Peygamberin Kâtibi ,Zeyd ibn Sabit, Kur'an'ın inzali



Peygamberin Kâtibi  [17]


10-.......Ubeyd ibnu's-Sebbâk şöyle dedi: Zeyd ibn Sabit şöyle dedi: Ebû Bekr bana haber gönderip çağırdı da:


— Sen, Rasûlullah (S) için vahyi yazıyordun. Binâenaleyh sen Kur'ân'ın ardına düşüp gereği gibi araştır, dedi.

Bunun üzerine ben de Kur'ân'ın ardına düşüp gereği gibi araş­tırdım. Nihayet et-Tevbe Sûresi'nin sonundaki iki âyeti Ebû Huzey-me el-Ensârî'nin yanında buldum, onları ondan başka bir kimsenin yanında (yazılı olarak) bulamadım. O iki âyet şunlardır: "And ol­sun» size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Mü '-minleri cidden esirgeyicidir, bağışlayıcıdır o. (Sana îmân etmekten) yüz çevirirlerse de ki: Bana Allah yeter. O'ndan başka hiçbir tanrı yok. Ben ancak O'na güvenip dayandım. O, büyük Arşhn sahibidir" (et-Tevbe: 128-129) [18].

11-....... el-Berâ şöyle dedi: "Lâ yestevVl-kaaidune minel mü'minîne vel-mucâhidünefîsebîlVllâhi..." (en-Nisâ: 95) âyeti nazil ol­duğu zaman Peygamber (S):


— "Bana Zeyd'i çağır, levha, divit ve kürek kemiği -yâhud: kü­rek kemiği ve divit- getirsin" buyurdu.

Sonra:

— "Yaz: Lâ yestevVl-kaaidun..." buyurdu. Peygamber'in sırtının arkasında, a'mâ olan Amr ibnu Ümmi

Mektûm vardı. O:

— Yâ Rasûlallah! Ben gözleri zarara uğramış bir kimseyim, bi­nâenaleyh bana ne emredersin? dedi.

Akabinde bu âyetin yerinde: "Lâ yestevVl-kaaidune mine'l-mü 'minine fî sebili'ilâhi gayru ulVd-darari... "(en-Nisâ: 95) nazil oldu [19].

5- Bâb:


"Kur'ân yedi harf üzere indirildi"


12-.......İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Abdullah'ın oğlu Ubeydullah tahdîs etti. Ona da Abdullah ibn Abbâs şöyle tahdîs etmiştir: Rasû-lullah (S) şöyle buyurmuştur: "Cibril bana Kur'ân'ı bir okunuş üze­rine okuttu. Ben ona müracaat ettim ve durmadan bunun artmasını isterdim. O da bana artırırdı. Nihayet yedi türlü okunuşa erişti (yânî yedi türlü okunuşu geçmeyip orada durdu)"
[20].



13-.......İbn Şihâb dedi ki: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr tahdîs etti. Ona da Mısver ibn Mahrame ile Abdurrahmân ibn Abd el-Kaarî tahdîs etmişlerdir. Onlar da Umer ibnu'l-Hattâb şöyle derken işitmişlerdir; Ben Rasûlullah'ın sağlığında (namazda) Hişâm ibn Hakîm'i el-Furkaan Sûresi'ni okurken işittim. Ve onun okuyuşuna kulak tu­tup dinledim. Bir de baktım ki, Hişârn bu sûreyi Rasûlullah'ın bana okutmadığı birtakım lehçelerle okuyor. Az kaldı namazın içinde onun üzerine atılacaktım. Fakat selâm verinceye kadar güçlükle sabrettim. (Selâm verince kaçırmamak için) hemen ridâsım göğsünün üzerinde toplayıp:


— Senden işitmiş olduğum bu sûreyi sana kim okuttu? dedim. Hişâm:

— Onu bana Rasûlullah okuttu, dedi.

— Yalan söyledin. Çünkü Rasûlullah bu sûreyi bana, senin oku­duğundan başka bir lehçe ile okutmuştur, dedim.

Ve onu yakasından tutarak Rasûlullah'a götürdüm.

— Yâ Rasûlallah! Şunun el-Furkaan Sûresi'ni, Sen'in o sûreyi bana okutmadığın birtakım lehçeler üzerine okurken işittim, dedim.

Rasûlullah (S) bana:

— "Hişâm'ın yakasını bırak" buyurdu. Ona da:

— "Yâ Hişâm, oku!" diye emretti.

O da, kendisini okurken işitmiş olduğum kıraati Rasûlullah'a kar­şı okudu. Bunun üzerine Rasûlullah:

— "Bu sûre böyle indirildi" buyuruldu. Bundan sonra:

— "Yâ Umer, sen de oku!" diye emretti.

Ben de vaktiyle bana okutmuş olduğu okuyuşla okudum. Bana da:

— "Bu sûre böyle indirildi. Şübhesiz bu Kur'ân yedi harf (yedi lügat ve yedi lehçe) üzerine indirilmiştir. Bunlardan hangisi kolayını­za gelirse, onu okuyunuz" buyurdu [21].



kaynaklar



[17]
Buhârî bu başlık ile yalnızca Zeyd ibn Sâbit'i kasdetmiştir. Çünkü Zeyd vahyi en çok yazan kimse olduğu ve yazma işi ile uğraşıp meşgul olması çok olduğu için ona ahd lamı ile "el-Kâtib" ismini vermiştir (İbn Hacer).

tbn Hacer buradaki hadîsin şerhinde Mekke'deki ve Medine'deki vahy kâ-tiblerini şöyle zikretti: Peygamber'e vahy yazanlardan bâzıları topluca şunlar­dır: 4 Halîfe, 5. Zubeyr ibnu'l-Avvâm, 6. ve 7. Saîd ibnu'1-Âs ibn Umeyye'nin iki oğlu Hâlid ve Ebân, 8. Hanzalatu'bnu'r-Rabî' el-Esedî, 9. Muaykıb ibn Ebî Fâtıma, 10. Abdullah ibnu'l-Erkam ez-Zuhrî, 11. Şurahbîl ibn Hasene, 12. Ab­dullah ibn Revâha ve diğerleri...


[18]
Hadîsin başlığa uygunluğu, Ebû Bekr'in Zeyd'e hitaben "Sen Rasûlullah için vahyi yazıyordun" sözündedir. Bu hadîsin bir rivayeti daha önce de geçmişti.

Bu âyetlerin bu suretle Kur'ân'a konulması, sonraları şöyle bir tenkide uğ­ramış ve derin bir incelemeye vesîle olmuştur: "Kur'ân'ın birinci şartı Tevatür iken Zeyd ibn Sabit yalnız Huzeyme'nin yanında bulduğu âyetleri nasıl olup da Mushaf'a koyabilmiş ve Kur'ân'dan sayabilmiştir?" deniliyor ve buna şöyle cevâb veriliyor:

Tevatür vardır - yoktur mes'elesi, Peygamber'in sahâbîlerinden sonraki devre âiddir. Tâbi'î ve Etbâu Tâbi'î zamanlarına nisbetle tasavvur olunur. Sahâbîlere gelince, onlar Peygamber'den herhangi bir âyetin Kur'ân olduğunu işitince, onun Kur'ânhğını kat'î olarak bilirlerdi.

el-Ahzâb ve et-Tevbe âyetlerinin Huzeyme gibi yüksek bir sahâbînin ya­nında bulunması ayrıca bir i'tibâr ve emniyet medarı olmuştur. Bunun için Zeyd ibn Sabit bu hadîsinde Huzeyme'nin yalnız başına şâhidliğini, Rasûlullah'm iki şahidin şâhidliğine denk ve müsâvî tuttuğunu bildirmiştir.

Bu el-Ahzâb ve Berâe âyetlerinin Kur'ânİyetinin şahinliğinde, Zeyd ibn Sâ-bit'in zatî fazileti ve ilmî kudret ve i'tibârı da hesâb edilmelidir...

Zeyd bu üç âyeti yalnız kendi ictihâdıyle de Mushaf'a koymuş değildir. O, başkanlık ettiği ilmî şûranın kararıyle hareket etmiştir. En sonra bu şûranın ka­ran, usulen halifelik makaamının tasdikine arz olunmuş ve neşredilen bir tebliğ ile bütün sahâbîlerin ma'lûmu olup sükûtî bir icmâ' mün'akid olmuştur. Mus­haf dışmda-'Kur'ân olarak ne bir âyet, ne bir sûre kalmamıştır... Yukarıdaki deliller bu hakikate de zarurî bir ilim ve ıttıla bahşeder (İbn Kesîr, Fadâilu'l-Kur'ân).


[19]
Hadîsin başlığa uygunluğu apaçık meydandadır.


[20]
Buhârî bunun bir rivayetini Bed'u'l-Halk'da da getirdi. Müslim bir defa Yû-nus'tan, bir defa da Ma'mer'den, bu ikisi de Zuhrî'den olmak üzere bu tarzda rivayet etti (Müslim Ter. II, 462-467).

Bunu İbnu Cerîr de Zührî hadîsinden olmak üzere rivayet etti. Sonra râvî İbn Şihâb şöyle demiştir: Yedi harfe dâir ma'lûmât bana ulaştı. Bununla yalnız bir medlulü ifâde eden müteaddid zelîkaya müsâade buyurulduğuna muttali' oldum. Yoksa halâl ve harama dâir hiçbir kelime üzerinde ihtilâf yoktur (İbn Kesîr).


[21]
Hadîsin başlığa uygunluğu son fıkrası olduğu açıktır. Bunun bir rivayeti Husû-mât Kitâbı'nda geçmiş ve orada bâzı açıklamalar verilmişti.

Hadîsin sonundaki "Seb 'atu ahruf{ = Yedi harf) "ta'bîri, yedi lügat ve ye­di lehçe ve yedi şîve demektir. Buhârî'nin İbn Abbâs'tan rivayet ettiği hadîse göre Kur'ân başlangıçta bir lügat ve bir lehçe üzerine indirildiği halde -ki bu Kureyş lehçesi idi- Rasûlullah Kur'ân'ın kabileler arasında çabuk yayılması için diğer Arab kabilelerinin lehçeleri üzerine de okunmasını arzu ediyordu. Bu yol­da ısrarlı dualar sonunda yedi kabilenin lehçesi üzerine de okunmasına izin ve­rildi... Kur'ân'ın her kelimesi değil, bâzı kelimeleri yedi lehçe ile okunmuştur. Kur'ân bu suretle yayıldıktan sonra Peygamber'in vefatı yılının ramazânında Cibril'le yapılan el-Arzatu'1-Âhire'de Kureyş lehçesi kararlaştı. Şu da bilinsin ki, bu lehçe farkı, bir nev'ilenmeden ibarettir, ma'nâ yönünden bir çelişki ge­rektirmez. Nitekim Abdullah ibn Mes'ûd: "Ben değişik kabilelerin Kur'ân kı­raatlerini dinledim, hepsini ma'nâ yönüyle birbirlerine yakın buldum. Aranızda Helumme, Akbil demeniz gibi ki, ikisi de Geliniz diye çağrıdan ibarettir" demiştir. Âlimler bu yedi harfin ma'nâsı hakkında çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir:

a. Bundan murâd Akbil, Taâl ve Helumme gibi muhtelif lafızlarla birbiri­ne yakın ma'nâlardan meydana gelen yedi vecîhtir.

b. Bundan maksad, Kur'ân'ın hepsi yedi harf üzere okunur demek değil­dir. Lâkin bâzısı bir harf, yânî bir lehçe üzere, bâzısı da diğer bir lehçe üzere okunur...

c. Kur'ân'ın yedi lügati -lehçesi-, kabilelerin kendi lehçelerinde birbirine muhalefet etmelerine rağmen, hâsseten Mudar kabilelerine münhasırdır. Çün­kü Usmân: Kur'ân Kureyş lugatiyle indi, demiştir. Kureyş ise en-Nadr ibnu'l-Hâris oğullan'dır.

d. Bütün kıraat vecihleri yedi şeye dönmektedir: Harekesi değişmeyen, su­reti ve ma'nâsı da değişmeyen, sureti değişmeyip ma'nâsi değişen,...

e. Yedi harften maksûd emir, nehiy, va'd, vaîd... gibi ma'nâlardır... (ibn Kesir). ,

Yorum Gönder

0 Yorumlar