Cihadün Fi Sebilillah (Allah Yolunda Cîhad)
Allah yolunda cihad, sahâbe-i kirâm'm vazgeçilmeziydi. İslâm garib olarak geldi. Ama çok kısa bir zaman zarfında beşeriyet alemi içinde yayıldı, devlet olup uygulama imkânına kavuştu. İslam'ın hakikatten mahrum topluluklara ulaştırılması ve hakikatsiz kalmış topluluklar arasında sür'atle yayılmasının temel sebeblerinden biri de, Ashâb-ı Kirâm'm dini mübini İslâm'ı yaymak ve hayata âmir kılmak için her türlü fedakârlığı göze almalarıydı. Sahabeler; Allah Rasûlü'nün has talebeleri, İslâm ordusunun asil askerleri, Allah'ın kullarına Hakk'ın nazarıyla bakan, gönülleri merhamet, şefkat, hizmet, doğruluk, istiğna ve diğergamlık gibi risâlet nurlarîarıyla dolu takvayı azık edinmiş cihad ehli kimselerdir.
Sahabeler iman içinde bir hayat yaşayarak sahip oldukları Rabbanî değerler uğrunda fedakârlığın her türünü üstlenmiş, cihad-ı ekberi de ciahd-ı asgari da gereği gibi hakkıyla yerine getirme şevki ve gayreti içinde olmuş ve kendilerinden sonraki müslüman nesillere hareketli ve bereketli örnekler miras bırakmış fedailerdir. Onlar için hayat iman ve cihad ile anlam kazanıyordu. Nitekim sahabe neslinden Hz. Hüseyin (R.a.) şöyle diyor: "Hayat; iman ve cihaddır." Sahabe neslinin indinde "iman için cihad, cihad için iman" asla vazgeçilmez öncelikli bir müşterektir. Sahabe neslinin cihad anlayışı kendi nevi şahsına münhasırdır. Sahabe neslinin cihadı, İslâm imanını hayata dönüştürme eylemi idi. Dolayısıyla imanı hayata dönüştürürken önüne çıkan engelleri acımadan bertaraf etmek, insanla İslâm arasındaki engelleri kaldırmak, insanlığı İslâm ile barıştırmak için her türlü cehdü gayreti göstermek, sahabe için cihad cümlesindendi.
Ashâb-ı Kiram için; "Gecelen zahid, gündüzleri mücahidi" tabirini kullanır. Bu tabirin kullanılması, sahabe neslinin kendi özgü meziyetlerinden ileri gelmiştir. Sahabe neslinin kendisine özgü meziyetlerinden birisi de, RasûlüIIah (sav)'in emrinde veya emriyle cihad yapmalarıydı. Rasûlüllah (sav)'in emrinde onunla ile birlikte cihad etmiş olmak, sonraki müslüman nesillerin sahip olamadıkları farklı bir bahtiyarlıktır. Bakınız tâbiun neslinden Süfyan b. Uyeyne (Rh.a.), Abdullah b. Mübarek hakkındaki görüşünü beyan ederken şunları söylüyor: Sah âb elerin durumlarını ve Abdullah İbn-i Mübarek'in durumunu inceledim. Nebi (sav) ile sohbette bulunmuş onun maiyetinde/emrinde cihad etmiş olmaları dışında Abdullah'dan daha üstün bir yönlerini göremedim. [154]
Sahabelerin cihadı, Allah yolunda olmakla mukayyeddi. Allah yolunda cihad; mü'min insanın hayatı imana adaması ve bu adayışmı kalbiyle, eliyle, diliyle, servetiyle fiilen ispatîamasıdır. Sahabeler bunu yapmışlardır. Sahâbe'de cihad, başlı başına bir yaşam tarzıdır. Sahabeler cihad'ı terketmeyi, kendi eliyle kendisini tehlikenin içine atmak olarak biliyordu. [155]
Sahabe nesli, Allah yolunda rızkını kılıçların gölgesinde arayan bir nesildir. İmam Muhammed (Rh.a.) "Siyer-i Kebir" adlı eserinde Rasûlüllah (sav)'in şu hadisini kaydediyor: Rasûlüllah (sav) buyuruyor:
“Allahû Teâla, kıyametin kopmasına yakın bir zamanda beni kılıçla gönderdi. Rızkımı da mızrağımın altında yahut mızrağımın gölgesinde (ravinin şüphesidir) kıldı. Bana muhalefet edene de zillet ve küçüklük verdi. Her kim kendisini bir kavme benzetirse o onlardandır."
"Beni kılıçla gönderdi" sözünden maksad, beni Allah yolunda cihad etmek üzere gönderdi, demektir. Rasûlüllah (sav)'in Tevrat'taki vasfı şöyledir:
“Düşmana karşı savaşla mamur bir Peygamberdir. Cesaretin şiddetinden gözleri kırmızıdır." Ümmetinin vasfı ise şöyledir:
"Kitapları kalblerinde saklı ve kılıçları omuzlarındadır.” [156]
Sahabe nesli, mücahidliği Kur'an ayetleriyle tescil edilmiş bir nesildir. Onlar, Rasûlüllah (sav) ile birlikte onun emrinde cihad ederek mücahid oldular. Allahû Teâla buyuruyor:
“Allah'a iman edin ve Rasûlü ile birlikte cihada gidin." diye bir sûre indirildiği zaman, içlerinden mal mülk sahibi olanlar senden izin istediler ve "bırak bizi oturanlarla beraber oturalım" dediler.” [157]
“Onlar, oturanlarla beraber oturmaktan hoşlandılar. Kalblerine mühür vuruldu. Bundan dolayı onlar anlayışsızdırlar.” [158]
“Fakat Peygamber ve onunla beraber olan müminler mallarıyla; canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır. Murada erenler de İşte onlardır.” [159]
“Allah onlara, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İçlerinde ebedi kalacaklardır. İşte o büyük kurtuluş budur.” [160]
Ashâb-ı Kiram, cihadsız cenneti düşünmeyen bir nesildir. Sahabeler, cihadlarıyla cenneti hakeden cennetliklerdir. Onların cihadı, fitneden eser kalmayıncaya ve din de (hayat sistemi de) bütünüyle Allah'ın hükmüne ve hakimiyetine has kilınmcaya kadar devam eden bir cihaddır. Allah yolunda cihadın kıyamete kadar devam eden bir ibadet olgunu kabul etmek, Ashâb-ı Kirâm'ı izlemenin değişmez asgari şartîarındandır.
Kendilerini mevsimlik cihad anlayışlarına kaptıranlar, sahabenin izinde yürümeyenlerdir. Dolayısıyla cihadsız bir nesil, Ashâb-ı Kirâm'ın yolunda sayılmaz. Allah yolunda cihad, sahabenin hayat tarzıdır. Sahabe, hayatını ve servetini cennet karşılığında Allahû Teâla'ya satan kârlı nesildir.
Sahabeler dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, Allah yolunda cihad onların asla ve kafa vazgeçemedikleri öncelikli müştereklerindendi. Onlar, mazeretsiz terk-i cihadı, nifak alâmeti kabul ediyorlardı. Nitekim Sahabe neslinden Hz. Ebu Bekir (R.a.) der ki: "Cihadı terkeden , zillete düşer." Cihad öyle bir ibadettir ki; ihyası izzetin garantisi, terki ise zilletin davetiyesidir. Cihadsız gün geçirenler, zelil olmaya mahkûmdurlar. Kısacası; Ashâb-ı Kirâm'm yolunda gitmek ve onların kıvam .göstergelerinden hayatımıza izler taşımak izzet, bunu ihmal etmek ise zillettir. Sahabe keyfî, küfrî ve cebrî güçlere boyun eğmemiştir. Aksine sahabe nesli, keyfî, küfrî ve cebrî kadroların iktidarlarını, düzenlerini ortadan kaldırmak için adeta cihadı nimet bilmiştir. Onlar Allah yolunda şehid olmayı hayattan daha çok sevmişlerdir.
Yukarıda mahiyeti izah edilen Ashâb-ı Kirâm'ın kıvam göstergeleri, hangi çağda ve mekânda olursa olsun, İslâm adına ve müslümanları temsilen oluşturulan tüm oluşumlarının vazgeçilmezleri sayılırlar. Çalışma programlarında Ashâb-ı Kirâm'ın kıvam göstergelerine yer vermeyen oluşumlar, Rasûlüllah (sav) ve O'nun sahabelerinin üzerinde bulundukları yolun üzerinde sayılmazlar. Yani sahabelerin hassasiyetlerini hassasiyet edinmeyenler, sahabenin yolunda sayılmazlar.
Netice olarak Ashâb-ı Kirâm'ın kıvam göstergeleri, bir kurtuluş neslinin cennetlik belgeleridir. Onları hayata taşımak, yeniden Asr-ı Saadeti oluşturma imkânına kavuşmaktır. Yeni Asr-ı Saadetler oluşturmak isteyenler, Ashâb-ı Kirâm'in kıvam göstergelerini gündemlerine taşımak mecburiyetindedirler. Bunun da yolu sahabelerin hayatlarını inceleyerek, onların fıkıhlarını anlamak ve onların İslâm'ı yaşadıkları gibi yaşamaktır.
Hayat muallimi olarak Rasûlüllah (sav)'ın örnekliğinde ve önderliğinde İslâm'ı anlamak ve yaşamak, herkese nasib olmayan Rabbani bir nimettir. Bu nimete sadece sahabe nesli nail olmuştur.
Sahabe nesli, Allahû Teâlâ ve Rasûlünün tezkiye ve ta'diline mazhar olduğu için, İslâm dinini anlamada ve yaşamada ölçü kabul edilmiştir.
Fıkhu's sahabe denildiğinde iki şey aklımıza gelmelidir: Birincisi sahabeleri oldukları gibi tanımaktır. İkincisi ise sahabelerin İslâm'ı anlamaları ve yaşamalarıdır. Sahabenin İslam'ı anlaması yani fıkhı özeldir. Çünkü saâbenin kavli ve fiili dinde delil kabul edilmiş ve onlardan sonra gelen müslüman nesiller için bağlayıcı olmuştur. Bunun için tarih boyunca her iki boyutuyla fıkhu's sahabe hep İslâm ümmetinin gündeminde olmuştur.
Akide ve iman dünyasında ortaya çıkmış olan, tarihin haber verdiği şerefli bir topluluğun haberleri ne uydurulmuş bir olaylar manzumesidir, ne de olur olmaz söylenmiş sözlerdir.
Bütün bir tarih, güvenilirlikte, doğrulukta ve hakikati araştırmada İslâm tarihi ve kahramanlarının şahid olduğu böylesi bir zaman dilimine şahid olmamıştır. Çünkü bu devrin öğrenilmesi ve araştırılması uğrunda harikulade beşerî bir gayret ortaya konulmuştur. Yüce İslâm alimleri, İslâm'ın ilk asrında küçük bir fısıltı ve kıpırdanmayı dahi ihmal etmeksizin araştırma laboratuarına getirmişler, tenkit süzgecinden geçirmişlerdir.
Allah Rasûlünün eşsiz sahabesinin şerefli tabloları, her ne kadar efsane gibi görense de efsane değildir. Bilakis bunlar, o yüce kimselerin şahsiyet ve hayatlarında şekil bulmuş hakikatlerdir. Ve onlar zirveleşenlerdir, ışık saçanlardır. Yazarların ve vasfedenlerin istedikleri kadar değil, bizzat o hakikatlerinin sahiplerinin, enginlik ve kemal yolunda olağan üstü gayret sarfedenierin istedikleri kadardır. Şu nokta önemlidir ki; tarih, adalet ve kemalin gerçekleşmesi için azm ve niyetlerini pekiştirmiş ve bu uğurda hayatlarını ortaya koymuş, sınırsız cesaret ve kahramanlık örneği göstermiş, Allah Rasûlü'nün etrafında, öbeklenen insanlar gibi başka bir topluluğa şahit olmamıştır.
Sahabeler, tam beklendikleri zamanda ve söz verildikleri günde geldiler... Onlar, Peygamberleriyle (sav) beraber, müjdeleyici ve kulluk edici olarak geldiler. Hayat, kölelik zincirini kıracak, insanlığı şu anda ve geleceğinde hür kılacak kahramanlar beklerken, onlar, peygamberlerinin (sav) arkasından, devrimci ve hürriyetçi olarak geldiler. Ve hayat, insanlık medeniyeti için yeni ve sağlam doğuşlar ortaya koyacak insanları beklerken, onlar, öncüler ve uzak görüşlü olarak geldiler. Bunlar, kısa bir zamanda bu kadar şeyi nasıl sığdırabilirlerdi? Koca bir imparatorluğu köhne bir âlemin başına geçirip, onları atılmış birikinti haline nasıl getirebilirlerdi. Bütün bunların ötesinde, bütün bir insanlığı, tevhid ışığı ile aydınlatacak ve onu ebediyete kadar muhafaza edecek böyle bir oluşumu ışık hızıyla gerçekleştirmeye nasıl güç yetirebilirlerdi?
Hiç şüphesiz bütün bu gerçekleşenler bu mucizeleri, büyük mucize Kur'an-ı Kerim'in nüzulünün, Rasûl-ü Emin'in tebliğinin ve ümmetinin, nurlu yola baş koymasının yansımalarından başka bir şey değildir.
Sahabe nesli, öncelikli olarak Kur'an'dan, sünnetten Allahû Teâla'ya olan kulluğunu kemale erdirmek için hükümler istinbat etmiştir. Bakınız Abdullah İbn-i Abbas (R.a.) şöyle diyor: "Hanımımın benim için süslendiği gibi, ben de onun için süslenmek istiyorum. Zira Allahû Teâla "Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç adet süresi beklerler ve Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri, kendilerine helâl olmaz. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa gizlemezler. Kocaları da, barışmak istedikleri takdirde o süre içersinde onları geri almaya daha layıktırlar. O kadınların, üzerlerindeki meşru hak gibi, kendilerinin de haklan vardır. Yalnız erkekler için, onların üzerinde bir derece vardır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir."
Kitap ve sünnete göre düşünmek suretiyle kitap ve sünnet bağlısı olarak yaşamak, sdahâbe gidişatını takib etmekle mümkündür. Şunu kabul etmek gerekir ki Hz. Peygamber (sav)'in ilk işi; İslâm'ın şahıslarında canlandığı bireyler sahabeler de bu kıvamı temsil eden ilk müslüman nesildir.
"Sizin en hayırlılarınız, görüldükleri zaman Aziz ve Celil olan Allah'ın hatırlandığı kimselerdir.” [161] hadisi, hem bu gayeyi hem de sahabe neslinin genel niteliğini tespit ve tescil etmektedir. Unutulmamalıdır ki: Sahabeler, Kitap ve Sünnet ehlidir. Sahabelerin yolunu izlemek, Kitap ve Sünnet'e uymak anlamına gelir. Sahabeler, Rasûlüllah (sav)'in sünnetine tabi idiler. Sünnet'e ittiba eden Kur'an'a tabi olmuş demektir. Sahabeler bu konuda en önde gelenlerdir. Rasûlüllah (sav) sahabelere Kur'an'm lafzını getirip bildirdiği gibi, manasını açıklamıştır, "insanlara ne indirildiğini açıklayasın diye.” [162] ayetinin öncelikle sahabeleri kapsadığı açıktır. Dolayısıyla sahabe fıkhı; Allahû Teâla 'nın ayetlerinden, Rasûlüllah (sav) 'in sahih sünnetinden isabetli hükümler çıkarmak ve ihtilaflı konuların çözümüne ulaşabilmek için anlamı açık olan muhkem ayetlerden hareket etmek, sahih hadislerin beyanlarını dikkate almak, nassları bütünlük içinde anlamaya çalışmak, nakli ve aklî bir zaruret bulunmadıkça nassların zahirine bağlı kalıp akit nakle tabi kılmaktır.
Sahabeler, vahyin fikir işçiliğini yapmışlardır. Kur'an'dan hüküm istinbat ederken kendi nefislerine pay çıkarmayı devre dışı bırakmamışlardır. Bakınız Allahû Teâla şöyle buyuruyor:
"Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yansında ve üçte birinde kalktığını, seninle beraber bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Gece ve gündüzü Allah takdir eder. O, sizin onu sayamayacağınızı bildi de sizi affetti. Bundan böyle Kur'ân'dan size ne kolay gelirse okuyun. Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah'ın îütfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan daha başka insanlar olacağını bilmiştir. Onun için Kur'an'dan kolayınıza geldiği kadar okuyun, namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a güzel bir borç verin. [163] Kendiniz için gön derdiğiniz her iyiliği, Allah katında daha hayırlı ve sevapça daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan bağış dileyin. Kuşkusuz Allah bağışlayandır, merhamet edendir.” [164]
Burada Allah'ın lütfün dan kazanç elde etmek ve ticaret yapmak için yolculuğa çıkanlarla, Allah yolunda çarpışacak mücahitlerin yanyana zikredilmiş olmalarında bunların ikisinin de mükâfatta birbirlerine yakın olduklarına işaret vardır. Beyhaki "Şuab-ı İman" da ve daha başkaları Hz. Ömer (R.a)'in: "Bana ölümün geleceği haller içinde Allah yolunda cihattan sonra en sevgili hâl, ben bir dağın iki bölüntüsü arasında Allah'ın lütfundan bir şey aradfğım sırada ölümün bana gelmesidir." dediğini ve bu âyetini okuduğunu rivayet etmişlerdir. [165] Dikkat edilirse, sahabe önce kendi nefsi için ayet-i kerime'den ders ve vazife çıkarıyor. Sahabenin fıkhında Allah yolunda ve Allah'ın hükmüne bağlı kalan tüccarla, mücahid eşdeğerdi. Şunu bilelim ki; sahabeler fikıhleri gereği ticaretleri cihad, cihadları ticaret olan bir nesildi. Allah yolunda ticareti cihada dönüştürmek ve cihad atmosferinde tutmak, sahabenin fıkhına ittiba etmenin gereğindendir.
Abdullah b. Ömr (bir rivayette Abdullah b. Abbas) "İnsanın kıldığı namaz, bazen başına belâ olur" diyor. Bu nasıl şeydir. Allah rızası için kılman bir ibadet nasıl belâ olur? diyorlar. Abdullah (R.a.) da şöyle cevap veriyor: İnsan namaz kılar ve hayatı boyunca bu namazına devam eder, fakat bu namazı kendisini münkerden/kötülükten ve fahşadan nehyetmez/alıkoymaz. Bayatı boyunca -Ben namaz kılıyorum- zanneder fakat hayatın sonunda iş muhasebeye ve muhakemeye geldiğinde, esas kriter ve ölçü ortaya konulduğunda kıldığı namazların Allah'ın istediği ve Peygamberin öğrettiği namaz olmadığı ortaya çıkınca, bu namazlar bu adamın başına belâ olur, çünkü kendisini aldatmıştır" diyor. [166]
Sahabe fıkhı, her konuda vahyi öne çıkarma fıkhıdır. Kur'an ayetini tanımamak, bilmemek sahabeleri mahzun ederdi. Yani hüzünlü hale getirirdi. [167] Sahabelerin gündemini Kur'an ayetleri oluşturuyordu. Onların bütün çaba ve gayretleri, Allah'ın kitabını Allah'ın muradına göre öğrenmek ve uygulamaktı. Bakınız Abdullah b. Mesud (R.a.) şöyle diyor: "Allah'ın kitabını benden daha iyi bilen birinin olduğunu bilseydim, bineklerin ulaşabildiği yere kadar gider, ondan istifade ederdim.” [168]
Sahabelerin hepsinin seviyesi bir değildi. Onların Kur'an-ı Kerim'i anlama hususunda seviyeleri farklı farklı idi. Bakınız Tabiun neslinden Mesruk (Rh.a.) şöyle diyor: "Kur'an-i Kerim'i fıkhetme/anlama, kavrama hususunda sahâbelrin kimi bir kişiyi, kimi iki kişiyi, kimi on kişiyi, kimi yüz kişiyi, kimi de tüm insanlığı sulayıp doyuracak düzeyde bir anlayış sahibi idiler. [169] Dikkat edilirse, sahabeler, İslâm ümmetinin fıkıh muallimleridir. Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın muradına göre anlaşılmasında Kur'an'm ilk nesli olan sahabenin Kur'an fıkhı, İslam ümmetini bağlar.”
Kitap ve sünnet bağlısı yaşamanın örnekleri olan sahabelerin fıkhını hor ve hakir görme hakkına hiçbir müslüman sahip değildir. Kim ne derse desin, Allahû Teâla'nın kendilerinden razı olduğu, kendilerinin de Allahû Teâla'dan razı oldukları bizzat Kur'an tarafından haber verilen bir neslin fıkhı, Allahû Teâla'ya kulluk eden herkesi bağlar.
Kaynaklar
[154] Siyeru A'lâmi'n Nübelâ/Zehebî, C:8, Sh: 390
[155] Tirmizî, Tefsir: 3.
[156] Sieyr-i Kebir/İmam Muhammed/Şerh: Serahsi, Ter: M. Said Şimşek, C:l, Sh: 38, İst/1980
[157] Tevbe: 9/ 86.
[158] Tevbe: 9/ 87.
[159] Tevbe: 9/88.
[160] Tevbe: 9/89.
[161] Sünen-i İbn-i Mace, Zühd: 4
[162] Nahl: 16/44
[163] Hayırlı işlere mal sarfedin
[164] Müzemmil: 73/20
[165] Hak Dini Kur'an Dili/M. Hamdi Yazır, C:8, Sh:5444, İst/1971
[166] Vahiy Kültürü/Ruhi Özcan, Sh:95, İ-t/1996
[167] İbn-i Kesir, Tefsiru'l Kur'ani'l Azim, C:3, Sh: 414; Allame Alûsî, Ruhu'l Meani, C:l, Sh: 5
[168] Kurtubî, el- Camiu Li Ahkâmi'l Kur'an, C:l, Sh:35; Zerkeşi, el- Burhan Fi Kur'an, C:2, Sh;157, Beyrut/1972
[169] Zehebi, et- Tefsir ve'l Müfessirun, C:l, Sh-38 Kahşre/1989.