Tefhimu'l Kur'an - Nîsa suresi Ayet 59

Tefhimu'l Kur'an -  Nîsa suresi Ayet 59

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُوْلِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِنْ كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا   
  
  Nîsa suresi Ayet 59- Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve Resulüne döndürün.(89) Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.(90) 
89. Bu ayet, İslâm'ın bütün dini, kültürel ve siyasî sisteminin temelini teşkil ettiği gibi, sistemin kurulması için de, ilk ve en önemli düsturdur. Bu ayetten aşağıdaki prensipler çıkarılabilir:
    1) İslâm sisteminde, tek gerçek otorite olan Allah'a itaat edilmelidir. Bir müslüman her şeyden önce Allah'ın kuludur, diğer bütün özellikleri, bu niteliğinden sonra gelir. Bu nedenle bir fert veya toplum olarak bütün müslümanlar, ilk olarak Allah'a bağlıdırlar, tüm diğer bağlar bu bağa boyun eğmek zorundadır. Çünkü tüm insanlar Allah'a verdikleri söze (ahid) sadık kalmak zorundadırlar. Başka birisine bağlılık ve itaat, ancak Allah'a itaati engellemeyecekse kabul edilir. Bu aslî bağlılık ve ahde aykırı olan tüm öteki bağlılık ve ahitler geçersizdir. Hz. Peygamber (s.a) bunu bir hadisinde şöyle açıklamıştır: "Yaratıcıya isyan (itaatsizlik) olan yerde, yaratıklardan hiçbirine itaat edilmez."
    2) İslâm dininin ikinci önemli prensibi Hz. Peygamber'e (s.a) itaat ve bağlılıktır. Bu itaat peygamberlik kurumunun bir gereği değil, bilâkis Allah'a itaat etmenin tek çıkar yoludur. Allah'ın Rasulüne (s.a) itaat edilmelidir. Çünkü O, Allah'tan gelen emir ve direktiflerin elde edilebileceği tek kaynaktır. O halde biz ancak O'nun Rasûlüne (s.a) itaat ederek Allah'a itaat edebiliriz. Çünkü itaatin başka bir yolu yoktur. Bunun aksine Rasûl (s.a) ile aradaki bağı koparmak, O'nu gönderen Hakim'e başkaldırmak demektir. Bir hadis-i şerif'te bu konuyu şöyle açıklar: "Kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur, kim de bana isyan ederse Allah'a isyan etmiş olur." Aynı konu bu surenin 80. ayetinde de vurgulanmıştır.
    3) Bu birinci ve ikinci bağlılıktan sonra bunlardan daha aşağı derecede yer alan bir bağlılık daha vardır. Bu, müslümanların kendi aralarında seçip yetki verdikleri yöneticilere bağlılıktır. "Ulil-emr" (kendilerine yetki verilenler) kelimesi çok geniş kapsamlıdır. Müslümanların herhangi bir işinin başında olan herkesi kapsar. Din alimleri, düşünürler, politik liderler, yöneticiler, mahkemelerdeki kadılar, kabile başkanları ve buna benzer kimseler. Kısacası, müslümanlar arasından seçilip kendilerine yetki verilen herkese itaat edilmelidir. Onlar a) Müslümanlardan oldukları b) Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ettikleri sürece, onlara karşı gelip, müslümanların toplum hayatındaki barışı bozmak doğru değildir. Bu iki şart onlara itaat edilmesinin ön şartını oluşturur. Bunlar hem ayette açıkça ortaya konmuş, hem de Hz. Peygamber (s.a) tarafından açıklanmıştır. Aşağıda şartların gerekliliğini belirten Hz.      Peygamber'den (s.a) birkaç hadis zikrediyoruz:
    a) "Emrettiği şey günah olmadığı sürece, bir müslümanın kendilerine yetki verilen yöneticilerin emirlerine, hoşlansın veya hoşlanmasın, itaat etmesi gerekir. Eğer emir ona günah olan bir şeyi yapmasını emrederse, o yöneticiyi dinlememeli ve emirlerine de itaat etmemelidir." (Buhari, Müslim) .
    b) "Günah olan bir konuda bir kimseye itaat etmek haramdır. İtaat ancak doğru olan şeylerde zorunludur." (Buhari, Müslim) .
    c) Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Sizin başınızda doğru olduğu kadar yanlışı da uygulayan yöneticiler bulunacaktır. (Böyle bir durumda) Kim yanlış olan şeylerden nefret ederse, sorumluluktan kurtulacaktır, kim de bu yapılan yanlışlardan hoşlanmazsa (cezadan) kurtulacaktır." Ashabdan bazıları: "Böyle yöneticilere karşı savaşmayacak mıyız?" diye sorunca Hz. Peygamber (s.a) "Namazı kıldıkları müddetçe, hayır" diye cevap vermiştir (Müslim) .
Yani, eğer namazı terkederlerse bu onların Allah'a ve Rasûlü'ne isyan ettiklerinin açık bir göstergesi olacaktır.
    d) Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Sizin en kötü yöneticileriniz, sizin nefret ettiğiniz ve sizden nefret eden ve sizin beddua ettiğiniz ve size beddua eden yöneticilerdir." Ashabdan bazıları: "Ey Allah'ın Rasûlü, böyle yöneticilere karşı başkaldırmayacak mıyız?" diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu: "Aranızda namazı ikame ettiği müddetçe, hayır."
    Bir öncekinde koşulan namaz şartı bu hadiste daha açık bir şekilde belirlenmektedir. "c" hadisinde, ferdi olarak namaz kılan bir yöneticiye karşı ayaklanılmaması gerektiği hükmü çıkıyor. Fakat "d" hadisinde yöneticilerin İslâm toplumunda namazı ikame edip onun temel direklerden biri yapmaları şart koşuluyor. Bu bir başka hadiste de şöyle ifade ediliyor: "Hz. Peygamber (s.a) bizden bazı şeylerle ilgili olarak bağlılık yemini aldı. Bunlardan biri de, başımızdaki yöneticilerde apaçık küfür alâmetleri görmeden onlara karşı gelmememizdi. O (küfür alâmetlerini gördüğümüz) zaman Allah huzurunda (başkaldırmamız için) geçerli bir nedene sahip olabiliriz." (Buhari-Müslim) .
    4) Mutlak ve sürekli bir prensip olarak konulan dördüncü husus ise, Allah'ın emirlerinin ve Hz. peygamber'in (s.a) sünnetinin, hükümlerin tespitinde ve İslâm dininde tek ve nihaî otorite olduğu noktasıdır. O halde müslümanlar arasında veya yönetici ile yönetilenler arasında herhangi bir mesele ortaya çıktığında, hepsi birden Kur'an ve Sünnet'e başvurmalı ve O'nun verdiği karara boyun eğmelidirler. Bu nedenle İslâm'ı, diğer İslâm-dışı sistemlerden ayıran ana sebebin, Allah'ın Kitab'ını ve Rasûlü'nün (s.a) sünnetini nihaî otorite olarak kabul edip, bu ikisine başvurulması ve onların hükmüne boyun eğilmesi olduğunu söyleyebiliriz.
    Bazı insanlar bu ilkenin derin anlamı konusunda şüpheye düşerler. Hayatın bir çok yönü olduğu (örneğin, Demiryolları, PTT, Belediye vs.) için ve ne Allah'ın Kitabı'nda ne de Rasûlü'nün (s.a) Sünneti'nde bunlarla ilgili hiçbir bilgi ve düzenleme olmadığı için, böyle bir ilkenin uygulanmasının çok zor olduğunu söylerler. O halde bu kadar çeşitli konularda karşılaştığımız sorunlara nasıl çözüm bulacağız? Bu şüphe, onların İslâm'ın temel ilkesini tam anlamıyla kavramamış olmalarından kaynaklanır. İslâm, Allah'ın Kitab'ının ve Rasûlü'nün (s.a) sessiz kaldığı konularda istenilen şekilde davranmayı serbest bırakmıştır. Bir müslümanla, bir gayri müslimi ayıran fark, ikincisinin kendisini mutlak bir şekilde özgür hissetmesi, birincisinin ise kendisini Allah'ın kulu olarak kabul edip, ancak İslâm'ın serbest bıraktığı konularda kendisini özgür hissetmesidir. Müslüman olmayanlar her konuda kendileri hüküm verirler ve ilâhî bir rehbere ihtiyaçları olmadığına inanırlar. Bunun aksine müslümanlar, her şeyde Allah ve Rasûlü'nün (s.a) rehberliğine müracaat ederler ve onların kararına uyarlar. Fakat eğer belli bir konuda ne Kur'an'da, ne de Sünnet'te bir hüküm bulamazlarsa, o zaman doğru olduğuna inandıkları herhangi bir şekilde davranmakta serbesttir. İslâm'ın belli bir konuda susması, o konuda davranış özgürlüğünün varolduğuna bir işarettir.
     90. Bu ayetin ilk bölümünde Kur'an, İslâmî bir yapının dört asıl ilkesini ilân eder ve ikinci bölümde bu ilkelerin altında yatan hikmeti öğretir. Müslümanlara, gerçekten müminler iseler bu dört ilkeye uymaları emredilir, aksi takdirde onların şehadetleri şüpheli olur. Daha sonra onlara hayat sistemlerini, refahlarının dayanağını teşkil eden bu dört temel ilkeye dayandırmaları öğretiliyor. Çünkü sadece bu ilke, onları bu dünyada doğru yola götürüp ahiret'te de mutlu bir hayata ulaştırabilir.
     Bu tavsiyenin, Yahudilerin ahlâkî ve dinî durumlarını eleştiren pasajdan sonra geldiğine ve müslümanları belirsiz bir şekilde onların kötü durumlarına karşı uyardığına dikkat edilmelidir. Bu, şu anlama gelir: Ne zaman bir toplum Allah'ın Kitab'ı ve Rasûlü'nün Sünnet'ini fırlatıp atar, Allah ve Rasûlü'ne (s.a) isyan eden lidere uyar, Kitap ve Sünnet'in hüküm vermesini istemeksizin yönetici ve dinî liderlere düşüncesizce itaat ederse, İsrailoğulları'nın kötü akıbetine uğramaktan kurtulamaz.

Yorum Gönder

0 Yorumlar