21 Aralık 2010 Salı

A'RAF SURESİ TABERİ TEFSİRİ 21. AYETİNDEN 30. AYETİDE DAHİL

21- Ayrıca onlara: Şüphesiz ki ben, size, nasihat edenlerdenim." diye yemin etti.
Şeytan, Adem ile Havva'ya: "Ben sizden önce yaratıldım. Bu işleri siz­den daha iyi bilirim. Bana tâbi olun size doğru yolu göstereyim." diye vesvese verdi. Ve bu hususta doğru söylediğine dair de Allah'a yemin ederek aldanmala­rına vesile oldu. Zira onlar, herhangi bir kimsenin, yalan yere Allah adına yemin edebileceğini tahmin etmiyorlardı. [38]

22- Böylece onları aldatarak, ağaçtan yemeye şevketti. Ve o ağacın meyvesinden tadınca avret yerleri onlara göründü. Başladılar cennet yap-raklanla ayıp yerlerini örtmeye. Bunun üzerine rablcri onlara şöyle nida etti: "Ben size bu ağaçtan yemenizi yasak etmedim mi? Ve size Size, şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır» deme dim?»
Şeytan, Âdem ve Havvayı aldatarak ağacı onlara gösterdi. Onlar da ağa­cın meyvesinden yeyince avret yerleri açıldı. Bunun üzerine Âdem ve Havva, avret mahallerini kapatmak için cennet ağaçlarının yapraklarım toplamaya baş­ladılar. Bunun üzerine rableri onlara şöyle nida etti: "Ben size bu ağaçtan yeme­nizi yasak etmedim mi? Ve size "Şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır." deme­dim mi?"
Abdullah b. Abbas bu ayetin izahında diyor ki: "Allah'ın Âdem' ve zevce­sine yasaklamış olduğu ağaçtan maksat, başaktır. Âdem ile Havva bundan ye­yince avret mahalleri açığa çıktı. Onların avret mahallerini, tırnak şeklinnde ka­buklar öıtüyordu. Âdem ve Havva, cennetteki incir ağacının yapraklarını alıp avret mahallerine yapıştırmaya başladılar. Âdem cennette gerisin geri gitmeye başladı. Cennet ağaçlarından bir ağaç onu yakaladı. Allah ona "Ey Âdem ben­den mi kaçıyorsun." dedi. Âdem şöyle cevap verdi: "Hayır, fakat senden utan­dım ey rabbim." Allah "Benim cennette sana bahşettiğim ve serbest kıldığım şeyler, sana haram kıldığım şeyin dışında kafi gelmiyor muydu?" dedi. Âdem "Evet rabbim, kafi geliyordu. Fakat senin izzetine yemin olsun ki, herhangi bir kimsenin senin adına yalan yere yemin edeceğini sanmıyordum." diye cevap verdi. Abdullah b. Abbas diyor ki: "O yemin de "Yemin olsun ki ben size nasi­hat edenlerdenim" sözüdür. Bunun üzerine Allah buyurdu ki: "İzzetime yemin olsun ki seni yeryüzüne indireceğim. Ondan sonra geçimini zorlukla sağlaya­caksın." Böylece Âdem cennetten indirildi. O ve Havva cennette bol nzıklar yi­yorlardı. İkisi de, bol olmayan yiyicek ve içeceklerin içine indirildiler. Ona de­miri işleme sanatı Öğretildi. Ekin ekmesi emredildi. O da toprakları sürdü, ekti, suladi. Mahsuller yetişince de biçti, dövdü, savurdu, öğüttü, hamur yoğurdu, ek­mek yaptı sonra onu yedi. Ancak bu dununa alışıncaya kadar bir tikim sıkıntılar çekti.
Âyet-i kerime'de Hz. Âdem ile Havva'nın yasaklanan ağaçtan yemeleri üzerine, avret mahallerinin görünür hale geldiği zikredilmektedir. Onlar bu ağaçtan yemeden evvel, avret mahallerinin örtülü olduğu anlaşılmaktadır. Onla­rın avret mahallerini örten bu elbisenin ne olduğu hakkında iki görüş zikredil­miştir.
Vehb b. Münebbih ve diğer bir kısım alimlere göre bu elbise bir nur idi ve onların avret mahallerini örtüyordu.
Abdullah b. Abbas ve Katadeye göre ise bu elbise tırnak idi.
Ayet-i kerimenin devamında "Rabbi onlara "Ben size bu ağaçtan yemenizi yasak etmedin mi? Ve "Şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır." demedim mi? dedi." buyıırulmaktadır.
Muhammed b. Kays, âyetin bu bölümünü şu şekilde izah etmiştir. "Allah Teâlâ Âdeme, "Niçin.bu ağaçtan yedin? Ben bunu sana yasaklamıştım." dedi. Âdem de: "Ey rabbim, onu bana Havva yedirdi" dedi. Allah Teâia Havvaya: "Sen niçin ona bunu yedirdin?" diye sordu. Havva da: "Bana yılan emretti." de­di. Allah Teâlâ Yılna: Havva'ya bunu neden emrettin?., diye sordu. Yılan da: Onu bana İblis emretti." dedi. Allah Teâlâ da: "İblis kavulmuştur, lanete uğratıl­mıştır. Sen de ey Havva, ağacı kanattığın gibi her ay kanayacaksin.Sana gelince ey yılan, senin ayaklarını keseceğim. Yüzüstü sürükleneceksin. Seni görenler kafanı ezecekler. Birbirinize düşman olarak inin." buyurdu.
Abdullah b. Abbas da diyor ki: "Âdem ağaçtan yeyince Allah Teâlâ ona: "Sana yasaklamış olduğum ağaçtan niçin yedin?" diye sordu. Âdem de: "Onu bana Havva emretti." dedi, Allah Teâlâ: "Ben Havvayı zorluklarla gebe kalması ve zorluklarla doğurmasıyla cezai andırdın m." buyurdu. Bunun üzerine Havva asiadı. O anda ona "Ağlama, sana ve çocuğuna verildi." denildi. [39]

23- Âdem ve zevcesi rablcrine şöyle yalvardılar: "Ey rabbîmiz, biz kendimize zulmettik. Eğer sen bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, şüphesiz hüsrana uğrayanlardan oluruz."
Allah Teâlâ bu ayet-i Kerime'de, Hz. Âdem ve Havva'nın uyarılmaların­dan sonra ne cevap verdiklerini beyan eliyor, onların, günah işlediklerini itiraf ederek kendisinden, affedilmelerini dilediklerini haber veriyor. Halbuki mel'un İblis, bunlar gibi yapmamış, hatasını itiraf ederek bağışlanmasını dileme yerine, kendisine mühlet verilmesini istemiştir. Allah Teâlâ'da onların her ikisine de.is­tediklerini vermiştir.
Âdamin bu yalvarması, rabbinden almış olduğu kelimelerledir. "Âdem rabbinden kelimeler aldı. Günahının bağışlanmasını istedi. Allah da tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, tevbeleri çokça kabul edendir, merhamet sahibi [40]Âyet-i Kerimesi buna işaret etmektedir. [41]

24- Allah dedi "Bir kısımsız diğer birkısmınıza düşman olarak cen­netten inin. Yeryüzünde sizin için bir müddete kadar yerleşme ve geçinme vardır."
Allah Âdeme, Havva'ya onların soylarından geleceklere, İbüs'e ve onun soyundan olanlara ve yılana dedi ki: "Birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin. Yeryüzünde, sizlerin karar kılacağınız ve yatıp kalkacağınız yerler vardır ve ha­yatınızın sonuna kadar sizi geçindirecek şeyler mevcuttur."
Ayette geçen ve "Yerleşme" diye tercüme edilen kelimesi, Ebul Âliye tarafından "Karargah" diye izah edilmiş, Abdullah b. Abbas tarafından ise "Kabir" olarak açıklanmıştır. Taberi, âyetin umum ifadesinin, yer­yüzünün hem diriler hem de ölüler için karargah kılındığını ifade ettiğini söyle­menin daha evla olduğunu beyan etmiştir. [42]

25- Yine şöyle dedi: "Orada yaşayacasınız, orada öleceksiniz ve tek­rar oradan diriltilip çıkarılacaksınız."
Yine Allah dedi ki: Hayatınız yeryüzünde geçecek, ölümüz yeryüzünde olacak, kıyamette hesaba çekilmeniz için de oradan çıkarılıp diriltileceksiniz.
Bu hususta diğer bir âyet-i kerimede de şöyle Duyurulmaktadır:
"Biz, sizin aslınızı topraktan yarattık. Öldükten sonra sizi oraya döndürü­rüz. Kıyamet günü de oradan tekrar çıkaracağız. [43]

26- Ey Âdemoğulları, sizin için, avret yerinizi öretecek elbise ve ziy­net eşyası yarattık. Takva elbisesi ise daha hayırlıdır. İşte bu, Allah'ın dclil-Icrindendir. Gerekir ki ibret alırlar.
Ey Âdemoğullan, size, avret yerlerinizi örtecek elbiseler, sıkıntısız ve ge­nişçe yaşamınızı sağlayacak mallar verdik, Allah'ın yasaklarından kaçınıp, emirlerine itaat ederek takvaya bürünmeniz, sizin için, avret mahallelinizi örten elbiselerden daha hayırlıdır. Bu elbise ve mallar, Allah'ın, varlığını gösteren de-lillerindendir. Gerekir ki ibret alır, bâtılı bırakıp hakka yönelirler.
Âyet-i kerimede, insanların, avret mahallerini örtmeleri için, Allah Teâlâ'nm, kullarına elbise nimetini lütfettiği zikredilmektedir. Cahiliye döne­minde, Araplardan bir kısım insanlar, Kâbeyi tavaf ederken, her zaman giydik-
leri elbiselerini çıkanr çıplak olarak tavaf yaparlardı. Âyet-i Kerime böyle ya­panları uyararak, avret mahallerin örtmeleri için kendilerine elbiseler verdiğini beyan etmektedir.
Ayet-i kerimede geçen ve "Zinet eşyası" şeklinde tercüme edilen kelimesi, Abdullah b. Abbas, Mücahid, Süddi, Urve b. Zübeyr ve Dehhaktan nakledilen bir görüşe göre "Mal" demektir. Buna göre, ayetin bu bölümünün manası: "Sizin için elbiseler ve mal var ettik." demektir.
Yine Abdullah b. Abbas ve Mabed el-Cüheniden, nakledilen diğer bir gö­rüşe göre bu kelimenin manası "Elbiseler" ve "Müreffeh hayat" demektir. İbn-i Zeyd'e göre ise bu kelimenin manası "Güzellik" demektir.
Taberi diyor ki: kelimesinin asıl manası "Geçimlik ve mal" demektir, Bazan bunu Araplar, diğer mallar dışında sadece "Elbise" anla­mında kullanırlar. Bazan da "Bolluk ve müreffeh yaşantı" rnanasınnda kullanırIar. [44]
Âyette zikredilen "Takva elbisesi"nden neyin kastedildiği hususunda çe­şitli görüşler zikredilmiştir.
a- Katade ve İbn-i Cüreyce göre burada zikredilen "Takva elbisesinden maksat iman'dır.
b- Mabed el-Cüheniye göre "Haya ve edep"tir.
c) Abdullah b. Abbastan nakledilen bir görüşe göre "Salih amerdir, d- Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe ve Hz. Osman'a göre "Güzel kıyafef'tir.
e- Urve b. Zübeyre göre "Allah korkusu"dur.
f- İbn-i Zeyde göre ise "Avret mahallini Öertmek"ür. Zira, Allah'tan kor­kan, avret mahallini örter ve böylece takva elbisesini giymiş olur.
Taberi diyor ki: "Âyet-i kerimede geçen kelimesi çeşitli gra­mer kaideleri gözönünde bulundurularak iki şekilde okunmuştur.
a- Bu kelimenin sonu şeklinde Ötre okunmuştur. Bu kı-raata göre âyetin manası şöyledir: "Ey Âdemoğullan, sizin bilmiş olduğunuz bu takva elbisesi sizin için, avret mahallerinizi örten elbiselerden ve sizin için yarattığımız mal ve süslerden daha hayırlıdır. Siz bu takva elbisesini giyin.
b- Bu kelimenin sonu şeklinde üstün okunmuştur. Bu kıraata göre ise ayetin manası şöyledir. "Ey Âdemoğullan, biz sizin için, avret mahallelinizi örten elbiseler mal ve süs eşyaları ve takva elbisesi indirdik. İşte bizim size indirdiğimiz bu şeyler, Kâbeyi tavaf ederken soyunup ta çıplak şekil­de tavaf etmenizden" Sizin için daha hayırlıdır. O halde Allah'tan korkun. Al­lah'ın sizi rıziklandirdığı bu şeyleri geyin, elbiselerinizden soyunmak suretiyle şeytana itaat etmeyin. Çünkü şeytan, bu davranışıyla sizi alaya alıyor, atanız Âdem ve Havvayı, Allah'ın kendilerine giydirdiği elbiseden soyundurarak onla­rı aldattığı gibi sizi de böylece aldatmak istiyor.
Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Bu son kıraat şekli ayetin manasının daha sıhhatli bir şekilde ifade ettiği için daha isabetlidir. Nitekim bundan sonra gelen ayetin manası da bu ayeti, son kıraat şekliyle izah etmenin daha münasip olduğunu ifade etmektedir.
Müfessirlerin, takva elbisesi hakkında beyan ettikleri görüşlere gelince; "Onlardan doğru olanı, takva elbisesinden maksadın, nefislerin ve kalblerin, Al­lah korkusunu hissetmeleri ve bunun İcabı olarak ta emirlerini tutup yasakların­dan kaçınmalarıdır." diyen görüştür. Takva elbisesi bu manada alındığı takdirde, iman da, salih ameli de hayayı da, Allah korkusunu da ve güzel kıyafetli olmayı da ifade etmiş olur, Zira, Allah'tan korkan, ona iman etmiş olur. Emirlerini tu­tar, ondan çekinir, her yerde onun, kendisini gözetlediğini düşünür. Diğer kulla­rın onun kusurunu görmelerinden utanır. Böyle olan kimsede de güzelliğin eser­leri, hem şekilde hem de ruhda görülür.
Allah teala, nefislerin ve kalblerin, kendisinden korkmalarını, kişinin üzerine giydiği bir elbiseye benzetmiştir. Zira inşa kendisini maddi tehlikelere karşı elbise ile koruduğu gibi manevi tehlikelere karşı da Allah korkusunu his­setmeyle korur. [45]

27- Ey Âdemoğullan, Şeytan, ana va babanızı (Âdem ile Havva'ya) avret yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini soyarak ccnncllcn çıkardığı gibi sizi de altmasın. Çünkü Şeytan ve kabilesi, sizin onları göreme­diğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz ki biz, Şeytanları, iman etmeyenlerin dostları yaptık.
Ey Âldemoğullan, sakın Şeytan iki atanızı, kendilerine avret mahallerini göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizleri de aldatma­sın. Çünkü Şeytan ve kabilesi, sizin onları göremediğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz ki biz Şeytanı, müminlerin değil ancak kafirlerin dostları kılmışındır.
Âyet-i kerimede, Şeytanın, Hz. Âdem ile Havva'nın elbiselerini soyduğu zikredilmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi müfessirler soyulan bu elbisele­rin ne olduğu hakkında çeşitli görüşler zikretmişlerdir:
a- îkrime ve Abdullah b. Abbas'a göre Hz. Âdem ile Havva'nın bu elbise­leri tırnak idi. Ebul Cevze, Abdullah b. Abbas'm bu hususta şunları söylediğini rivayet etmiştir. "Âdem ile Havva, yasaklanan ağaçtan yiyerek hata işleyince onların, tırnaktan olan elbiseleri soyuldu ve bugün var olan tırnaklar, bir hatır­latma ve süs olarak bırakıldı.
İkrime de demiştir ki: "Âdem ile Havva'nın elbiseleri olan tırnaklar soyu­lurken bugün mevcut olan tırnaklar soyulmadan önce Âdem tevbe etti böylece bu tırnaklar kaldı.
Vehb b. Münebbihe göre ise Hz. Âdem ile Havva'nın cennetteki elbisele­ri, avret mahalleri örtenni bir nur idi. Onlar, birbirlerinin avret mahallerini göre-mi yorlardı.
Mücahide göre ise, onların bu elbiseleri, Allah korkusuydu. Taberi diyor ki: "Bu hususta doğru olan görüş şudur: Âdem ile Hav­va'nın, avret mahallerini örten bir vasıtaları vardı. Bu vasıta tırnak da olabilir, nurda olabilir, başka bir şey de olabilir. Bu vasıta'nın ne olduğuna dair kesin bir delil bulunmadığından bunun yukarıda zikredilen görüşlerden herhangi biri ol­duğunu söylemek ve onlardan birini diğerine tercih etmek isabetli değildir.
Ayet-i kerime'de, Hz. Âdem ile Havva'nın cennetten çıkarılışı ve elbisele­rinin soyulması, şeytana nisbet edilmiştir. Halbuki bunları yapan Allah'tır. Ola­yın Şeytana isnad edilmesinin sebebi, onun, Âdem ile Havva'yı aldatarak bu olayla cezalandırılmalarına sebep olmasıdır. Bu sebeple bazan bu olaya sebep olan şeytana bazan Ua onu fiilen meydana getiren Allah Teâlâ'ya isna edilmiş­tir[46]

28- Onlar, bir hayasızlık yaptıkları zaman: "Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti." dediler. Ey Muhammcd, de ki "Şüp­hesiz ki Allah, hayasızlığı emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı mı söy­lüyorsunuz.
Bu kâfirler, Kâbeyi tava etmek için çırılçıplak soyunmak veya diğer za­manlarda açılıp saçılmak gibi bir hayasızlık yapap ta ayıplandıkları zaman ken­dilerini şöyle müdafa ederlerdi. "Biz, atalarımızı da bu hal üzere bulduk. Biz,' onlara uyuyoruz. Bize bunu, Allah emretti."
Ey Muhammed, de ki: "Şüphesiz ki Allah, kullarına hayasızlığı ve çirkin işleri emretmez." Bu hayasızlıkları bize Allah emretti." diyerek, böyle bir şey dediğini bilmediğiniz halde Allah'a karşı iftirada mı bulunuyorsunuz?   
Mücahid, Said b. Cübeyr, Şa'bi, Sü'ddi ve Abdullah b. Abbas'tan nakle­dildiğine göre bu âyet-i kerime'de geçen, "Hayasızlıktan maksat. İslam gelme­den önce cahüiye döneminde bir kısım Arapların, giydikleri elbiseleriyle Kâbeyi tavaf etmelerinin caiz olmadığı kanaatiyla arayı orayı çırılçıplak tavaf
etmeleridir.
Bu hususta Mücahid diyor ki: "Kûbeyi çıplak olarak tavaf ediyorlar ve "Biz orayı annemizden doğduğumuz gibi tavaf ediyoruz" diyorlardı. Kadınlar, ön taraflarına geniş bir kayış parçası bağlıyorlar ve şöyle diyorlardı. "Bugün bir kısmı veya tümü görünebilir. Fakat ben, görüneni helal yapmıyorum."
Süddi de diyor ki: "Yemen Araplarından bir kabile, Kâbeyi çıplak olarak tavaf ederlerdi. Onlara: "Niçin böyle yapıyorsunuz?" denince de "Atalarımızı bu hal üzere bulduk. Bunu bize Allah emretti," derlerdi. İşte âyet-i kerime bu hu­susları beyan etmektedir. Mücahid'den nakledilen başka bir rivayete göre kendilerine "Muhafazakârlar." anlamına gelen "Humus" ismi verilen Kureyşliler dışında diğer bütün Araplar Kabe'yi tam çıplak olarak tavaf ederlenniş. [47]

29- De ki: "Rabbim adaleti emretti. Her Mescitte yüzlerinizi ona çe­virin ve dini sadece ona tahsis ederek ona yalvarırı. İlk defa sizi o yarattığı gibi yine ona döneceksiniz."
Ey Muhammed, o cahillere de ki: "Rabbim bana, adaletli davranmayı ve doğru olmayı emretti. Herhangi bir Mescitte namaz kıldığınız zaman putlara de­ğil Allah'a yönelin. İbadet ve itaatlerinizi sadece ona tahsis ederek ona yalvarın. Zira o sizi ilk defa yoktan var ettiği gibi, ölüp yok olmanızdan sonra, kıyamet gününde tekrar dirilip ona döneceksiniz. Yaptıklarınızdan hesap vereceksiniz."
Âyete geçen "Yüzlerinizi ona çevirin." ifadesinden neyin kastedildiği hususunda iki görüş vardır. Mücahid ve Süddîye göre âyetin manası: "Her Mes­citte yüzünüzü Kâbeye çevirin." demektir. Rebi1 b. Enese göre ise âyetin mana-. sı: "Herhangi bir Mescitte namaz kıldığınız zaman putlara değil Allah'a yöne­lin" demektir.
Taberi, âyetin, müşrikleri kasdettiğini ve müşriklerin mabedleri olmadığı için yüzlerini Kâbeye çevirmelerinin söz konusu olmadığını, bu nedenle bu son görüşün tercihe şayan olduğunu ve "Yüzlerini putlara değil Allah'a çevirmeleri­nin emredikliğini söylemektedir."
Âyet-i kerimenin sonunda "ilk defa sizi o yarattığı gibi yine ona döndürü­leceksiniz.» buyuruimaktadır. Bu ifade, müfessirler tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir.
a- Abdullah b. Abbas, Cabir, Said b. Cübeyr ve Mücahide güre ayetin bu bölümünün manası şöyledir: "Allah sizleri ilk yarattığında iki guruba ayırıp mü­min ve kafir olarak yarattığı gibi kıyamette de aynı şekilde iki gurup olarak diri­leceksiniz. Müslüman olarak ölen kimse ahirette de müslüman olarak dirilecek, kafir olarak ölen de kafir olarak dirilecektir.
b- Ebul Âliye, Muhammed b. Kâ'b el-Kurezi ve Süddiye göre ise bu ifa­deden maksat şudur: "Allah yarattıklarım ezeli ilminde nasıl bilmiş ve takdir etmisse yaratıklar, Allah'ın o bilgisine göre davranacaklardır. Müm'min olacakla­rını bildiği kimselerin mümin olarak doğup mü'min olarak öleceklerdir. Kâfir olacaklarını bildiği kimseler ise, İblis gibi, önce cennetliklerin amellerini işjese-ler dahi sonunda cehennemlik olarak öleceklerdir.
c- Hasan-ı Basri, Katade, Abdullah b. Abbas, Mücahid ve İbn-i Zeyde göre bu ifadeden maksat şudur: Allah sizleri, hiç yokken ilk defa nasıl var ettiy­se ölüp yok olmanızdan sonra da tekrar dirilip aynı şekilde ona döneceksiniz."
Taberi de bu son görüşü tercih etmiştir. Zira ayet-i kerime ahirete iman etmeyen müşriklere öldükten sonra dirilmenin gerçekleşeceğini bilidinneyi kas­tetmektedir. Sonra dirilmenin gerçekleşeceğini bildirmeyi kasetmektedir. Âhİrete iman etmeyen insanlara, mümin veya kâfir olarak dirileceğini bildirme­nin bir manası yoktur. Bu nedenle âyetin tekrar dirilmeyi beyan ettiğini söyele-mek daha isabetlidir. Resulullah (s.a.v.)'de şu hadis-i şerifinde insanların tekrar dirileceklerini beyan ettikten sonra şu ayeti okumuştur. Bu da bizim izah şekli­mizin sıhhatli olduğunu göstermektedir.
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Sizler, yalı­nayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolacaksınız." Sonra Resulullah "varlıktan ilk defa nasıl yarattıysak sonra da öyle dirilteceğiz. Bu bizim vaadimizdir. Şüp­hesiz biz, vaadimizi mutlaka yerine getirenleriz. [48]

30- Allah, insanların birkısmmi hidayete erdirdi. Bir kısmı da sapık­lığı haketti. Çünkü onlar, Allah'ı bırakıp Şeytanları dost ediniyor, bununla beraber kendilerini doğru yolda zannediyorlar.
Allah sizden bir topluluğu hidayete kavuşturdu ve onları salih ameller iş­lemeye muvaffak kıldı. Onlardan bir fırkanın da sapıklığa düşmesi hak oklu. Çünkü onlar, Allah'ı bırakıp şeytanları dostlar edindiler. Kendilerinin de doğru yolda olduklarım zannederler.
Taberi diyorki: "Bu âyet-i kerime, bilmeden günah işleyenlerin ve sapık inanca düşenin sorumlu olmayacağını iddia edenlerin iddialarının yanlış oldu­ğunu beyan etmektedir. Zira âyette, hidayet üzere olduklarım zanneden fakat sapik olan imselere, "Sapıklar" denilmiş, bu hallerini bilmemelerinden dolayı ma­zur sayılmamışlar ve hidayette olanlarla aynı oldukları zikredilmem iştir. [49]
 KAYNAKLAR
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/25.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/25-27.
[40] Bakara suresi, 2/97
[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/27.
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/27-28.
[43] Taha suresi, 20/55
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/28.

[44] İbn-i Kesir ise bu kelimenin "Süslü elbise" manasına geldiğini söylemekte ve şöyle de­mektedir: "Normal elbise insanın avret mahallerini örten elbisedir." "Riyş" ise süslü el­bise, süslemek ve güzelleşmek İçin giyilen elbisedir. Normal elbise zaruri eşyalardan sayılırken, süs elbisesi olan "Riyş" lüks eşyalardan sayılmıştır. Allah, kullarına, zaruri olanların üstünde de nimetler vermiş ve bu itibarla düşünüp ibret almalarını istemişlir
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/28-30.
[46] Ayet-i Kerime'de belirtildiği gibi. Şeytanın gayelerinden biri de insanın çirkin yerlerini açığa çıkarmak ve ırzına ayaklar allına düşürmektir. Şeytanın günümüzdeki taraftarları da aynı gayeleri gütmektedirler. Medeniyet ve olgunluk adına kamdınlan açılmaya, na­mahrem, erkeklerle karışmaya, İslamın getirdiği ahlak, kurallarına karşı çıkmaya davet. etmekle ve onları kışkırtmaktadırlar, iler çeşit tesettür vasıllarını kaldırmanın, kadınla­rın İsiamî kıyfetten uzaklaştırmanın hedefi malumdur. O da şehevani arzulan kışkırta­rak, ırz ve namusları payima! ederek cemiyeti bozmak ve huzursuz etmektir. Yeryüzün­de bozgunculuk çıkaran bu mücrimlerin vay haline, kıyamet gününün o dehşetli azabın­dan nasıl kurtulacaklardır.
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/30-31.
[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/32-33.
[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/33-34.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/34-35.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı