16 Mayıs 2011 Pazartesi

Ashabı Kiram

Ashâb-ı Kiram


Ashâb; Rasûlüllah (sav)'ı gören ve kendisine iman ederek tabi olan yürek ve bilek sahibi sadıklara denir. Allahû Teala buyuruyor:
"Ey Nebi! Allah ve mü'minlerden sana tabi olanlar sana kâfidir.”[11]
Bu ayet-i Kerime'de geçen "Sana tabi olan mü'minler" den murad; Ashâb-ı Kiram'dır. [12] Ashâb-ı Kiram; Peygamber efenedimizi hayatta iken ve peygamber olarak bir ân gören, eğer âmâ ise bir ân konuşan mü'minlere denir. Tek kişiye "Sahâbî" denir. Birkaç tânesine "Ashâb" veya "Sahabe" denir.
Sahabe mefhumunun "sohbet" ten müştak olduğu hususunda ehl-i lügat ihtilaf etmemiştir. Bu sohbetin çok veya az olması şart değildir. [13] Sohbet, örf-i lügavide yâru hemdem olmak manasına geldiğinden yâru hemdem sahib denir. Sahibin cem'i sahb veya cemü'l cem'i ashâb'dır. Sahabe de şazz bir cem'i olarak ashâb manasınadır. Sahabeden bir ferd manasına sahâbi de sahib makamında kesirü'l isti'smal'dir. [14] Örf de sahâbî; Rasûlüllah (sav)'ı görüp kendisiyle uzun veya kısa zaman sohbet eden kimsedir. Velev ki, Rasûlüllah (sav)'den hiçbir şey rivayet etmemiş olsun.[15]
Evet, Ashâb; Peygamber Efendimize iman ederek O'nu gören ve müslüman olarak ölen kimselere denir. İslâm ıstılahında "Hz. Peygamber (sav)'in arkadaşları" için, daha geniş kapsamıyla Rasûlüllah'ı gören müminler için kullanılmıştır. Sahâbî ve çoğulu olan sahabe terimleri de aynı manayı ifade eder.
Sahabe kavramı hakkında muhtelif tarifler yapılmıştır. Ancak yapılan bu tariflerin içerisinde ulema nezdinde takdire layık görülen tarif, İbn-i Hacru’l Askalanî (Rh.a.)'ın yapmış olduğu tariftir. İbn-i Hacru'l Askalanî (Rh.a.) sahâbiyi şöyle tarif ediyor: "Sahâbi; Rasûlüllah (sav) ile bir araya gelmiş, Rasûlüllah (sav)'e iman etmiş ve İslâm üzerinde ölmüş zattır." Yapılan bu tarife göre peygamberle bir araya gelip uzun zaman meclisinde bulunan da, kısa zaman bulunan da dahil olur. Diğer taraftan Peygamber (sav)'den hadis rivayet eden de etmeyen de girer. îster Rasûlüllah (sav) ile birlikte savaşa gitsin, ister gitmesin hiç fark etmez. Rasûlüllah (sav)'ı bir defa görse, fakat onunla oturmasa, yahut körlük gibi bir arızadan doîayı onu görmese dahi sahâbi olur.
"Ona iman etmek" kaydıyla, onunla biraraya gelen kâfir bir kimse, sahâbilik mefhumundan çıkar. Çünkü o iman etmemiştir. Bu kâfir bila­hare iman etse dahi, imandan sonra ikinci kez peygamberle görüşmediği takdirde sahâbi olmaz.
“İslâm üzerinde ölmüştür" kaydıyla peygamberle karşılaşan ve Peygamber (sav)'e iman eden, sonra irtidat eden ve dinsizliği üzerinde ölen kimseler çıkmış oluyor. Allah bizi ve bütün müslümanlan böyle bir durumdan korusun. Böyle kimseler pek azdır. Rasûlüllah (sav)'e iman ettikten sonra dininden dönen, Rasûlüllah (sav) ölmeden önce tekraren İslâm'a giren bir kimse, isterse Resûl-i Ekrem (sav) ile bir araya gelsin, isterse gelmesin, sahabî tarifine dahildir. Bu tarif, Buharı ve şeyhi Ahmed İbn-i Hanbel ve onlara tabi olan kimseler gibi tetkikçi Serin katında en seçkin tariftir. Bunun ötesinde bir çok görüşler vardır ki, hepsi şazdır. [16]
Sahabe sayılabilmek için az da olsa Resûlüllah (sav) ile görüşmek şart­tır. Bu sebeple Hz. Peygamber döneminde yaşamış, O'na iman etmiş, hatta O'nunla haberleşip yazışmış, O'na destek sağlamış kişiler ashâbtan sayılmaz. Meselâ o dönemin meşhur Habeşistan Kralı Necâşî Ashame böyledir. İyiyi kötüden ayırdedebilecek temyiz yaşında Peygamber Efendimiz'i gören çocuklar ise ashâbtandır. Meselâ Hz. Peygamber'in iki torunu Hasan ile Hüseyin'in durumu böyledir. Hz. Peygamber'e iman eden ilk kişi olarak ilk sahabî, Resûlüllah'ın mübarek eşi Hz. Hatice'dir. Son sahabî ise, genellikle kabul edildiğine göre 100/719 senesinde vefat eden Ebü't-Tufeyl Âmir b. Vasile el-Leysî el-Kinânî'dir. Bu tarihten sonra yaşayan bir sahabînin varlığı bilinmemekle beraber İslâm âlimleri, Hz. Peygamber'in hayatının sonlarında söylediği:
"Yüz sene sonra bugün yaşayanlardan hiç kimse hayatta kalmayacaktır.” [17] hadîsine dayanarak ashabın bulunabileceği son zaman sının olarak 110/729 senesini belirlemişlerdir. İslâm aleminde çok sonraki dönemlerde bile zaman zaman görüldüğü gibi artık bu tarihten sonra sahabî olduğunu iddia edenler çıksa da onlara itibar edilmez. Sahabenin mutlaka Hz. Peygamber (sav)'i bir an da olsa görmüş veya sohbetinde bulunmuş olması gerekir. Âmâlık, sağırlık veya dilsizlik gibi sebeplerle, görme ve sohbetten biri gerçekleşemezse, bu durum sahabî olmaya engel değildir. Nitekim Ashabın ileri gelenlerinden ve Peygamberimiz'in müez­zinlerinden olan Abdullah İbn Ümmi Mektûm, âmâ olduğu için Hz. Peygamber'i görememiş fakat, sohbetlerinde bulunmuştur.
Hz. Peygamberi dünya gözüyle görmek şarttır. O'nu (sav) rüyasında görenler sahâbi sayılmaz. Hz. Peygamber (sav)'i kendisine peygamberlik gelmeden önce gören veya O'nunla sohbet eden, fakat peygamberlikten sonra göremeyen kişi de sahabî sayılmaz.
Peygamberlikten sonra Rasûlullah (sav)'i gören kimsenin müslüman olması ve daha sonra dinden çıkmış olmaması gerekir. Binaenaleyh; henüz müslüman değilken Peygamberimizi gören bir kimse daha sonra müslüman olsa ve Hz. Peygamber (sav)'i göremese, sahâbi sayılmaz. Yine, müslümanken Hz. Peygamber (sav)'i gören ve sahabî olan bir kişi, daha sonra irtidat edip dinden çıksa, sahâbîlikten de çıkar. Ancak, tekrar müslüman olur ve Hz. Peygamber'i görürse yine sahabî olur.
İslâm'ın en güzel ve doğru bir şekilde öğrenilebilmesi için Hz. Peygamberin, dolayısıyla Ashâb-ı Kirâm'ın hayatım iyi bilmek gerekir. Çünkü Hz. Peygamber (sav) ve O'nunla içice yaşamış olan Ashâb-ı Kiramın hayatında müslümanlar için çok güzel örnekler vardır. Alimler, Hz. Peygamberin hayatını tafsilatlı bir şekilde tesbit ettikleri gibi, ashabın hayatıyla ilgili bilgileri de tesbite gayret etmişlerdir. İslâm'ın ilk asırların­dan itibaren sahabe biyografilerini tesbit için pek çok eser yazılmıştır. Bu kitaplarda sahabe, ya Hz. Peygambere yakınlık ve fazilet derecelerine göre veya isimlerine göre alfabetik bir şekilde ele alınmıştır. Bu tür kay­naklarda toplam olarak ancak, 10.000 kadar sahabenin hayatı hakkında bilgi verilmektedir. Aslında Ashabın sayısı kesin olarak tesbit edilebilmiş "değildir. Ancak genellikle Hz. Peygamber vefat ettiği zaman 314.000 sahabînin bulunduğu kabul edilir. Hayatları kitaplara geçen sahâbîler; tanınan, bilinen, çeşitli özellikleriyle meşhur olan kimselerdir. Hayatlarıyla ilgili bilgiler sonraki asırlara intikal etmeyen veya Mekke-Medine gibi önemli merkezlerden uzakta yaşıyan sahâbîlerin isim ve ha­yatları bu kaynaklarda yer almamıştır .
Hz. Peygamber'in arkadaşları ve yakın dostları olan Sahâbe-i Kiram, O yüce Peygamber (sav)'in şahsiyet ve dostluğundan çok istifade etmiş, kendilerine örnek alarak O'nun istediği gibi müslüman olmaya çok gayret göstermişlerdir. İslâm'ın güçlenip yayılması için canlarıyla başlarıyla çalışmışlar, bu yolda, ölüm de dahil olmak üzere hiç bir şeyden çekin­memişler, Allah ve Rasûlünü, çoluk-çocuklarından, mallarından, hatta canlarından daha çok sevmişlerdir; Allah yolunda hiç çekinmeden yurt­larından hicret etmiş ve kanlarını akıtarak canlarını vermişlerdir. Böylece Ashâb-ı Kirâm'ın, Hz. Peygamberle beraber olmaktan kazandıkları üstünlükleri ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu ve benzeri özelliklerinden dolayı sahabe, Kur'an-ı Kerîm'in müteaddit yerlerinde bizzat Allahû Teâlâ tarafından, hadîsi şeriflerde de Peygamberimiz tarafından methedilmektedir.
"Böylece sizi (Ashab-ı Kiram) vasat bir ümmet yapmışızdır; insanlara karşı hakikatin şahitleri olasınız, bu Peygamber de sizin üzerinize tam bir şahit olsun diye.”[18]
“Siz (sahabe) insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız.”[19]
“İslâm'da birinci dereceyi kazanan muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar yok mu? Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah'dan razı olmuşlardır. Allah bunlar için, kendileri içinde ebedî kalıcılar olmak üzere, altlarından ırmaklar akan Cennetler hazırladı. İşte bu, en büyük bahtiyarlıktır.”[20]
“O ağacın altında mu'minler sana bey'at ederlerken, andolsun ki Allah onlardan razı olmuştur da kalplerindekini bilerek üzerlerine manevî bir kuvvet (moral) indirmiş ve onları yakın bir fetih ile müka­fatlandırmıştır.”[21]
"Muhammed Allah'ın Rasûlü'dür. O'nunla beraber olanlar (ashâb) da kâfirlere karşı çetin ve metin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükû' edici, secde edici olarak görürsün. Onlar Allah'dan daima fazl-u kerem ve rıza isterler. Secde izinden meydana gelen nişanları yüzlerindedir.”[22]
Ehl-i Sünnet nazarında ashabın büyük bir değeri vardır. Bu ve bunlara benzer bir çok Kur'an ayetinde açıkça veya îmâ ile ashabın faziletinden bahsedilmiştir. Peygamber Efendimiz'in pek çok hadîslerinde toplu olarak, ya da fert fert ashabın faziletine yer verilmiştir ki, hemen hemen bütün ilk ve muteber hadîs kaynaklarında bu hadîsler, "Fedâilü's-Sahabe Sahabenin Faziletleri': veya benzen başlıklar altında toplan­mıştır. Meselâ bu hadîslerinden birisinde Peygamber Efendimiz:
"Nesil­lerin en hayırlısı, benim neslimdir." buyurmuştur. [23]
Bir başka hadîslerinde de şöyle demiştir:
"Ashabım hakkında Allah'­tan korkun, ashabım hakkında Allah'tan korkun! Benden sonra onları kendinize hedef haline getirip düşmanlık etmeyin! Kim onları severse bana olan sevgisinden dolayı sever. Kim de onlara kin beslerse bana olan kini dolayısıyla böyle yapar. Kim onlara eziyet ederse lana eziyet etmiş olur. Kim bana eziyet ederse Allah'a eziyet etmiş demektir. Her kim de Allah'a eziyet ederse çok geçmeden Allah onun belâsını verir.”[24]
Peygamber Efendimiz'in Allah'tan alarak tebliğ ve yaşayışında tatbik ettiği veya bizzat kendisinin koyduğu dînî esasların, daha sonraki müslü­man nesillere ancak Ashaba dayanan sıhhatli nakillerle ulaşabildiği düşü­nülecek olursa, İslâm açısından Ashâb-ı Kiramın gerçekten bu övgülere ve kendilerine saygı gösterilmesi konusundaki ikazlara lâyık oldukları açıkça anlaşılır. Bu sebeple ashâbtan birinden bahsederken isminin arkasından "Radıyallâhü anh Allah ondan razı olsun!" demek, bize düşen saygı görevinin gereğidir. İslâm dîninin sıhhatli bir şekilde sonra­kilere aktarılmasında temel unsur Ashâb olduğu içindir ki Ehl-i Sünnet âlimlerine göre Kur'an ve Sünnet'in de övgüsüne nail olan Ashâb-ı Kiram, tamamıyla adalet ve itimat sahibidirler.
Sahâbe-i Kiram bir pervane gibi Peygamberimiz'in etrafında dolaşır ve O'ndan (sav) bir şeyler öğrenmeye gayret ederdi. Çeşitli dünya meş­galelerinden dolayı Hz. Peygamber'in yanına gelemeyenler, ertesi günü başkalarına sorarak eksiklerini giderirlerdi. Bazıları İslâm'ı öğrenmek için, boğaz tokluğuna Peygamberimiz (sav)'i takip eder bazıları da Efendimiz'in sözlerini yazarak tespit etmeye çalışırdı. Ashâb, Hz. Peygamber'i dinlerken sanki baslarında birer kuş var da, hareket etseler uçup gidecekmiş gibi pür dikkat kesilir, ayrıldıktan sonra da duyduklarını daha iyi öğrenebilmek için aralarında müzakere ederlerdi!
İslâm'dan önceki ümmetler, peygamberlerinin hayatı, sözleri ve davranışları ile ilgili bilgileri daha sonraki nesillere sıhhatli bir şekilde ulaştıramamışiardır. Diğer hususlarda olduğu gibi, müslümanlarm bu hususta da üstünlüğü vardır. Ve bu üstünlük Ashâb sayesinde olmuştur. O da, Hz. Peygamber'in hayatı ile ilgili -en ince ayrıntısına kadar- bilgileri, O'nun sözlerim, davranışlarım, takrirlerini, ahlâkî ve cismanî özellikleri­ni... sonraki nesillere sağlıklı bir şekilde aktarmadadır. Bugün, Hristiyanlar Hz. İsa'nın, Yahudiler Hz. Musa'nın sözlerini -İncil ve Tevrat dışındakileri- ancak kulaktan dolma, esâtîr uydurulmuş hikâyeler halinde, mesnetsiz bilgiler olarak elde edebilmektedirler. Halbuki müslümanlar, Peygamberimiz'in binlerce, onbinlerce hadis ve sünnetine, senedli bir şekilde ve tâ o zamana kadar uzanan yazılı belgeler halinde sahip durumdadırlar. Müslümanlar bunu Ashâb'a borçludurlar. Onlar, Peygamberimizden duydukları, yazdıkları hadisleri hiçbir değişikliğe uğratmadan, kendilerinden sonrakilere ulaştırmışlar ve bunu bir ibadet vecdi ile yapmışlardır. Daha sonra gelen nesiller de hadisleri aynı şekilde bir sonrakilere naklederek günümüze kadar sağlam bir şekilde gelmesine hizmet etmişlerdir.
Peygamberimiz (sav)'in vefatından ve Hz. Ömer (r.a) zamanındaki fetihlerden sonra İslâm devletinin muhtelif bölgelerine dağılan bazı sahâbîler, oralarda bereketli birer ilim merkezi oluşturmuşlar ve yeni müslüman olanlara İslâm'ı ve Hz. Peygamber'in sünnetini öğretmişlerdir. Böylece, İslâm dininin sağlam bir şekilde Arap yarımadası dışına yayıl­ması da, Ashâb'ın yaptığı hayırlı hizmetler vesilesiyle olmuştur.
Ancak Ashâb'in İslâm'a girişleri ve hizmetleri, İslâm uğruna çektikleri çileler ve gösterdikleri çabalar, hicretler ve gazveierdeki durumlarının üstünlüğü yanısıra; her şeye rağmen birer insan oldukları da gözönünde bulundurulduğunda, Ashâb'ın hepsinin birbiri ile aynı değerde olmaya­cağı aşikardır. Bu bakımdan, farklı görüşler de bulunmakla beraber derece itibariyle Ashâb-ı Kiram genellikle oniki tabakaya ayrılmıştır:
1. Aşere-i mübeşşere (Cennetle müjdelenen on sahâbî ki bunların başında ilk dört halife gelir) ve Hz. Hatice, Hz. Bilâl gibi ilk müslüman olanlar,
2. Hz. Ömer'in müslüman oluşu sırasında müşriklerin Dâru'n-Nedve'de durum müzakeresi yaptıkları zamana kadar müslüman olanlar,
3.  I. ve II. Habeşistan hicretine katılan ashâb,
4. I. Akabe Bey'atı'nda bulunan sahâbîler,
5.  II. Akabe Bey'atı'na katılanlar,
6. Peygamber Efendimiz, hicreti sonunda Küba'ya geldiği zaman orada Rasûlüllah'a kavuşup Medine'ye yerleşen muhacirler,
7.  Bedir Gazvesi'ne katılan Ashâb-ı Kiram,
8. Bedir Savaşı ile Hudeybiye Musâlahası arasında hicret edenler,
9. Hudeybiye'de yapılan Bey'atü'r-Rıdvân'a katılanlar,
10. Hudeybiye Musâlahası ile Mekke fethi arasında hicret edenler,
11. Mekke'nin fethedilmesi üzerine müslüman olan Kureyşliler,
12. Hz. Peygamber'i Mekke Fethi sırasında, Veda Haccı'nda veya bir başka yerde gören çocuklar.[25]
Bundan daha detaylı bir taksime, Abdülkahir ei-Bağdâdî'de rastlı­yoruz:
1. İslâm'a ilk girenler.
2. Hz. Ömer (R.a) Müslüman olduğu zaman İslâm'a girenler.
3. Habeşistan'a ilk hicret edenler.
4. Birinci Akabe bey'atmda bulunanlar.
5. İkinci Akabe bey'atmda bulunanlar.
6. Hz. Peygamber (sav) ile birlikte Medine'ye hicret edenler ve Medine'ye girmeden önce Küba'da iken O'na yetişenler.
7. Hz. Peygamber (sav)'in Medine'ye girmesinden Bedir savaşma kadar geçen sürede hicret edenler.
8. Bedir savaşına katılanlar.
9. Uhud savaşında bulunanlar.
10. Hendek savaşında bulunanlar.
11. Hendek savaşı ile Hudeybiye musalahası arasında hicret edenler.
12. Rıdvan bey'atında bulunanlar.
13. Hideybiye ile Mekke'nin fethi arasında hicret edenler.
14. Mekke'nin fethi günü Müslüman olanlar.
15. Mekke'nin fethinden sonra grup grup İslâm'a girenler.
16. Efendimiz dönemine yetişen ve O'ndan az bir miktar (hadis din­leyip) rivayette bulunan çocuklar.
17. Veda Haccı esnasında Rasûlüllah (sav)'e getirilen çocuklar. Bun­ların doğrudan Rasûlüllah (sav)'den rivayetleri sahih değildir (arada vası­ta vardır). [26]
Diğer taraftan Ashâb arasında büyük değeri haiz olanlar, Muhacirun [27] ve Ensar [28] diye adlandırılan iki temel zümre olmuştur. Sahâbelik vasfının her sahabe için üstünlükte aynı dereceyi ifade etmediği açıktır. İslâm'a ilk girenler, hicret edenler (Muhacirun), hicret edenleri bağrına basıp onları kendile­rine tercih edercesine fedakârlıkta bulunanlar (Ensar), Rasûlüllah (sav) ile savaşlara katılanlar... ile daha sonraki dönemlerde İslâm'a girenlerin veya Rasûlüllah (sav)'in son dönemlerinde dünyaya gelip, O'nu görme şerefine ancak çocukken erebilenlerin sahâbîîik faziletinin aynı seviyede olmaya­cağı bedihidir.
İslâm âleminde, Ashâb'm faziletine, menkıbelerine ve hayatlarına dair bir çok eser yazılmıştır. Bunlar içerisinde en hacimli ve muhtevalısı, îbn Hacer el-Askalânî'nin (ö. 852) "el-İsâbe fi Temyizi 's-Sahâbe" adlı kitabıdır. Bunun dışında şu iki kaynak da büyük önem taşımaktadır: İbn Abdilberr (ö. 463), "el-İstîâb fi Ma'rifeti'l-Ashab"; İbnu'l-Esîr (ö. 630), "Üsdu'l-Gâbe fi Ma'rifeti's-Sahabe" adlı eserleridir..

KAYNAKLAR 
[11] Enfal: 8/64
[12] Hülasatu'l Beyan Fi.Tefsiri'l Kur'an/M. Vehbi, C:5, Sh: 1972, İst/ty
[13] Üsdü'l Gabe Fi Ma'rifeti's Sahâbe/İbnü'l Esir, C:l, Sh: 12, Beyrut/ty
[14] Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih Tercemesi:Zebidi/Ter: A. Naim, C:l, Sh: 13, Ankara/1980
[15] Et-Ta'rifat/Seyyid Şerif Cürcani, Sh:132, İst/1311
[16] El-İsabe Fi Temyizi Sahabe/İbn-i Haceru'l Askalanî, C:1, Sh:4-S, Beyrut/ty
[17] İbn Hacer, el-İsâbe, Mısır 1328,1,8
[18] el-Bakara: 2/143
[19] Âl-i İmrân: 3/ 110
[20] et-Tevbe: 9/100
[21] el-Feth: 48/28
[22] el-Feth: 48/29
[23] Buhâri, Fedailü Ashabi'n-Nebî, 1; Müslim, Fedâilü's-Sahabe, 210-215
[24] El- Müsned/Ahmed b. Hanbel V, 57.
[25] Hâkim en-Neysâbûrî, Ma'rifetü Ulûmi'l-Hadîs, Beyrut 1977 s. 22-24
[26] Ebû Mansûr Abdülkahir el-Bağdâdî, Usûlüddîn, 298 vd.
[27] Mekke Fethi'ne kadar Medine'ye hicret edenler
[28] Hz. Peygamber'e ve müslümanlara kucak açıp destek olan Medineli müslümanlar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı