11 Temmuz 2011 Pazartesi

ESMAUL HUSNA VE BAZI ANLAMLARI

Soru: 1. Kitap ve Sünnette vârid olan zâti sıfatların her birinin, geçtiği bütün naslarda tek bir anlamı mı vardır, yoksa her bir bağlamda ayrı ayrı özel anlamları mı vardır. Aşağıdaki zâti sıfatların geçtikleri nasslarda hangi anlama geldikleri konusunda bize doyurucu bilgi verileceğini ümid ediyoruz.
 
A- Yed/el kelimesinden aşağıdaki nasslarda hangi anlamlar kastedilmektedir:
"De ki: Eğer biliyorsanız söyleyin, her şeyin melekûtu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan kimdir?"[155]
"De ki: lütuf ve ihsan Allah'ın elindedir." [156]
"Allah'ın eli cemaatle beraberdir." hadisi,
"Allah'ın eli cemaatin üzerindedir."hadisi,
"Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir." [157]
Ve el kelimesinin çoğul olarak kullanıldığı -bi eydin şeklinde geçtiği- âyetteki anlamı nedir. [158]
B- Ayın/göz kelimesiyle aşağıdaki âyetlerde hangi anlamlar kastedilmektedir:
"Gözlerimizin önünde gemiyi yap." [159]
"Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin" [160]
"(Ey Musa! Sevilmen) ve benim nezaretimde (gözümün önünde) yetiştirilmen için sana kendimden sevgi verdim."[161]
Allah Teâlâ'nın iki gözü olduğunun delili nedir?
C- Vech/yüz kelimesiyle aşağıdaki nasslarda ne kastedilmektedir:
"Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü oradadır." [162]
"Yapacağınız hayırları ancak Allah rızası (Alla'ın vechi) için yaparsınız." [163]
"Biz sizi Allah rızası için (Allah'ın vechi için) doyuruyoruz." [164]
"Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı (vechi) baki kalacak." [165]
Daha fazla yararlı bilgiye ulaşmak için, bu sorulara verilecek cevabın, müracaat edeceğimiz kaynakları da ihtiva etmiş olması faydalı olacaktır.
Cevap:
A1- 1. Sorunun A şıkkında zikredilen nasslardaki "yed" kelimesiyle hepsinde tek bir anlam kastedilmektedir. O da Allah Teâlâ'nın gerçekten elinin olduğudur. Ancak O'nun elinin bulunması sıfatı O'nun şanına lâyık, yaratıkların eline benzemeyen ve ta'tile ve tahrife imkan vermeyecek kadar açık bir anlam ifade eder. Nitekim Allah Teâlâ'nın zâtının olması da hakiki bir anlam ifade eder. Ancak O'nun zâtı kulların zâtına benzemez, sıfatları da onların sıfatlarına benzemez. Allah'ın elinin, iki elinin veya ellerinin olduğuna dair bu nassları teyid eden daha pek çok nass varid olmuştur. Bunların keyfiyetini Allah'a havale ederek hepsine olduğu gibi inanmak icab eder. Kitap ve Sünnetin nasslarıyla amel etmenin ve müctehid imamların yoluna uymanın gereği budur.
"Ve's-Semâe beneynâ hâ bi eydin..." âyetindeki "eyd" kelimesine gelince bu "âde-yeidü-eyd" fiilinin masdarıdır ve "kuvvet" anlamına gelir. Ayetin meali:
"Göğü gücümüzle Biz kurduk. Şüphesiz biz geniş kudret sahibiyiz"[166] şeklindedir. Bu fiil şeddeli olduğu zaman "eyyedehu-te'yiden" şekline gelir ve anlamı "kuvvetlendirmek" olur. Yoksa el anlamındaki "yed" kelimesinin çoğulu değildir. Ve bu kelime, yani "eyd" kelimesi Allah'ın tartışma konusu yapılan sıfatlarından değildir. Çünkü Allah Teâlâ'nın kuvvet sıfatına sahip oluşu hiçbir zaman tartışma konusu olmamıştır.
Bu nasslardaki cümlelerin anlamlarına gelince, bunlar kendi bağlamlarında ve taşıdıkları ipuçlarına göre çeşitli anlamlara sahiptirler. Mesela:
"De ki, herşeyin melekûtu kendisinin elinde olan kimdir?" âyeti, her şeyin mülkiyet ve yönetimini kendi üzerine alması cihetiyle ve bu âyetin öncesi ve sonrasının ifade ettiği anlam cihetiyle Allah Teâlâ'nın kudretinin mükemmelliğine delâlet eder. "De ki, lütuf ve ihsan Allah'ın elindedir" âyeti iyilik yapmak ve nimet vermenin sadece Allah'a mahsus olduğuna delâlet eder. "Allah'ın eli, cemaatin üzerindedir" hadisiyle birlik ve dayanışmayı teşvik ve birlik ve dayanışma içinde bulunmaları,. Allah'ın koruyup gözeteceğine, hak ölçüsünde bir araya geldikleri zaman Allah'ın onları destekleyip yardım edeceğine dair va'di olduğu kasdedilmektedir. "Allah'ın eli onların elinin üzerindedir" âyetiyle de onların Rasûlullah'a yaptıkları biati, Allah'a yapılmış biat gibi sayarak bu biati sağlamlaştırmaktır. Bu, Allah'a, O'nun şânına lâyık şekilde hakiki manada el izafesine mani değildir. Nitekim bu, Rasûlullah'la (s.a.v.) biat edenlere de onlara uygun bir şekilde hakiki mânâda eller izafe edilmesine de mani değildir. [167]
B1- Sorunun B şıkkında zikri geçen nasslardaki ayın/göz kelimesiyle Allah'ın hakiki manada gözünün olduğu kastedilmektedir. Ancak O'nun gözünün olması sıfatı, O'nun şanına lâyık, yaratıkların gözünün olmasına benzemeyen ve arapçada bilinen anlamın dışına çıkarılamıyacak bir anlamı ifade eder. Sözün akışı, bu kelimeleri kendi müsemmalarından/ifade ettikleri nesnelerden uzaklaştırıp başka bir anlamı ifade etmelerini gerektirecek bir etkiye sahip değildir. Sözün akışı içinde bu kelimelerle cümle içinde ne kastedildiğine gelince; birinci örnekte Cenab-ı Hak, Nuh'a (a.s.) kendi gözetiminde ve himayesinde bir gemi yapmasını emretmektedir, ikinci âyette Hz. Muhammed'e (s.a.v.) kavminin eza ve cefasına karşı, Allah aralarında adaletle hükmedinceye kadar sabretmesini emretmektedir. Bununla beraber o, yine de Allah'ın gözetimi ve himayesi altındadır. Üçüncü âyette Cenab-ı Hak, Hz. Musa'ya daha önce bir defa daha iyilik yaptığını haber vermektedir. Çünkü Allah Tealâ Hz. Musa'nın annesine oğlunu Allah'ın himayesi ve gözetiminde güzel bir şekilde terbiye etmesini emretmişti. Bu, Ona Allah'ın bir lütfü idi. Söz konusu nasslardaki "bia'yûnina" kelimesi çoğul kalıbında olmakla beraber Allah Teâlâ'nın iki gözünün olduğuna delâlet eder. Çünkü ayneyn/iki göz kelimesi çoğul zamiriyle tamlama yapıldığı zaman çoğul hale getirilir ve a'yünina/bizim gözlerimiz, şeklini alır. Nitekim "kalb" kelimesinin tesniyesi de böyledir ve çoğul zamiriyle bu kelime arasında tamlama yapıldığı zaman kalb kelimesi çoğul hale getirilir ve "kalbeynina" denilmeyip "kulûbuna" denilir. [168] Allah Teâlâ'nın iki gözü olduğuna Rasûlullah'dan (s.a.v.) rivayet edilen Deccal'le ilgili şu hadiste delalet eder:
"Şüphesiz ki, Deccal şaşı gözlüdür. Allah ise şaşı değildir." [169]
Ehli sünnet bununla Allah Teâlâ'nın gözlerinin olduğuna delil getirmiştir. [170]
C1- Sorunun C şıkkında birinci cümlede yer alan Vechallah/Allah'ın yüzü ibaresiyle, Mücahid ve İmam Şafii'nin bildirdiğine göre "Allah'ın kıblesi" kastolunmaktadır. Çünkü bir sözün her yerde cümlenin akışına ve karinelere göre delâlet ettiği anlamı vardır. Cümlenin akışı ve karineler, bu cümledeki "vech" kelimesiyle "kıble"nin kastedildiğini göstermektedir. Bu cümlenin ayetteki akışı şöyledir:
"Doğu da Allah'ındır, batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın vechi/kıblesi orasıdır." [171]
Bu ayet tıpkı şu âyet gibidir:
"Herkesin yöneldiği bir veche/yön vardır." [172]
O halde bu âyet, üzerinde tartışma yapılan sıfatlara ait âyetlerden değildir. Sorudaki diğer cümlelerde geçen "vech" kelimesine gelince, bunlarla hakiki anlamıyla Allah'a ait ve O'nun şanına layık bir vech/yüz sıfatının olduğu anlaşılır. Çünkü başka bir anlamı gerektirecek herhangi bir sebep bulunmadıkça kelimelerde esas olan hakikat anlamıdır, O'nun yüzünü yaratıkların yüzüne benzetmeye de gerek yoktur. Çünkü her yüzün kendisine mahsus ve kendisine uygun özellikleri vardır. [173]
Soru: 2A- İnsanların Allah'ın isimleriyle isimlendirilmelerinin haram oluşunun delili nedir? Eğer mubah ise bunun belirli kayıtları var mıdır? Ben sıfatları değil isimleri kastediyorum. Çünkü yaratıkların yaratıcının sıfatlarıyla nitelendirilmelerinin caiz olduğu malumdur.
2B- Allah'ın Kitabında bunun pek çok örneği vardır. Benim sorduğum, isimlendirmenin hükmüdür, sıfatlandırmanın değil. Bu konuyu aydınlatıcı kaideleri açıklayabilir misiniz?
Cevap:
2A- İsim ile sıfat arasındaki fark: İsim, zâta ve o zâttan ayrılmayan sıfatlara delâlet eder. Sıfatlar ise onların varlığı tamamen zâta bağlıdır ve o zâtı diğerlerinden ayırdedici manaları vardır. Bu manalar yâ ilim ve kudret gibi zâtın bizzat kendisiyle ilgilidir veya yaratmak, rızık vermek, diriltmek ve öldürmek gibi o zâtın fiilleriyle ilgilidir.
2B- Allah'ın kendisini vasıflandırdığı şeylerle mahlûk da vasıflandırılabildiği gibi, Allah'ın kendisini isimlendirdiği şeylerle mahluk da isimlendirilebilir. Fakat bu isimlendirmede herkesin kendisine uygun ve Onu diğerlerinden ayırdedici özellikleri taşıdığının kabulü gerekir. Böylece, her ne kadar lafzın kûllî anlamında ve ifade edilişinde bir müştereklik olsa da, mahlûkatın yaratıcılarına, yaratıcının da mahlûkâta benzetilmesi durumu ortaya çıkmamış olur. Çünkü kûllî mânâ sadece zihinde olan bir manadır, onun hariçte bir varlığı yoktur.
Meselâ Allah Teâlâ kendisini el-Hayy/diri diye isimlendirmiştir:
"Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; o, hayydir, kayyûmdur." [174]
Bu ismi kullarına da vermiştir:
"O, ölüden diriyi çıkarır."[175]
Fakat birinci ayetteki "hayy", ikinci ayetteki "hayy" gibi değildir. Bilâkis her birinin hâriçte kendisine mahsus ifade ettiği bir anlamı vardır. Allah Teâlâ kendisini "Alîm" ve "Halım" diye isimlendirdiği gibi Hz. İbrahim'in iki oğlundan birisini "halîm" diğerini de "âlîm" diye isimlendirdi. Bundan Allah ile onlar arasında bir benzerlik olduğu anlamının çıkartılması gerekmez. Çünkü, mutlak isimlendirmede ve telaffuzda bir müştereklik olsa bile, bu isimle isimlendirilen herkesin kendisine mahsus ve zihnin dışında birini diğerinden ayırdedici özellikleri vardır. Yine Allah Teâlâ hem kendisini [176]hem de bazı yaratıklarını [177] semi/işitici ve basîr/görücü, gören diye isimlendirmiştir. Bu da O'nunla yaratıkları arasında bir benzerliği gerektirmez. Çünkü diğer misallerde de görüldüğü gibi her birinin kendisine mahsus ve birini diğerinden ayırdedici özellikleri vardır. Yine bu örneklerden birisi de Allah Teâlâ'nın hem kendisini hem de bazı kullarını ilimle vasıflandırmasıdır:
"Onun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler."[178]
"Size ancak az bir ilim verilmiştir."[179]
Bir başka örnek, Allah Teâlâ'nın hem kendisini hem de bazı kullarını kuvvet sahibi olmakla vasıflandırmasıdır:
"Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır."[180]
"Sizi güçsüz yaratan sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren, Allah'tır." [181]
Her ne kadar telaffuzlarında ve kûllî anlamlarında müştereklik olsa da birinci ayetteki kuvvet, ikinci ayetteki kuvvet gibi değildir. Fakat her birinin kendisine mahsus ve kendisine uygun başka özellikleri vardır. [182]
Soru: 3- İnsanların yaratıcının isimleriyle isimlendirilmelerinin haramlığına delil olarak getirilen şeyler sahih midir?
A- "Allah" özel ismini mahrukata vermek yasak olduğuna göre, yaratıcının diğer isimlerini de mahlûkata vermek aynı şekilde haram olmaz mı? Çünkü Allah Teâlâ'nın isimlerini birbirinden farklı görmenin bir sebebi yoktur.
B- Dilde bilinen bir kaidedir ki harfi cerle mecrûru marifeden önce gelirse kasr ifade eder. Bu kaideye göre "ve lillâhi'1-esmâü'l-hüsna/en güzel isimler Allah'ındır" âyeti güzel isimlerin sadece Allah'a ait olduğunu ve mahlûkatın bunlarla isimlendirilmesinin caiz olmadığını ifade eder. Bu söz, delil olarak geçerli midir?
Cevap: 3- Allah Teâlâ'nın isimlerinden "Allah" lafzı gibi şahıs özel ismi olanlarını başkalarına isim olarak vermek mümkün değildir. Çünkü onun muayyen/belirli bir müsemması/isimlendirileni vardır ve bu müsemma başka birisiyle ortaklığı kabul etmez. Bunun gibi müşterekliği kabul etmeyen başka isimler de vardır. Meselâ el-Hâlık ve el-Bâri' gibi isimler bunlardandır. el-Hâlık, geçmişte bir örneği olmaksızın bir şeyi icâd eden yaratan demektir. el-Bâri' ise bir şeyi ayıpsız ve kusursuz olarak yaratan demektir. Bu özellikler sadece Allah Teâlâ'da vardır. O halde Allah'dan başkasına bu isimler verilemez. Ancak bazı isim ve sıfatlar vardır ki bunların kûllî anlamlarını bu isim alan fertler farklı ölçülerde taşırlar. Melik, Aziz, Cebbar ve Mütekebbir gibi isimler böyledir. Allah'tan başkalarına bu isimlerin verilmesi caizdir. Allah Teâlâ bu tür isimlerle hem kendini, hem de bazı kullarını isimlendirmiştir. Yûsuf sûresi 30 ve 51. Ayetlerinde "Azizin karısı" ifadeleri geçer. Gâfir Sûresi 35. âyette: "Allah her mütekebbir (büyüklük taslayan) ve cebbarın (zorbanın) kalbini işte böyle mühürler" buyurur. Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür. Aynı ismi taşımaları aralarında bir benzerlik veya denklik bulunmasını gerektirmez. Çünkü herbirini diğerlerinden ayıran kendilerine mahsus özellikleri ve alametleri vardır.
Böylece Cenab-ı Hakkı "Allah" ismiyle isimlendirmekle, O'nu, kûllî anlamları olup başka fertlerin de bu anlamlardan pay alabildikleri diğer isimlerle isimlendirmek arasındaki fark anlaşılmış oldu. Bunlar lafzatullah'a/Allah ismine kıyas edilemezler.
"Ve lillahi'1-Esmâi'l-Hüsna/En güzel isimler Allah'a mahsustur" ayetine gelince bu ayetle, güzelliğin en mükemmelinin sadece Allah'ın isimlerine ait olduğu murad edilir. Çünkü "el-hüsna" kelimesi ismi tafdildir ve "el-esma" kelimesinin sıfatıdır. Ayet, bu isimlerin yalın haliyle sadece Allah'a ait olduğunu ifade eder. Nitekim "Pek zengin ve çok övülmeye lâyık olan sadece Allah'tır"[183] ayetinde de zenginlik ve övgüye liyâkatin kemalinin/en mükemmel şeklinin, sadece Allah'a ait olduğu kastedilmektedir. Yoksa isim olarak bunların sadece Allah'a ait olduğu kastedilmemiştir. Çünkü Allah'tan başkalarına da ğaniy/zengin ve hamid/övülen denilebilir.
Soru: 4- Allah Teâlâ'nın isimleriyle mahlukatı isimlendirmek caiz olmadığına göre, mahlûkata isim olarak verilmesi caiz olmayan Allah'ın başka isimleri var mıdır? Rahman ve Kayyum isimleri de bu yasak kapsamının içine girer mi?
Cevap: 4- Allah'ın hangi isimlerinin mahlukâta verilebileceği ve hangilerinin verilemeyeceğine dair kural, 2. ve 3. sorulara cevap verilirken misalleriyle birlikte açıklanmıştı. Buna göre, Kayyum isminin yaratıklara verilmesi caiz değildir. Çünkü Kayyum kendi kendine var olabilen, varlığı bir başkasına bağlı olmayan ve kendisinin dışındaki her şeyin kendisine muhtaç olduğu kimsedir. Böyle olmak ancak Allah'a ait bir özelliktir. Ve başka hiç kimse bu konuda O'na ortak olamaz. İbnu'l-Kayyım, en-Nûniyye isimli eserinde şöyle der:
"Kayyum isminde iki unsur vardır. Birincisi, kendi kendine kâim olan demektir. İkincisi, varlıkların kendisiyle kâim olduğu demektir. Birincisi Allah'ın kendisinden başkasına muhtaç olmamasıdır, ikincisi her şeyin O'na muhtaç olmasıdır.
Rahman ismi de böyledir ve mahlûka isim olarak verilemez. Çünkü hep Allah'a ait bir isim olarak kullanıldığı için o da Allah'ın özel bir ismi olmuştur. Tıpkı "Allah" lafzı gibi Rahman da başkalarına isim olarak verilemez.[184]
İlmi Araştırmalar ve Fetva Daimî Komisyonu Başkanı Abdulaziz İbn Abdillah İbn Bâz Fetva no: 3862 Tarih. 12/8/1401
Hamd Allah'adır, salât ve selâm O'nun Rasulüne âline ve ashabınadır.
İlmî Araştırmalar ve Fetva Komisyonu, Maarif Bakanlığı makamından sayın komisyon başkanına yönelik 818 sayılı ve 3/5/1401 tarihli yazıyla aşağıdaki soruya muhatap olmuştur. Söz konusu yazının metni şöyledir:
Bakanlığın Sınavlar Dâiresinin 2121 sayılı ve 7/4/1401 tarihli Esma-i Hüsna ile ilgili bilgi talebi yazısı tarafımıza havale edilmiştir.
"el-Fadîl" ismi, Allah'ın güzel isimlerinden midir? Abdulfadîl ismini taşıyan bir kimse ne yapmalıdır? İsmini değiştirmeli midir, yoksa olduğu gibi mi bırakmalıdır? Abdûnnebî, Abdûlimam ve Abdûzzehra [185] gibi şeriatın onaylamadığı isimlere sahip olup aralarında akit yapan pek çok kişinin bulunması sonucu, esma-i hüsna konusunda pek çok yönden sorular tekrar tekrar sorulmaya başlandığı için, bize, "abd" kelimesi ile tamlama yapılması caiz olan isimleri ve özellikle de kullanılması caiz olan isimleri belirleyici ve tatmin edici bir açıklama yapılmasını arzu ve temenni ediyoruz. Pek çok kaynak Allah'ın isimlerinin sadece doksan dokuzdan ibaret olmadığına ve rivayetlerin bu doksan dokuz ismin tek tek sayımında ve belirlenmesinde bile farklılıklar arzettiğine işaret ediyor. Bazı âlimler, "Allah'ım ben senden, senin kendini isimlendirdiğin bütün isimlerle istekte bulunurum" hadisini delil getirerek Allah'ın isimlerinin doksan dokuzdan fazla olduğu görüşündedirler.
Komisyon bu suale aşağıdaki şekilde cevap vermiştir:
1- Allah Teâlâ buyuruyor ki:
"En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. O'nun isimleri konusunda eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır."
Allah Teâlâ bu ayette kendisinden haber veriyor ve sıfatlarının mükemmelliğini, kendisinin büyüklüğünü ve yüceliğini ifade eden en güzel isimlerin sadece kendisine ait olduğunu bildiriyor. O, kendisini nasıl isimlendirmişse kullarının o isimlerle dua etmelerini, sevinç ve üzüntü anlarında o isimlerle tazarru' ve niyazda bulunmalarını emrediyor; bu isimleri ve manalarını inkar ederek veya O'nun kendisini isimlendirmediği başka isimlerle O'nu isimlendirerek veya O'na ait isimleri başkalarına vererek haktan sapmalarını yasaklıyor ve bu konuda muhalefet edenleri acıklı bir azapla tehdit ediyor.
Allah Teâlâ Kur'an’da ve peygamberine vahyettiği sünnette kendisini birtakım isimlerle isimlendirmiştir. Bunlar arasında el-Fadîl [186] ismi yoktur. Hiç kimse O'nu bu isimle isimlendiremez. Çünkü O'nun isimleri tevkifidir, sadece O'nun tarafından bildirilir. Çünkü kendi yüceliğine lâyık olan şeyleri en iyi bilen yine kendisidir. Başkaları bu konuda yeterli değildir.
Kim O'nu kendisinin isimlendirmediği bir isimle veya peygamberinin isimlendirmediği bir isimle anarsa O'nun isimleri konusunda haktan sapmış ve doğru yoldan uzaklaşmış olur. O'nun yaratıklarından hiç kimse, bir kimseyi Allah'tan başkasına, O'nun kullarından birine kul yapamaz. O halde Abdulfadîl, Abdunnebî, Abdürrasûl, Abdualî, Abdulhüseyn veya Gulamuahmet [187] ve Gulamumustafa gibi isimleri kullanmak caiz değildir. Bu isimler mahlûkun mahlûka kulluğunu ifade eder. Bu, salih kişileri ve liderleri sevmede haddi aşıp onları putlaştırmak ve Allah'ın hakkına bir tecavüz demektir. Çünkü bu şirke ve azgınlığa götüren bir vesiledir. İbnu Hazm, Allah'tan başkasına kulluk izafe edilmesinin haramlığı konusunda âlimlerin icmâını nakletmiştir. Buna göre soruda sözü edilen isimlerin ve benzerlerinin değiştirilmesi icabeder.
2- Ebû Hureyre'den (r.a.) Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Allah Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır; bunları kim sayarsa cennete girer." Bu hadisi Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.
Bu hadisi ayrıca Tirmizî, İbnu Mâce, İbnu Hibban, Hakim Beyhaki ve daha başkaları da rivayet etmişler ve buna, aralarında farklılıklar olmakla beraber doksan dokuz ismin her birini tek tek ilave etmişlerdir. Alimler bu konu ile bir kaç nokta üzerinde durmuşlardır:
A- Esmâ-i hüsnayı saymaktan murat, onları bilmek, manalarını anlamak, onlara imân etmek, gereklerine güvenmek ve delâlet ettiği şeylere teslim olmaktır. Yoksa sadece lafızlarını ezberleyip, isimlerini sıralamak değildir.
B- Doksan dokuz ismin belirlenmesinde en güvenilir yol hadiste gösterilmiştir. Bazı âlimler bunu sadece Kur'an’dan seçmişler veya hem Kur'an’da, hem de sahih hadislerden seçmişler ve bu bilgileri esma-i hüsna hadisinin tefsiri ve hadisteki mücmel sayının açıklaması olarak kullanmışlardır. Böylece, cennete girerek kurtulma ümidiyle Hz. Peygamberin (s.a.v.) bu isimleri sayma konusundaki teşvikine uymuşlardır.
C- Hadisten maksat Allah'ın isimlerinin sadece doksan dokuz'dan ibaret olduğunu ifade etmek değildir. Çünkü hadisin konuyu ifade ediş tarzı bu isimleri doksan dokuzla sınırlandırmayı gerektirecek tarzda değildir. Ancak maksat, Allah'ın isimlerinden doksan dokuz tanesinin özelliklerinden bir özelliği haber verip, bunları hakkıyle sayanların kavuşacakları büyük mükafaatı açıklamaktır.
İmam Ahmed'in Müsned'inde Abdullah İbn Mesud'dan (r.a.) rivayet ettiği Hz. Peygamber'in (s.a.v.) şu hadisi de bunu teyit etmektedir:
“Kendisine herhangi bir üzüntü ve keder isabet eden bir kul şu duayı okursa Allah onun gam ve kederini giderir ve ona bir ferahlık verir: Ey Allah'ım! Ben senin kulunum, kulunun ve cariyenin oğluyum. Mukadderatım senin elindedir. Benimle ilgili hükmün tahakkuk etmiştir. Senin, benim hakkımdaki takdirin adaletlidir. Sana senin isimlerinin hepsiyle niyaz ederim. O isimler ki, sen Zât-ı Bâri'ni onlardan her biriyle anmışsındır. Yahut kitaplarında inzal buyurmuşsundur. Yahut bir peygamberine öğretmişsindir. Yahut ezeli olan gayb ilminde kendin için seçmişsindir. Kur'an'ı kalbinin baharı, gönlümün nuru, hüznümün uzaklaştırıcısı, gam ve kederimin gidericisi kıl.”
“Ya Rasûlallah bu duayı öğrenmeyelim mi?” dediler.
“Evet, bunları işiten kimsenin öğrenmesi gerekir,” buyurdu.
Rasûlullah (s.a.v.), Allah'ın bazı isimlerini kendisine sakladığını ve yaratıklardan hiç kimseye bunları bildirmediğini açıkladı. Bu konuda hiç kimsenin tahmine dalması caiz değildir. Çünkü aşağıda da izah edilceği gibi Allah'ın isimleri tevkifidir.
D- Allah Teâlâ'nın isimleri tevkifidir. O, ancak kendisinin ve Peygamberinin (s.a.v.) bildirdiği isimlerle isimlendirilebilir. Kıyas veya fiilinden isim türetmek gibi yollarla O'na isim icad etmek caiz değildir. Bu konuda Mutezile ve Kerramiye'ye muhalefet edilir. Allah Teâlâ'yı, aşağıda geçen âyetlerdeki O'na ait fiillerden hareketle Benna'/bina eden, Mâkir/tuzak kuran ve Müstehzi/istihza eden gibi isimlerle isimlendirmek caiz değildir.
"Göğü gücümüzle biz bina ettik."
"Onlar tuzak kurdular, Allah da tuzak kurdu."
"Allah onlarla alay ediyor."
Yine aşağıdaki ayetlerde geçen fiillerinden dolayı O'nu Zâri/ziraatçi, bitiren, Mâhid/döşemeci, Dâkik/çatlatan, yaran, Münşi'/inşa eden, yaratan, Kâbil/kabul eden ve Şedid/şiddetli gibi isimlerle isimlendirmek de caiz değildir:
"Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?"
"Yeri de döşedik. (Bak) ne güzel döşeyiciyiz!"
"Onun ağacını siz mi inşa edip yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?"
"Şüphesiz Allah tohumu ve çekirdeği çatlatandır."
"...Tevbeyi kabul eden, azabı çetin..."
Çünkü bunlar bu nasslarda, ya tamlama olarak veya bir takım haberlerde fiil olarak kullanılmıştır; yalın bir isim halinde geçmemiştir. O halde bunlar, ancak şer’i nasslarda vârid olduğu şekliyle kullanmak caizdir.
Abd/kul kelimesini de, ancak Allah'ın Kur'an'da kendisine açık bir şekilde isim olarak verdiği veya Peygamberinin (s.a.v.) sahih hadislerinde bildirdiği O'na ait isimlerin başlarında kullanmak gerekir. Allah'ın Kur'an’da bildirdiği isimlerine örnek olarak Haşr Sûresinin sonundakiler, Hadid Sûresinin başında zikredilenler ve Kur'an'ın diğer sûrelerine serpiştirilmiş olanlar gösterilebilir. Allah'ın rahmeti ve bereketi peygamberimiz Hz. Muhammed'e, O'nun âline ve ashabına olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı