16 Mayıs 2011 Pazartesi

Ashabı Kiram'in Değeri

Ashabı Kiram'in Değeri


Ashâb-ı Kiram'a değer veren bizzat Allahû Teâla'dır. Çünkü Allahû Teâla, Ku’ran-ı Kerîm'de sahabe-i kiram'ı övüyor. Bakınız İmam-ı Kurtubî (Rh.a.) kendi tefsirinde şunları kaydetmiştir: "ez-Zübeyr [29] m soyundan gelen Ebu Urve ez- Zübeyrî şunu rivayet etmektedir: Malik b. Enes (Rh.a.) yanında idik. Rasûlüllah (sav)'in ashabının değeri­ni küçümseyen bir adamdan söz ettiler. Malik b. Enes (Rh.a.), Kur'an-ı Kerîm'in şu ayetini;
"Muhammed Allah'ın elçisidir. Onunla beraber bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirier. Onları rükûa varırken secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalın­laşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvet­lendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah inanıp salih amel işleyenlere mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.” [30] okudu. Sonra dedi ki: İnsanlar arasından kalbinde Rasûlüllah (sav)'m ashabından birisine olsun bir kin bulunduğu halde sabahı eden bir kimseyi bu ayet çarpar. Bunu el-Hatib Ebu Bekir zikretmektedir.
Derim ki: Gerçekten de Malik b. Enes (Rh.a.) çok güzel söylemiş ve ayeti böyle te'vil etmekte isabet etmiştir. Onlardan birisinin değerini küçük gören yahut yaptığı rivayette birilerine dil uzatan bir kimse, alem­lerin Rabbi olan Allah'ın buyruğunu reddetmiş, müslümanların şeriatını iptal etmiş olur. Çünkü Allahû Teâla:
"Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler." diye buyurmaktadır. Yine Allah (cc):
"Andolsun ki ağacın altında sana bey'at ederlerken, Allah mü'minlerden razı olmuştur.” [31] diye buyurmuştur kî onlara övgüleri ihtiva eden, onların lehine doğrulukla ve kurtuluşa ermekle tanıklığı ihtiva eden daha bir çok ayet-i kerime vardır. Allahû Teâla şöyle buyurmaktadır:
“Mü'minler arasında Âllah'a verdikleri sözde içtenlikle sebat gösteren nice yiğitler vardir.”[32]
“Bîr de hicret eden fakirlere aittir ki yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah'ın lütuf ve rızasını ararlar; Allah'a ve Rasûlü’ne yardım ederler. İşte doğru olanlar onlardır.”[33]
Allahû Teâla, onların/sahabelerin o zamanki hallerini ve sonunda iş­lerinin nereye varacağım bilmekle birlikte bu buyrukları indirmiştir.
Rasûlüllah (sav) de:
"İnsanların en hayırlıları benim çağdaşlarımdır. Sonra onların arkasından gelenlerdir.”[34] diye buyur­muştur.
Ashabıma sövmeyin/dil uzatmayın. Sizden herhangi bir kimse, Uhud dağı kadar altın infak etse dahi, onlardan herhangi birisinin harcadığı bir müde, hatta onun yarısına dahi denk olamaz.[35]
Rasûlüllah (sav) başka bir hadiste şöyle buyurmaktadır:
"Sizden her­hangi bir kimse yeryüzünde bulunanın tamamını infak edecek olsa bile, onlardan birisinin harcadığı bir mü ve hatta onun yarısı kadar dahi olamaz.”[36]
el- Bezzar'da Cabir (R.a.)'den sahih ve merfu olarak şöyle bir hadis rivayet edilmiştir:
Şüphesiz Allah ashabımı Nebiler ve Rasüller hariç bütün alem­lere üstün kılıp seçmiştir. Benim ashabımdan da dört kişiyi seçmiştir. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'yi kastetmektedir ve onları benim ashabım  kılmıştır.[37]
Uveym b. Saide şöyle demiştir: Rasûlüllah (sav) buyurdu ki:
"Aziz ve Celil olan Allah beni seçti. Benim için de ashabımı seçti. Onlar arasın­dan bana vezirler, damatlar ve dünürler kıldı. Kim onlara söverse, Allah'ın, Meleklerin ve bütün insanların laneti üzerine olsun. Allah kıyamet gününde ondan ne bir tevbe, ne de bir fidye kabul etmesin.”[38]
Bu anlamdaki hadis-i şerifler pek çoktur. O halde sahabelerden her­hangi birisine dil uzatmaktan çokça sakınmak lazımdır. Dine dil uzatan kimsenin yaptığı gibi yaparak şöyle demekten sakınmak gerekir. Güya muavvizeteyn [39] Kur'an'dan değilmiş. Bunların Kur'an'da yazılacaklarına ve indirilen Kur'an arasında bunların yer aldık­larına Rasûlüllah (sav)'den sahih bir hadis gelmemişmiş. Bundan tek bir istisna ise Ukbe b. Amir'den gelen rivâyetmiş. Ukbe b. Amir ise zayıfmış; ondan başkası bu hususta ona muvafakat etmemiş, bundan dolayı da onun rivayeti bir kenara bırakılmalıymış. Ancak bu daha önce Kitab ve Sünnetten sözünü ettiğimiz delilleri reddetmek, ashâb-ı kiram'm din diye bize naklettiklerini çürütmek demektir. Ukbe b. Amir b. İsa el-Cühenî, iki sahih Kitab olan Buharı ve Müslim'de ve diğerlerinde bize şeriatın rivayetini nakledenlerden birisidir. Dolayısıyla o yüce Allah'ın övdüğü, niteliklerini belirttiği, kendilerinden övgüyle sözettiği mağfiret ve büyük mükâfat vaat ettiği kimselerdendir. Rasûlüllah (sav)'ın veya O'nun ashabından herhangi birisinin yalan söylediğini iddia eden bir kişi, şeri­atın dışına çıkmış olur. Yani Kur'an-ı Kerîm'i reddetmiş, Rasûlüllah (sav)'e dil uzatmış olur. Sahabelerden her hangi birisinin yalancı olduğu söylenecek olursa, ona dil uzatılmış, sövülmüş olur. Çünkü Allah'ı inkâr­dan sonra, yalandan daha utanılacak, ondan daha ayıp ve ondan daha büyük bir iş yoktur. Rasûlüllah (sav), ashabına dil uzatıp, onlara şovenleri lanetlemiştir. Onların en küçüklerini -ki aralarında küçük kimse olmaz- dahi yalanlayan bir kimse, Rasûlüllah (sav)'in tanıklık ettiği ve ashabın­dan birisine söven yahutta onun aleyhine söz söyleyip dil uzatan herkesin yakasından ayrılmaz bir ceza olarak tesbit ettiği Allah'ın lanetinin kapsamına girer.
Ömer b. Habib (Rh.a.)'den şöyle rivayet edilmektedir: Harun er-Reşid'in meclisinde bulundum. Bir mesele sözkonusu edildi, hazır bulu­nanlar o mesele hakkında tartışıp durdular, sesleri yükseldi. Aralarından birisi Ebu Hüreyre (R.a.)'nin, Rasûlüllah (sav)'den rivayet ettiği bir hadisi delil gösterdi. Onlardan birisi hadisin merfu olduğunu belirtti, derken karşılıklı iddialar ve tartışmalar artıp durdu. Nihayet onlardan birisi: Rasûlüllah (sav)'in böyle bir hadis söylediği kabul edilemez. Çünkü Ebu Hüreyre yaptığı rivayetlerde itham altındadır. Hatta onun yalan söylediğini açıkça bildirmişlerdir, dedi. Ben Harun er-Reşid'in bu kesime meylet­tiğini, onların sözlerini desteklediğini görünce şöyle dedim:
"Bu hadis Rasûlüllah (sav)'den sahih olarak gelmiştir. Ebu Hüreyre (R.a.) de Rasûlüllah (sav)'den olsun, başkasından olsun yapmış olduğu bütün rivayetlerde doğru sözlüdür ve yaptığı nakiller sahihtir." Harun er-Reşid bana kızgın bir şekilde baktı. Ben de meclisten kalkıp evime gittim. Aradan fazla zaman geçmeden bana;
"Harun er-Reşid'in postacıbaşı kapı­da" dediler. Yanıma geldi ve bana şöyle dedi:
"Mü'minlerin emirinin çağrısını öldürülecekmişsin gibi kabul et ve gel. Hanutununu, kefenini de geyin." Ben de şöyle dedim:
"Allah'ım! Sen de biliyorsun ki ben Senin Peygamberinin sahabesini savundum ve Peygamberinin ashabına dil uza­tılmasın diye Peygamberini yücelttim. Ondan gelecek zarardan Sen beni koru."
Altından bir tahtın üzerinde oturmuş olduğu halde Harun er-Reşid'in huzuruna alındım. Kollarını sıvamış, kılıcı elinde ve önünde de kafası uçurulacak kimseler için serilen deri de vardı. Beni görünce bana:
"Ey Ömer b. Habib! Senin bana söylediğin şekilde şimdiye kadar hiçbir kimse bana karşı söz söylemiş ve savunmuş değildir" dedi. Ben de:
"Ey Mü'minlerin Emiri! Senin söylediğin ve uğrunda tartıştığın görüş Rasûlüllah (sav)'ı ve onun getirdiklerini küçültücüdür. Çünkü eğer onun ashabı yalan söyleyen kimseler ise şeriat de batıl demektir. Farzlar, oruç, namaz, talak, nikâh ve hadlere dair hükümlerin tümü reddolunur ve mak­bul olamaz."
Bunun üzerine Harun er-Reşid kendisine geldi, düşündü, sonra da:
"Ey Ömer b. Habib! Bana hayat verdin. Allah da sana hayat versin" dedi ve bana onbin dirhem verilmesini emretti."
Ben derim ki: Ashâb-ı Kiram'ın tümü adaletlidir. Allah'ın gerçek veli kulları ve seçkinleridir. Nebilerden ve Rasûllerden sonra bütün insanlar arasında seçtiği kimselerdir. Ehl-i sünnetin mezhebi ve bu ümmetin imamlarının bulunduğu cemaatin benimsediği görüş budur. Kedilerine aldırış edilmeyen bir azınlık, ashabın durumunun diğerleri gibi olduğunu ve dolayısıyla onların adaletlerinin de araştırılması gerektiğini söylemiş ise de buna iltifat edilmez.
Onlardan kimisi işin başındaki durumları iie sonraki halleri arasında fark gözeterek şöyle demiştir: Onlar o vakit adalet sahibi idiler, fakat daha sonra durumları değişti. Aralarında savaşlar ve kan dökmeler ortaya çıktı. Dolayısıyla araştırmada bulunmak kaçınılmaz bir şeydir.
Ancak bu reddolunur, çünkü ashâb-ı kirâm'in hayırlıları ve faziletlileri -Ali, Talha, Zübeyr ve diğerleri gibileri Allahû Teâla kendilerinden öv­güyle sözedip, tezkiye ettiği, kendilerinden razı olup onları razı ettiği ve "bir mağfiret ve büyük bir mükâfat" vadetmiş olduğu kimseler bulun­maktadır. Özellikle Rasûlüllah (sav)'ın verdiği haber gereğince cennetlik oldukları kesin olan "aşere-i mübeşere" Peygamberlerinden sonra Peygamberlerinin bu hususu kendilerine haber vermesi ile birçok fitne­lerle ve cereyan edecek birçok olayla karşı karşıya kalacaklarını bilmek­le birlikte, kendilerine uyulacak önder kimselerdir.
Bu durumlar onların mertebelerini ve faziletlerini düşürmez. Çünkü bu işler içtihada dayalı işlerdi ve her müctehid isabet etmiştir. [40]
Ashâb-ı Kiram, vahyinin fikir işçileridir. Onların arasında zuhur eden farklı içtihadlar, onların İslam ümmeti için hayat modeli olmalarına engel teşkil etmez. Sahabelerin hem ittifakları ve hem ihtilafları İslam ümmeti için rahmettir. İmam Beyhaki'nin tahric ettiği bir hadisi şerifte Rasûlüllah (sav) şöyle buyuruyor:
"Allah'ın kitabından size herhangi bir hüküm verilirse, onunla amel lazımdır. Terkedildiğinde özür kabul edilmez. Eğer aradığınız hükmü Allah'ın kitabında bulamazsanız benim sünnetime tabi olunuz. Sünnetimde de o hükme ait bir şey bulamazsanız, Ashâbım'ın sözlerine sanlınız. Zira Ashâb'ım gökteki yıldızlar gibidir. Herhangi birinin sözünü alsanız hidayet bulursunuz. Ashâb'ımın ihtilafı da sizin için bir rahmettir.”[41]
Görüldüğü gibi, Ashâb-ı Kirâm'in arasındaki ihtilaf, onları tenkid etmek için bir sebeb değildir. Aksine onların ihtilafı, İslam ümmeti için rahmet kabul edilmiştir. Bundan ötürüdür ki, İslam uleması, Ashâb-ı Kirâm'in arasındaki ihtilafı rahmet bilmiştir. Ömer b. Abdülaziz (Rh.a.) şöyle diyor: "Ashâb-ı Muhammed (sav) ihtilaf etmeseydi, sevinmezdim. Çünkü onlar ihtilaf etmeseydi, İslâm ümmeti için ihtilaf ruhsatı olmazdı.[42] Sahabenin ittifakları bizim için örnektir, ihtilafları ise ibrettir. Her ikisinden de istifade ederiz.”
Ashâb-ı Kiram, ittifak halinde de, ihtilaf halinde de kıymetlidir. Ashâb-ı Kirâm'm kıymeti, değeri, Allahû Teâla'nm onların temizliğinden, yiğit­liklerinden haber vermesi, kendilerinden razı olduğunu beyan etmesiyle sabit olmuştur.
Ashâb-ı Kiram, Peygamberlerden sonra insanların en hayırlılarıdır. Herkim sahabelerin yaptıklarını yaparsa, tıpkı onlar gibi hayırlılardan olurlar. [43] Rasûlüllah (sav)'in ashabı hayırlıdır. Onların yolundan gidenlerde hayırlıdır. Sahabenin kendi aralarındaki ihtilafları, bizim onlara uymamıza engel değildir. Onların her halinde bizim için hayr vardır. Yeter ki, Ashâb-ı Kirâm'a tabi olmayı başarabilelim.

KAYNAKLAR
[29] b. El-Avam
[30] Fetih: 48/29
[31] Fetih: 48/ 18
[32] Ahzab: 33/23
[33] Haşr: 59/8
[34] Sahih-i Buhari, C:2, Sh:938; Sahih-i Müslim, C:4, Sh: 1969; Sünen-i Tirmızi, C:4, Sh: 500,548-549
[35] Sahih-i Buhari, C:3, Sh:1343; Sünen-i Tirmizi, C:5, Sh:695; Sünen-i Ebu David: 4, Sh:214
[36] Es-Sünne/Ahmed b. Muhammed el-Hallal, C:2, Sh:481
[37] Sarihu's Sünne/Taberi, C:l, Sh: 23; Mecmau'z Zevaid- /Heysemi,C: 10, Sh:16.
[38] Es-Sünne/Ahmed b. Muhammed el-Hallal, C:3, Sh:515; Hilyetü'l Evliya ve Tabakatü'l Esfıya/Ebu Nuaym, C:2, Sh: 2
[39] Felak ve Nas sûreleri
[40] El- Camin Li Ahkâmi'i Kur'an (İmam Kurtubi) C: 16, Sh: 296-299, Mısır/ 1967
[41] Keşfu'l Hafa/El- Aclunî, C:l, Sh: 64-65, Beyrut/ 1351
[42] Keşfu'l Hafa/El- Aclunî, C:l, Sh: 65, Beyrut/ 1351
[43] Hayatü's Sahâbe/M. Yusuf Kandehlevî, C:l, Sh:29, Beyrut/1995


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı