Ey Muhammed, o kâfirler, Kur'an. ve senin Peygamberliğini inkâr edenlerdir. Onlara göre senin onları uyarıp uyarmaman eşittir. Çunku onlar, ne ya parsan yap, imana gelmezler.
Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyuruluyor:
"Üzerlerine rabbinin hükmü hak olanlar, iman-etmezler." "Onlara her türlü delil gelse de, can yakıcı azabı, görmedikçe, iman etmezler." [24]
Âyette zikredilen "Kâfirler"den kimlerin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikredilmiştir. İkrime ve Said b. Cübeyr'in Abdullah b. Abbastan naklettiklerine göre, burada zikredilen "Kâfirler"den maksat, Resulullahın döneminde Medine çevresinde yaşayan Yahudilerdir. Allah teala, Hz. Muhammedi tanımaları ve onun, Peygamber olacağını bilmelerine rağmen onu inkâr eden Yahudileri kınamış, kalblerinin mühürlü olduğunu zikretmiştir.
Ali b. Ebi Talha'nın, Abdullah b. Abbastan naklettiğine göre ise, Abdullah b. Abbas bu âyeti şöyle izah etmiştir:
-"Resulullah (s.a.v.) bütün insanların iman etmelerini ve doğru yolda kendisine tabi olmalarını çok arzuluyordu. Onun bu şiddetli arzusunu bilen Allah teala, daha önce iman edecekleri yazılı olanlardan başkasının iman etmeyeceğini ve daha önce iman etmeyecekleri yazılı olanlardan başkasının da sapıklığa düşmeyeceğini bildirdi.
Rebi' b. Enes ise bu âyette zikredilen "Kâfırler"den maksadın. Bedir savaşında öldürülen küfrün elebaşıları olduklarını ve bunların şu âyette de zikre-dildiklerini söylemiştir. "Kâfirlerin, Allahın nimetlerine şükredecekleri yerde, Allahı inkâr ettiklerini, kavimlerini helak yurduna sürüklediklerini görmez misiniz?" "Helak yurdu cehennemdir. Onlar oraya gireceklerdir. O, ne kötü bir yerdir. [25]
Rebi' b. Enes'in bu görüşünün dayanağı şudur: Allah teala bu âyette, kötüleri uyarıp uyarmamanın, onlara hiçbir fayda vermeyeceğini, onların kalblerinin mühürlendiğini beyan etmiştir. Halbuki kâfirlerden bir kısmı, daha sonra, Resulullahın uyarısından faydalanarak iman etmişlerdir. Bundan anlaşılmıştır ki, âyette zikredilen kâfirlerden maksat, iman etmeden. Bedirde öldürülen küfrün elebaşılarıdır.
Taberi, Abdullah b. Abbastan nakledilen birinci görüşün tercihe şayan olduğunu zikretmiş ve gerekçe olarak şunları özetle söylemiştir.
"Allah teala bundan önceki âyetlerde ehl-i kitabın iman edenlerini övmüştür. Bu âyetlerde de yine ehl-i kitabin iman etmeyenlerinden haber vermesi ve onlan kınaması uygundur. Zira onların sıfatları farklı olsa da hepsi de ehl-i kitaptır. Böylece Allah teala, ehl-i kitabın iman edenleriyle iman etmeyenlerini karşılaştırarak birlikte zikretmiştir.
Allah teala bu âyetlerle, Resulullahın hak peygamber olduğunu gizleyen Yahudi hahamlarına karşı onu desteklemiştir. Bunu böylece bilmiş olsunlar ki, Tevratı Hz. Musaya gönderen Allah teala Hz. Muhammenle ele bunları öğretmiştir. Zira, ne Muhammed ne de kavmi, Kur'an inmeden önce bu gibi şeyleri biliyorlardı. Bu hal de, Yahudilerin, Hz. Muhammedin Peygamberliği hakkında şüpheye düşmelerini bertaraf eder, Onun, Allah tarafından getirdiklerinin hak olduğunu ortaya koyar. Zira onlar, okur yazarlığı olmayan bir millet içerisinde ortaya çıkan ve okur yazarlığı olmayan bir kişinin onların gizlemiş oldukları haberleri ortaya çıkarması durumunda onun peygamberliği hakkında nasıl şüpheye düşebilirler ki?
Resulullahın okur yazarlığı yoktu. O bir takım hesaplan da bilmiyordu. Bu itibarla ona, "Kitapları okudu da öğrendi." Yahut: "Hesap yaparak kâhinlik yaptı." Veya "Resulullah ile ilgili bir kısım haberleri gizleyen Hahamlardan okuyarak bu tür bilgilere sahip oldu." şeklinde iddialar onun hakkında hiç yakışık almayan iddialardır.
Taberi diyor ki: "Bu âyette zikredilen kâfirlerden maksadın ehl-i kitap olan kâfirler olduğunun diğer bir delili de şudur ki:
"Allah teala, bundan sonra gelen âyetlerele, münafıklara ve Hz. Âdem ve Havva kıssasına değindikten sonra tekrar ehl-i kitap'tan bahsetmiştir. Madem ki önce ehl-i kitabın müminleri söz konusu edilmiş ve yine ehl-i kitaba dönülmüştür. O halde bunların arasında zikredilen kâfirlerden maksat ta, ehl-i kitap olan kâfirlerdir.
"Küfür" kelimesinin lügat mânâsı "Örtmek" demektir. Bundan dolayıdir-ki, karanlığı ile bütün eşyayı örten geceye de "Kâfir" denmiştir, Yahudiler de Resulullahın hak Peygamber olduğunu bildikleri halde o gerçeği gizlemeleri sebebiyle kendilerine "Gerçeği örten" anlamına "Kâfir" denmiştir. Nitekim Allah teala bunlar hakkında başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
"İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti, biz, insanlara kitapta açıkladıktan sonra onları gizleyenlere, işte onlara Allah lanet eder. Hem de bütün lanet edenler lanet eder. [26]Bu âyeti kerimede de:
"Şüphe yok ki kâfirleri uyarsan da uyar-masan da birdir. Onlar iman etmezler" buyurulmaktadır.
Taberi diyor ki "Âyet-i kerimenin mânâsı şöyledir:
"Ey Muhammed. Medinede yaşayan Yahudi hahamlarından, senin peygamberliğini bildikleri halde ve ben de kendiler neden, gönderdiğim şeyleri gizlemeyeceklerine dair ahit aldığım halde, senin hak Peygamber olduğunu gizleyen ve seni inkâr eden bu ; Kâfirleri uyarsan da uyarmasan da aynıdır. Çünkü onlar iman etmezler. Hakka dönmezler. Seni ve senin getirdiğin şeyleri doğrulamazlar.
Abdullah b. Abbas ta bu âyeti şöyle izah etmiştir:
"Onlar, kendilerinde bulunan ilmi ve Allanın, kendilerinden aldığı ahdi inkâr ederek hem kendi bilgilerini hem de senin getirdiklerimi inkâr etmişlerdir. Artık onlar senin uyarmanı ve korkutmanı nasıl dinleyeceklerdir?-.. [27]
KAYNAKLAR
[24] Yunus suresi, 10/96,97
[25] İbrahim suresi, 14/28, 29
[26] Bakara suresi, 2/159
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 1/115-117.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder