulduğu zaman kahveyi yanmış bir madde olarak mütalaa etmek doğru değildir. Bu sebeple, İslâm fakihleri kahve içmenin helâl olduğuna fetva vermiş bulunmaktadırlar.
2997 - Behce Fetvalarından: "Keten tohumundan çıkarılan bezir yağı temizdir" (H.Ec. 2/161)
Açıklama: Sekir verici maddelerin pis olması, mayi halindeki içkilerle sınırlıdır. Afyon, esrar ve eroin gibi kuru maddelerin kullanılması haram olmakla beraber, kendileri pis sayılmamaktadır. Üzerinde bu maddelerden biri bulunurken kılınan namazın sıhhatinde en küçük bir ihtilâf olmamıştır.
2998 - Ali Efendi Fetvalarından: "Müslüman olan bir kimsenin gayrimüslime Kur'an öğretmesinde bir mahzur yoktur" (H.Ec. 2/162)
Açıklama: Kur'an-ı Kerim, beşerin hidayetine vesile olmak üzere gönderilmiştir. Bu hidayet kaynağından istifade herkesin hakkıdır. Efendimiz (sav), halkı İslâm dinine davet ederken, dinimizin esaslarını açıklar ve bazı zamanlarda halka Kur'an-ı Kerim okurdu. Dinlemekten doğacak gayenin en son noktası, Kitab-ı İlâhinin elfâz ve ahkâmını öğretmektir.
Bu itibarla, gönül kandilinde iman nurunun parlaması ümit ve niyeti ile bir gayrimüslime Kur'an öğretmekte bir mahzur olmayacağı yukarıdaki fetvada açıklığa kavuşmaktadır.
2999 - Ali Efendi Fetvalarından: "Müslüman olan Zeyd, fakir bulunan Hıristiyan kardeşlerini yedirip giydirecek olsa günahkâr olmaz" (H.Ec. 2/162)
Açıklama: Müslüman, gayrimüslim bulunsalar da, kardeşlerine iyilik ve yardımını esirgemeyecektir. Bu yardımın, karşı tarafın isteklerine göre değil, İslâm dininin yasaklamadığı şeylerle sınırlı olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Fetvadaki "yedirip giydirmek" ifadesi, bu noktaya ışık tutmaktadır.
3000 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Kâfirlerin Mekke-i Mükerreme'ye girmesi caiz olup orada ikamet etmeleri caiz değildir" (H.Ec. 2/162)
3001 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, annesini kendi malından yedirip giydirse, fakat annesi o mal helâl mı haram mı bilmese (oğlunun) yiyecek ve giyeceği kendisine helâl olur" (H.Ec. 2/162)
Açıklama: Oğlunun malının haramlığım annenin bilmemesi bir şek'dir. Şek ile yakıyn zail olmaz. Yediği ve giydiği anaya helâl olur veya helâlden kazandığından yemiş ve giymiş sayılır.
3002 - Behce Fetvalarından: "Gayrimüslim bir kimse, İslâm dini ile müşerref olduğu zaman elinde bulunan şarabı, sirke haline getirse yemesi ve satması helâl olur" (H.Ec. 2/162)
Açıklama: Şarap, dini usule göre, sirke haline geldiği zaman kimyevi bir değişikliğe uğramaktadır. Şarabın mahiyeti ve mayası tamamen değişerek sirke haline dönüşmektedir. Bu sebeple onu yemek ve satmakta bir mahzur kalmamaktadır.
3003 - Abdürrahim Fetvalarından: "Alim olan bir genç, yaşlı cahilden önde gelir" (H.Ec. 2/162)
Açıklama: İlim rütbesi, yaşlılık sebebiyle olan saygıdan önce gelmektedir. Gerek dini vazifelerde, gerekse saygı ve ihtiramda ilmi bulunan genç, cahil ihtiyardan üstündür. Bu, ihtiyara saygı gösterilmediği mânâsına alınmamalıdır. Fetva, iki saygıdeğer insandan hangisinin birinci sırada yer alacağını tesbit etmektedir.
İlim rütbesi, rütbelerin en yücesidir. Bu sıfata sahip bulunan kimse itibar görür ve makbul olur.
3004 - Behce Fetvalarından: "Anasından sünnetli olarak doğan çocuğun haşefesinde hiç deri olmasa, sünnet ettirmek lâzım gelmez" (H.Ec. 2/164)
3005 - Abdürrahim Fetvalarından: "San'atkârların çırakları başka (usta) çıktığında, hepsi bir ziyafet hazırlayıp, gönül hoşluğu ile yemek pişirip yeseler helâl olur" (H.Ec. 2/162)
Açıklama: Başka çıkarmak, çırağı yetiştirip usta haline getirmek anlamında kullanılmıştır. Eski esnafın arasında kökül an'ane ve san'atkârlara mahsus âdetler vardı. Bir usta çırağını yetiştirip ustalık yapacak hale getirdiği zaman arastadaki ustaları toplar, bir aşr-ı şerif okunur, dua edilir ve böylelikle o çırağın ustalığı diğer esnafın huzurunda takrir edilmiş olurdu. Bu gibi günlerde yemek hazırlanır, fırına güveç verilir ve çağrılan misafirlere ikram olunurdu. Fetva, bu güzel an'anemizin meşruiyetine ışık tutmaktadır.
3006 - Behce Fetvalarından: "Köpeklere yiyecek vermekte bir mahzur yoktur. Sevap olacağına dair sahih haberler de vardır" (H.Ec. 2/164)
3007 - Behce Fetvalarından: "Hür olup çok yaşlı bulunan bir kocakarı, zaruret sebebiyle yüzü açık olarak erkeklerle konuşup bazı yabancıların eline dokunsa, kendisi (şehvani) istekten uzak olmakla bir mahzur yoktur" (H.Ec. 2/164)
Açıklama: Bu fetvada verilen müsaade "çok yaşlı" olmaya, "kocamış" bulunmaya, "şehvani isteklerden uzak" olmaya ve "zaruret" halinin bulunması kayıt ve şartlarına bağlanarak verilmiştir. Fetvanın başkalarına nakli veya kadının nefsinde tatbiki sırasında bu ihtirâzi kayıtlara çok dikkat göstermelidir. Sadece "yaşlılık" hali, bu fetvadan yararlanmak için yeterli değildir. Kocayıp çökmüş olmak, şehvani istekten uzak, esmer olma halleri ve hepsinden öte de bundan bir zaruret olup olmadığı aranacaktır. Dini müsaadeler, çok sağlam kayd-ı ihtirâzilere dayandırılmak suretiyle verilmiştir. Bunları kendi arzularımız istikametinde zorlamak asla doğru değildir.
3008 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Zararlı olan köpekleri öldürmek caiz olur" (H.Ec. 2/162)
Açıklama: Köpek, av için, evi veya sürüyü beklemesi için beslenebilir. Bazı köpekler, vahşileşmek suretiyle saldırgan ve yırtıcı bir hayvan durumuna gelir. Bir kısmı da kudurup etrafına tehlike arzetmeye başlar. Bu gibi hallerde zararın önlenmesi ancak köpeğin öldürülmesine bağlı bulunur. Fetva, bu cevazı ortaya koymaktadır.
3009 - Netice Fetvalarından: "Yaldızlı bakır fincan mahfazası kullanmakta bir mahzur yoktur" (H.Ec. 2/163)
Açıklama: Porselen fincanların korunması için geçmiş zamanlarda mahfazalar yapılırdı. Bunların bakırdan olması ve yaldızlı bulunması, kullanılmasına bir engel teşkil etmez. Fetva, bu husustaki müsaadeyi ortaya koymaktadır.
3010 - Abdürrahim Fetvalarından: "Göz ağrısı çekmekte bulunan Zeyd, yüzüne siyah ipekten mamul bir bez bağlasa, bir mahzur yoktur" (H.Ec. 2/162)
Açıklama: İpeğin erkeğe haramlığı, giyim ve süs olarak kullanıldığında olmaktadır. Gözlerin ağrıması halinde ışıktan
gözlerin müteessir olmaması için kullanılması bir zaruret halidir. Zaruretler, mahzurları mubah kılar.
3011 - Abdürrahim Fetvalarından: "Bir şehiri vatan tutmuş bulunan Zeyd, diğer şehirdeki kız kardeşine ve akrabasına mektup ve bazı kumaşlar göndermekle sıla-i rahim (akrabalık hukukunu ifa) etmiş olur" (H.EC. 2/165)
Açıklama: Akrabalık hukukunu gözetmeye, akrabalar arasında devamı gerekli bulunan sevgi bağlarını kuvvetlendirmeye sıla-i rahim adı verilmektedir. Bu vazifeyi, bizzat gidip gelmek suretiyle yapmak, kâmil bir mânâda sıla-i rahimde bulunmak olur. Buna imkân bulunmadığı zaman, mektup yazarak, selâm veya hediye göndererek sıla-i rahimde bulunmak caiz olmaktadır.
3012 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, helâl olan malından, bazı günlerde yemek pişirtip sevap (kazanmak) niyetiyle fakirlere yedirse sevaba nail olur" (H.Ec. 2/165)
Açıklama: İnsanoğlunun hayırlısı, halka hayırlı olandır. Bu hayırhahlığın pek çok yolları bulunmaktadır. Allah'ın (cc) kullarına yemek ikram etmek, bu yolların başında gelmektedir. Ancak, ilâhi rızaya ve sevaba erişebilmek için, verilen yemeğin "helâl maldan" ikram edilmiş olması gerekmektedir. Zira haram olan bir şeyi sarfetmekle Rabbimizin rızasına erişmek mümkün değildir.
Bu hususta dikkat edilecek diğer bir husus da, yapılan bu ikramın, sırf Hak rızası için yapılmasıdır. Anılmak, göze girmek ve halk arasında itibar sağlamak gibi maksatlarda yapılacak yemek ikramı, kişiyi riya, ucüp ve süm'a gibi dinen yerilmiş ahlâk bataklıklarında bocalamaya mahkum eder. Her güzel işin bir güzel niyete dayanması, o işin Allah (cc) katında makbul olması için ilk ve son şart olmaktadır.
3013 - Behce Fetvalarından: "Gayrimüslimler, paskalyada Müslümanların eşrafına yumurta ve çörek verip o da kerem ve mürüvvetinden dolayı almış olsa, bir beis yoktur" (H.Ec. 2/164)
Açıklama: Paskalya, Hazret-i İsa'nın semaya yükselmesine rastlayan günde Hıristiyanların yapageldikleri bayramın ismidir. O günde kaynattıkları yumurta ve pişirdikleri çörekten Müslümanlara vermiş olsalar, bunu kabul etmek bir nezaket icabıdır. Yasak olan, bilfiil onların bayramına katılmaktır.
3014 - Abdürrahim Fetvalarından: "Kendisine ve geçenlere zarar vermediği halde, Zeyd'in umumi yolda durup mal satandan bir mal alması helâl olur" (H.Ec. 2/164)
Açıklama: Gerek yaya yürüyenlere gerekse vasıtaların geçmesine engel olmayan ve başkaca bir zararı da bulunmayan esnafın satış yapması helâl olup, bunlardan mal almak da helâldir.
3015 - Feyziye Fetvalarından: "Gebelik müddeti dokuz ay olduğu halde, vefat eden Hind'in karnında olan çocuğun yaşadığı bilinse, karnının sol tarafından yarılıp çocuğu çıkarmaya dini müsaade vardır" (H.Ec. 2/163)
Açıklama: İslâm fukahası, asırlarca bu mes'eleyi ele almış ve hükme bağlamış bulunmaktadır. Tıp dilinde "Sezeryan" diye isimlendirilen bu ameliyatın, ölü bir kadın üzerinde, ilk defa nerede ve hangi tarihte yapıldığı tetkik edilmeye değer bir mevzudur. Bugün bilinen bir gerçek varsa, sezeryanin canlı bir kadın üzerinde ilk defa Milâdi 1500 tarihinde uygulanmış olmasıdır.

Yapılması, Kullanılması Mekruh ve Haram Olan Bazı Şeyler


2987 - Netice Fetvalarından: "Hamamda kullanılıp da çirkâp ve gerize karışıp pislenmiş bulunan su ile sebze sulamak caiz olmaz" (H.Ec. 2/162)
Açıklama: İslâm dini, sağlığa ve temizliğe riayet gösterilmesini kesinlikle istemiş bulunmaktadır. Bu gibi pis sularla sulanmış şeylerin sağlık yönünden zararları uzun uzadıya izaha ihtiyaç göstermeyecek kadar açıktır. Hele çiğ olarak yenen sebzelerin bu gibi su ile yetiştirilmesi beşerin hayatını dinamitlemek gibidir. Zira salgın hastalıkların pek çoğu, insan pisliğinden, bu pisliklerin içme sularına karışmasından veya lâğım suları ile sulanmış şeyleri -bilhassa çiğ olarak-yemekten ileri geldiği açık olarak bilinen bir gerçektir.
2988 - Abdürrahim Fetvalarından: "Vasi (olan şahıs), küçük çocuğunun malını kendi nefsi için imal edip kâr elde etse, o faydayı yemesi helâl olmaz" (H.Ec. 2/164)
Açıklama: Bir çocuğun malına vasi tayin edilen kimse, o malı korumak zorundadır. Onu çalıştırması halinde, kârı malın sahibi bulunan çocuğa aittir. Vesayet müessesesine leke düşürmemek için, o malı kendi lehine çalıştırmaya kalkışmamalıdır. Zira helâl değildir.
2989 - Behce Fetvalarından: "Cenazeyi teşyi eden kimselerin açıktan Allah'ı zikretmeleri ve (cehren) Kur'an okumaları mekruhtur" (H.Ec. 2/165)
2990 - Ali Efendi Fetvalarından: "Bir mahalde, Hazret-i İsa'nın doğum mahalli olduğu zannı ile Hıristiyanların yaptıkları, resim ve heykeller koydukları kiliseye, ziyaret maksadı ile Müslümanların girmesi mekruhtur" (H.Ec. 2/162)
Açıklama: Kiliseye girmenin kerahati, "ziyaret" kastına bağlanmış bulunmaktadır. Ziyaret, saygı duyarak veya boş bir fikirle yapılırsa, kalbin yanlış bir temayülüne sebep olabilir. Bu ihtimalden dolayı, Müslümanın kilise, havra ve sinagog gibi gayri müslim tapınaklarına girmesi hoş görülmemiştir. Suda yüzmeyi bilmeyenlerin deniz kenarına fazla sokulmamalarını tavsiye, o kimselerin hayatını koruma düşüncesinden doğmaktadır. Fakat onların gerek dinimiz hakkında gerekse memleketimiz ve milletimiz hakkında ne gibi tertipler peşinde olduklarını öğrenmek düşüncesi ile bu gibi yerlere gitmekte bir mahzur yoktur.
2991 - Ali Efendi Fetvalarından: "Bir köy halkı, yine köy halkından Zeyd'e incinmeleri sebebiyle, ölüsü olursa varmamaya ve selâm verse almamaya söz birliği yapsalar, günahkâr olurlar" (H.Ec. 2/162)
Açıklama: Bazı kusurlarından dolayı bir insana gücenmiş olmak, ona karşı boykot yapmaya haklılık kazandırmaz. Aslolan, onunla alâkayı kesmek değil, onu beğenilmeyen işlerden uzaklaştırmaktır.
2992 - Behce Fetvalarından: "Yiyeceklerden biri pislenmiş olsa, eti yenen hayvana yedirmek caiz olmaz" (H.Ec. 2/164)
Açıklama: Pis olan şey, hayvanın etine ve sütüne -az veya çok- tesir eder. Bu itibar ile, pislik bulaşmış bir yiyeceği eti yenen hayvanlara vermek caiz görülmemiştir.
2993 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Zeyd, evinde misafir bulunan Amr'a yemek getirdiğinde, Zeyd'in müsaadesini almadan, Amr'ın o yemekten dilenciye vermesi caiz olmaz" (H.Ec. 2/163)
Açıklama: Misafir bulunan kimsenin, hazırlanan yemek ve diğer ikramdan kendisinin istifadesi, dilediği şekilde tasarufta bulunmasına imkân vermez. Ev sahibinin iznini almadan dilenmekte bulunan bir fakire bile vermesi doğru olmaz.
2994 - Behce Fetvalarından: "Müslümanı gıybet etmek haram olduğu gibi, gayrimüslimi gıybet etmek de haramdır" (H.Ec. 2/164)
Açıklama: İslâm dini, ahlâkı zayıflatacak hareketleri önlemek için, birçok tedbirler vazetmiştir. Bu sebeple, gayrimüslimin aleyhinde konuşmayı da yasaklamıştır. Ancak, onların İslâm dinine aykırı davranışlarını tanıtmak da hükmün dışında bulunmaktadır.
2995 - Behce Fetvalarından: "Zeyd, sünnet olduğu zaman, sünnet yerindeki derinin ekserisi kesilmese sünnet olmuş sayılmaz" (H.Ec. 2/164)
Açıklama: Ekseriyet için tamamın hükmü verilir. Kesilmesi gereken derinin çoğu kesilmemiş olunca, tamamı kesilmemiş gibi kabul edip, kalan kısmın kesilmesi lâzım gelir.

Komşuluk Münasebetleri


İslâm dini, komşular hakkında iyi bir geçim yolu tesis etmek için, ahlâki ve vicdani yönden birtakım emirler vermiş; bunlara riayet etmeyen kimseler için de hukuki müeyyideler koymuştur.
  Resul-i Ekrem (sav), Allah'a (cc) ve ahiret gününe inancı bulunan kimsenin komşusuna iyilik yapmasını ve eza vermekten sakınmasını emretmiştir. Peygamber (sav) Efendimiz'in edeb ve ebede ışık tutan sözlerine riayet edenler, muaşeret kaidelerine uyarak, komşularıyla iyi geçim yolunu tutarlar.
  Cılız bir imanın ışıklandırmadığı hayat yolunda vicdanının sesinden habersiz olarak hareket edenleri ve gaddarca davranışlara cür'et gösterenleri irşad edip yola getirmek için, marufu (iyilik) emir ve münkerden (kötülük) nehiy yolunu denemelidir
  İslâm dini, verdiği emirlere riayet etmeyen şahısların hareketlerini engellemek için kazai merciler kurmuş ve cezai hükümler koymuştur.
  Komşusunun zararına uğrayan bir kimse, şahsi uyarması ile bunu önleyemez ise müftiye müracaatla fetva ister ve aralarının sulh-ü müsalemetle hallolma çaresini araştırır. Buna imkân bulamazsa kaza (hüküm verme) merciine başvurarak mahkeme kararı ile komşusunun zararını önlemeye çalışır.
  Sicillât-ı şer'iye arşivleri gözden geçirilecek olursa, nice göğüs kabartıcı kararlar, zararları önleyen hükümler görülür.
  Biz, itfa müessesesince verilmiş fetvalardan birkaç örnek vererek, komşudan gelmesi ihtimali bulunan zararı önlemek için, vaz edilmiş hükümleri dile getirmek istiyoruz. Bu arzumuz, aynı zamanda, mazimizin mefahir dolu hatıralarını dile getirmekte yardımcı olacaktır.
2955 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd'in evi yakınında, Amr'ın yapmış olduğu harmanın tozu (komşusu) Zeyd'in evine ulaşır ve zararı açıkça görülür olsa, Zeyd, Amr'ın zararını önlemeye muktedir olur" (H.Ec. 2/168)
Açıklama: Müslüman, eliyle, diliyle ve malı ile komşusuna zarar vermeyecektir. Bu, umumi bir prensiptir. Bu hükme dayanarak, harman tozundan evini koruma imkânı bulamayan Zeyd, Amr'ın harmanını başka yerde yapmasını istemekte dinen haklı bulunmaktadır.
2956 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd'in sonradan yaptırdığı "börekçi" fırınının dumanı, o civardaki Amr'ın evine girip zarar verdiği açıkça görülecek olsa, Zeyd (fırını yakmaktan) men olunur" (H.Ec. 2/168)
Açıklama: Dikkat edilirse, fırının yakılmasına mani olabilmek, o fırının evlerin bulunduğu mahalle "sonradan yapılmış" olma şartına bağlanmaktadır. Evlerden uzak ve müstakil bir yerde çalıştırılan fırının yanına ev yapan kimsenin, "Bana zararı oluyor" diye engel olmaya hakkı yoktur. Zira, kendisi bilerek orada ev inşa etmiştir.
2957 - Ali Efendi Fetvalarından: "Sonradan yaptırılan aşçı dükkânının, yakınında bulunan bezzaz (manifatura) dükkânına zararlı olduğu açıkça görülecek olsa, mani olunur" (H.Ec. 2/168)
2958 - Ali Efendi Fetvalarından: "Sonradan yaptırılan Selhhâne'nin pisliği ve (yayılan) kokusu cami-i şerifin cemaatine eza verecek olsa, men olunur" (H.Ec. 2/168)
Açıklama: Her iki fetva, yukarıdaki fetvada olduğu gibi, aşçı dükkânına ve selhhâne'nin sonradan yapılmış olması şartına bağlanarak mani olunabileceği hükmünü getirmektedir. Fetvadaki "Selhhâne" bugünkü dilde salhâne'dir.
2959 - Netice Fetvalarından: "Hususi bir yolda evi bulunan Zeyd, o yolun başını kapatıp evine eklemeye güçlü (ve salahiyetli) olmaz" (H.Ec. 2/166)
2960 - Netice Fetvalarından: "Hususi bir yolda yapılmış su kuyusunda, o yolun sahipleri, eskiden beri, ortaklaşa faydalanıp gelmişler iken, içlerinden Zeyd "Bu günden sonra sadece ben faydalanacağım" demeye güçlü (ve haklı) olmaz" (H.Ec. 2/167)
2961 - Netice Fetvalarından: "Alt katı, Zeyd'in dükkânı,üst katı ise Amr'ın evi bulunan bir yer, yanmış olsa, Amr, evini eskisi gibi yapsa, Zeyd de dükkânını önceki gibi bina etmek dilediği zaman, Amr "Ben razı olmam" demeye güçlü olmaz" (H.Ec. 2/167)
2962 - Behce Fetvalarından: "Üstü Zeyd'in, altı ise Amr'ın olan evin zelzeleden üst katı yıkılmış olsa, Zeyd, evvelkisi gibi yapmak dileğinde Amr onu engellemeye güçlü ve salahiyetli olmaz" (H.Ec. 2/165)
2963 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Zeyd ile Amr'ın aralarında ortak olup yıkılmaya yüz tutmuş bulunan bir duvarı Zeyd "Sökelim" dese, Amr çekingen hareket etse zorlama yapılır" (H.Ec. 2/165)
Açıklama: Mâil-i indihâm olan bir duvar, tehlike arz ediyor demektir. Tamiri kabil olmayınca, söküp zarar vermeyecek duruma getirmek icap eder. Duvar sahipleri bunu yerine getirmeyecek olursa ilgili mercilere zorlama yapılır.
2964 - Feyziye Fetvalarından: "Zeyd, evine yaptırdığı abdestliğin suyunu bir boru ile, hakkı olmayarak Amr'ın evine akıtır olsa, Amr bunu men etmeye kadir olur" (H.Ec. 2/166)
Açıklama: Abdestlikten akan suyun komşunun duvarına veya sağlığına zarar vermek ihtimali vardır. Bu sebeple zarar gören ev sahibinin hukuki yollardan bunu önlemeye hakkı bulunmaktadır.
2965 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, Amr'ın tarlasına yakın ev yapsa, "Senin tarlandan evimin kadınlarının oturduğu kısmı görünür, tarlada ziraat yapma" diye Amr'ı engellemeye güçlü ve haklı olmaz" (H.Ec. 2/168)
2966 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, evinde, komşusu Amr'ın pencereleri hizasında bir ocak yapsa, dumanı tamamen Amr'ın evine girip çok zarar etse, Amr, Zeyd'e zararını kaldırtmaya güçlü olur" (H.Ec. 2/168)
2967 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, Amr'ın evi karşısında yüksek bir ev yapmak dilediğinde Amr, "evimin havasına engel olur" diyerek, Zeyd'i bina yapmaktan engellemeye güçlü ve salahiyetli olmaz" (H.Ec. 2/168)
2968 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd'in boyahanesi yanında Amr da boyahane yaptırsa, Zeyd, "Bana kesatlık verirsin" diyerek Amr'ın boyahanesini kapatmaya güçlü olmaz" (H.Ec. 2/169)
Açıklama: Bir kimsenin ticaretine kimse engel olamaz. Herkesin rızkını Cenab-ı Hak verir. Esnaf çoğaldıkça, satıcı ile müşteri arasında gerek fiyatların kontrolü gerekse beşeri münasebetlerde bir düzelme başlar. Çarşı ve pazar, kimsenin inhisarında olmadığından ticaret yapmada herkes için eşitlik vardır.
2969 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, bir mescid-i şerifin yakınında değirmen yaptırsa ve mescide hiçbir zararı yok iken, halktan birkaç kimse taassuba kapılıp "Mescid yakınında değirmen yapılmasına rızamız yoktur" diyerek değirmeni yıktırmaya güçlü ve salahiyetli olmazlar" (H.Ec. 2/169)
2970 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, bozahanede sıkılan maddenin küsbesini, hayvanlara yedirmek için, evine biriktirip yığmış olsa, onun yayılan çirkin kokusundan etraftaki komşular ezâ duysalar, hakim Zeyd'in zararına mani olur" (H.Ec. 2/168)
Açıklama: Zamanımızda buna bir misal göstermek gerekirse, pancar küsbesi örnek olarak verilebiir. Zira, bu küsbe de tahammür ettiğinde iz'âç edici bir koku yaymaktadır.
2971 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, Amr'ın umuma ait yol üzerindeki kapısı önüne süprüntü dökse, Amr, Zeyd'i men edebilir" (H.Ec. 2/171)
Açıklama: Bu fetva, hem ferdin hukukunun korunması hem de umuma ait yolların temiz tutulması bakımından ehemmiyet taşımaktadır.
2972 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd'in meyve ağaçlarının dalları, Amr'ın evi üzerine uzanıp, zararlı bir hal alsa Amr'ın, o dallardan bağlanması mümkün olanını bağlatmaya, olmayanını kestirmeye hukuki bakımdan gücü yeter" (H.Ec. 2/171)
2973 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd'in uzun bir müddetten beri bir mahalde tasarrufunda bulunan han için mahalle halkı, "Biz, mahallemizde han istemeyiz; yık da ev yap" diye Zeyd'e zorlamaya kadir olamazlar" (H.Ec. 2/169)
Açıklama: "Kadim, kıdemi üzerine terk olunur" kaidesinde, eskiden beri han olarak kullanılan bina, daha sonra mahalle halkının isteklerine uyularak hizmet ve faaliyetten alıkonulamaz.
2974 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, mülkü bulunan arsada ev yapmak istediğinde, komşusu Amr, "Evimin sesi dinlenilir" diyerek Zeyd'i engellemeye güçlü olmaz" (H.Ec. 2/169)
Açıklama: Kişi, böyle bir endişenin içine düşerse, başkasını ev yapmaktan alıkoymak yerine, sesin işitilmemesi için gerekli tedbirleri alması gerekir. Bir kimsenin ıztırarı başkasının hakkına set çekmez.
2975 - Abdürrahim Fetvalarından: "Bir şehirde (toptan) mal alıp, bir pazarda oturup (satarak) ticaretle meşgul olan Zeyd'e birkaç kimseler, "O malı alıp satmak, bizim kârımızdır" diyerek Zeyd'i engellemeye güçlü (ve haklı) olmazlar" (H.Ec. 2/169)
2976 - Ali Efendi Fetvalarından: "Birkaç kimse, ortak bulundukları hususi bir yoldan geçip dururlarken, içlerinden Zeyd, "Bu günden sonra geçmenize razı değilim" diyerek, diğer kimseleri engellemeye güçlü (ve salâhiyetti) olmaz" (H.Ec. 2/170)
Açıklama: Her insanın meşru yollardan mülk edinme hakkı vardır. Gerek kazanç gerekse miras yolu ile sahip olunan bir malda, dini hükümlerin hudutları içinde, tasarrufta bulunmaya her mülk sahibinin salâhiyeti vardır.
Bu hakkı engelleyici mahiyetteki tedbir ve zorlamalar, mülkiyet hakkına tecavüz ve mesken masuniyetini ihlâl sayılır.
İslâm dini, bu hususu birçok müeyyidelere bağlamış ve mülkiyeti tecavüzden uzak tutmuştur. Buna zarar verecek yollar, dini öğütler, hukuki sorumluluklar ile veya ahiret hayatındaki sorumluluktan haberdar etmek suretiyle engellenmiştir.
Hakkı, hak sahibine vermeyi hedef olarak seçen İslâm, adaletin ancak bu suretle vücut bulacağını bildirmiştir. Bu sebeple, mütecavize "dur" derken, tecavüze uğrayan şahsın mağduriyetini telâfi için, onun müdafaasını yüklenmiş, fetva ve kaza mercileri tesis etmiştir. Mazimize ışık tutmak üzere, verilmiş fetvalardan birkaçını okuyuculanmızın tetkikine arz ediyoruz:
2977 - Behce Fetvalarından: "Zeyd'in mülkündeki dut ağacına çıkıldığında, komşusu Amr'ın kadınlarının oturduğu kısım görünse, Zeyd, Amr'a birkaç defa haber verip sonra ağacın dutlarını silkmek istediğinde (dutu toplamasını) önlemeye muktedir olmaz" (H.Ec. 2/168)
Açıklama: İslâm dini, komşunun iffetini ve mesken masuniyetini korurken, tek taraflı hareket etmemiştir. Aynı zamanda mülk sahibinin zarara uğramamasını da gaye edinmiştir.
2978 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, evinin altındaki dükkânda, eskiden beri ticaretle meşgul olurken, komşusu bulunan kimseler, "Bizim kadın (ve kız)larımız sokağa çıktığında senin dükkânına gelip gidenler görürler" diyerek Zeyd'i ticaretten men etmeye hakları olmaz" (H.Ec. 2/169)
2979 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, Amr'ın evine bitişik bulunan otluğuna, ot yığmak istediğinde Amr, "Otun yanması ve evime sirayet ederek zarar vermesi ihtimali vardır" diyerek men etmeye muktedir olamaz" (H.Ec. 2/169)
Açıklama: Herhangi bir sebeple yangın çıkması ihtimali vardır diye mülk sahibinin meskeninden istifadesi önlenemez. Komşusunu yangına karşı dikkatli olmaya tenbih eder, kendisi de gerekli tedbiri alır. İslâmi hükümler, tevehhüm üzerinde istinad ettirilemez.
2980 - Behce Fetvalarından: "Bir köy halkından olup, cüzzam hastalığına tutulmuş bulunan Zeyd'e, kendi evinde oturup halkın arasına karışmadığı halde, köy halkı, "Biz, senin köyümüzde oturmanı istemeyiz, buradan başka yere göç et" diyerek Zeyd'e zorlama yapmaya muktedir olamazlar" (H.Ec. 2/170)
Açıklama: Cüzzam, sirayet istidadı bulunan tehlikeli bir hastalıktır. Ondan korunmak için, hasta şahsa yaklaşılmaması gerekir. Fakat, evinde oturup dışarıya çıkmayan bir kimseyi, hastalığın bulaşma vehmine dayanarak, başka bir yere göç etmeye zorlamak, İslâmi hükümlerle bağdaşmadığı gibi, insanlık dışı bir hareket olur.
2981 - Behce Fetvalarından: "Evleri yanan bazı kimseler, yeniden ev inşa edip, Hind'in viranesi aralarında kalınca bu kimseler, "Biz ortamızda böyle harap ev bulunmasına razı olmayız. Sen, evini yeniden yap" diyerek Hind'e zorlama yapmayı muktedir olamazlar" (H.Ec. 2/167)
Açıklama: Yeni ev yapan kimselerin aralarında bulunan harap bir evi, evlerinin güzelliğine set çekiyor diye, mülk sahibini yeniden ev yapmaya tazyik etmeleri ve meskeninden istifade etmesine engel olmaları hukuki kaziyelerle bağdaştırılamaz. Her fert, mülkünden dilediği şekilde faydalanma ve meskeninde oturma hak ve hürriyetine sahiptir. Herkesin hürriyeti başkasının hürriyetinin hududunda son bulur.
2982 - Feyziye Fetvalarından: "Zeyd'in hamamının kirli suyu, Amr'ın izni ile, onun bahçesinden akmakta iken Amr vefat etse, mirasçıları Zeyd'in o suyu akıtmasını engellemeye güçlü (ve salahiyetli) olurlar" (H.Ec. 2/167)
Açıklama: Böyle bir müsaade devamlı olmayabilir. Çünkü, akan suyun pisliği oradakileri tedirgin edebilir veya sağlık yönünden zarar teşkil edecek hale gelebilir. Diğer husus da, o şahsın verdiği müsaade, mirasçılar tarafından kaldırılabilir. Zira, ölüm ile mal, sahip değiştirmiştir. O mülkün yeni sahipleri bu müsaadeyi kaldırmakta serbesttirler.
2983 - Feyziye Fetvalarından: "Zeyd, evinin helasının kirli sularını, hakkı olmadığı halde, Amr'ın bahçesine akıtmakta olsa, Amr, bu suları akıtmaktan Zeyd'i menetmeye güçlü (ve haklı) olur" (H.Ec. 2/167)
Açıklama: Bir kimsenin ferdi tasarrufları, başkasının zararına olmamak üzere sınırlandırılmıştır. O hududu zorlayınca tasarrufuna set çekilir.
2984 - Feyziye Fetvalarından: "Zeyd, Amr'ın izni ile, onun bahçesine bir müddet hayvan gübresi dökse, Amr, dilediğinde Zeyd'i men eder" (H.Ec. 2/167)
Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd'in umuma ait yola bitişik duvarının dibine süprüntü dökülüp tebevvül edilir (küçük abdest bozulur) olsa, Zeyd, bu harekette bulunanları menetmeye muktedir olur" (H.Ec. 2/171)
2985 - Feyziye Fetvalarından: "Bir kimse kendi arsasında bir çeşme yapmak dilediğinde, yakınında evi bulunan kimseler, zararı olmadığı halde, "Evlerimizin yakınında çeşme yapılmasını istemeyiz" demeye hakları olmaz" (H.Ec. 2/166)
2986 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd'in, evine koydurduğu pencerelerden, Amr'ın, kadınları oturmadığı dış odaları görünse, Amr bu pencereleri kapattırmaya hak sahibi değildir" (H.Ec. 167)
Açıklama: Yapılmakta olan bir evden komşusunun zevcesinin ve kızlarının oturacakları harem kısmı görülmediği takdirde, pencere açmaya engel değildir. Şayet harem kısmını görmekte ise, o zaman hukuki yollardan açılmamasını isteyebilir.

Vedia (Emanet)


Toplu halde yaşayan insanlar, her zaman ve her yerde birbirine ihtiyaç duymuşlar ve bu ihtiyaçtan kendilerini azade kabul edememişlerdir. Halk, birçok zamanlarda para veya mallarını, muvakkat bir zaman için, koruyacak itimatlı kimse arar. Kendisine güven duyulan kimsenin emanet olarak bırakılan malı, istenildiğinde sahibine vermesi, emanet kendi yanında bulunurken ihanette bulunmaması, kişinin kâmil imana sahip olması ve Allah'tan (cc) hakkıyla korkması ile izah edilmiştir. Cenab-ı Hak, emanetleri sahibine vermemizi emretmiş, Peygamber (sav) Efendimiz de bize güven duyana emaneti geri verip teslim etmemizi, bize ihanet edene bile hıyanette bulunmamamızı tavsiye buyurmuştur. Bu itibarla, emaneti koruma ve sahibine teslim, İslâmi ve içtimai bir vazife bulunmaktadır.
  Emanet, İslâm hukukunda, "Emin sayılan kimsenin yanında başkasına mahsus bulunan para ve maldır." Kendisine güven duyulan şahsa da "Emin" adı verilmektedir.
  Vedia, bir kimseye koruması için bırakılmış olan mala denilmektedir.
  Mudi, bir malı veya parayı koruması için başkasına emanet eden kimseye denilmektedir. Mudâ ise, bir malın muhafazasını kabul edip korumayı üzerine alan şahıstır.
  İare, ariyet vermektir. İstiare ise, ariyet almak, bir malın menfaatinin meccanen temlik edilmesini istemektir.
  Emanetler, değişik yönlerden başkasının elinde bulunması itibariyle, çeşitli olabilir. Şöyle ki:
  a) Fiyatı konuşulmaksızın, satın almak düşüncesi ile, müşterinin elinde bulunan mal bir emanettir.
  b) Görmek veya göstermek üzere alınıp, müşterinin elinde bulunan mal bir emanettir.
  c) Gasp eden kimsenin elinde bulunan şey, emanettir.
  d) Vekâleti sebebiyle vekilin elinde bulunan mal emanettir.
  e) Rehin bırakılan şahsın elindeki şeyin borç tutarından fazlası da bir emanettir.
  f) Batıl bir satış yolu ile satılıp, bayiin izni ile, müşterinin elinde bulunan bir mal da bir emanettir.
  g) Beyi bil-vefa yolu ile satılıp alman ve borçtan fazla olarak müşterinin elinde bulunan şey de bir emanettir.
  Vedianın rüknü iki olup, icap ve kabul ile ifade edilmektedir. Bu icap ve kabul, sarahaten olabileceği gibi, kavli veya fı'li bir dalâlet ile de olabilir. Meselâ, bir kimse bir şahsa, "Şu malımı sana idâ (emanet bırakma akdi) ettim" veya "Şu malımı sana emanet ettim" dese, o şahıs da "Kabul ettim" diye mukabele etse, aralarında sarih bulunan bir icap ve kabul ile idâ akdi yapılmış olur.
  Bir kimse, dükkân sahibinin yanına varıp, "Bu mal, sana vediadır" diyerek bırakıp gitse, dükkân sahibi de bunu görüp ses çıkarmasa icap sarahaten kabul ise, delâlet yolu ile bulunmuş ve idâ (emanet bırakmak akdi) yapılmış olur.
  Yukarıda açıklanan tablonun aksi olarak, icap delâlet yolu ile kabul ise sarahaten olabilir. Şöyle ki:
  Bir kimse, malını dükkân sahibinin yanına bırakıp hiçbir şey söylemeden çekip gitmekte iken dükkân sahibi: "Senin bu malını bir vedia olmak üzere kabul ettim" demesi gibi.
  Bir şahıs, malını dükkân sahibinin yanına hiçbir şey söylemeden bırakıp gitse, dükkân sahibi de bunu görüp ses çıkarmasa, her iki taraf arasında fı'li bir delâlet ile icap ve kabul tahakkuk etmiş olur.
  Vedialarda icap ve kabul, akdi yapanların yazması ile olabileceği gibi, dili söylemeyen kimselerin belirli işaretleri ile de akdedilmiş olur. Emanet bırakmakta icaptan sonra kabulün gerekli olması, emanet bırakılan şahsın üzerine muhafazanın vacip olmasından dolayıdır.
  Bir şahıs, vedia olmak üzere bir malını, birkaç kimsenin yanına bırakıp gidecek olsa, onlar da görüp ses çıkarmasalar, o mal hepsinin yanında vedia olur. Bu sebeple, o şahısların hepsi birden kalkıp gidecek olsalar ve o mal da zayi olsa, hepsi bu maldan sorumlu olup bedelini eşit olarak ödemek zorunda kalırlar.
  Bu şahıslar, oradan teker teker kalkıp gidecek olsalar, en sonraya kalan şahıs bu emaneti korumak için vazifelenmiş olur ve bu mal onun yanında vedia haline gelir. Bu şahıs da kalkıp gidecek olsa ve bahsi geçen mal kaybolsa, en son giden şahıs, bu malı tek başına ödemek mecburiyetindedir.
  Eğer bir kimse birden fazla kimsenin yanına bir malını emanet olarak bıraktığı halde onlar bunu görmüş olmasalar, bu şahısların ses çıkarmaması ile kabul etmiş olacakları anlaşılmamalıdır. Bu durumda o mal bu kimselerin yanında bir vedia olmaz.
  Muhafazasına muktedir olunca, vedianın muhafazasını kabul etmek müstehaptır. Bu içtimai vazife ile ilgili fetvaları aşağıya almak suretiyle İslâmi hükümleri Müslümanların ıttılaına arzetmeye çalışacağız.
2933 - Netice Fetvalarından: "Zeyd, oda içinde olan eşyasını Amr'a emanet ve teslim etse, Amr da onu korumaksızın kapıyı açık bırakıp gittiği için eşya çalınmış olsa, ödemesi gerekir" (H.Ec. 2/103)
Açıklama: O kimse, teslim edilmiş bulunan eşyayı, ihmal etmesi ve kapıyı açık bırakıp gitmesi sebebiyle, ödemesi gerekmektedir. Zira kapıyı açık bırakıp gitmesi, o şahsın kusuru olmaktadır. Kendisinin kusur veya tecavüzü sebebiyle zayi olan bir emaneti tazmin gerekir.
2934 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd'e ait olup, Amr'ın elinde emanet olarak bulunan beygire Amr izinsiz olarak binip, kullanmış olsa ve bu yüzden de hayvan zayıflasa, (hayvanın) kıymetindeki noksanlığı Amr'ın ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/104)
2935 - Netice Fetvalarından: "Zeyd, bir mahalde, bir şeyi Amr'ın önüne koymuş olsa, Amr da görüp sükût etse, Zeyd gittikten sonra Amr o şeyi korumasa (bu yüzden) zayi olsa Amr'ın ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/104)
2936 - Abdürrahim Fetvalarından: "Bir malın muhafazasını kabul eden kimse, vediayı yanıma koymuştum, onu unutup gittim kaybolmuş, dese ödemesi gerekir" (H.Ec. 2/104)
2937 - Netice Fetvalarından: "Bir malın muhafazasını kabul eden kimse, emanet olarak bulunan o parayı, kendi işlerine sarf ve istihlâk ettikten sonra, o cins paranın fiyatı yükselse mislini ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/104)
2938 - Ali Efendi Fetvalarından: "Emaneti bırakan kimse, onu korumayı kabul eden kimseden istediği zaman teslimi mümkün iken vermese, (sonunda) kaybolsa, ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/104)
2939 - Behce Fetvalarından: "Hamama giren Zeyd, koruması için saatini natur olan Amr'a verse, o da çarşıya gitmesi gerektiğinde güven duyulan bir kimse olmayan dellâk Bekir'e verip gittiğinde saat kaybolsa (naturun) ödemesi gerekir" (H.Ec. 2/104)
Açıklama: Natur, hamamda çalışıp hizmet eden, dellâk (tellâk) da yıkananları keseleyip temizleyen kimselere denilmektedir. Hamam hizmetçisinin saati korumak üzere alması halinde, onu güven duyulmayan bir kimseye vermemesi gerekirdi. Bu hareketi bir kusur olup, saatin kaybolmasına sebep teşkil etmektedir. O, bu ihmal sebebiyle saati tazmin etmeye mahkum olmuştur.
2940 - Feyziye Fetvalarından: "İki kişi, bir mecliste paralarını başka başka kimselere emanet etseler, ikisinden biri, diğeri yok iken kendi parasını almaya güçlü (ve haklı) olur" (H.Ec. 2/104)
2941 - Netice Fetvalarından: "Mudi, bir malın korunmasını kabul eden kimseden, emanet bıraktığı malı istediğinde, nereye koyduğunu bilmiyorum, unuttum dese ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/104)
2942 - Feyziye Fetvalarından: "Emanetin sahibi vefat edip mirasçıları emaneti, emanet bırakılan kimseden istediklerinde vermem, demeye güçlü olmaz" (H.Ec. 2/104)
2943 - Ali Efendi Fetvalarından: "Bir malı muhafaza etmeyi kabul eden kimse, emanet olunan şeyi, izinsiz olarak başkasına ariyet olarak verse, emanet (ikinci şahsın elinde iken) helak olsa, malı muhafaza için kabul eden kimsenin ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/105)
2944 - Netice Fetvalarından: "Zeyd, Amr'dan vedia olarak aldığı buğdayı kendi buğdayına karıştırsa ödemesi lâzım olur" (H.Ec. 2/105)
2945 - Ali Efendi Fetvalarından: "Emaneti korumayı kabul eden kimse, emanet olarak aldığı para ile izinsiz ticaret yapıp kâr elde etse, emaneti bırakan şahıs kârı ödetmeye güçlü olmaz" (H.Ec. 2/105)
2946 - Abdürrahim Fetvalarından: "Emanet, onu korumak için verilmiş bulunan kimsenin elinde iken çalınsa, ödemesi lâzım gelmez" (H.Ec. 2/105)
2947 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd'in, Amr'a emanet olarak teslim ettiği beygiri Amr, evinin kapı halkasına bağlayıp içeri girse, onun görmediği sırada beygir kaybolsa, Amr'ın ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/106)
2948 - Abdürrahim Fetvalarından: "Emaneti korumayı üzerine almış bulunan kimse, emanet bulunan malı bir handa korumakta iken, han yanıp o eşya da bir tecavüze uğramaksızın yanmış olsa, ödeme lâzım gelmez" (H.Ec. 2/106)
2949 - Abdürrahim Fetvalarından: "Dükkân komşuları hazır iken, Amr dükkânını açık koyup gittiğinde dükkânda bulunan emanet bal kaybolsa, Amr'ın ödemesi lâzım gelmez" (H.Ec. 2/106
2950 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, elinde emanet bulunan öküzlerden birini, sahibinin rızası olmaksızın enetse ve bu yüzden öküz helak olsa, Zeyd'in ödemesi lâzım gelir" (H.Ec.2/106)
2951 - Abdürrahim Fetvalarından: "Amr'ın elinde emanet olarak bulunan Zeyd'in kumaşlarından birine, Zeyd'in bulunmadığı bir sırada, Bekir gelip benim malımdır dese, Amr da teslim ettikten sonra Bekir o kumaşı istihlâk etse, Amr'ın ödemesi lâzım gelir" (H.Ec. 2/106)
Açıklama: Bir şahıs; kendisine emanet olunan bir malı şahitsiz, delilsiz ve hüküm verme merciinin kararı olmaksızın başkasına vermemelidir. Şayet o mal, bir başkasının ise, mal emanet olarak bırakılan kimseden değil, onu getirip teslim eden şahıstan istenmelidir.
2952 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, "Başka bir memleketteki Bekir'e ver" diyerek Amr'a teslim ettiği parayı götürürken, konakladığı handa parayı başının altına koysa, uyuduğunda para çalınsa, Amr'ın ödemesi lâzım gelmez" (H.Ec. 2/107)
Açıklama: Paranın teslim edildiği kimse, onu korumakta gerekli tedbiri almış olduğu için, paranın çalınmasından dolayı ödemeye mahkum olmaz.
2953 - Abdürrahim Fetvalarından: "Mirasçı, murisinin emanet bıraktığı bir şahıstan, emanet olan şeyi istediğinde, önce tamamen inkâr edip daha sonra teslim etmiştim diye yemin etse, sözü doğru olarak kabul olunmaz" (H.Ec. 2/107)
2954 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, Amr'da emanet olarak bulunan şu kadar liranın bir miktarını alıp geri kalanını talep ettiğinde, Amr inkâr etse, Zeyd, Amr'ın "geri kalanı taksit taksit al" diye söylediğini isbat etse, geri kalanı almaya güçlü olur" (H.Ec. 2/108)

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı