11 Ocak 2011 Salı

OSMANLI DEVLETİNİN KURULUŞU VE GÜCÜ

115- OSMANLI DEVLETİNİN KURULUŞU VE GÜCÜ


Birinci derecede Harzem devletini ortadan kaldırmak amacıy­la H. 617 yılında Moğol saldırısının batıya doğru ilerlemeye başla­dığı dönemde sayısız insanları yok edip geçen, kuru yaş ne varsa yakan ve acımak diye bir duyguyu tanımayan bu vahşi Moğol sal­dırısı karşısında henüz ayakta kalabilmiş kabileler büyük bir pani­ğe kapıldılar. Bu vahşi Moğollar şefkat ve insanlık diye bir kelime duymamışlardı. Bu saldırıya katılan askerlerin kalpleri sanki kaya­dan yontulmuştu. Moğolların bu vahşeti karşısında kabileler yer­lerini yurtlarını terketmeye ve batıya doğru kaçmaya başladılar.
İşte bu kabilelerden biri de başında Kaya Alp'in oğlu Süley­man Şah'ın bulunduğu Kay adındaki Türkmen Kabilesi idi. Bu ka­bilenin ana yurdu ise Türkmen illerinin merkezi sayılan Merv ken­tinin yakın bir yöresi idi. Süleyman Şah Kabilesini alarak batıya doğru göç etmeye başladı, önce Tus kenti üzerinden ve Nisa-bor'un kuzeyinden geçerek Cürcan'a uğradı. Sonra Rey kentinin kuzeyine doğru yönelerek Kazvin ve Tebriz üzerinden yoluna de­vam etti. Ondan Sonrada Van gölünün kuzeyinde bulunan Ahlat'a ulaştı. Veı burada yerleşti. Bu sıralarda Moğol dalgasıda yatıştı. Çünkü Moğollar tekrar yurtlarına dönmüşlerdi. Bu sebeple Süley­man Şah ana yurduna dönmek istedi. Fakat bu kez ikinci bir gü­zergah izledi. Diyarbakır'a doğru hareket ederek sonra Rakka'ya saptı. Bu sırada Fırat nehrini geçmek isterken atından düşerek H. 628 yılında boğuldu. Çıkarılan cesedi de Caber kalesi yakınlarında defnedildi. Ondan sonra hangi güzergahı izleyecekleri konusudadört oğlu ihtilafa düştüler. Büyük oğlu Sungur Tekin babasının he­defini gerçekleştirerek kardeşi Gündoğruyla birlikte daha önceki ana yurtlarına döndü. Kabilenin idaresini ve liderliğini babasın­dan sonra iş bu Sungur Tekin üstlenmiş oldu. Onun diğer iki kar­deşi Ertuğrul ve Dündar'a gelince bunlar toparlanarak kuzeye doğru saptılar. Buraları hayat için elverişli ve ortakları çok güzel bir arazi olarak buldular. Ertuğrul'la Dündar'ın beraberinde dört yüz kadar Türkmen ailesi bulunuyordu. Her ne kadar İslam dini­ni ilk defa bu kabile mensuplarının kabul ettiğini ileri sürenler var ise de aslında bu kabile anayurdundan henüz hicret etmeden ön­ce de müslüman idi.                          
Şu halde Osmanlı devletinin ilk kurucusu olan Osman Bey'in ilk defa İslam dinini kabul ettiği yolunda ileri sürülen rivayetler doğru değildir. Çünkü çok iyi bilinmektedir ki bu kabile Türkmen asıllıdır. Türkmen kelimesi ise müslüman olmuş Türklere ad ola­rak verilirdi. Öyleyse bu kabilenin daha varlık gösterdiği günden beri müslüman olduğu bir gerçektir. Nitekim bu kabilenin lideri­nin admm Süleyman olması bu gerçeği kanıtlamaktadır.
Kardeşlerden Ertuğrul, Anadolu'da kalan bu kabilenin liderli­ğini üstlenerek bu topraklarda yerleşecek bir mekan bulmak ama­cıyla dolaşıp durmaya başladı. Ertuğrul Anadolu'da serpili du­rumda bulunan Beyliklerle toslaşmak ve onlarla bir sorun içine girmek istemiyordu. Şartlar onun böyle bir şeye girişmesi, bu Bey­lerle çatışması için henüz müsait değildi. Bu nedenle oğlu Savcı'yi merkezleri Konya olan Karamanoğulları Beyliğinin başındaki Sel­çuklu Alaaddin Bey'e gönderdi. Bu Beylik yıkılmış bulunan Ana­dolu Selçuklu devletinin enkazı üzerinde ayakta kalan bir parça­sıydı. Ertuğrul, kabilesinin siyasi çekişmelere girmeden üzerinde rahatça yaşayabileceği bir toprak parçasını Alaaddin Bey'den isti­yordu. İşte tam bu sıralarda idi ki bir gün Ertuğrul Bey yakınların­da iki ordunun çarpıştığına şahit oldu. O da hemen davranarak İs­lam ilgisi ile gidip Selçuklu ordusuna katılarak Bizans ordusuna karşı savaştı. Ertuğrul bunu hem Selçuklular gibi müslüman oldu­ğu için ayrıca onların topraklan üzerinde bulunduğu için böyle yapıyordu. Hatta Ertuğrul Bey önceden Selçuklu liderine elçi gön-
dermiş, onun sancağını tanımış ve askerlerinin attığı sloganları işitmişti. Dolayısıyla bu bir tesadüf değildi. Ertuğrul Bey bu ordu­yu çok iyi teşhis etmişti. Ayrıca bir Türkmen olarakta köken bakı­mından Selçuklular birleşiyordu. Onun çarpışan iki ordudan ye­nilmek üzere bulunan tarafa tesadüfen yardım ettiği yolunda ileri sürülenlere gelince bu doğru değildir. Çünkü onun Hıristiyan Bi-zanslı'larm safında yer alması mümkün değildi. Bizanslı'larm onu ödüllendirmeleri daha sonra onlara karşı düşman olarak faaliyet göstersin diye ona toprak vermeleri mümkün değildi. Çünkü Bi­zanslılar Ertuğrul Bey'e toprak verseler bile bir süre sonra arala­rında yine savaş çıkacaktı.
Alaaddin Bey böylece bu yeni dostunun yardım ve desteğiyle Bizanslılara karşı üstünlük kazanabildi. Bunun üzerine de Bizans sınırlan üzerinde ona bir toprak parçası verdi. Alaaddin Bey bunu, Ertuğrul Bey'in kabilesi Onunla Bizanslılar arasında bir tampon oluşturması ve Beyliğini Bizans akınlarına karşı koruması için yapmıştı. Ertuğrul Bey H. 687 yılında öldü. Yerine ise en büyük oğ­lu Osman Bey geçti. Osmanlı devleti işte bu zatın adıyla anılmak­tadır. Çünkü Osmanlı devletinin kurucusu ve bu devletin başına geçmiş hükümdarların ilkidir. [1]

İlk Dönem Osmanlı Hükümdarları


1. Osman Bey


Osman Bey idaresi altındaki yavaş yavaş genişletmeye başladı. H. 688 yılında Kara Hisar kalesini (Siyah kale} yada Afyonkarahi-sar olarak bilinen yeri Bizanslılardan alarak topraklarına kattı. Sel­çuklu sultanı Alaaddin bu olaydan sevinç duyarak ona Bey unva­nı verdi. Ve bununla birlikte onun idare etmekte olduğu toprakla­rın tamamını kendisine bağladı. (Osmanlıların üzerinde yaşadığı toprak parçasının "Iktâım", yani feodal yönetimini Osman Beye verdi.) Keza, Osman Bey'in kendi adına para basmasına ve Cuma hutbesinde admm anılmasına izin verdi.
H. 699 yılında Moğollar, Sultan Alaaddin'in Beyliği üzerine baskınlar düzenlediler. Alaaddin kaçarak Bizans imparatoruna sı­ğındı. Ve aynı yıl içinde öldü. Her ne kadar Moğolların onu öldür­müş oldukları ve yerinede oğlu Gıyaseddin'i koydukları yolunda bazı görüşler varsa da bu doğru değildir. Sonra Moğollar Gıyased-din'i de öldürdüler. Böylece ortam Osmanlıların lehinde gelişme­ye başladı. Çünkü artık önemli konularda Osman Bey'in üzerinde bir başka otorite yoktu. Dolayısıyla Osman Bey daha da toprakla­rını genişletmeye çalıştı.
Osman Bey, İzmit ve İznik'i kuşatmasına rağmen buraları ala­madı. Onun için Yenişehri kendine merkez edindi. Ve kendini de Osmanlı toplumuna hükümdar olarak ilan etti. Devlet için bir bayrak edindi. Bu bayrak günümüz Türkiye'sinin bayrağıdır.
Ondan sonra Osman Bey Bizanslıların küçük Asya'daki prens­lerini ve devlet adamlarını İslam'a davet etmeye başladı. Kabul et­medikleri takdirde Cizye ödemek zorunda olduklarını bunu da ka­bul etmedikleri takdirde onlarla savaşacağını bildirdi. Onlarda toprakları ellerinden çıkacak diye korkmaya başladılar. Ve Moğol­lardan yardım istediler. Osman Bey'e karşı kendilerine imdat güç­ler gönderilmesi talebinde bulundular.
Fakat Osman Bey yaşı otuza yaklaşmış bulunan oğlu Orhan Bey komutasında bir ordu hazırlayarak Moğollara karşı şevketti. Nitekim Orhan Bey Moğolları darmadağın etti. Onların birliğini parçaladı. Ondan sonra da Bursa'ya dönerek H. 717 yılında bu kente girmeyi başardı. Burası Bizanslıların küçük Asya'da en önemli kalelerinden biri sayılırdı.
Orhan Bey Bursa'ya girince halkına güven verdi. Onlara iyi muamelede bulundu. Bursa halkıda Orhan Bey'e altın paraların­dan otuzbin kadar bir meblağ ödediler. Aynı zamanda Bursa'nm Bizans Valisi Afrinos müslüman oldu.
Osman Bey bu zata Bey lakabını verdi. O da Osmanlıların ileri gelen devlet adamlarından biri oldu. Osman Bey ise H. 726 yılın­da öldü. Yerine oğlu Orhan Bey'in geçmesini vasiyet etmişti. [2]

2-Orhan Bey


Orhan Bey, babasının, Osmanlı yönetiminin başına geldiği H. 687 yılında doğdu. Babasının yaş sırasına göre ikinci oğludur. Öy­le görünüyor ki Orhan Bey kardeşlerinin en dikkatlisi ve en cesu­ruydu. Nitekim bu hasletlerinden dolayı hükümdar oldu. Büyük kardeşi Alaaddin, ona hiç ters düşmezdi. Onun kararlarından da­ima hoşnuttu. Onun içindir ki Orhan Bey bu büyük biraderini tak­dir ederek ona vezirlik görevi verdi. Alaaddin, daha çok iç işleriyle uğraştı. Orhan Bey ise dış meselelere bakıyordu.
Orhan Bey, merkezini Bursa'ya naklederek gümüş ve altın cin­sinden para bastırdı. Esirlerin çocuklarından keza, savaş sırasında esir alınan çocuklardan yeniçeri ordusunu kurdu. Bunlar askeri ordugahlarda İslam terbiyesiyle yetiştiriliyor ve askeri eğitim gö­rüyorlardı. Ondan sonra da savaşmaktan, askerlikte, İslam'dan ve Allah yolunda cihat etmekten başka birşey bilmeyen insanlar ola­rak hayata atılıyorlardı. Bunların gönüllerinde toplumun içindeki diğer insanlardan farklı olarak bir kabile, muhit ve akraba sevgisi yoktu. Çünkü sultandan başka üzerlerinde herhangi bir efendi görmüyorlardı.
Bu sebepledir ki Yeniçeriler Osmanlılar için düşmanlarını vu­ran ve Osmanlı fetihlerinin devamını sağlayan çok büyük bir güç oldular. Eğer Osmanlı sultanlarmdaki güçlü kişilik ilk dönemlerde olduğu gibi daha sonrakilerde de devam etmiş olsaydı ve ordunun devlet işlerine karışmasını Önleyerek devlet adamlarının ve vezir­lerin orduyla gizli ilişkiler kurup destek almalarını önlemiş olabil­selerdi keza, devlet adamlarına hak ettiklerinden fazla önem verip onları şımartmamış olsalardı güçlü yönetimleri belki de daha uzun süre devam edebilirdi. Çünkü ordu ne zaman devlet işlerine karışmışsa mutlak surette düzeni bozmuştur. Ve askerler ülkenin idaresi üzerinde ne zaman tasarrufta bulunmuşlarsa Allah'ın ko­rudukları hariç muhakkak o ülkeyi batırmışlardır. Nitekim Os­manlı devletinin idaresine musallat olan Yeniçeri ordusunun da sonu böyle oldu. Hezimete uğradılar. Ve nihayet H. 1247 yılında II. Sultan Mahmud döneminde sebep oldukları fitne ve fesad dolayı­sıyla ortadan kaldırıldılar.
Orhan Bey zamanında İzmit fethedildi. Sonra İznik'i kuşata­rak burayı da aldı ve büyük oğlu Süleyman'ı İznik Beyi olarak ta­yin etti. İznik halkına iyi muamelede bulundu. Onlardan isteyen kimsenin, istediği yere göçebileceğine ve isteyeninde serbestçe di­nini yaşayabileceğine dair izin verdi. Bir süre sonra kardeşi Alaad-din ölünce onun yerine Orhan Bey'in oğlu Süleyman tayin edildi.
H. 736 yılında Marmara'nın güneyine Ege'nin ise doğusuna düşen Karasi Beyliğinin hükümdarı ölüp iki oğlu taht kavgasına düşünce Orhan Bey süratle hareket ederek bu toprakların Bi­zans'ın eline düşmesini önlemek amacıyla burayı ülkesine kattı.
H. 756'da Bizans imparatoru Beşinci İoannes (İoannes Palaio-logos)[3] 
Venedik'le dostluk kurmuş bulunan ve "güçlü" unvanını taşıyan Sırp İmparatoru İstefan Duşan'a ve zaman zaman Kons-tantiniye üzerine saldıran Sırp prensliklerine karşı harekete geçe­bilmek için Sultan Orhan'dan yardım istedi. Keza kendisiyle baca­nak olmak üzere veliaht İoannes Kantakuzensin kızıyla onu ev­lendireceğine dair söz verdi. Bunun üzerine Orhan Bey ona asker gönderdi. Ne var ki tam o sırada Sırp Kralı İstefan Duşan öldü. Ve bu yüzden hazırlıklarda durduruldu. Osmanlı askerleri de savaşa girmeden ülkelerine döndüler. Orhan Bey ise Bizans veliahtınm kızıyla evlendi.
Bizans imparatoru, Sırpların karşısında dilenebilmek için yar­dım isteyince Orhan Bey Bizans İmparatorluğunun nasılda zayıf düştüğünü bu suretle öğrenmiş oldu. Ondan sonra da Avrupa ya­kasında ilerleyebilmek amacıyla İstanbul Boğazı'nm batı yakası­na geçmeyi ve Konstantiniye'yi kuşatmayı batı yönünden şehre saldırmayı tasarladı. Çünkü müslümanlar daha önceleri ve çok es­kiden beri şehre hep doğu yönünden saldırmış ancak fethini birtürlü gerçekleştirememişlerdi. Böylece Orhan Bey, cihat kararını aldı. Büyük oğlunu veliahtı ve birinci derecedeki vezirim savaş planını incelemeleri için görevlendirdi.
H. 758 yılında Süleyman Bey bu amaçla bir gece yiğitlerinden kırk kişinin başında boğazın batı yakasına geçti. Bunlar batıya ge­çince bu kıyıda bulunan Bizanslılara ait teknelere el koydular. Ve bu deniz araçlarıyla doğu yakasına geçtiler. Çünkü o sıralarda Os­manlıların henüz bir donanmaları yoktu. Ve çünkü devletleri he­nüz büyüme ve gelişme safhasındaydı. Boğazın olduğu yakasına geçince Süleyman Bey askerlerine bu teknelere binip Çanakkale Boğazı'nm batı yakasına geçmelerini emretti. Süleyman Bey'in askerleri buradaTeznip kalesini ve İçinde ünlü Çanakkale'nin bu­lunduğu Gelibolu'yu, İpsalayı ve Rodos'cuğu [4] ele geçirdiler. Bü­tün bu yerler Çanakkale Boğazı'nm güney ve kuzey kıyıları üze­rinde yer almaktadırlar. Rodos'cuk ise Marmara kıyıları üzerinde bulunmaktadır.
H. 760 yılında veliaht Süleyman Bey, bu eşsiz komutan atın­dan düşerek öldü. Onun yerine bu sefer I. Murad veliaht oldu. Er­tesi yılda Sultan Orhan ölünce yerine oğlu Murad geçti. [5]

3-1. Murad


I. Murad H. 726 yılında dünyaya geldi. Bu tarih, onun, babası­nın hükümdar olduğu yıldır. I. Murad padişah olduğu gün tam otuz altı yaşındaydı. Bu sırada, Osmanlı tahtının bir padişahtan diğerine geçmesi Karamanlı devletinin Ankara'daki Bey'inde bir kıskançlık ve tahrik sebebi oldu. Nitekim küçük Asya'da birbirle­rinden bağımsız bulunan Beyleri Osmanlılar aleyhinde kışkırtarak onların bu konuda güç ve fikir birliği etmeleri maksadıyla çaba sarfetti. Ancak (bu Karamanlı Beyi Alaaddin) ansızın Osmanlı Sul­tanı I. Murad'm, ordusuyla merkezi, Ankaranın kuşatılmış oldu­ğunu gördü. Ve çok geçmeden de Murad tarafından Ankara fethe­dildi. Bunun üzerine Karamanlı Beyi Alaaddin Osmanlılar lehinde Ankara'dan vazgeçmek suretiyle Murat'la barış yapmak zorun­da kaldı. I. Sultan Murad'da Alaaddin Bey'in elinde geriye kalmış bulunan Karamanlı topraklan üzerindeki egemenliğini tanıdı. Ay­rıca Alaaddin Bey'in kizıylada evlendi.
H. 762 yılında Osmanlılar Edirne'yi fethettiler. Bu şehri, Bi­zanslı komutan direnmekten ümidini kestikten sonra Osmanlıla­ra teslim etti. Bunun üzerine Avrupa'da cihat faaliyetlerini devam ettirebilmek ve ayrı zamanda batı yönünden Konstantiniye üzeri­ne düzenleyeceği akınların güçlü olabilmesi için başkentini Edir­ne'ye nakletti. Böylece H. 857 tarihinde Osmanlılar Konstantini-ye'yi fethedinceye kadar büşehir onların başkenti oldu. Aynı za­manda batıdaki ilerleyiş sonunda bugünkü Bulgaristan'ın güney­doğusuna düşen Filibe kentide fethedildi. Burası da Rumeli cep­hesinin merkezi haline geldi. Bu gelişmelerden sonra Konstanti­niye şehri artık Osmanlılarla her taraftan çevrilmiş oldu. Bizans imparatoru her ne kadar içi kinle dolu idi ise de Osmanlılara artık cizye ödemek zorunda kaldı.
Bu gelişmeler üzerine Osmanlılar artık sınırlarına dayandıkla­rı için, Avrupa'lı prensler batı Avrupa'da ki krallara ve papa'ya mek­tuplar göndermeye müslümanlara karşı onlardan yardım isteme­ye başladılar. Konstantiniye imparatoru bile Papa'ya kadar gide­rek onun önünde secdeye kapandı. Ellerini ve ayaklarını öptü. Aralarındaki mezhep kavgalarına rağmen ondan destek dilendi. Papa da onun bu ricasını kabul ederek bütün Avrupalı hüküm­darlara mesajlar gönderdi.
Müslümanların yeni ilerleyişlerine karşı Hıristiyanlığı koru­mak için onları yeni bir haçlı savaşına katılmak üzere çağrıda bu­lundu. Fakat t s tef an'rn yerine geçen Sırp Kralı V. Uruk Papa'nm ve Avrupalı hükümdarların bu kadar hızlı bir atakla destek verecekle­rini tahmin etmiyordu. Ancak bunu görünce o da sözde Osmanlı tehlikesine yakın mesafede bulunan komşu prensliklerin dikkati­ni çekmeye ve onları uyarmaya başladı. Bunun üzerine Bosna, Hersek ve Romanya'nın batısında bulunan Eflak prensleri ile Ma­car asıllı paralı şövalyeler onun çağrısını kabul ettiler. Böylece bü­tün bu topluluklar biraraya gelerek Osmanlıların o günkü merkeziolan Edirne üzerine yürümeye başladılar. I. Sultan Murad'ın kü­çük Asya'da giriştiği savaşlardaki meşguliyetini fırsat olarak değer­lendirmeye çalışıyorlardı. Ancak Osmanlı ordusu düşmanının kar­şısında durmak için süratle manevra yaparak döndü. Ve onlarla Martizai [6] nehri yakınlarında karşılaştı. Osmanlı ordusu bu irili ufaklı topluluklardan oluşan Avrupa'lı kuvvetleri ağır bir yenilgiye uğrattı. Ve düşman geri kaçmak zorunda kaldı. Bu olaydan sonra günümüz Yugoslavya'sının Adriyatik sahillerinde küçük bir Hıris­tiyan prenslik olan Racuza Osmanlılara bir heyet göndererek barış yapmak ve bu antlaşma gereği her yıl Osmanlılara beşyüz duka vergi vermek mecburiyetinde kaldı.
Yeni Sırp Kralı Lazar Belina Noftic ve Bulgar Kralı Sisman Os­manlılara karşı savaşmak için çaba harcadılar. Küçük çapta bazı çatışmalar oldu. Büyük bir savaşa girmemelerine rağmen kendile­rini zayıf durumda gördüler. Onun için Osmanlılara yıllık bir vergi vermek zorunda kaldılar. Osmanlı Sultamda Bulgar prensinin kı­zıyla H. 780 yılında evlendi.
I. Sultan Murad döneminde Osmanlı ordusunda Süvari birlik­ler oluşturuldu. Bu birlikler Sipahi ordusu olarak bilinmektedir. Si­pahi ise atlı asker anlamına gelmektedir. Bu ordu için özel bir dü­zenleme getirildi. Her Sipahiye fethedilen toprağın bir kısmının iş­letilmesi hakkı verildi. Esasen toprak ister Müslüman ister Hıristi­yan olsun sahiplerinin elinde kalacak ve bunlar tarafından işletile­cek ancak "İtâ" sahibine her yıl belli bir haraç ödeyeceklerdi. Lehi­ne pay edilmiş bulunan bu toprak parçası üzerinde oturan feodal sipahiye barış zamanında bu vergi ödenir, savaş sırasında ise bu gelirler yine onun adına biriktirilirdi. Ayrıca onunla beraber Sava­şa katılmak üzere toprak sahibi tarafından kendisine bir nefes as­ker verilirdi.
Bu düzen ilk başlarda her ne kadar bazı hizmetler sunmuş, ba­zı yararlar getirmiş isede son zamanlarda bu sipahiler etkili kimse­ler oldular. Öyleki devletin bunlara hakim olması zorlaştı. Bunlartoprak sahipleriyle sık sık anlaşmazlıklara düşüyorlardı. Sipahile­rin elinde kuvvet bulunduğu için istediklerini yapıyor ve bu toprak sahiplerini eziyorlardı. Sıkışan, sıkıntıya düşen toprak sahipleri de ellerine fırsat düşünce bu sipahilerden intikam almaya çalışıyor­lardı. Dolayısıyla devletin yönetiminden intikam almış oluyorlar­dı. Bütün bu çelişkiler ve sorunlar vatandaş ile devlet arasında Kargaşaya, anarşiye ve bir boşluğun doğmasına sebep oluyordu.
I, Sultan Murad Avrupa'da ki bu gailelerle uğraşırken küçük Asya'yı da unutmadı. Bilakis doğru hep onun zihnini meşgul etti. Ve küçük birer toprak parçasıüzerinde bulunan Beyliklerden kur­tulmak istiyordu. Esasen Sultan Murad bu Beylikleri ezerek zorla almak istemiyordu. Çünkü bu yoldan onları elde etmek kendisine karşı daha sonra bir düşmanlık ve intikam sebebini oluşturacaktı.
Keza, aralarında devamlı kavgalar ve siyasi çekişmeler sürüp gideceğinden onları kendi başlarmada terketmek istemiyordu. Çünkü bu suretle devam edecek olan kargaşa yabancıların burala­ra karışmasma sebep olabilirdi. Aynı zamanda bu Beylikler Kons-tantiniyye'ye karşı yapılan girişimlerde de birleşmiyor, aralarında anlaşamıyor, bir tek el, bir tek güç haline gelemiyorlardı.
Sultan Murad bu Beyliklerle ilgili sorunu zaman içinde yavaş yavaş çözümlemeyi düşündü. Önce en yakın komşusu olan Ger-miyanoğullarmdan işe başladı. Önce oğlu Beyazıd'ı Germiyanoğ-lu Bey'inin kızıyla evlendirdi. Kayınpeder Kütahya kentini Çeyiz olarak kızına hediye etti. Bu suretle Kütahya Osmanlı topraklarına katılmış oldu. H. 782 yılında ise Karaman oğulları, Tekeoğulları ve Menteşeoğulları Beyliklerinin tam ortasında bulunan küçük Ha-mitoğulları Beyliğini Osmanlılar lehinde topraklarından vazgeç­mek zorunda bıraktı.
Bir ara Sırbistan ve Bulgaristan Osmanlılara vergilerini öde­mekte geciktiler. Öyle görünüyordu ki bu iki devlet sergiledikleri tutumda birbirleriyle anlaşmışlardı. Bunun üzerine Osmanlı or­dusu bu iki ülke üzerine yürüyerek Sırbistan'ın bugünkü Yugos­lavya'nın güneyine düşen bir kısım topraklarını fethetti. Keza, Os­manlı ordusu Bulgar başkenti Sofya'yı da kuşatarak H. 784'te üçyıllık kuşatmadan sonra fethetti. Aynı zamanda Ege denizinin sa­hili üzerinde bulunan ünlü Yunan, Selanik kentinide fethettiler.
Padişah'm oğlu Savcı, Bizans imparatoru İoannes Palaiolo-gos'un oğlu Andronikosla işbirliği yaparak babasına karşı baş kal­dırdı. İmparator İoannes bu oğlunu taht varisliğinden mahrum ederek diğer oğlu Emanuel'i kendine veliaht seçmiş idi. Padişah bir ordu hazırlayarak oğlunun üzerine gönderdi. Ve onu öldürttü. Aynı şekilde imparatorun üzerinede asker göndererek onun oğlu­nu da öldürttü.
Bu Sıralarda Karamanoğullarının Beyi Alaaddin, bağımsız ba­zı beldelerde bir araya gelerek Osmanlılara karşı savaş açtılar. Os­manlı devleti üzerlerine bir ordu göndererek Konya ovasında on­ları yenilgiye uğrattı. Ve Alaaddin Bey'i de esir aldı. Ancak Osman­lı Sultanının eşi olan Alaaddin Bey'in kızı arabuluculuk yaparak babasını kurtardı. Bu suretle Alaaddin Beye salıverilerek Beyliği tekrar kendisine bırakıldı. Ancak H. 787'de cereyan eden bu hadi­sede Alaaddin Bey'in ayrıca yıllık bir vergi ödemesi şart koşuldu.
Sırplar Anadolu'da Karamanlı Beyi Alaaddin'le uğraşan Os­manlı ordusunun içinde bulunduğu meşguliyet ve gaileyi fırsat bi­lerek Sırbistan'ın güneyinde bulunan Osmanlı ordusuna saldırdı­lar. Ve H. 788 yılında ki bu olayda bir takım başarılar da elde etti­ler. Bu durumu gören Bulgar kralı Şişmanda bu arada rolünü oy­namak istedi. Fakat Osmanlı ordusu Şişmana karşı bir baskın dü­zenleyerek ülkesinin bir bölümünü işgal etti. Bunun üzerine Sis-man kuzeye doğru kaçarak Romanya sınırlarına yakın bulunan Nikopli kentine sığındı. Ve ordusunun dağılmış bulunan bazı çe­telerini burada toparlayarak yeniden bunlarla Osmanlılara karşı saldırıya geçti. Fakat yenilgiye uğradı. Ve esir alındı. Herşeye rağ­men Padişah onu ülkesinin topraklarından yarısı kadar bir bölü­mün başında tekrar mevkiine iade etti. Bulgar topraklarının yan­sım da sırf onların saldırma ihtimalini ortadan kaldırmak için Os­manlı ülkesine kattı.
Sırp kralı Lazar, Bulgaristan hükümdarının başına gelen bu olayı öğrenince derhal askerlerinin başında Arnavutlara katılmaküzere batıya doğru çekildi. Bu manevrayla Arnavutlarla birlikte ye­niden Osmanlılara karşı saldırıya geçmek istiyordu. Ancak Os­manlı ordusu onu henüz hedeflediği yere ulaşamadan yakaladı. H. 791 yılında bugünkü Yugoslavya'nın güneyinde bulunan Kosova mevkiinde Sırp ordusuyla karşılaştı. İki taraf arasında kanlı çarpış­malar cereyan etti. Fakat bu sırada Lazar'ın, karısı tarafından ak­rabası olan bir prens-, emrindeki onbin kişilik bir kuvvetle İslam ordusunun saflarına geçti. Bunun üzerine Sırplar ağır bir yenilgiye uğradılar. Kralları Lazarda Osmanlılar tarafından yaralı olarak esir alındı. Vaktiyle müslüman esirlere reva gördüğü alçakça muame­lenin karşılığı olarak öldürüldü. Sırplar bu suretle bağımsızlıklan-m kaybettiler.
I. Sultan Murad Kosova'da cereyan eden bu kanlı savaşın bit­mesinden sonra çarpışmaların sonuçlarım gözlemek ve cesetleri kontrol etmek amacıyla savaş alanını denetlerken cesetler arasın­dan bir Sırp neferi aniden fırlayarak onu hançerledi. Sultan Mu­rad olduğu yerde şehit düştü. Osmanlı askerleride anında bu Sırp­lı katili yakalayarak öldürdüler. [7]

4- Beyazıd


Beyazıd H. 761 yılında yani babasının tahta çıktığı yıl dünyaya geldi. Beyazıd tahta çıktığı zaman yaşı otuzdu. Devamlı cihat faali­yetleri içindeydi. Hızla Avrupa topraklarından Anadolu'ya geçiyor, tekrar Anadolu'dan Avrupa topraklarına dönüyor, ve yeni yeni za­ferler kazanıyor yada yeni bir düzenleme getiriyordu. Onun bu se­ri hareketlerinden ve ani atılımlarından dolayı kendisine Yıldırım unvanı verilmişti.
Osmanlılar tarafından H. 792 yılında belli şartlar dairesinde yıllık bir vergi ödemek ve savaş zamanlarında Osmanlı ordusuna askeri destek vermek şartıyla Lazar'ın oğlu İstefan Sırbistan'a kral tayin edildi. Aynı zamanda Yıldırım Beyazıd İstefan'ın Oliver adındaki kızkardeşiyle evlendi. Padişah başka yönlerde faaliyetle­rini devam ettirirken diğer yandan Sırpların saldırıları ve akınla­rıyla oyalanmamak için bu evliliği yaptı.Yıldırım Beyazıd Avrupa taraflarında iken Anadolu'ya geçerek H. 793 yılında savaşsız bir şekilde Menteşeoğulları Beyliğini, Aydı-noğullan Beyliğini ve Saruhanoğulları Beyliğini Osmanlı toprakla­rına kattı. Fakat bu Beyliklerin hanedanları İsfen diyar oğulları Bey­liğinin merkezi olan Kastamonu'ya kaçıp sığındılar. Aynı zamanda ülkesinin hiç değilse bir bölümünün kendi yönetimi altında kala­bilmesi için Karamanlı Beyi de topraklarının bir kısmından Os­manlı devleti lehinde vazgeçti. Osmanlılar tarafından Alaşehir de alındı. Bu kent İzmir'e yakın bir mesafede bulunmaktadır. Alaşe­hir, Anadolu'nun batısında Bizanslıların elinde kalabilmiş en son toprak parçası idi. Yıldırım Beyazıd bu suretle artık arkasını sağla­ma almış bulunuyordu. Çünkü bu Beyliklerin başındaki hanedan­lar günün birinde herhangi bir güçle işbirliği ederek sırf toprakları­nı koruyabilmek için günün birinde Osmanlılara saldırabilirlerdi.
Bu gelişmelerden sonra Yıldırım, Sultan Beyazıd bu sefer H. 794'te batıya doğru hareket ederek Konstantiniye kentini kuşatma altına aldı. Ve bir ara kuşatmayı daraltmaya çalıştı. Ancak daha sonra harekâtı bırakarak ordusunu alıp Eflak [8] preîısiyle yaptığı bir antlaşma ile Osmanlıların Eflak topraklan üzerinde tasarruf yetkisine sahip olduklarını kendisine kabul ettirdi. Ayrıca Eflak Osmanlılara her yıl vergi ödeyecekti. Sonra Yıldırım Beyazıd, Ef­lak hükümdarını, koyduğu yeni kanunlarla ülkesini yönetmek üzere mevkiinde bıraktı.
Bu sıralarda Yıldırım Sultan Beyazıd çok süratli bir şekilde Anadolu'ya tekrar dönmek zorunda kaldı. Çünkü Karamanoğulla-n Beyi Alaaddin, daha önce Osmanlılar lehinde topraklarının bir bölümünden vazgeçtiğine dair verdiği karardan dönmüş pişman olmuştu. Ayrıca Yıldırım Beyazıd'ın Avrupa'da Eflak'a karşı girişti­ği savaş sebebiyle onun, içinde bulunduğu meşguliyeti fırsat bile­rek askeri yığınak yapmıştı. Keza sultana karşı düşmanlık besleyen bazı Beyleride kışkırtmıştı. Alaaddin, hazırladığı bu ortam içinde Osmanlılara karşı saldırıya geçti. Ve bir takım başarılarda elde etti. Nitekim Osmanlıların Anadolu'daki en büyük komutanını esir aldi. Bunun üzerine Yıldırım Sultan Beyazıd süratle davranarak üzerine yürüdü. Ve onu yenilgiye uğrattı. Arkasından kovalayarak nihayet onu iki oğluyla beraber esir aldı. Bu suretle Karamanoğul-ları Beyliğide son bulmuş oldu. Yıldırım aynı zamanda Sivas ve Tokat Beyliklerini de ortadan kaldırdı. Ondan sonra da Osmanlı­lardan kaçarak kurtulmuş bulunan hanedanların sığınağı duru­mundaki İsfendiyaroğulları Beyliğine yönünü çevirdi. Yıldırım İs-fendiyaroğullarmdan buraya sığınmış bulunan hanedanların ço­cuklarını istedi. İsfendiyaroğlu bu isteği reddedince Yıldırım bu Beyliğin üzerine de yürüyerek burayı Osmanlı topraklarına kattı. Ancak İsfendiyar Beyi kaçarak Timurlenk'e sığındı.
Konstantiniye etrafındaki Osmanlı kuşatması devam ederken Yıldırım, Bulgaristan'a geçti. Bulgar hükümdarı Sisman öldürül­müştü. Bunun üzerine Yıldırım bu ülkenin hepsini bir Osmanlı Vi­layeti haline getirdi. Öldürülen Bulgar hükümdarının oğluda İs­lam dinine girdi. Yıldırım Beyazıd onu yanma alarak Samsun'aVa-li tayin etti.
Osmanlıların zafer haberleri Macar kralına ulaşınca kral papa­ya ve Avrupalı hükümdarlara başvurarak onlardan yardım istedi. Bu davet üzerine Papa bir haçlı savaşı ilan ederek Avrupalı kralla­rı ve prensleri bu savaşa katılmak üzere davet etti. Bu davete Bul-gunya dükü olumlu cevap verdi. Çünkü burası nisbeten küçük bir prenslikti. Ancak Fransa'nın doğusuna düşüyor ve kimsenin bu toprak üzerinde bir otoritesi bulunmuyordu. Aynı zamada Papa­nın bu davetine Avusturya prensleri, Almanya'nın güneyine dü­şen Bavyera prensleri ve vaktiyle haçlı savaşları sırasında Filis­tin'in Akka kentinden çıkıp gelmiş bulunan aziz loannes (Saint Ja-ne) şövalyelerinin liderleri hep birlikte bu savaşa zorlanarak Kıb­rıs'a geldiler. Sonra Malta'ya geçtiler. Ve bütün bu Avrupalı karma ordular hareket ederek Donup nehrini geçtiler. Ve Bulgaristan'ın kuzeyine düşen Nikopli kentini kuşattılar. Yıldırım Sultan Beya­zıd'ında ordusu buraya ulaştı. Osmanlı ordusu eski Sırp Kralı La-zar'ın oğlu İstefan'ın komutasında bulunuyordu. İstefan'm emir ve komutasında, Osmanlı egemenliği altında bulunan bir çok mil­letlere ait unsurlarda vardı. Bu ordu yaklaşık ikiyüzbin savaşçıdanoluşuyordu. Avrupa'lı haçlı ordusuyla Osmanlı ordusu yirmi üç Zülkade H. 798 tarihinde karşılaştılar. Cereyan eden savaşın so­nunda Osmanlılar zaferi kazandı. Ve Burgunya düküyle birlikte birçok prensi de esir aldılar. Dük büyük bir miktarda fidye ödeye­rek hürriyetini geri aldı.
Bu parlak zaferden sonra Yıldırım Sultan Beyazıd, Bizans im-patoruyla barış akdederek yapılan antlaşma gereği onbin dinar al­tın değerinde bir vergi ödemeye ve Konstantiniye'de müslümanlar tarafından bir cami yapılmasına izin vermeye karşılık İstanbul ku­şatması kaldırıldı. [9]

Tîmurlenk Olayı Ve Osmanlının Zayıf Düşmesi


Timurlenk vahşi saldırılarını devam ettirerek batıdan Bağ­dat'a kadar ulaştı. Bunun üzerine Celayiroğlu Ahmed Bin Uveys Timur'dan kaçarak Yıldırım Sultan Beyazıd'a sığındı. Timur Yıldı­rım Beyazıd'a haber yollayarak Ahmed bin Uveys'i kendisine tes­lim etmesini istediysede Yıldırım Beyazıd bunu reddetti. Bunun üzerine Timurlenk küçük Asya'ya yöneldi. Ve Sivas'a girdi. Burada Yıldırım Sultan Beyazıd'ın oğlu Ertuğrul'u ele geçirerek onu öl­dürdü. Timurlenk bundan sonrada batıya doğru seferine devam etti. Bunun üzerine Yıldırım Sultan Beyazid'ta atağa geçerek ona doğru ilerlemeye başladı. Timur'la girişeceği karşılaşma için yüz yirmibeş bin kadar savaşçı yığdı. Halbuki Timurlenk'in ordusu yaklaşık seksen bin savaşçıdan oluşuyordu. Timurlenk'le beraber Kastamonu Beyi ve Osmanlıların ülkelerine kattıkları eski Beylik­lerin hanedanları bulunuyordu.
Bu Beylikler bilindiği üzere yıkılan Anadolu Selçuklu Devleti­nin enkazı üzerinde kurulmuş daha sonra bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Nihayet H. 19 Zilhicce 804 günü Osmanlı ordusuyla Ti­murlenk'in ordusu Ankara yakınlarında karşılaştılar Güneş doğ­madan önce başlayan savaş bütün şiddetiyle güneş batıncaya ka­dar günboyu devam etti. Yıldırım Sultan Beyazıd büyük bir kahra­manlık örneği vererek epeyce direnmesine rağmen ordusunda bulunan Aydın oğulları, Menteşeoğullan, Germiyanoğullan ve Saru-hanoğulları kendisinden kopup Timur'un saflarında yerlerini alınca yenilgiye uğradı. Çünkü bu kuvvetlerin başında eski Beyle­rinin çocuklanda vardı. Sonunda hem Yıldırım Sultan Beyazid hemde oğlu Musa, Timurlenk tarafından esir alındılar. Çünkü bunlar son dakikalara kadar savaş meydanının ortasında Ti­mur'un kuvvetlerine karşı çarpışmış, direniş göstermişlerdi. Yıldı-nm'ın diğer oğlu Mustafa ise saklandı. Diğer oğulları Süleyman, îsa ve Mehmed'te kaçtılar.
Timurlenk Yıldırım Beyazıd'a bir kötülük yapmak istemediy-sede onun üzerindeki kontrol ve denetlemeyi sıklaştırdı. Yıldırım Beyazıd bulunduğu esaretten kurtulabilmek için üç defa kaçmaya teşebbüs etti isede her defasında başarısızlığa uğradı. Bilindiği üzere insan onuruna karşı işlenen fiil çok ağırdır, çok dokunduru-cudur. Nitekim bu sıralarda Yıldırım Beyazıd'ın oğlu Musa'nın gö­zetim altında bulundurulması görevi Osmanlılar tarafından yıkı­lan Germiyanoğulları Bey'ine yani onların düşmanına verilmişti. Bu olay Yıldırım'ın üzerinde çok büyük bir etki yaptı. Ve nihayet bu yüzden Yıldırım Sultan Beyazıd onbeş Şaban 804 tarihinde öl­dü. Bu sırada henüz kırk dört yaşında bulunuyordu. Timurlenk Beyazıd'ın cenazesinin Bursa'da toprağa verilmesi için nakline izin verdi.
Timurlenk Ankara savaşından sonra da batıya doğru ilerleme­sine devam etti. İznik ve Bursa'yı ele geçirerek İzmir surlarına da­yandı. Anadolu'nun batı yönünden en uc noktasına ulaşıp tekrar geri dönmek isteyince vaktiyle Osmanlılar tarafından alınmış bu­lunan eski Beylikleri yeniden ihya etti. Yeniden kurulmalarını te­min etti. Bu Beylikler Kastamonu, Saruhan, Menteşe, Aydın, Ger-miyan ve Karaman Beylikleriydi. Böylece Anadolu eskiden olduğu gibi tekrar bölünmüş parçalanmış oldu.
Osmanlı devletinin egemenliği altında bulunan Avrupa'da ki devletler Osmanlıların basma gelen bu yıkımı görünce onlarda he­men bağımsızlıklarım ilan etmeye başladılar. Bunlar Bulgaristan, Sırbistan ve Eflak prenslikleriydi. Bu suretle Osmanlı devletinin haritası yeniden küçülmeye başladı.
Bütün bunlarda ilave olarak Timur'un Anadolu'dan çekilip dönmesinden sonra Yıldırım Sultan Beyazıd'ın oğulları taht yü­zünden ihtilafa düşerek birbirlerine girdiler. Bu gelişme devleti daha da zayıf düşürdü, Ve parçalanmasını hızlandırdı.
Timurlenk'te bu kavgayı daha fazla körüklemeye çalıştı. Orta­ma hakim olabilmek ve rakipsiz kalabilmek için Osmanoğulları-nın güçsüz kalmasını istiyordu.
Nitekim Yıldırım'ın çocuklarından bazıları kardeşlerine karşı ondan yardım bile istediler. Bir diğerleri de Konstantiniye Bizans imparatorundan yardım talebinde bulundu. İşte devletlerin duru­mu böyledir. Zayıf düştüklerinde başlarındaki idareciler aciz du­rumda kaldıkları zaman bu yollara başvururlar.
Yıldırım Beyazıd'ın oğlu Süleyman Edirne'de bağımsızlığını ilan etti. Ordusuda onu başlarına Sultan diye geçirdiler. Onu Avru­pa'da ki Osmanlı topraklan üzerinde hükümdar ilan ettiler. Süley­man'da Bizans imparatoru II. Emanuel'le bir barış akdederek di­ğer kardeşlerine karşı kendisini desteklemesi için Selanik kentiyle Karadeniz sahillerinde bulunan topraklarından Bizanslılar lehin­de vazgeçti. Ayrıca imparatorun yakınlarından bir saraylı bayanla evlendi.
Yıldırım'ın oğlu İsa Bursa taraflarında gizlenmiş bulunuyordu. Babasının ölüm haberini alınca hükümdarlığını ilan etti. Osmanlı komutanlarının en büyüğü olan Timurtaş'ta onu destekledi.
Yıldırım'ın diğer oğlu Mehmed'e gelince o da Orta Anadolu'da saklı vaziyetteydi. Beklediği fırsatın gelip çattığını görünce Tatarla­rında baskısının hafiflemesi üzerine ortaya çıkarak etrafına asker topladı. Ve Tatarlarla çarpışmaya başladı. Bu mücadeleyle Tokat ve Amasya'yı onlardan almayı başardı. Sonra Mehmed güçlenerek kardeşi Musa'yı Germiyanoğlu Beyinin elinden kurtardı. Germi-yanoğlu Beyi Timurlenk tarafından Yıldırım'ın oğlu Musa'yı göze­tim altında bulundurmakla görevlendirilmişti. Yıldırım'ın oğlu Mehmed ondan sonra da kardeşleriyle mücadele etmek için hare­kete geçti. [10]

Osmanlı Devletinin Yenîden Güçlenmeye Başlaması


Yıldırım Sultan Bayazıt'ın oğlu Mehmet, kardeşi İsa'ya karşı mücadeleye başladı. Aralarında birkaç defa savaşlar, çarpışmalar cereyan etti. Bu mücadelelerin sonunda Mehmet üstün gelerek İsa öldürüldü. Ve Anadolu'nun birliği Mehmed tarafından tekrar sağlanmış oldu.
Mehmet bu kez de kardeşi Musa'nın komutasında Rumeli'de­ki diğer biraderi Süleyman'ın üzerine bir ordu şevketti. Ne varki Musa yenilgiye uğrayarak Avrupa yakasından döndü. Sonra aynı amaçla, yeniden bir ordunun başında Süleyman'ın üzerine yürü­yerek onu H. 813 yılında Edirne kapıları önünde öldürmeyi başar­dı. Sonra da Osmanlı Devleti'nin, içinde bulunduğu sorunları fır­sat bilerek baş kaldırmış bulunan Sırplar'm üzerine yürümeye başladı. Macar Kralı da sirpları savunmak için Musa komutasında­ki Osmanlı ordusuna karşı süratle harekete geçti ise de Musa onu yenilgiye uğratarak üstünlük kazandı.
Bu kez de Yıldırım'm geriye kalmış bulunan iki oğlu Meh­met'le Musa arasında anlaşmazlık baş gösterdi. Kardeşlerden, Musa, Avrupa topraklarında kazandığı parlak zaferlerle mağrur ol­muş, şımarmıştı. Bu duygularla hareket ederek bağımsızlığını ilan edip devleti bölmek istedi. Avrupa yakasında bir devlet kurmak is­tiyordu. Hatta Konstantiniyeyi fethetmek üzere bir ordunun ba­şında şehrin üzerine yürüdü ve onu kuşattı. Bunun üzerine Bizans İmparatoru Musa'nın kardeşi Mehmet Bey'den yardım istedi. Mehmet Bey de hemen imparatorun imdadına koştu ve iki kardeş arasında savaş başladı. Bu yüzden Musa İstanbul kuşatmasını kal­dırmak zorunda kaldı.
Bu arada Mehmet Bey, Bizans İmparatoru ve Sırp kiralı Mu­sa'ya karşı bir birlik oluşturdular. Musa'nın emrindeki komutan­larla gizli ilişkiler kuruldu. Bu temaslar neticesinde Musa'nın em­rindeki bu Rumeli beyleri onu yalnızlığa terkettiler. Sonuç olarak Musa H. 816 yılında kardeşi Mehmet Bey'in eline düştü. Mehmet Bey'de onu öldürdü. Bu suretle kardeşleri İsa'yı Süleyman'ı veMusa'yı ortadan kaldırdıktan sonra Çelebi Mehmet Yıldırım Sul­tan Bayazıt'ın oğulları arasında tek başına devlet yönetimini elde etmiş oldu ve otoriteyi tek başına kullanmaya çalıştı. Bunu sadece devlet için yaptı. Devletse kısırdır. [11] Çelebi Mehmet'in tek başına kalmasıyla Osmanlı Saltanatı yeniden güçlenmeye başladı, ve onunla başlayan ilk dönem içinde Osmanlı Devletinin tahtına beş padişah oturdu. [12]

Çelebi Sultan Mehmet


Çelebi Sultan Mehmet H. 781 yılında dünyaya geldi ve H. 816 da tek başına Osmanlı Devletinin idaresini eline aldı. Ancak kar­deşlerinin katili olarak kendisine karşı hissedilen korku sebebiyle Çelebi Sultan Mehmet'in hükümdarlığı boyunca iç karışıklıklar hep devam etti, öz kardeşlerine bu muameleleri reva gören Sultan, başkalarına karşı neler yapamazdı düşüncesi kafaları sürekli ola­rak meşgul etti. Fakat öyle görünüyor ki Çelebi Sultan Mehmet bi­lakis kardeşlerine karşı sergilediği bu sert tutumundan farklı ola­rak başkalarına karşı çok merhametliydi.
Sonra Karamanlı Beyine karşı üstünlük elde etti ve onu esir al­dı. Ancak kendisini bağışladı. Karamanoğlu Beyi de Ona bağlılık yemininde bulundu. Fakat çok geçmeden yeminini bozarak caydı. Yeniden Çelebi Sultan Mehmet'e karşı savaş açtı. Ancak Çelebi Mehmet üstün gelerek bir kez daha onu esir aldı ve yine bağışladı. Çelebi Sultan Mehmet İzmir Beyi Kara Cüneyt'i de yendi. Aynı şe­kilde onu da bağışladı. Ve onu Nikopoli'ye vali tayin etti. Tam bu sıralardaydı ki vaktiyle Musa Çelebi'nin emrinde kazasker bulu­nan Bedrettin [13] Sosyalizme benzer bir ideolojinin propagandasınıyapmaya başladı. Ona uyanların sayısı zamanla arttı. Fakat Çelebi Sultan Mehmet Bedrettin'in üzerine yürüyerek onu yendi ve idam etti.
Bir süre sonra Çelebi Sultan Mehmet'in bu kez de başka bir kardeşi olan Mustafa ortaya çıktı. Mustafa, Ankara Savaşından sonra gizlenmişti, meydana çıkar çıkmaz kardeşi Sultan Mehmet Çelebi ile taht konusunda mücadeleye girdi. Kara Cüneyt de onun yanında yerini aldı ve Yunan topraklarına girdi. Fakat biraderinin ordusuna yenik düştü. Ve Selanik'e kaçtı. Osmanlıların yenilgiye uğradığı Ankara savaşından beri Selanik, Bizans Devletine bağlan­mış bulunuyordu.
Çelebi Sultan Mehmet kardeşi Mustafa'yı Bizanslılardan iste­di, imparator Onun bu isteğini kabul etmedi. Ancak Sultan sağ bu­lunduğu sürece Mustafa'nın belli bir yerde gözetim altında tutula­cağına ilişkin söz verdi. Çelebi Sultan Mehmet de buna rıza göste­rerek kardeşine aylık bir maaş bağladı. Sultan bu tutumuyla -san­ki- iki kardeşini vaktiyle öldürdükten sonra gerek akrabalarına, ge­rekse başkalarına karşı eski öfke ve gazabının hafiflemiş olduğu, yada insan öldürmek gibi büyük bir cinayeti düşünerek ağır bir vicdan muhasebesine girdiği, keza kardeşlerinin ondan önce ve kendi elleriyle öldürülmüş olmalarının üzerinde bıraktığı etkiyle yaklaşan ölümün soğuk elini artık ensesinde hissetmeye başladığı anlaşılmaktadır. Çelebi Sultan Mehmet, kardeşi Mustafa'ya yan­daşlık eden isyancı Kara Cüneyd'i de H.822 de bağışladı.
Yerine, oğlu Murat'ın geçmesini vasiyet eden Çelebi Sultan Mehmet H. 824 de öldü. Ve Bursa'da defnedildi. Murat babasının öldüğü gün Amasya'da bulunuyordu Edirne'ye ulaşıncaya kadar ölüm haberi 41 gün süreyle kendisinden gizlendi. [14]

İkinci Murat


İkinci Murat H. 806 yılında dünyaya geldi ve babasının ölümü üzerine H. 824 yılında tahta oturdu. Henüz 18'inci yaşını doldur­muş değildi. Her şeyden önce Anadolu'daki beylikleri yeniden Os­manlı topraklarına katmak ve Timur'un parçalamış bulunduğu Anadolu birliğini yeniden toparlamak için harekete geçmeyi dü­şünüyordu. Bu amaçla önce Macar kralıyla 5 yıllık bir barış antlaş­ması akdetti. Aynı zamanda Karamanoğullarıyla da barış yaptı. Bi­zans İmparatoruna gelince O, Sultan Murat'ın kendisine karşı sa­vaş açmamak üzere teminat vermesini ve bu teminatın garantili olabilmesi için de iki kardeşini rehin alarak kendilerine teslim et­mesini istedi. Bununla beraber Bizans'a karşı bir savaşa girişmesi halinde elinde rehin bulunan Selanikte gözetim altındaki, Baya-zıt'ın oğlu Mustafa'yı salıvereceği tehdidinde bulundu.
İkinci Murat bu isteği kesin şekilde reddetti. Ancak Bizans İm­paratoru da hiç vakit kaybetmeden sultanın amcası Mustafa'yı derhal salıverdi ve bununla da kalmayarak, Çanakkale boğazı kı­yısında bulunan Gelibolu kentini kuşatmak üzere ona bir de on adet gemi vererek yardımda bulundu. Mustafa şehre girebildiyse de kaleyi bir türlü ele geçiremedi. Kaleye imdat ulaşmaması için şehirde bir miktar asker bırakarak kendisi ise ordusunun başında
Edirne'ye dönerken Osmanlı komutan Bayazıt Paşa ile karşılaştı. Onu yenerek öldürdükten sonra yeğeni İkinci Sultan Murat'ın üzerine doğru çıktığı sefere devam etti. Fakat Mustafa'nın komu­tanları Onun emrine karşı koydular ve en zor anda onu yalnız bı­raktılar. Bunun üzerine Mustafa, Gelibolu'ya doğru kaçtı. Fakat yakalanarak idam edildi.
Sultan Murat, Bizans İmparatoru'ndan intikam almak için Konstantiniye üzerine bir sefer düzenledi. Ve şehri kuşattı. Hicri 825 yılı ramazan ayının başından itibaren hücuma geçti. Böyle yapmakla orduda moralin yüksek olmasını istemişti. Ne varki şeh­ri alamadı ve kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı. Çünkü o sıralar­da bu kez de kardeşi Mustafa, İkinci Sultan Murat'a karşı baş kal­dırdı. Anadolu Beylikleri de Mustafa'ya yardım ediyorlardı. İkinci Murat nihayet kardeşim de yenerek onu ortadan kaldırdı.
İkinci Murat, birinci hedef olarak Anadolu beyliklerini tekrar ülkesine katmayı ve Anadolu'nun birliğini sağlamayı kaçınılmaz bir ödev olarak görüyordu. Bu ödevi bütün işlerin önüne almak gerekliydi. Çünkü bu beyliklerle sık sık savaşlara girişmek söz gö­türen {daha başka anlam taşıyan) bir meseleydi. Sebebine gelince her iki taraf da müslümandı. Anadolu'yu bu kargaşa içinde bırak­mak küfür dünyasına karşı cihada devam etmeye engel oluşturu­yordu. Çünkü bu durum, düşmanların emellerine yarıyor, ve güç­süz bir şekilde onlara karşı savaşmaya sebep oluyordu.
Bu sıralarda Kastamonu emiri can kaygısına düşmüştü. Çün­kü Şehzade Mustafa'yı destekliyordu. Halbuki Mustafa'nın sonu gelmiş bulunuyordu. Bu yüzden, atak davranarak H. 826 yılında beyliğinin yarısından Osmanlılar lehine vazgeçerek kızını da Sul­tan Murat'la evlendirdi.
Kara Cüneyt yeniden harekete geçerek Aydınoğulları Beyliğini zaptetti ve devletten bağımsızlığını ilan etti. Fakat çok geçmeden yenilgiye uğradı ve öldürüldü.
Sonra da Sultan Murat, Aydınoğulları, Menteşeoğullan ve Sa-ruhanoğulları Beyliklerinin topraklarına girdi ve Karamanlı Beyi Mehmet'i öldürerek, yerine ise daha sonra Hamitoğulları Bölgesinden Osmanlılar lehinde feragatte bulunan oğlu İbrahimi geçir­di. H-.-831 yılında Germiyanoğulları Devleti'nin Emiri öldü. Yerine geçecek bir varisi yoktu. Onun için devletinin Osmanlı toprakları­na ilhak edilmesi vasiyetinde bulundu.
Bu suretle Sultan Murat Anadolu'daki bütün sorunlardan kur­tulmuş oldu; aynı zamanda Yıldırım Sultan Bayazıt döneminde Osmanlılar'm başına gelen felaketler sırasında Osmanlılar'a fırsat­tan istifade ederek kötülükte bulunmuş olan Avrupalı liderlerle bu kez hesaplaşmak için Avrupa'ya dönme imkanına da kavuşmuş bulundu. Tabii ki bundan sonra Konstantiniyye'yi fethetmek ve düşmanları Osmanlılara karşı vaktiyle kışkırtmış bulunan Bizans imparatoru da cezalandırmak için artık ortam müsait hale gelmiş olacaktı.
İkinci Sultan Murat, Avrupa da savaşmayı daha kolay görü­yordu. Çünkü bu cephede savaşmak cihad sayılırdı. Dolayısıyla bu cephelerde hıristiyanlara karşı çarpışacak olan müslümanlarda moral gücü daha yüksek olacaktı. Çünkü bunlar bu yönde tslam dininin yayılmasına da hizmet etmiş olacaklardı. Halbuki, Anado­lu'da ki beylikler üzerine şevke dil diki eri zaman bu sıralarda cere­yan eden savaşlarda sadece kendilerini savunuyorlardı.
İkinci Sultan Murat önce Macar Kralıyla savaştı sonunda onunla yaptığı antlaşmada Macar Kralı Sultan Murat lehinde Do­nup Nehri'nin kıyılarında bulunan topraklarından vazgeçti. Do­nup Nehri bu antlaşmadan sonra Macaristan'la Osmanlı toprak­ları arasında artık sınırı teşkil edecekti.
Sırp prensi Corc Bernikoviç Osmanlılar karşısında aciz kaldı­ğını görerek Sultan Murat'la bir antlaşma akdetti.
Bu antlaşmaya göre: Sırbistan, Osmanlı Devletine her yıl elli-bin duk vergi ödeyecek, Sultan Murat'ın girişebileceği bir savaşta ona askeri yardımda bulunacak, Macar Kralıyla ilişkilerini kesecek ve topraklarının bir bölümünden Osmanlı Devleti lehine vazgeçe­cekti. Bu antlaşmayla birlikte, ikinci Sultan Murat, Corc Berniko­viç'in kızı Mara ile evlendi.
Sultan Murat H.833 yılında Selanik kentini Ve ne diki il er'den geri aldı. Esasen bu şehri onlara Bizans imparatoru vermişti. Sul­tan Murat burayı onbeş defa kuşatmış, ancak alamamıştı.
Eflak prensi H. 836 yılında Osmanlı yönetimini tanıdı.
Albanya {Arnavutluk} da Sultan Murat'ın egemenliğini önem­siz birkaç savaştan sonra kabul etmek zorunda kaldı ve yerli hal­kın din ve inancına karışılmamasım şart koştu. Ayrıca 4 oğlunu Sultana rehin olarak teslim etti. Ancak Albanya prensi H. 834 de ölünce İkinci Murat Arnavutluk'u Osmanlı Ülkesine kattı.
İkinci Sultan Murat, otoritesinin artık Avrupa topraklarında yerleştiğini, Bizans İmparatoru'nun ise ne Anadolu'da ne de Avru­pa'da artık hiç bir dayanacağının bulunmadığını ve sıranın onun teslim olma çağrısına geldiğine inanıyor, Hz. Peygamber (sav)'in müjdelediği komutan olarak İstanbul'a girmeyi ve Allah'ın mağfi­retine nail olmayı arzuluyordu. Ne varki bu hedefi gerçekleştirmek üzere hazırlıklara başladığı bir sırada, Vaktiyle onunla antlaşma yapmış olan Avrupalı liderler antlaşmalarını tek taraflı çiğneyerek ona karşı ayaklanmaya başladılar.
Macar Kralı Eflak ve Sırp prenslerini ayaklanmak üzere kış­kırttı. Onlarda ayaklandılar. Bunun üzerine ikinci sultan Murat onları cezalandırdı. Ondan sonra da Macar Kralı'mn üzerine yü­rüyerek Macaristan'da bir kaç şehri yakıp yıktı ve büyük sayıda esirle döndü.
Sırp prensi Corc Bernikoviç tekrar ayaklandı, ikinci Murat ye­niden onun üzerine yürüyerek Sırbistan'ın bir kısmını fethetti. Ve başkent Belgrad'ı altı ay süreyle kuşatma altında tuttu. Bunun üzerine Sırbistan prensi ülkesinden kaçarak Macar Kralına sığın­dı. Ondan sonra İkinci Murad Belgrattan ayrılarak, Macar toprak­ları içinde bulunan Transilvanya üzerine ordusunu şevketti.
Transilvanya, Boğdan'm batısına doğru Eflak'ın kuzeyinde yer alıyordu. Burası günümüzde Romanya Devleti'nin bir bolü-münü teşkil etmektedir. Ne var ki ordusu yenilgiye uğradı ve gö­revlendirdiği komutan yirmibin kadar askerle birlikte öldürüldü.
Osmanlılar bu olaydan sonra Danup Nehri'nin gerisine çekildiler. Sonra Sultan Murat seksenbin kişilik bir ordu daha gönderdi ise de bu ordu da H. 845'te yenilgiye uğradı. Ve komutam düşman ta­rafından esir alındı, ondan sonra Macar Ordusu Sırp topraklarına yürüyerek H. 846 da bizzat ikinci Sultan Murat komutasındaki or­duyla yüzyüze geldi. İki taraf arasında üç kez meydan savaşı cere­yan etti. Üçünde de Osmanlı ordusu yenik düştü. Bunun sonucu olarak İkinci Murat imzalamak zorunda kaldığı antlaşmada Ma­caristan lehine Eflak topraklarından vazgeçti. Sırplara da vaktiyle almış bulunduğu topraklarının bir kısmını iade etti. İki taraf ara­sında on yıllık bir mütareke düzenlendi.
İkinci Sultan Murat Osmanlı Devletinin başındayken yaşadı­ğı bu yoğun hadiseler sebebiyle çok yorulmuştu. Artık bir kenara çekilmek istiyordu. Bunun üzerine tahtını henüz ondördüncü ya­şım doldurmamış bulunan oğlu Muhammed (İkinci Mehmed) e bıraktı. Ve Anadolunun batısında bulunan sükunet içindeki Aydın kentine giderek yerleşti.
Papa bu sıralarda cereyan eden olayları büyük bir merakla ta­kip ediyordu. İkinci Sultan Murat'ın uğradığı yenilgilere ne kadar da sevinmişti. Çünkü cinayet çetelerine Polonyalı, Fransız, Al­man, Venedikli ve bunlara ek olarak Eflak Sırp ve daha başka kö­kenlerden, daha birçok güçlerin ortak hareket etmesini özellikle sağlamıştı.
İkinci Sultan Murat tarafından imzalanan ve on yıl süreyle ba­rışı öngören antlaşmanın bozulmasında da papa büyük rol oyna­dı. Macar Kralına Sezarini adındaki elçisini göndererek, ondan bu antlaşmayı tek taraflı olarak bozmayı istedi. Çünkü Ona göre bu antlaşmayı çiğnemenin dini açıdan hiç bir sakıncası yoktu. Zira gayrimüslimler'in müslümanlara karşı bozamayacak bir taahhüt­leri yada günaha sebep olabilecek bir yalan yere yeminleri yoktu.[15]
Bu gelişme üzerine Avrupalı hükümdarlar yeni bir haçlı ham­lesi için birbirlerine çağrıda bulundular, yığmaklar yaparak, Os­manlı egemenliği altında bulunan Bulgar topraklarına saldırmaya başladılar. Padişahın Mognezia (Manisa) yakınlarındaki Aydın kentinde istirahata çekilmiş bulunduğu haberi de onları daha faz­la özendirdi. Çocuğu İkinci Mehmed'in henüz savaşabilecek bir yeteneğe sahip bulunmadığı düşüncesiyle heveslen arttı. Bu yol­daki haberler ikinci Murat tarafından duyulunca derhal bulundu­ğu yeri terkederek Avrupa'ya yön tuttu, ordusunun başına geçerek düşmanların üzerine yürümeye başladı.
Düşman güçleriyle, Bulgar topraklarında Karadeniz Sahiline düşen Varna kentini kuşatmış oldukları sırada karşılaştı. Onlara meydan okudu cereyan eden bu meydan savaşı sırasında Macar Kralı öldürüldü. Ordusunun dengesi bozuldu. Bunun üzerine İkinci Sultan Murat düşman karargahına saldırdı. Bu sırada da papanın göndermiş bulunduğu temsilcisi Kardinal Sezarini öldü­rüldü.
Böylece H. 847 yılı recep ayının sekizinci günü sonuçlanan bu savaşta İslam ordusu parlak bir zafer kazandı. İkinci Murat ise dö­nerek tekrar tahtım oğlu İkinci Mehmed'e bıraktı ve yine Mani­sa'ya çekildi.
Fakat İkinci Sultan Murat Manisa'da üç aydan fazla kalamadı Tekrar Edirne'ye dönmek zorunda bulundu Çünkü Osmanlı Yeni­çeri ordusunun komutanları çocuk yaştaki sultam küçümsüyor-lardı. Bir ara ona karşı ayaklanmış şehri yağmalamışlardı. İkinci Murat yetişerek derhal elebaşıları cezalandırdı. Ve onları bu kez de Yunan topraklarında akınlarla meşgul etmeye çalıştı. Bu bölgeyi seçmesinin sebebi şuydu:
Bizans imparatoru, ülkesini oğulları arasında paylaşmış onlar­dan Konstantiniye'yi İoannes'e Konstantin'e is Mora topraklarını yani Yunanistan'ın güney bölgesini vermişti.
ikinci Sultan Murat Yunan toprakları üzerine bir sefer düzen­leyerek topraklan ilk defa burada kullandı. Ancak İskender Bey'in baş kaldırması yüzünden buralarda bir fetih gerçekleştiremedi.
İskender, Albanya (Arnavutluk) hükümdarının, Sultan Mu­rat'ın elinde rehin olarak yaşayan oğullarından biriydi. Babası ül­kesini Sultan Murat'a teslim edince İskender -sözde- İslama girdi­ğini ilan etti. (Herhalde bu ilgiyle de sıkı gözetimden kurtulmuş ol­malı ki) padişahın savaşlarla meşgul olduğunu görünce fırsatdan yararlanarak Albanya'ya kaçtı ve burada bulunan Osmanlıları ül­kesinden kovdu. Bunun üzerine İkinci Murat büyük bir kuvvetle İskender'in üzerine yürüdü ve H.851 de ondan bazı yerleri aldı. Fakat buraları tekrar bırakmak zorunda kaldı. Çünkü Varna yenil­gisinin öcünü almak isteyen Macar ordusuna karşı koymak için buradan ayrılmak durumundaydı.
Nihayet Kosova'da Macar ordusuyla yüzyüze gelen ikinci Mu­rat H. 852 yılında cereyan eden bu meydan savaşında parlak bir zafer kazandı, ondan sonra tekrar İskender'in üzerine yürüyerek Akhisar kentini kuşatma altına aldı. Fakat ordusu yorgun olduğu için burayı fethedemedi. Bunun üzerine İkinci Sultan Murat Al­banya ülkesinin yönetimini, Osmanlı Devleti'ne yıllık bir vergi ödemesi karşılığında İskender Bey1 e teslim etmek için onunla an­laşma yollarını aradı. Fakat İskender Bey bu teklifi kabul etmedi. Onun için Sultan Murat daha güçlü bir şekilde tekrar dönmek amacıyla hazırlıklarım yapmak üzere Edirne'ye döndü. O bu ted­birlerle meşgulken H. 5. Muharrem. 855 tarihinde ecele yakalandı. Henüz kırkdokuz yaşındaydı Naşı Bursa'ya nakledilerek burada defnedildi. Devletin yönetimini ise onun yerine İkinci Muham-med (Mehmed) adıyla oğlu Mehmet ele aldı. Fatih olarak bilinen şahsiyet bu zattır. [16]

Fatih Sultan Mehmed


Fatih Sultan Mehmed H, 833 yılında doğdu. H. 855 yılında tahta oturdu. Bu sırada yirmi yaşındaydı. Babasının başlattığı bir işi bitirmek istiyordu. Bu yolda ilk yaptığı şey üvey annesi Sırp asıl­lı Mora'yı babasına göndermek oldu. Sonra Ahmed adında henüz emzikte bulunan bir kardeşini öldürttü. Ondan sonra da İstanbul boğazının Avrupa yakasında ve daha önce Yıldırım Sultan Beya­zıd'ın Anadolu yakasında yaptırmış bulunduğu hisarın karşısında ikinci bir hisar inşa etti. Bundan amacı boğaza hakim olmak ve Konstantiniye'nin imdadına gelebilecek Trabzon Pontus güçleri­ne engel olmaktı. Pontus devleti Anadolu'nun kuzey doğusunda Karadeniz sahili üzerinde bulunuyordu. Bizans imparatoru Kons-tantin İkinci Mehmed'in bu kenti almak üzere ciddi bir şekilde ni­yetlendiğini görünce ona Bizans üzerinde kurmak arzusunda ol­duğu egemenliği ifade eden vergiyi ödemek ve aynı zamanda İkinci Mehmed'in, babası ikinci Murat'tan dul kalmış ve henüz hıristiyan dini üzerinde bulunan üvey annesiyle de evlenmek iste­di. Fatih Sultan Mehmed'in bu üvey annesi efendisinin ölümün­den sonra münzevi bir hayatı tercih etmiş, Bir manastıra çekilerek kendini ibadete vermişti.
Bizans İmparatoru Fatih'in bu ciddi hazırlığı üzerine Hıristi­yan ülkelerden yardım istemeye başladı. Bunun üzerine Papa, Konstantin'e otuz pare savaş gemisi gönderdi ise de bu gemiler altın Boynuz'dan (İstanbul Halic'in den) kaçtılar. Konstantin Rus­ya'dan da yardım istedi. Ancak Ruslar o devirde henüz bir güç sa­hibi değillerdi. Galata mevkiinde bulunan Cenevizliler ise tarafsız olduklarım ilan ettiler. Fakat daha sonra Cenova'dan ona bir imdat kuvveti geldi. Jüstiııyen Komutasındaki bu kuvvet büyük bir deniz gücünden oluşuyordu. Nitekim Cenevizlilere ait bu deniz gücü Osmanlı donanmasıyla çatışarak onu engelledi. Cenevizliler üs­tün geldiler. Ve Altın Boynuz'a girmeyi başardılar. Osmanlıların Halic'e girmelerini önlemek için Halic'in girişine gerilmiş bulu­nan zincirde kaldırıldı.
Fatih Sultan Mehmed, şehrin yıkıma uğramaması ve halkının felaketlere maruz kalması için imparatordan kenti teslim etmesi önerisinde bulundu. Bununla beraber halkın din ve inançlarında serbest bırakılacağına dair söz verdi. Fakat imparator şehri teslim etmeyi red etti.
Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmed ikiyüzellibin savaşçıdan daha fazla olan ordusuyla şehri batı yönünden kuşattı. Yüzelli pa­re gemiden oluşan deniz gücüylede sahilden şehrin surlarına da­yandı. Önemli mevkiilere toplar yerleştirdi. Bu topların en ünlüsü Macar asıllı Urban'ın, Sultanın emriyle döktüğü büyük toptur. Fa­tih bu sayede yetmiş parça gemisini on kilometre mesafe boyunca yerleştirdiği ve yüzeyini yağlattığı kalaslar üzerinde kaydırarak Halic'e indirmeyi başardı. Bu suretlede Konstantiniye kuşatması­nı sıkı bir hale getirdi. Ardından H. 857 yılı Cemaziyelevvel ayının onuncu günü akıncılarına heyecan ve manevi güç verdikten sonra hücuma geçti. Hücum birlikleri şafakla birlikte surlara tırmanarak direnen Bizans askerlerini öldürdüler. Ve Ayasofya Kilisesine gir­diler. Aynı günün öğle vakitleri Fatih Sultan Mehmed'te şehre gir­di. Devam etmekte olan yağmalama faaliyetlerini engelledi. Aya­sofya kilisesine ulaşarak burada Ezan okunmasını emretti. Ondan sonra da bu kilise camiye çevrildi.
Fatih Sultan Mehmed Hıristiyanlara herhangi bir engelle kar­şılaşmadan ibadetlerim yerine getirmeleri için serbesti tanıdı. Ay­nı zamanda mevcut kiliselerinin yarısını kendilerine terketti. Ve onlara ruhani liderlerini seçme hürriyetini de verdi. İstanbul'da ki kiliselerin yarısını da camiye çevirdi. Fatih Sultan Mehmed Hıris­tiyanlara karşı uyguladığı adalete rağmen Hıristiyan ülkelere kaç­mak isteyen birçok Bizanslı, haince davranışlarda bulunuyorlardı. Fatih daha sonra İstanbul'un bir İslam kenti olduğunu bu şehre İstanbul ismini vererek pekiştirdi.
Fatih elde ettiği bu başarıdan sonra bu kezde Mora toprakları­nı fethetmeyi tasarladı. Bunu anlayan Mora hükümdarı Fatih'e bir heyet göndererek kendisine her yıl on iki bin duka vergi vermeye hazır olduğunu bildirdi.
Sırp Krah'da H. 857'de bin duka miktarında bir yıllık vergi Öde­mek üzere Osmanlı devletiyle bir barış antlaşması yaptı. Ancak er­tesi yıl Fatih, Sırbistan topraklarına girerek Belgrat'ı kuşattı. Ma­carlar bu sırada Sırpları savundular. Dolayısıyla Osmanlılar bura­yı alamadılar. Ancak daha sonra Sadrazam Mahmud Paşa H.861-863 yılları arasında düzenlediği harekatla nihayet Belgrad'ı fethet­ti. Aynı zamanda H. 863'te Mora topraklanda alındı. Mora hüküm­darı ise İtalya'ya kaçtı. Keza, Çanakkale Boğazı'na yakın bulunan Ege adalarımda fethetti. Ve Albanya (Arnavutluk) emiri İskender Bey'le bir barış imzaladı. Fatih sonra gizli bir şekilde Anadolu'ya yönelerek esasen emrindeki beylere bağlı bir yer olan Amastris li­manını aldı. Burada oturan halkın çoğu ticaretle uğraşırlardı. Fatih aynı zamanda Sinop limanına da girdi. Ondan sonra da hiçbir di­renişle karşılaşmadan Trabzon Pontus krallığını işgal etti. Burası vaktiyle Konstantiniyye'ye bağlıydı.
Fatih, Osmanlı vatandaşlarına eziyet yapan Eflak prensini ce­zalandırmak üzere Avrupa'ya geçti. Bunun üzerine Eflak prensi yıllık onbin duka miktarında cizye vergisi ödemek üzere barış iste­ğinde bulundu. Sultan da bunu kabul etti. Ne var ki Eflak prensi zaman kazanmak ve Osmanlılar aleyhinde Macar kralıyla güç ve işbirliği etmek için bu yola baş vurmuştu. Fatih Sultan Mehmed bu niyetini anlayınca işin iç yüzünü öğrenmek üzere ona iki kişilik bir heyet gönderdi. Fakat Eflak prensi Fatih'in bu iki elçisini öldür­dü. Aynı zamanda Osmanlıların egemenliği altında bulunan Bul­gar toprakları üzerine yürüyerek burada halka bir takım kötülük­lerde bulundu. Ve birçoğunu esir alarak birlikte götürdü. Fatih yeniden ona haber yollayarak esirleri serbest bırakması ve vaktiyle yapmış bulunduğu barışa bağlı kalması isteğinde bulundu ise de Eflak prensi bu kez yine Fatih'in elçilerini feci bir şekilde öldürdü. Fatih Sultan Mehmed bu defa bizzat kendisi Eflak prensinin üze­rine yürüdü. Ancak Eflak prensi kaçarak Macar Kralına sığındı. Bunun üzerine Fatih, Eflak topraklarını tamamen Osmanlı ülkesi­ne kattı. Ve Eflak prensinin kardeşini buraya vali tayin etti.
Bir zaman sonra Bosna prensi Osmanlılara artık harç ödeme­meye başlayınca sultan onunda üzerine yürüyerek üstünlüğü elde etti. Ve Bosna topraklarını Osmanlı devletine kattı. Bu sırada Ma­car kralı Bosna halkına (Boşnaklara) destek vermek istediysede yenildi, bu olaydan sonra Boşnakların bir çoğu îslam dinini kabul ettiler.
Fatih Sultan Mehmed bu kezde Mora yarımadasında ve Ege'nin birçok adalarında mülkleri bulunan Venediklilerle yüzyü-ze geldi. Vakıa Venedikliler bazı Osmanlı merkezlerine saldırmış­lardı. Fatih de misilleme olarak üzerlerine yürüyünce Venedikliler yerlerini terkettiler. Arkalarından da Osmanlılar bu arazilere girdi­ler. Bir yıllık bir mütarekeden sonra Venedikliler tekrar kötü tu­tumlarım sergilemeye başladılar. Ve kaybettiklerini yeniden elde etmeyi istediler. Bu nedenle de Osmanlı devletine karşı hareketler düzenlemeye başladılar. Bunun sonucu olarak birçok yerlerim da­ha kaybettiler.
Papa bu sıralarda yeniden bir haçlı savaşı için propagandalara başladı. Bu amaçla, Albanya emiri İskender Bey'i, Osmanlılarla yaptığı antlaşmayı bozmaya ve Avrupalı Krallarla prensleride ona yardım etmeye çağırdı. Fakat çok geçmeden Papa öldü. Bu yüzden de tasarladığı haçlı savaşı gerçekleşmemiş oldu. Fakat İskender Bey Osmanlılarla yapmış olduğu antlaşmayı bozarak onlara karşı savaşlara girişti. İki taraf arasında savaşlar sık sık cereyan ediyor­du. Nihayet İskender Bey H. 870 yılında öldü.
Bu gelişmelerden sonra Fatih Sultan Mehmed bu kezde Ana­dolu'ya yönelerek Karamanlı beyliğine kesin şekilde son verdi. Karamanlı beyliğinin emiri İbrahim bey, ölmek üzereyken yerine oğlu İshak'm geçmesini vasiyet etmişti. Ancak babalarının ölü­münden sonra kardeşler siyasi rekabet içerisine girerek îshak'a karşı mücadeleye giriştiler.
Fatih Sultan Mehmed'te İshak'ın kardeşlerini destekleyerek onu yendi. Ve yerine kardeşlerinden birini geçirdi. Ancak sultan Avrupa'ya dönünce îshak tekrar Konya'yı işgal ederek kendini hü­kümdar ilan etti. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmed Avrupadan dönerek onu yendi. Ve Karamanoğulları beyliğini Osmanlı toprak­larına kattı.
Bir ara Timur'un müttefiklerinden biri olan Uzun Hasan doğu Anadolu'ya saldırarak Tokat'ı işgal etti. Fatih Sultan Mehmed H. 874 yılında Uzun Hasan'ın üzerine bir ordu sevkederek onu hezi­mete uğrattı. Daha sonrada bizzat kendisi bir ordunun başında harekete geçerek Uzun Hasan'ın üzerine yürüdü. Ve onunla birlik­te ordusunun geriye kalmış olan kısmımda mağlub etti.
H. 878 yılında Fatih Sultan Mehmed Boğdan prensi dördüncü İstefan'a karşı savaşa girişmemeye karşılık ondan Cizye ödemesi­ni istedi. Fakat İstefan bu isteği red etti. Bunun üzerine Fatih İste-fan'ın üstüne bir ordu göndererek şiddetli çarpışmalardan sonra onu yenilgiye uğrattı. Fakat bu bölgeyi almayı başaramadı.
Sonra Fatih, Boğdan'a karşı yeniden girişeceği savaşta Kırımlı süvarilerden yararlanmak amacıyla bu ülkeye girdi. Bu sırada Kı­rım yarımadasının kıyıları üzerinde bulunan Cenevizlilere ait ara­zileri de almayı başardı. Fatih'in bu harekatı esnasında Kırım'ın yerlisi olan Tatarlar Osmanlı kuvvetlerine karşı koymadılar. Bilakis Osmanlılara her yıl ödenmek üzere bir vergi üstlendiler. Bunun üzerine Osmanlı savaş gemileri Kırım'dan hareket ederek Danup nehrinin denize döküldüğü mevkiye ulaştılar. Bu sırada Fatih Sul­tan Mehmed Boğdan topraklarına karadan giriyordu.
Boğdan prensi dördüncü İstefan yenilerek savaş alanını ter-ketti. Sultan ise onu pek bilinmeyen bir yoldan izlemeye koyuldu. Bu sebeple îstefan aniden Fatih'in kuvvetleri üzerine atılarak onu yenilgiye uğrattı. H. 881 yılında cereyan eden bu olay üzerine dör­düncü İstefan'ın ismi parlamaya başladı.
Sonra Fatih Sultan Mehmed Venediklilerle barış yaptı. Tran-silvanya seferine çıktığı sırada ise Macar kuvvetlerine yenildi. Fa­kat denizde giriştiği harekatta Yunan topraklarıyla îtalya arasında bulunan adaları ve aynı zamanda H. 885 yılında İtalya yarımada­sının güneyine düşen Otranto şehrini de aldı. Aynı yıl içerisinde Rodos adasını da kuşattığı halde bu adayı fethedemedi.
Kostantiniye şehrinin kuşatılması esnasında Hz. Peygamberin sahabilermden Halid Bin Zeyd Ebu Eyyub El-Ensari'nin mezarı
keşfedildi. Ve yakınında bir mescit inşa edildi. O tarihten sonra da hep Osmanlı sultanları için yapılan törenler bu mescitte düzenle­nir oldu.
Fatih Sultan Mehmed H. 886 yılı Rabiülevvel ayinin dördüncü günü ellibeş yaşlarında iken otuzbir yıllık bir hükümdarlıktan son­ra öldü.[17]

İkinci Beyazıt


İkinci Beyazıt Fatih Sultan Mehmed'in en büyük oğluydu. Ve Amasya bölgesinin hakimi (Genel valisi) bulunuyordu. Fatih'in ayrıca Cem adında ikinci bir oğlu daha vardı. Bu da Karaman böl­gesinin emiriydi. Daha sonra babasının vefatı ardından yerine ge­çecek olan İkinci Beyazıt ile Cem kardeşler, İstanbul'dan uzak bölgelerde bulunuyorlardı. Esasen Sadrazam Karamanî Mehmed Paşa Cem'i babasının yerine oturtmak istiyordu. Bu sebeple baba­sının ölüm haberini ilk defa ona bildirdi. Sadrazam Mehmed Pa-şa'nm amacı, onun daha önce İstanbul'a ulaşmasıydı. Bu suretle devlet idaresini tez elden kapabilirdi. Ne var ki Anadolu beylerbe­yi Sinan Paşa bu oyundan haberdar olarak Sadrazamın gönderdi­ği ulağı henüz Cem'e ulaşıp ona haberi yetiştirmeden yakalayarak öldürdü. Aynı zamanda Yeniçeriler Beyazıt'a meylediyor, onun Osmanlı tahtına geçmesini istiyorlardı. Dolayısıyla Sadrazamın tertiplerini haber alınca ayaklanarak onu öldürdüler. Şehri de yağ­maladılar. Ve İkinci Beyazıt Amasya'dan dönünceye kadar Kor-kut'u babasının yerine naip olarak oturttular.
Emir ikinci Beyazıt İstanbul'a ulaşınca Yeniçeriler onu karşı­ladılar. Ve işlediklerinden dolayı ondan af dilediler. Bununla bera­ber yapmasını şart koştukları bir çok isteklerini de ona bildirmek­te gecikmediler. İkinci Beyazıt'a ondan sonra biat yapıldı. Ve dev­let idaresini böylece üstlenmiş oldu. İkinci Sultan Beyazıt, her ne kadar barışı seviyor ve ilimle uğraşmayı istiyor idiysede ülkenin içinde bulunduğu şartlar onun bu eğilimlerini bir kenara bıraka­rak devleti nispeten sert bir siyasetle yönetmesini gerektirdi. Cem, Fatih Sultan Mehmed'in ölüm haberini alır almaz hemen hareke­te geçerek Bursa üzerine yürüdü. Şehri zorla işgal ederek biraderi Beyazıt'tan ülkeyi iki kısma ayırması teklifinde bulundu. Buna gö­re ülkenin Asya'da ki toprakları Cem'in, Avrupa'daki topraklan ise Beyazıt'ın yönetiminde kalacaktı. İkinci Sultan Beyazıt bu teklifi şiddetle red ederek Cem'in üzerine yürüdü. Ve Bursa'ya girdi. Bu­nun üzerine Cem kaçarak H. 886 yılında Mısır Memluklarına sı­ğındı. Tam bir yıl süre ile Memluk hükümdarı Sultan Kaytabay'ın himayesinde Kahire'de kaldı. Sonra Sultan Kaytabay Halep'e inti­kal ederek eski Karamanoğulları beyliğinin hanedan torunlarıyla haberleşti. Cem Osmanlı devletinin başına geçtiği takdirde Kara-manoğlu beyliğini yeniden ihya ederek yönetimini onlar teslim edeceği vaadinde bulundu. Sonra Kartabey ile Cem, Konya üzeri­ne saldırıya geçtiler. Fakat büyük bir perişanlık içinde yenilgiye uğradılar.
Şehzade Cem,*daha sonra kendisine bir bölgenin yönetimi ve­rilmek üzere kardeşi ikinci Beyazıt ile barışmak için çaba sarfetti ise de Sultan İkinci Beyazıt, kardeşinin bu teklifini kabul etmedi. Çünkü devletin bu suretle bölüneceğini tahmin ediyordu. Sonra Cem Memluklardan ayrılarak bu kez de Rodos adasının ruhani li­derlerine baş vurdu. Rahipler onu sıcak bir ilgiyle karşıladılar. Fa­kat İkinci Sultan Beyazıt onlarla haberleşerek her yıl ödeyeceği bir para mukabilinde kardeşi Şehzade Cem'i alıkoymaları ve belli bir yerde gözetim altında bulundurmaları teklifini sundu. Ayrıca bu teklifi kabul ettikleri takdirde sağ kaldığı müddetçe Rodos'a saldır­mayacağını vadetti. Rahiplerde bu teklifi kabul ettiler. Ve onu Ma­caristan kralına teslim etme isteğini geri çevirdiler. Aynı zamanda Şehzade Cem'i Osmanlı devletine karşı bir silah olarak kullanmak isteyen Almanya İmparatoru'na da onu teslim etmeyi reddettiler. Ne var ki daha sonra Şehzade Cem Önce Fransa'ya ardından da Papa'ya teslim edildi.
Nihayet Şehzade Cem siyasi bir alet olarak elden ele dolaşır­ken H. 900 yılında öldü. Böylece gerek gözetim altındayken gerekse öldüğü sırada sebep olduğu çeşitli siyasi gailelerden ve sıkıntı­lardan kardeşi İkinci Sultan Beyazıt artık kurtulmuş oldu.
Sonra Anadolu'nun güneyi üzerinde siyasi etkinliği ve emelle­ri bulunan Mısır Memluk devletiyle Osmanlı devleti arasında siya­si anlaşmazlıklar baş gösterdi. Ve nihayet iki taraf arasında savaş patlak verdi. Ancak Müslümanlar arasındaki kanlı çatışmaların gelişebileceği endişesiyle nihayet bu savaş, Tunus beyinin aracılı­ğıyla sona erdirildi. Ve iki taraf arasında barış yapıldı. Nitekim Hı­ristiyanlar Müslümanların başına çorap örmek için fırsatlar kollu­yor. Ve aralarında çıkan kavgalardan dolayı son derece sevinç du­yuyorlardı.
Osmanlılar Belgrat'ın fethi için harcadıkları çabalarda büyük başarısızlığa uğradılar. Sonra H. 895 yılında Polonya ile ilişkiler güçlendirildi. Ancak daha sonra aralarına tekrar anlaşmazlık girdi. Çünkü iki taraftan herbiri Boğdan üzerinde egemenlik iddia edi­yordu. Boğdan prensi ise Osmanlı egemenliğini tanıyordu. Ve on­larla birlikte çarpıştılar.
Sonra küçük komşu devletler Osmanlılara yakınlık kazanmaya çalışıyor ve düşmanlarına karşı verecekleri mücadelede Osmanlı devletinin gücünden yararlanmak için onunla işbirliği yapmak is­tiyorlardı. Özellikle İtalya'da ki prenslikler bunu çok daha arzu ediyorlardı. Osmanlı devletiVenediklilere karşı Savaşa girdi. Ve on­ları yendi. Venedikliler bu sıralarda Fransa'dan ve Albanya'dan (yani Arnavutluk'tan) yardım istediler. Aslında bu, iki taraf arasın­da cereyan eden bir haçlı savaşıydı.
H. 886 yılında Rusya güçlenmeye başladı. Moskova dükü üçüncü İvan Moskova'yı Tatarların elinden kurtarmayı başardı. Ondan sonra da yavaş yavaş sınırlarını genişletmeye çalıştı. H. 897 yılında da ilk defa bir Rus elçisi İstanbul'u ziyaret ediyordu. Os­manlı Sultanına bazı değerli hediyelerde taşıyordu. Bu Rus elçisi H. 901 tarihinde İstanbul'a gelerek Rus tüccarları lehinde bir ta­kım imtiyazlar elde etti.
İkinci Sultan Beyazıt sağ kalan üç oğlunu Anadolu vilayetleri­ne vali olarak tayin etmiş bulunuyordu. Bunlardan Korkut, Doğu Anadolu, Ahnıed Amasya, Selim ise Trabzon valisiydi. Aynı za­manda torunu Selim'in oğlu Süleyman'ı da Kırım'da Kefe'ye vali tayin etmişti.
Beyazıt*m bu oğullarından Selim, Cengaver ve hırslı bir Şeh­zadeydi. Avrupa'da ki Osmanlı topraklan üzerinde vali olmak ve buralarda cihat faaliyetlerinde bulunmak istiyordu. Onu bu arzu ve hedeflerinde yeniçeriler ve genellikle bütün askerler destekli­yorlardı. Fakat babası ikinci Sultan Beyazıt onun bu isteğini rede-diyordu. Şu var ki Selim'de Trabzon'a vali olmak istemiyordu. Bir ara Selim Kefe'de Vali bulunan oğlu Süleyman'ın yanma giderek başına buyruk bir ordu kurdu. Ve bu ordunun başında Avrupa top­raklarında ilerlemeye başladı. Bunun üzerine İkinci Sultan Beya­zıt Avrupalılara karşı savaşmakta ısrarlı olan oğlunu tehdit etmeye uğraştı. Fakat İkinci Beyazıt tabiat itibariyle barış sever bir insan olduğu için oğluna karşı almış olduğu sert kararlan geri alarak ni­hayet onu H. 916 yılında Avrupa'da ki bazı bölgelere vali tayin etti. Ne var ki Selim siyasi hırsa kapılarak Edirne üzerine yürüdü. Ve burada hükümdarlığım ilan etti. Bunun üzerine babası karşı bir askeri harekat düzenleyerek onu yenilgiye uğrattı. Ondan sonra ikinci Selim Kırım'a kaçtı. Araya yeniçerilerin girmesiyle sultan onu bağışlayarak tekrar Avrupa'da ki görevinin başına iade etti.
Ne var ki bu kezde yeniçeriler onu başlarına geçirip İstanbul'a yürüdüler. Ve babasından Selim lehinde tahttan vazgeçmesini is­tediler. O da bu isteği kabul ederek H. 918 yılında yönetimin başın­dan çekildi. Ve siyasetten uzak bir hayat geçirmek üzere İstan­bul'dan ayrılırken yolda öldü.
Şeyhzade Korkut'a gelince o İkinci Sultan Beyazı t'in en bü­yük oğluydu. Selim'in zorla idareyi ele geçirmek isteğini görünce o da Saruhan bölgesine giderek babasından izinsiz bu bölgenin idaresini teslim almıştı. Ancak babası ölmeden kısa bir süre önce ona karşıda askeri bir hareket düzenleyerek Korkut'u yenilgiye uğ­ratmıştı.[18]

Osmanlı SaltanatıÜzerine Bazı Açıklamalar


Osmanlı devletinin ilk dönemi ikiyüz otuzbir yıl kadar sür­müştür. Bu müddet iki aşamadan oluşur. Bunların her biri yüz yı­lı geçmiş, aralarına ise fetret devri olarak bilinen ve birinci Beya-zıt'ın çocukları arasındaki taht kavgalarıyla geçen süre girmiştir ki bu süre onbir yılı aşkın bir zamandır.
Bu iki aşamanın herbirinde dörder padişah başa geçmiş, bi­rinci aşama Birinci Beyazıt'la, İkincisi ise İkinci Beyazıt'la son bulmuştur.
îlkinde devleti yöneten dört padişah şunlardır.
1-Osman: H. 687-726
2- Orhan: H. 726-761
3-1. Murat: 761-791
4-1. Beyazıd: H. 791-805
Osman'ın gerçek anlamda padişahlık sıfatını kazanması Ana­dolu Selçuklu devletinin ortadan kalkması üzerine H. 699'da onun bağımsızlığını ilan etmesiyle başlamıştır. Bu tarihten daha önce ise o sadece sıradan bir bey idi.
Saltanat döneminin ikinci aşamasında devletin başına geçen padişahlar şunlardır.
1- Mehmet Çelebi: H. 816-824
2- II. Murad:H. 824-855
3- Fatih Sultan: H. 855-886
4-II. Mehmed Beyazıd: H. 886-918
Bu iki aşama arasında, Timur'a karşı H. 8O5'te giriştiği Ankara Savaşı sırasında öldürülen Yıldırım İkinci Sultan Beyazıt1 in oğul­lan arasında taht kavgaları cereyan etti. Bu siyasi ihtilaflar H. 805-816 yılları arası tam onbir yıl devam etti. Sonunda Çelebi Mehmed devlet yönetimine hakim oldu.
Osmanlı devletinin bu ilk döneminde yönetimin baş hedefi­nin İstanbul'u almak olduğu görülmektedir. Ve öyle anlaşılmakta­dır ki bu konuda mevcut engelleri kaldırabilmek için her şeyden önce Anadolu'da ki beyliklere son vermek ve bu suretle Müslü­manların birliğini sağlamak gerekiyordu. Böylece menfaatlerini ümmetin menfaatlerine tercih eden bir takım şahıslara Bizans'ın artık dayanmak gibi bir fırsat ve imkanı kalmamış olacaktı. Engel­leri ortadan kaldırmak için çabaların harcandığı bu aşama epeyce uzun sürmüş, Osmanlı Saltanatının ilk dönemi boyunca devam etmiştir. Hatta Sultan Selim H. 922'de Ramazan oğulları ve Dulka-dıroğullan beyliklerini ortadan kaldırıncaya kadar da bu gaileler süre bakımından ilk dönemi biraz daha geçmiştir. Saltanatın ikin­ci aşamasındaki hedef ise yine aynı amaçla Avrupa'da genişlemek ve Bizans'ın destek olabileceğini ümit ettiği her engeli ortadan kaldırmaktı. Bu hedef için harcanan çabalarda yine bütünüyle İkinci Sultan Selim dönemine rastlar.
İlk donem Osmanlı Sultanlarının İslam ümmetine bir bütün olarak verdikleri dönemin yeterli olmadığını görüyoruz. Her ne kadar bunlardan cihat düşüncesinin yerleştiğini ve bu düşünceyi taşıdıklarını aynı zamanda haçlılık adı altında Avrupa'nın onlara karşı durduğunu görüyorsak da ilk dönem Osmanlı Sultanlarının bir bütün olarak İslam ümmetine karşı duydukları ilgi azdı.
Avrupa'nın Osmanlılara karşı giriştiği savaşların esas tahrikçi­si Hıristiyanlığı korumayı sözde üstlenmiş olan Papaydı. Papa is­tedikçe Avrupalı krallara ve prenslere Osmanlıların karşısında durmaları için çağrıda bulunuyordu. İlk Osmanlı sultanlarının bü­tün İslam ümmetiyle ilgilenmemelerinin sebebi ise şuydu.
Devletlerinin henüz çok küçük olduğunu, milletlerarası saha­da yada o gün için mevcud olan devletler arasında pek önemli bir ağırlığa sahip bulunmadığını biliyorlardı. Keza, Mısır Memluk devletinin kendilerinden daha güçlü olduğunu da görüyorlardı. Nitekim Memluk devleti, hilafetin de merkezi idi. Ve İslam ümme­tine karşı birinci derecede sorumluluk taşıyordu.
Herşeye rağmen, Osmanlılar Avrupa'ya doğudan baskı yap­makla Endülüs'te ki Müslümanların, altında çiğnendikleri Haçlı zulmünün hafifleyeceğini tahmin ediyorlardı. Halbuki o sıralarda Endülüs Müslümanları öyle kötü bir duruma düşmüşlerdi ki onla­ra ne verecek destek artık bir sonuç verebilir nede gönderilecek bir imdat işe yarayabilirdi. Endülüs Müslümanları hala rahatlık için­de boğulmuş, eğleniyor ve vakitlerini sanatla, köşk ve sarayları süslemekle, parklar bahçeler yapmakla geçiliyorlardı. Aynı za­manda birbirlerine karşı İspanya diktatörlerinden yardım dileni­yorlardı. Endülüs'ün hıristiyan İspanyolların eline düştüğü H. 898 yılı başlarında Osmanlı padişahı bulunan İkinci Sultan Beyazıt barıştan başka bir şey istemiyordu.
Rusya'nın ilk defa siyasi arenada ortaya çıkışı, Osmanlıların ilk dönemleriyle aynı zamana rastlar. Çünkü Ruslar daha önce müs-lüman Tatarların egemenlikleri altında bulunuyorlardı. Şehrini H. 886 yılında yani Fatih Sultan Mehmed'in öldüğü yılda ancak Tatar egemenliğinden ilk defa kurtarabilmiş olan Moskova dükü Üçün­cü İvan'dır. Bu sıralarda İlk Osmanlı Saltanatı dönemi, sonlarına ulaşmış bulunuyordu. İşte Rusların İstanbul'a elçi göndermeye başladıkları dönem budur.
Osmanlılarla onları güneyden ve doğudan kuşatan müslüman ülkeler arasında çok kanlı savaşların cereyan etmediğini görüyo­ruz. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi Osmanlılar üstlendikleri bir göreve yani Avrupa'da ilerlemeye kendilerini adamışlardı. Ya da kendi meseleleriyle uğraşıyorlardı. Bir ara Mısır Memluk devletiyle neredeyse kapışacak oldular. Ancak Tunus bayı araya gi­rerek tarafları yatıştırdı. Ve müslümanların birbirleriyle savaşma­sını önledi.
Ancak şunu da bilmek gerekir ki Osmanlılar İslami cepheyede çok önem veriyorlardı. Onlar yüksek bir İslami duyguya sahip idi­ler. Müslümanlara karşı değil herşeyden önce ehli küfre karşı ciha­da önem veriyorlardı. [19]




[1] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/445-447.
[2] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/447-448.
[3] Beşinci Loannes Palaiologos; babası imparator II. Andronikos H. 742 de öldüğü sırada dokuz yaşında bir çocuktu. Bu nedenle Bizans İmparatorluğu'nun idaresini, akrabalarından İoannes Kantakuzenos vesayetle ele aldı. Kantakuze-nos, çocuk hükümdarı, yaşmın küçüklüğünü fırsat bilerek (damadı olmasına rağ­men) devirmek istiyordu. Fakat imparator Beşinci İoannes Palaiologos, her şeye rağmen H. 793 yılma kadar tam 51 yıl süreyle Bizans tahtında yerini korudu.
[4] Rodoscuk: Kırklareli'nin o devirdeki adıdır (Mütercim
[5] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/449-451.
[6] Martiza, kaynağı Bulgaristanın batısında bulunan küçük bir nehirdir. Edirne'den geçerek Ege'ye dökülür. (Türkiye'de adı Meriç'tir)
[7] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/451-456.
[8] Bugünkü Romanya topraklarının bir bölgesi.
[9] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/456-459.
[10] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/459-461.
[11] Yazar, bu çok kapalı ifadeyle devlet yönetimini, adetâ doğurgan olmayan bir anneye benzetmektedir çünkü siyasi yönetimler, izzet ve ikbal yolunda şan ve şöhret hırsıyla mevki peşinde koşturan insanların birbirleriyle kıyasıya müca­dele ettikleri bir alandır. Bu yarışta rakipler çok kere birbirlerini harcarlar. En hürriyetçi siyasi rejimlerde bile durum böyledir. Dolayısıyla "Devlet kısırdır." sö­zü gerçekten de çok anlamlı ve veciz bir sözdür (Mütercim)
[12] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/462-463.
[13] Simavnah Bedrettin veya Simavna kadısı oğlu Mahmut Bedrettin olarak bilinir. (M.1359-1420) îlginç ve hazmedilmez görüşleriyle, yaşadığı dönemde büyük etkiler uyandırdı. Düşünceleri ve ortaya attığı felsefesi, onun çok zeki, an­cak duygusal ve hırslı bir kişiliğe sahip olduğunu göstermektedir. Cumhuriyet Türkiyesinde Marksistler onun görüşleriyle Marksizm arasında bir paralellik görerek felsefesini yeniden gündeme getirdiler. (Mütercim)
[14] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/465-466.
[15] Yazar şunu anlattığı sanılmaktadır. Müslüman olmayanlar (özellikle hı-ristiyanlar ve yahudüer) müslümanlara verdikleri sözden caymaları yada yalan yere yemin etmeleri halinde kendilerini günahkar saymazlar. (Mütercim)
[16] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/467-473.
[17] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/5-10.
[18] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/11-14.
[19] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/15-18.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı