13 Aralık 2010 Pazartesi

A'RAF SURESİ'NİN 1-10 AYETLERİ TEFSİRİ ve DETAYLARI



A'RAF SURESİ'NİN  1-10 AYETLERİ  TEFSİRİ ve DETAYLARI



Sınıfı: Mekki
İsmin Anlamı: İslam inancına göre Cennet ve Cehennem arasında olduğuna inanılan dağ

Sure numarası: 7
Ayet Sayısı: 206
Kelime Sayısı: 3344
Harf Sayısı: 14071


1- المص “Elif, lâm, mîm, sâd.”

Huruf-u mukattaa ile ilgili daha önce açıklama yapılmıştı.[1]



2- كِتَابٌ أُنزِلَ إِلَيْكَ “O, sana indirilen bir kitaptır.”

Bundan murat bu sûre veya Kur’an’dır.

فَلاَ يَكُن فِي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِّنْهُ “Bundan (kitaptan) dolayı göğsünde bir harec olmasın.”

Ayette geçen “harec” ifadesi, şek (tereddüt) anlamına gelir. Çünkü şek, göğüste sıkıntı meydana getirir.

Veya bundan murat kalp darlığı olabilir. Yani, “sakın bunu tebliğden dolayı yalanlarlar korkusuyla kalbinde bir darlık meydana gelmesin!”

Veya “sakın hakkını vermede kusur ederim” diye bir sıkıntı duyma!”

لِتُنذِرَ بِهِ “(Bu Kitabın indirilişi) onunla uyarman içindir.”

Veya, evveliyle bağlantılı bir şekilde şöyle mana verilebilir:

“Bununla uyarma hususunda, sakın göğsünde bir sıkıntı olmasın”

Kitabın Allah tarafından indirilmesi, Hz. Peygambere uyarma görevinde cesaret verir. Keza, onlardan korkmadığında veya onu tebliğde muvaffak kılınacağını bildiğinde görevini daha iyi yapar.

وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ “Ve bu, inananlara bir öğüttür.”



3- اتَّبِعُواْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ “Rabbinizden size indirilene tâbi olun.”

Emredilen ittiba, Kur’anı ve sünneti içine alır. Çünkü Cenab-ı Hak peygamberiyle alakalı şöyle bildirir:

“O, hevâdan konuşmaz. O, ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.” (Necm 3-4)

وَلاَ تَتَّبِعُواْ مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء “O’ndan başka dostlara tâbi olmayın.”

Rabbinizden size indirilenden başkasına, yani cin ve insten sizi yoldan çıkaranlara ittiba etmeyin.

قَلِيلاً مَّا تَذَكَّرُونَ “Ne de az düşünüyorsunuz!”

Veya çok az zaman tezekkür ediyorsunuz, öyle ki Allahın dinini terk edip başkasına tâbi oluyorsunuz.



4- وَكَم مِّن قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا “Nice beldeleri helâk ettik.”

Nice beldelerin ahalisini helâk etmeyi murat ettik.

Veya onları hor-hakir yaparak helâk ettik.

فَجَاءهَا بَأْسُنَا بَيَاتًا “Azabımız gece vakti onlara geldi.”

Hz. Lûtun kavmine olduğu gibi, azabımız gece vakti uyurlarken onlara geldi.

أَوْ هُمْ قَآئِلُونَ “Veya gün ortasında istirahat ederlerken geldi.”

Veya Hz. Şuaybın kavminde olduğu gibi, azabımız onlara gün ortasında istirahat ederlerken geldi.

Ayette azabın onları uykuda yakalamasının nazara verilmesinde, onların gefletine ve kendilerini azaptan emniyet içinde görmelerine işaret vardır. Bu iki vaktin özellikle nazara verilmesi bundandır. Ayrıca bu iki vakit, dinlenme ve istirahat zamanı olduğundan, o vakitlerde gelen azap daha korkunç olur.



5 - فَمَا كَانَ دَعْوَاهُمْ إِذْ جَاءهُمْ بَأْسُنَا إِلاَّ أَن قَالُواْ إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ “Azabımız onlara geldiğinde ‘Biz gerçekten zalimlermişiz!’ demelerinden başka bir sözleri olmadı.”

Azabımız kendilerine geldiğinde, pişman olmuş bir halde zulüm içinde bulunduklarını ve batıl yolda olduklarını itiraf ettiler.



6- فَلَنَسْأَلَنَّ الَّذِينَ أُرْسِلَ إِلَيْهِمْ “Muhakkak ve muhakkak kendilerine elçi gönderilenlere soracağız.”

Sormaktan murat, risaletin kabulü ve gelen elçilere icabetleri hususudur.

وَلَنَسْأَلَنَّ الْمُرْسَلِينَ “Muhakkak ve muhakkak o elçilere de soracağız.”

Elçilere, kendilerine ne şekilde icabet edildiği sorulacaktır.

Bu şekilde sualden murat, kâfirleri kınamak ve hatalarını başlarına vurmaktır.

Ama başka ayette ifade edilen “Mücrimlerden günahları sorulmaz.” ayeti (Kasas, 78) “öğrenmek için onlara bir şey sorulmaz” anlamındadır.

Veya birincisi yani hesap yerinde sorulması, bu ise cezalarının verilme zamanında olacaktır.



7- فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِم بِعِلْمٍ “Biz onlara durumlarını ilme dayalı bir şekilde tek tek anlatacağız.”

-O elçiler, “Bizim bir bilgimiz yok. Gaypleri hakkıyla bilen ancak sensin.”[2] dediklerinde onlara,

-Veya hem elçilere hem de gönderildikleri insanlara durumlarını tek tek anlatacağız.

Anlatırken onların zâhirlerini ve batınlarını bilerek veya onlarla ilgili gerçek bilgiler ne ise, o şekilde anlatacağız.

وَمَا كُنَّا غَآئِبِينَ “Biz (onlardan) gaip değiliz.”

Biz onlardan uzak değiliz ki, onların hallerinden herhangi bir şey bize gizli kalsın!



8- وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ “O gün vezn haktır.”

Vezn, amellerin tartılmasıdır. Cumhura göre, dili ve iki kefesi olan bir terazi ile amel defterleri herkesin gözü önünde tartılır. Bu, adaletin ortaya çıkması ve mazereti kesmek içindir.

Allahın onlara amellerinden sorması, dillerinin o amelleri itiraf etmesi, azalarının kendi yaptıklarına şahitlik yapması hak olduğu gibi, amellerin tartılması da haktır.

Şu rivayet de mizanı teyit etmektedir.

“Kişi mizana getirilir. Doksan dokuz sayfa onun aleyhinde gözün alabildiğince açılır. Bir de kendisinde kelime-i şehadet bulunan bir kart çıkarılır. Doksan dokuz sayfa terazinin bir kefesine, kart da diğer kefesine konulur. O sayfalar hafif, kart ise ağır gelir.”

Denildi ki: Şahıslar tartılır. Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Kıyamet günü şişman büyük kimse mizana getirilir, ama Allah katında bir sinek kanadı kadar ağırlığı olmayabilir.”

فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ “Artık kimin mizanları ağır gelirse, işte onlar felâha erenlerdir.”

Kimin haseneleri veya hasenelerin tartıldığı şey ağır gelirse, işte onlar kurtuluş ve sevap ile felâha erenlerdir.

Ayetteki “mevazîn” ifadesi mevzun veya mizan kelimesinin çoğuludur.

Mevazîn kelimesinin çoğul gelmesi,

-Tartılan amellerin farklılığı,

-Ve tartmanın müteaddit oluşu itibarı iledir.



9- وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُم بِمَا كَانُواْ بِآيَاتِنَا يِظْلِمُونَ “Ve kimin mizanları hafif gelirse, işte onlar âyetlerimize haksızlık etmelerinden ötürü kendilerini ziyana sokanlardır.”

Ama tartısı hafif gelenler ise, yaratılmış oldukları selim fıtratı zayi etmek ve kendilerini azaba maruz bırakacak şeyleri yapmak sûretiyle kendilerine yazık etmişlerdir.



10- وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الأَرْضِ “Doğrusu Biz sizi arzda yerleştirdik.”

Yeryüzünde sizi yerleştirdik, orada ekip dikme imkânı verdik, tasarrufa mezun kıldık.

وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ “Orada size maişetler verdik.”

Orada size geçim sebepleri meydana getirdik.

قَلِيلاً مَّا تَشْكُرُونَ “Ne de az şükrediyorsunuz!”

Size yapılan bütün bu ikramlara mukabil ne de az şükrediyorsunuz!



[1] Bkz. Bakara sûresinin başı.

[2] Bkz. Maide, 109.

Yazar: Prof.Dr. Şadi Eren, 22-3-2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı