Allah’ın Hz. Muhammed’i (s.a.v) Uyarması

Allah’ın Hz. Muhammed’i (s.a.v) Uyarması

Al-i İmran Suresi 106 – Biz, daha hayırlısını veya benzerini getirmedikçe, herhangi bir âyetin hükmünü neshetmez veya ertelemeyiz. Allah’ın herşeye kadir olduğunu bilmez misin?  [16,101; 22,52]
Hem nesheden, hem de neshedilen âyetler, Kur’ân metni olma bakımından eşit değerdedirler. Daha hayırlı olma, o hükmü uygulayanların elde edecekleri sevap yönündendir.
Nesh: Dilde nakil veya izale anlamındadır. Istılahta: “Şariin, şer’î bir hükmü, daha sonraki şer’î bir delille kaldırması”dır. Allah Teâla insanlığı Cahiliye anarşisinden İslâma çıkarırken köprü konumundaki sahâbe neslini eğitmede neshi bir metod olarak kullanmıştır. Geçiş döneminin, muayyen bir vakit için yapılmış bazı istisnalar ihtiva etmesi kaçınılmazdır. Esasen nesh, bir yönü ile, vahyin bölüm bölüm indirilmesinin bir tezahürüdür. Biz insanlara göre değiştirme görünen durum, Allah Teâla bakımından nihaî hükmü beyan etmedir. Ancak bize, ilk hükmün sona ereceği vakit bildirilmediğinden, sınırlı ilmimiz, bu işi yürürlükten kaldırma sanmaktadır. Allah, mahlûkatı yaratmadan önce nâsihi de mensûhu da bilir. Fakat yüce hikmetiyle, mensûh olan ilk hükmün, muayyen bir vakitte sona erecek bir hikmet ve maslahat (işlev) ile sınırlı olduğunu da bilmektedir. Neshe bir misal verelim: Miras paylarındaki nihaî hüküm (4,11-12) gelmeden önce, anne ve baba gibi yakınlara vasiyetle mal bırakma farz kılınmıştı (2,180). Neshin çok az örneği vardır. İtikadî bir konu değil, ilmî bir değerlendirmedir.
Al-i İmran Suresi 107 – Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Sizin O’ndan başka ne bir hâminiz, ne de bir yardımcınız vardır.
NİSÂ SÛRESİ 
105 - 113 – İnsanlar arasında Allah’ın sana bildirdiği şekilde hükmetmen için Biz sana kitabı gerçeğin, hakkın ta kendisi olarak indirdik. Artık hainlerin müdafaacısı (avukatı) olma.
106 – Allah’tan af dile. Çünkü Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur).
107 – Ve kendi öz canlarına hıyanet edenleri savunma. Çünkü Allah, hainlikte ve günahkârlıkta çok aşırı olanları asla sevmez.
108 – İnsanlardan gizlemeye çalışırlar da, Allah’tan gizlemeyi düşünmezler.
Halbuki onlar Allah’ın razı olmayacağı tezviratı planlarken O hep onların yanında idi. Zaten Allah, onların yaptıkları ve yapacakları her şeyi ilim ve kudretiyle ihata etmiştir.
109 – Haydi diyelim, siz bu dünya hayatı bakımından onları savundunuz, peki yarın kıyamet günü kim Allah’a karşı onları savunacak? Yahut kim onların vekili olacak?
Benî Zafer kabilesinden Tu’me, komşusu Katade’nin zırhını çalmış, bir un dağarcığının içinde götürüp Zeyd adlı bir Yahudinin evine bırakmış. Katade Tu’me’den şüphelendiğini söylemiş. O ise, bilmediğine yemin etmiş, evi de aranmış, zırh bulunamamış. Sonra un izinin Katade’nin evinden Zeyd’in evine gittiği tesbit edilmiş. Zırh Zeyd’de çıkınca, bunu Tu’me’nin bıraktığını söylemiş. Delil Zeyd’in aleyhinde. Bazı Yahudiler Zeyd’in lehinde şahitlik edip suçsuz olduğunu söylemişler.
Benî Zafer konuyu bir aile haysiyeti şeklinde ele alarak Tu’me’ye iftira edildiğini, hırsızın Zeyd olduğunu, zaten delillerin de bunu gösterdiğini öne sürerek davayı Hz. Peygamber (a.s.)’a götürdüler. Hz. Peygamber Tu’me’nin yeminine, Benî Zafer gibi müslüman bir kabile mensuplarının tezkiyelerine ve zahirî delillere bakarak Tu’me’nin suçsuz olduğuna temayül eder gibi oldu. Fakat tam hüküm vereceği sırada 105-115. âyetler vahyedildi.
Bu olay, Peygamberin risâletinin gerçekliğine ve Kur’ân’ın evrenselliğine, tarafsız ve Allah katından olduğuna parlak bir delildir. Kur’ân “Biz”den olan koca müslüman bir kabilenin aleyhine olarak, bir Yahudinin haklılığını ilan etmekten çekinmez.
110 – Kim kötülük eder veya günah işleyerek nefsine zulmeder de sonra Allah’tan af dilerse, Allah’ı gafur ve rahim (affı ve merhameti bol) bulur.
111 – Kim günah kazanırsa, onu sırf kendi aleyhine kazanır. Allah her işi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
112 – Kim bir hata (küçük günah) veya büyük günah işler, sonra onu masum olan birinin üstüne atarsa, bir iftira ve pek kesin bir vebal yüklenmiş olur.
113 – Eğer senin üzerinde Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir zümre seni bile, hükümde şaşırtmaya yeltenmişlerdi.
Fakat onlar yalnız kendi kendilerini şaşırtırlar, sana hiçbir zarar veremezler.
Nasıl zarar verebilirler ki Allah sana kitap ve hikmeti indirmekte ve sana bilmediklerini öğretmektedir. Gerçekten Allah’ın senin üzerindeki lütfu pek büyüktür. [42,52-53; 28,86]
ENFAL SÛRESİ  
67 – Bir Peygamberin, dünyada zafer kazanıp küfrü zelil kılmadıkça, esirler edinip onları fidye karşılığında serbest bırakması uygun düşmez.Siz dünya metâını istiyorsunuz. Allah ise âhireti kazanmanızı istiyor. Allah azizdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).  [47,4]
Âyetin ikinci cümlesindeki “Siz dünya metâını istiyorsunuz” hitabı, ashab’ı kiramadır. Bedir gazvesine kadar ganimet, peygamberler için helal değildi. Hz.Peygamber (a.s.) ashabı ile yaptığı istişare sonucunda onların ekserisinin görüşüne uyarak ve müsamaha tarafını tercih ederek, fidye almak suretiyle esirleri salıverdi. Bu âyet-i kerime, önce içtihat’taki isabetsizliğe işaret ettikten sonra, Hz.Peygamberin yüce makamını belirtmek üzere, bundan böyle onun bu içtihadını esas kural haline getirmiştir.
Bu âyet, Bedir gazvesinde alınan esirlerden fidye alınıp salıverilmelerinden sonra indirildi. Âyet-i kerime yapılan işin isabetsiz olduğunu bildirerek başlıyor. Hemen arkasından 69. âyet o uygulamayı kabul edip, bundan dolayı gönülleri ferahlatarak şüpheye yer bırakmıyor. Hatta isabetsiz olduğu bildirilen bu uygulama, bundan böyle, benzeri durumlarda bir kural haline getiriliyor. Kur’ân Hz. Peygamber (a.s.)’ın sözü olsaydı, bu sözün baş tarafını söyleyen biri olarak, sonunu da söylemesi tasavvur edilemezdi. Zira aynı anda iki zıt rûhî durum mümkün değildir. ikinci ruh hâli galip geldiği takdirde, zaten hatalı olan öncekini silmiş olması gerekirdi. Artık kendisini küçük düşürecek olan o isabetsizliği zikretmezdi. Psikoloji bilginleri, burada iki ayrı şahsiyet bulunduğunu ve sözün şöyle diyen bir hâkim’e ait olduğunu söylerler: “Yaptığın iş pek doğru değil, bununla beraber seni affettim, bu hususta sana izin verdim, artık böyle yapabilirsin.”
68 – Eğer (içtihad neticesi verilen hükümlerden ötürü azap etmeyeceğine veya ganimetleri helâl kılacağına dair) Allah’ın Levh-i Mahfuzda yazdığı daha önceki bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayı size büyük bir azap dokunurdu. {KM, Tesniye 20,10-14; 13,13-18}
69 – (Ama bundan böyle fidyeyi ve ganimeti size mübah kıldım) artık aldığınız ganimetleri helâl ve hoş olarak yeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının! Gerçekten Allah gafurdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).
TEVBE SûRESİ
43 – Hay Allah seni affedesice! Niçin sence doğru söyleyenler iyice belli oluncaya ve yalancılar da meydana çıkıncaya kadar beklemeyip izin isteyen o münafıklara izin verdin ?
YûNUS SÛRESİ  
43 – Onların arasında sana bakanlar da var. Fakat gözleri görmeyenlere sen nasıl doğru yolu gösterebilirsin, hele basiretleri de yoksa! [25,41-42]
Baş gözü ile beraber kalb gözü de görmezse, böyle bir âmaya birşey anlatmak mümkün olmaz. Görmekten gaye, ibret almaktır. Dolayısıyla, asıl önemli olan basirettir. Bundan ötürü kalb gözü açıksa âma, birşeyler sezer. Hatta böyle olan bir âma, ahmak olan göz sahibinin anlayamadığını anlar.
44 – Allah insanlara asla zulmetmez. Lâkin insanlar kendi kendilerine zulmederler.
99 – Eğer Senin Rabbin dileseydi, dünyada ne kadar insan varsa hepsi imana gelirdi.
Ama bunu irade etmedi. Şimdi sen mi, imana gelsinler diye insanları zorlayacaksın ?
AHZÂB SÛRESİ 
37 – Hani hem Allah’ın nimet ve ihsanına, hem de senin iyiliğine nail olmuş olup da hanımını boşamaya karar vermiş olarak sana danışmaya gelmiş olan kişiye sen:
“Eşini yanında tut Allah’tan kork!” demiştin. Allah’ın açığa çıkaracağı bir durumu içinde saklamıştın, çünkü insanlardan çekinmiştin. Halbuki asıl Allah’tan çekinmen gerekirdi.
Neticede, Zeyd eşini boşayıp onunla ilişkisini kestikten sonra, Biz onu sana nikâhladık ki, bundan böyle evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kestikleri, onları boşadıkları zaman, o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri her zaman gerçekleşir. [4,23]
Allah’ın ve Peygamberimizin ihsanlarına nail olan şahıs, Zeyd ibn Harise (r.a)’dır. Çocuk iken esir düşüp köle olarak satılan Zeyd’i Hz. Hatice (r.a) almış, daha sonra Hz. Peygamber (a.s.) ile evlendiği zaman ona hediye etmişti. Bilahere ailesi fidye vererek geri almak istedi. Peygamberimiz, isterse fidyesiz olarak ailesine gitmesi hususunda onu muhayyer bıraktı. O ayrılmak istemeyince Hz. Muhammed (a.s.m.) onu evlat olarak ilan etti.
Hz. Peygamber, Zeyd’in, halası Ümeyme’nin kızı Zeyneb ile evlenmesine vesile oldu. Fakat Zeyneb, köle asıllı olan Zeyd’i kendisine denk saymadığından, işin başından beri onunla uyum sağlayamadı. Sonunda Zeyd Hz. Peygambere gelip evliliğe son vermek istediğini söyledi. Durumu izleyen Hz. Peygamber (a.s.m) bu neticeyi yerinde bulmakla beraber Zeyd’in yüzüne karşı söylemek de istemedi. “Eşini yanında tut!” diye asıl temennisini dile getirdi.
Zeyd boşayıp iddetini doldurunca Zeyneb serbest kaldı. Peygamberimiz çekinmesine rağmen, Allah onunla evlenmesini emretti. Böylece evlatlık kurumunu ilga işinde Hz. Peygamber, kendi nefsinden örnek vermek imtihanı ile karşı karşıya kaldı. Hz. Peygamberin, bir gün Zeyneb’in güzelliğinin farkına varması neticesinde Zeyd’in onu boşadığı zannını uyandıran ve nakil yönünden de sahih olmayan rivayetin, muhtevası da makul değildir. Zira halası kızı olarak öteden beri tanıyıp evlenmelerinde de tam bir aracılık yapan Hz. Peygamber’in onu yeni fark ettiği iddiasını doğru bulmak mümkün değildir.
1 – Ey Peygamber! Niçin eşlerini memnun etmek için sen kendini sıkıntıya sokup Allah’ın sana helâl kıldığı şeyleri nefsine âdeta haram kılıyor, kendini onlardan mahrum bırakıyorsun? Bilirsin ki Allah gafûrdur, rahîmdir (senin bu zelleni de bağışlar. Sana olan bu târizi, senin yüce makamını titizlikle korumasındandır).
Bu âyet-i kerimede geçen haram kılmadan ne kasdedildiği, sözlü bir yemin mi yoksa sadece fiilî bir geri durma mı sözkonusu olduğu hakkında geniş bilgi  tefsirlerde yer alır. Ayrıca Peygamberimizin verdiği sır ne idi? 3. âyette “sır olarak bir söz (hadîsen)” buyurulmasından burada, yapılan bir işten ziyade, Hz. Peygamberin bir hanımına verdiği bir sırrın konu teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Fakat ne o hanımın isminin açıklanmasına, ne de bu sözün ne olduğunun bildirilmesine bir sebep olmadığı için, Allah Teâla bunu bildirmemiş, böylece bir nevi aile sırlarını bilenlerin de onları yaymalarının doğru olmadığını hatırlatmıştır (Buna rağmen tefsirlerde, ilgili hanımın Hz. Hafsa (r.a.) olduğu hakkında, ittifak edilmiş olup bu söz hakkında üç rivayet vardır).
TAHRîM SÛRESİ 
1 – Ey Peygamber! Niçin eşlerini memnun etmek için sen kendini sıkıntıya sokup Allah’ın sana helâl kıldığı şeyleri nefsine âdeta haram kılıyor, kendini onlardan mahrum bırakıyorsun? Bilirsin ki Allah gafûrdur, rahîmdir (senin bu zelleni de bağışlar. Sana olan bu târizi, senin yüce makamını titizlikle korumasındandır).
Bu âyet-i kerimede geçen haram kılmadan ne kasdedildiği, sözlü bir yemin mi yoksa sadece fiilî bir geri durma mı sözkonusu olduğu hakkında geniş bilgi  tefsirlerde yer alır. Ayrıca Peygamberimizin verdiği sır ne idi? 3. âyette “sır olarak bir söz (hadîsen)” buyurulmasından burada, yapılan bir işten ziyade, Hz. Peygamberin bir hanımına verdiği bir sırrın konu teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Fakat ne o hanımın isminin açıklanmasına, ne de bu sözün ne olduğunun bildirilmesine bir sebep olmadığı için, Allah Teâla bunu bildirmemiş, böylece bir nevi aile sırlarını bilenlerin de onları yaymalarının doğru olmadığını hatırlatmıştır (Buna rağmen tefsirlerde, ilgili hanımın Hz. Hafsa (r.a.) olduğu hakkında, ittifak edilmiş olup bu söz hakkında üç rivayet vardır).
 1. Peygamberin bal şerbeti içmemeye yemin etmesi.
2. Zayıf senetli bir rivâyet olarak Mariye’ye yaklaşmayacağına dair yemini.
3. Hilafetin Hz. Ebû Bekir, sonra da Hz. Ömer’e geçeceğine dair verdiği sır. Fakat asıl nüzül sebebi, Peygamberimizin, hanımlarını manevî yönden daha yüksek bir makama çıkarmak için îla yaparak bir ay süre ile uzlete çekilmesidir.
2 – Allah gerektiğinde yeminlerinizi çözmek için keffaret yolunu göstermiştir. Allah sizin yardımcınızdır, sahibinizdir. O her şeyi mükemmelen bilen, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
3 – Hani bir ara Peygamber, eşlerinden birine sır olarak bir söz söylemişti. Fakat o bunu kumalarından birine haber verince, Allah da bu durumu elçisine bildirdi. O da eşine söylediğinin bir kısmını bildirip, bir kısmından ise vazgeçmişti. Peygamber, o eşine bu sûretle anlatınca o hayret ederek: “Bunu sana kim bildirdi?” dedi. Peygamber de: “Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan Allah, bana haber verdi.” diye cevap verdi.
4 – Şimdi ikiniz de ey Peygamber eşleri, eğer kalplerinizin matlup olan durumdan kayması sebebiyle Allah’a tövbe ederseniz ne âla!
ABESE SÛRESİ 
1-2 – Yanına görmeyen (âma) biri geldi diye yüzünü ekşitti ve sırtını döndü.
Hz. Aişe’den (r.a) şöyle dediği nakledilmiştir: “Abese diye başlayan ayetler, âma olan İbn Ümmi Mektum hakkında indi. O Resûlullah’a (a.s.m) gelip: “Beni irşad et” deyip duruyordu. Hz. Peygamberin yanında ise müşriklerin ileri gelenlerinden birisi vardı. O böyle derken Resulullah âmadan yüzünü çevirip diğerine döndü ve:
“Ne dersin, sana söylediğim sözlerde, sence mahzurlu bir taraf var mı? deyince o da: “Hayır, (böyle bir şey yok)” dedi. İşte bu sûre, bu vesile ile indirildi.”
Bu rivayeti kitabına alan Tirmizî, senedi yönünden bu hadisin “garîb” olduğunu söyler. Ayrıca Hz.Âişe’den olmaksızın başka bir rivayete de yer verir. Kütüb-i Sitte’den Tirmizî dışında bu rivayeti nakleden muhaddis yoktur. Fakat müfessirler, bu rivayete dayanarak, bu âyetlerin nüzul sebebinin, bu hadise olduğunu yazarlar. Abese sûresinin baş tarafındaki âyetler başka türlü tefsire de müsaittir. Fakat nüzul sebebi bu hadise olsa ve âyetler buna göre tefsir edilse dahi, burada Hz. Peygamber (a.s.)’a itab edildiğini söylemek doğru olmaz. Zira Hz. Peygamber görevi olan tebliğ işini yapmaktadır. Gelen kişi, sözün arasına girmekle âdaba aykırı davranmıştır. Peygamberimizin işine müdahele ederek, görgü kuralına aykırılığın ötesinde ma’siyet bile işlediği söylenebilir. Hz. Peygamber, onu azarlamamış, sadece cansıkıcı bir iş yaptığını yüz ifadesiyle belirtip onu eğitmiştir. Bu eğitme de onun hem hakkı, hem görevi idi. Dolayısıyla burada itap için hiçbir sebep yoktur.
3-4 – Ne bilirsin, belki de alacağı öğütle arınacaktı. Yahut nasihatı dinleyip ondan yararlanacaktı.
5-6 – Ama irşada ihtiyaç duymayana ise, ona dönüp itibar ediyorsun.
7 – Halbuki kendisi arınmak istemiyorsa onun arınmamasından sana ne!
8-10 – Fakat Allaha saygı duyarak sana şevkle koşa koşa gelenle sen ilgilenmiyorsun.
11 – Hayır! Öyle yapma. Çünkü o ayetler öğüttür, uyarıdır. 
Yok eğer hislerinize mağlub olup Peygambere karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah da onun yardımcısıdır. Cebrail de, salih müminler ve melekler de ayrıca onun yardımcılarıdır.
5 – Eğer o sizi boşayacak olursa belki de Rabbi ona sizden daha hayırlı, Allah’a teslimiyet gösteren, mümin, gönülden itaat eden, tövbe eden, kendisini ibadete vermiş, oruca düşkün dul veya bâkireler olarak başka eşler nasib eder. 
Kaynak : Kuran Meali - Prof.Dr. Suat Yıldırım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder