15 Ocak 2011 Cumartesi

HAT VE TEZHİB, OSNALI'DA SANAT





Hat sanatı, Arap harfleri çevresinde oluşmuş güzel yazı sanatıdır. Bu sanat Arap harflerinin 6. yüzyıl ve 10. yüzyıl arasında geçirdiği bir gelişme döneminden sonra ortaya çıkmıştır. Hat, Arapça çizgi demektir.





Türkler hat sanatıyla Anadolu'ya geldikten sonra ilgilenmeye başladığı tahmin edilmektedir. Bu alanda en parlak dönemlerini de Osmanlılar zamanında yaşadılar. Yakut-ı Mustasımi'nin Anadolu'daki etkisi 13. yüzyıl ortalarından başlayıp 15. yüzyıl ortalarına kadar sürdü. Bu yüzyılda yetişen Şeyh Hamdullah (1429-1520) Yakut-ı Mustasımi'nin koyduğu kurallarda bazı değişiklikler yaparak Arap yazısına daha sıcak, daha yumuşak bir görünüm kazandırdı. Türk hat sanatının kurucusu sayılan Şeyh Hamdullah'ın üslup ve anlayışı 17. yüzyıla kadar sürdü. Hafız Osman Arap yazısına estetik bakımdan en olgun biçimini kazandırdı. Bu tarihten sonra yetişen hattatların hepsi Hafız Osman'ı izlemişlerdir.




Türkler altı tür yazı (aklâm-ı sitte) dışında, İranlılar'ın bulduğu tâlik yazıda da yeni bir üslup yarattılar. Önceleri İran etkisinde olan tâlik yazı 18. yüzyılda Mehmed Esad Yesari ölümü 1798 ile oğlu Yesarizade Mustafa İzzet'in (ölümü 1849) elinde yepyeni bir görünüm kazandı. Türk hat sanatı 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında da parlaklığını sürdürdü,




Hat sanatında Osmanlı sanatçıları çeşitli uslupları denemişlerdir. Bunlardan biri istiftir. Bir sözcüğün harflerinin ya da bir cümlenin hece ve sözcüklerinin güzel bir görünüm oluşturmak amacıyla ve kullanılan yazının çeşidine uygun biçimde yanyana ve üstüste sıralanmasına, istif edilmesine denir. Bir sözcüğün, bir eksenin iki yanına bir ters, bir yüz bakışık olarak yazılmasıyla oluşturulan çeşidine müsenna ya da aynalı yazı adı verilir. 17.yüzyıldan sonra özellikle gelişen bu türün en görkemli örnekleri bugün Bursa Ulucamii'nin duvarlarında bulunmaktadır. Harflerin biçimleriyle oynayarak, çeşitli düzenlerde birleştirip istif ederek yaratılan ve oldukça stilize edilmiş bir tür yazı-resim de hat sanatında önemli yer tutar. Yazıyla oluşturulan böyle resimler arasında en çok sevilen ve rastlanan konular kayık, kuş, aslan, sancak, cami, ibrik, çiçek, insan başı vb.dir. Osmanlı Devleti'nin arması ve padişahın imzası olarak kullanylan tuğra da bir tür istif yazıdır. Oğuz Han'ın yazılı nişanından çıktığı bilinen tuğra, Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları'nca da kullanılmıştır...


Osmanlı padişahları hattatları destekleyip Saray-ı Hümayun`da istihdam ettikleri gibi hat sanatıyla da yakından ilgilenir. Başta Sultan 3. Ahmed ve 2. Mahmud olmak üzere pek çok padişah, imrendirecek tarzda eserler verir.


Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, bugün Türkiye'de bir güzel sanat dalı olarak yenden canlanmış olan yazı çeşitlerinin ve tarzlarının tarih sahnesine çıkışlarına göre kurgulanmıştır: Kûfî, aklâm-ı sitte (muhakkak, reyhâni, sülüs, nesih, tevkî, rıkâ) , celi aklâm-ı sitte, siyâkat, nesta'lîk, dîvânî, celî dîvânî ve rık'a.
Ferman


Ferman, kelime itibariyle emir, irade, buyruk anlamlarını taşır, islamiyeti kabul ettikten sonra ilhanlılar tarafından kullanılan bu kelime, Osmanlılar'a da onlardan geçmiştir. Kısaca ferman; herhangi bir konuda Sultan'ın "Alamet-i Şerif" denilen tuğralı emri demektir. Üzerinde padişahın kendi el yazisi ile bir ibare de bulunan fermanlara "Ferman-i Hümayun" denir.
Osmanlilar'da divani hat ile yazilmasi gelenek olan fermanlar kisaca su sirayla kaleme alinirlardi:










En üst kisma davet, ki bir dua metninden oluşur. Bunun altinda tugra kismi, onun altinda ise esas metin kismi bulunur. Bu kisim ferman gönderilen kisinin isim ve sifatlarini tasiyan övgü sözleri, konuya giris cümlesi, fermanin çikarilma sebebi, padisahin yapilmasi istenen seyi emrettiginin ifadesi, isin açiklanmasi, ihtar ve israr sözleri, son satirda ise tarih bölümlerinden olusur.


Tuğralar



TUĞRA HAKKINDA


Tuğra Osmanlı sultanlarının gözalıcı kaligrafik nişan veya arması, bir çeşit imzasıdır. Sultanın ve babasının adını ve çoğunda el muzaffer daima dua ibaresini içerir. Örneğin Kanuni Sultan Süleymanın tuğrasında Süleyman şah bin Selim şah han el-muzaffer daima yazmaktadır. bin oğlu demektir. Tuğra bizatihi sultan tarafından yazılmayıp nişancı veya tuğrakeş veya tuğranüvis denilen görevlilerce yazılırdı. Sultanın mühürlerine de kazılmıştır. En eski Osmanlı tuğrası ikinci Osmanlı sultanı Orhan Gaziye aittir. Birinci sultan Osman Gaziye ait bir tuğraya günümüze dek hiçbir yerde rastlanmamıştır. Bu nedenle 36 Osmanlı padişahı ama 35 Osmanlı padişah tuğrası vardır. Tuğralar, Osmanlı devletinin kuruluşundan yıkılmasına kadar çok çeşitli yerlerde kullanılmış, hat sanatında bir kol olmuş ve resmi görevini tamamladıktan sonra tarihe mal olmuştur (1). Halen hat sanatını icra edenlerce sanatsal amaçlı olarak yaşatılmaktadır.




 
Sultan 3. Selimin tuğrası


Fatih sultan Memetin Tuğrası


Yıldırım Beyazıdın Tuğrası







Tezhip Süsleme sanatı/Altının uyanışı



Arapça tezhip; "altınlamak", "yaldızlama", "bezeme", yazma kitapların sayfalarına, hat levhalarına, murakkalara, hatta tuğraların üst taraflarına altın tozu ve boya ile yapılan her türlü bezeme. Sözcük yalnız altınla yapılanın dışında, toprak boyalarla yapılan bezemeler için de kullanılır. Yalnız altınla yapılan tezhibe "halkari" denir. Tezhip yapan sanatçıya "müzehhib" tezhiplenmiş yapıta da "müzehheb" adı verilir.



Padişahlara, vezirlere, devlet büyüklerine, tanınmış kişilere sunulan ya da özel kitaplar için hazırlanan her çeşit yazma kitap, özellikle şiir kitaplarını tezhiplemek eski bir uygulamadır. Ama tezhip en çok Kuran-ı Kerim'lerin ilk ve son sayfalarında, surelerin baş taraflarında kullanılmıştır. Bazen tezhiplenmiş başka kitaplarda satır aralarına, sayfa kenarlarıyla köşelerine, şiir kitaplarında mısra ya da beyit aralarına da tezhip yapılır. Kuran-ı Kerim'de ayetleri ayırmak için nokta yerine geçen küçük yıldız ve çiçek biçimindeki örgeler de tezhiple yapılır. Bunların geometrik biçimli olanları mücevher nokta, altı köşelileri şeşhane nokta, beş yaprağı andıran beş köşelileri pençberg, üç köşelileri de seberg adıyla anılır. Kuran-ı Kerim okunurken durulacak ya da secde edilecek ayetleri belirtmek için, ayet hizalarına konan gül biçimli süs de tezhibin ana örgelerindendir. Bunun da vakıf, secde, hizib, aşir, sure ve cüz gülü gibi çeşitleri vardır.




Tezhibin en önemli malzemesi boya ve altındır. Eskiden pastel rengin çoğunlukta olduğu toprak boyalar kullanılırdı. Bugün genellikle hazır boyalardan yararlanılmaktadır. Altın boya ise, altın varak su içinde ezilerek ve jelatinle karıştırılarak hazırlanır. Uygulanacak desen tezhibin yapılacağı kağıdın üstüne silkme yoluyla aktarılır. Simetrik desenler, her kez dörtte biri olmak üzere dört defada kağıda geçirilip tezhip edilir.



Serbest desenlerin ise tümü bir defada işlenir. Boyama ve altınla bezeme işlemi bittikten sonra altınla yerler istenirse zer mühreyle parlatılır. Böyle tezhiplere pesend (beğenilmiş), desenin altının yanında boyayla da yapıldığı tezhiplere de boyalı halkar adı verilir. Altınlamanın bir çeşiti de zerefşan (altın serpme) adını taşır. Bu tür tezhipte altına batırılmış fırça elek teline sürtülerek altın zeminin üstüne püskürtülür.



Tezhip sanatında kullanılan motifler

Tezhibin ana teması desendir. Deseni de oluşturan motiflerdir. Motiflerin zenginliği ve çeşitliliği dekoratif sanatlarımızın yüzyıllar boyunca ileri bir düzeye ulaşmasını sağlamıştır.

RUMİ : Sözlük anlamı Anadolu demektir. 11. yy. da Selçuklu Türkleri tarafından kullanılarak süsleme sanatına sokulan ruminin tavşan, balık, kurt, kuş gibi hayvan motiflerinden stilize edilerek yaratılmış olduğu görülür. Rumi'lerin sade, çift, üç kanat, rumi içinde rumi süllüs kıvrımlı gibi çeşitleri görülür.

HATA : Kaynağı belli olmayacak kadar stilize edilmiş çiçek ve yapraklardan oluşan desene denir. Doğada var olan stilize edilmiş çiçeklerin büyük küçük, alttan üstten yandan çeşitli kesitlerdir.

BERK : (Yaprak) Daha az stirilize edilmiş olup yaprak sayısına göre değişik isimler almaktadır. Üç yapraklı olana "seberek", beş yapraklı olana" pençberk", çok dilimli olarak birbirine sarılmış olanlarına "sadberk" denir.
BORDÜRLER ve GEÇMELER : Zincirleme halkaların birbiri içinden geçerek devamı ile oluşan bir süsleme çeşididir. Eski adı zencerek olarak bilinen bu desenin çok değişik çeşitleri olduğu gibi geniş bir uygulama alanı da vardır. Bordür kenarsuyu pervaz ve ulama gibi isimlerle de tanımlanır.





MUNHANİ :El yazması kitap süslemelerde 11. yy ile 15. yy arasında çok sık kullanılan bir desen çeşididir. Birbirine yapışık kümeler halinde olup kendine özgü bir renklendirme özelliğine sahiptir.

BULUTLAR : Bulut motifi, yığıntı halinde olduğu gibi tek olarak büyük veya küçük görüntüler şeklinde de çizilmiştir. Bunların ince uzun ve kavisli olarak çizilenlerine stilize edilmiş ejderha motifi de denilmektedir.

GEOMETRİK MOTİFLER : Türk süsleme sanatında önemli bir yer tutar. Özellikler Selçuklu döneminde geometrik süsleme çok yaygındır. Kare, dikdörtgen, üçgen, daire poligon, baklava ve yıldız gibi geometrik formların birleşmesiyle oluşan ve evrenin sonsuzluğunu simgeleyen motifler olarak kullanılmıştır.

NATÜRALİST BİTKİ MOTİFLERİ :16 yy. ilk yarısından başlayarak 17 yy. sonlarına kadar çok kullanılmış ve olgun bir sanat anlayışını gösterir. Lale, gül, karanfil, sümbül, menekşe, nergis, haseki, küpesi gibi çiçekler, bahar dalları, selvi ağacı, asma yaprakları gibi bitkiler yeni bir üslup yaratmıştır.

ŞUKUFE TARZI : 18. yy. Osmanlı İmparatorluğu Batıya açılmasıyla süsleme sanatlarında da Barok-Rokoko-Ampir üslupları Türk süsleme sanatını etkilemiş "Türk Rokokosu" adını verilen yeni bir sanatın vazodan, sepetten fışkırmış şekilde fiyonklarla bağlanarak doğaya yakın bir anlayışla şekillendirilmiştir.

ROZETLER : Daire şeklinde olan bu motiflerin bazı sembolik anlamları da vardır.

ŞEMSELER : Farsça güneş kelimesinden gelen oval formlardan oluşan bu motiflerin çok değişik şekilleri cild kapaklarında kullanılmıştır.

KÖŞELİKLER: Sayfaların köşelerinde ya da dikdörtgen şeklinde bezenmiş yüzeylerin köşelerindeki üçgen formlara denir.

ALINLIK : Bezemenin yapıldığı sayfanın üst ve orta kısmında yer alan bölüme denir.

PANOLAR : Belirli formlar içinde bezenmiş kısımların bir bütün içinde oluşturduğu kompozisyonun parçalarına denir.

Hilye

Hilye, süs ve güzellikler demektir. Hilyei saadet, hilyei şerif kavramları Peygamber'in görünüşünü, hal ve hareketlerini, ahlakını anlatır. Bir adı da Şemail'dir.



Hilyelerin kaynağı hadislerdir. İlk hilye yazarı Tirmizi'başka yazanlarda olmuşutr dir. Şemaili Nebi'yi yazmıştır. Hadis kitaplarında ve siyer kitaplarında hilye bölümleri bulunmaktadır. Osmanlılarda hilyei saadet denilen levhaların yazılması ve asılması gelenekleşmişti.



Çok önemli bir not :
Tezhip ile Minyaturu karıstırmamak gerekir. Minyatür daha cok tasvire dayanir.Bitki, hayvan, insan ve/veya mekan tasvirleri icerir. Minyaturler yapildiklari donemin sanat anlayisi ile paralel olarak, genellikle iki boyutlu tasvirlerdir. Tezhip ise basit bir anlatimla cogunlukla stilize edilmis bitki formlari ya da desenlerden olusan kimi zaman simetrik tasarimlardir



Tezhip sanatının yazma kitaplardan sonra en çok kullanıldığı alan, hüsn-i hat levha ve albümleridir.

Cumhuriyet dönemi tezhip sanatı, bir iki istisna dışında daha çok levha tezhipçiliği şeklinde gelişmiş, birçok kıtalar, hilyeler ve celi yazılar ile yazılan kompozisyonlar tezhiplenmiştir. Yazılar etrafına silme tezhipten çok halkâr tarzı uygulanmıştır ve halen bu tarzda devam etmektedir. Cumhuriyet döneminin en ünlü tezhip ustaları Muhsin Demironat (1907-1983) ve Rikkat Kunt'dur (1903-1986).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı