3 Ocak 2011 Pazartesi

HAK YOLUNDA KIYAMETE KADAR CİHAD EDEN ÜMMETTEN BİR GRUP, MAİDE SURESİ 54 AYETİN AÇIKLAMASI

ÜMMETİMDEN BİR GURUP


Otuz Dokuzuncu Ayet

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ دينِه فَسَوْفَ يَاْتِى اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرينَ يُجَاهِدُونَ فى سَبيلِ اللّهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَائِمٍ ذلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتيهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ وَاسِعٌ  عَليمٌ
"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu, bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir." [399]

يَا اَيُّهَا Ey الَّذينَ edenler امَنُوا iman مَنْ kim يَرْتَدَّ dönerse مِنْكُمْ Sizden عَنْ دينِه dininden فَسَوْفَ bilsin ki يَاْتِى getirecektir اللّهُ Allah بِقَوْمٍ bir toplum يُحِبُّهُمْ sevdiği وَ ve يُحِبُّونَهُ kendisini seven اَذِلَّةٍ alçak gönüllü عَلَى karşı الْمُؤْمِنينَ müminlere اَعِزَّةٍ onurlu عَلَى karşı الْكَافِرينَ kâfirlere يُجَاهِدُونَ cihad ederler فى سَبيلِ yolunda اللّهِ Allah وَ ve لَا يَخَافُونَ korkmazlar لَوْمَةَ kınamasından لَائِمٍ hiçbir kınayanın ذلِكَ Bu فَضْلُ lütfudur اللّهِ Allah'ın يُؤْتيهِ verdiği مَنْ يَشَاءُ dilediğine وَ ve اللّهُ Allah'ın وَاسِعٌ geniştir عَليمٌ ilmi

Ayetin Nüzulü ve Açıklaması
Bu ayet, ensar hakkında inmiştir. Bunun, henüz o sıralarda var olmayan bir topluluk hakkında işaret olduğu da söylenmiştir. Ebu Bekir de mürtedlerle âyetin nüzulü sırasında henüz bulunmayan bir toplulukla savaşmıştır. Bunlar ise, Yemen'li Kinde'li, Becile'li ve Eşcalı bir takım kabilelere mensub kimselerdi. Âyet-i kerimenin Eş'ariler hakkında nazil olduğu da söylenmiştir. Çünkü, haberde varid olduğuna göre, bu âyet-i kerime nazil olduktan kısa bir süre sonra deniz yoluyla Eş'arilerin gemileri geldiği gibi, Yemen kabileleri de deniz yoluyla geldiler. Rasulullah (a.s)'ın döneminde İslama bağlılık noktasında güzel sınavlar verdiler. Irak fetihleri ise genel olarak Ömer (r.a) döneminde ve Yemen'li kabileler tarafından gerçekleştirilmiştir. Âyetin nüzulü ile ilgili olarak ifade edilen en sahih görüş budur. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.[400]

İman eden kimselerden dinden dönenlere burada, bu şekilde ve bu bağlamda yöneltilen tehdit, yahudiler ve hristiyanlarla dostluk ile İslâm'dan dönmek arasında bir bağlantı olduğunu gösteriyor. Daha önce, onları dost edinen bir kimsenin, müslüman toplumdan kopup, onlardan biri haline geleceğinin belirtilmiş olması da bunu doğruluyor: "Sizden kim onları dost edinirse o, onlardan olur." Buna göre, ayetlerin akışı içerisinde ikinci çağrı, birinci çağrıyı vurgulamakta ve kesinleştirmektedir. Yine aynı şekilde üçüncü çağrıda da aynı olguya değiniliyor. Burada kafirler ile ehl-i kitap aynı kategoriye sokularak, onlarla dost olunması yasaklanıyor. Ehl-i kitapla dostluk, kafirlerle dostlukla aynı bağlamda değerlendiriliyor. İslâm'ın ehl-i kitab ile kafirleri onlara karşı yapılması gereken muamele bakımından farklı değerlendirmesinin, dostluk meselesiyle bir ilintisi yoktur. Ehl-i kitap ile kafirler arasındaki söz konusu farklılık, dostluk bağlamında değil, daha başka meselelerdedir.

Allah'ın mümin grubu seçmesi, yeryüzünde Allah'ın dininin yürürlüğe koyulması bağlamında "takdir-i ilahi"nin gerçekleşmesine vesile olmaları, insanların yaşamlarında Allah'ın otoritesini egemen kılmaları, tavır ve düzenleri O'nun sistemine göre belirlemeleri, her meselede, her sorunda O'nun şeriatını uygulamaları ve de bu sistem bu şeriat sayesinde yeryüzünde kurtuluşu, iyiliği, temizliği, gelişmeyi sağlamaları içindir. Bunları gerçekleştirmek üzere müminlerin seçilmiş olması, Allah'ın bir lütfu, bir bağışıdır. Bir kişi bu lütfu reddeder ve kendini bundan yoksun kılmayı dilerse, -her kim olursa olsun Allah'ın ne ona ne de bir başkasına ihtiyacı olmadığını unutmamalıdır. Allah kendilerinin bu yüce lütfa layık olduklarını bilen kullarını, elbette ki seçecektir.

Ayet-i Kerime'nin burada çizdiği seçkin topluluğun bu tablosu, karakteristik özellikleri son derece belirgin, çizgileri de oldukça güçlü bir tablodur. Parlak ve çekici olduğu kadar, kalplere de son derece sempatik gelmektedir.

Karşılıklı sevgi ve hoşnutluk, onlarla Rableri arasındaki bağı oluşturmaktadır. İşte bu topluluğu şefkatli Rablerine bağlayan bu akıcı, yumuşak, aydınlık yüce ve tatlı duygudur.

Yüce Allah'ın, kullarından birini sevmesi; O'nu, kendisine vasfettiği biçimde tanıyan, sıfatlarıyla birlikte bilen, bir de bu sıfatların melodisini; duygusunda, benliğinde, bilincinde ve varlığında hissedenden başka hiçbir idrakin değerini ölçmediği bir şeydir. Evet, bu lütfun gerçek değerini, onu bağışlayanın hakikatını bilen takdir edebilir. Kimdir Allah? Bu dehşet verici evrenin yaratıcısı kimdir? Küçücük bir bedene sahip olduğu halde koca evrenin bir özeti sayılan insanı kim yaratmıştır? Bu yüceliğe, bu güce ve bu birliğe sahip olan kimdir? Kimdir tek başına egemen olan? Kimdir O ve sevgisinden lütfettiği kul kimdir? Evet, bunları kavrayan üstün, ulu, daima diri, öncesiz ve sonrasız ilk ve son, açık ve gizli olan Allah'ın yarattığı bu kula bağışladığı nimetin değerini de bilir.

Kulun Rabbini sevmesi de ancak tadına varan birinin algılayabileceği bir nimettir. Yüce Allah'ın kullarından herhangi birine yönelik sevgisi, olağanüstü ve büyük bir olgudur. İnsanı bürüyen bol bir lütuf olduğu gibi, yüce Allah'ın kuluna doğru yolu göstermesi, kendini sevdirmesi ve hiçbir sevgide eşi ve benzeri bulunmayan bu güzel ve eşsiz lezzeti tattırması da, olağanüstü ve büyük bir nimet, insanı bürüyen bol bir lütuftur.

Yüce Allah'ın kullarından herhangi birine yönelik sevgisi, ifadenin vasfedemeyeceği bir olay olunca; kullarından birinin O'na yönelik sevgisi de zaman zaman sevenlerin sözlerinde örneklerini görmekle beraber, ifade ve tasvir edebilmesi son derece güç bir olaydır. İşte gerçek tasavvuf adamlarının yükseldiği kapı burasıdır. -Ancak bunlar da, tasavvuf kisvesine bürünen ve uzun tarihlerinden bilinen bu,topluluğun içinde son derece azdırlar- Rabia el-Adeviye'nin şu beyitleri hâlâ o eşsiz sevginin gerçek tadını duygularımıza taşımaktadır!

Sen tatlı ol da, koca hayat acılarla dolsun,
Yeter ki sen hoşnut ol da, isterse tüm yaratıklar dargın olsun.
Seninle aramız iyi olduktan sonra,
Alemler bozuk olsa ne çıkar.
Senin sevgin olduktan sonra, gerisi boştur.
Çünkü toprağın üstünde olan herşey topraktır.

İşte İslâm düşüncesi, müminle Rabbini, bu harikulade ve sevimli bağla birbirine bağlamaktadır. Bir defaya özgü geçici bir duygu değildir bu. Aksine bu sağlam yapılı düşüncede yer alan bir öz, bir gerçek ve bir öğedir.
     
Binaenaleyh ey mü'minler, dininizin kadrini biliniz, hiç bir kavme inhısar kabul etmeyen bu vasi feyzi hakkı, bu fadlı ilâhîyi, bu yüksek hürriyyeti bırakıp da başkalarının muvalâtı arkasına düşmeyiniz.[401]

Dünya ve içindekiler için utanmadan koşuşup duranlar utanmıyor, çekinmiyorlar da, Yüce Allah'ın dini için neden Müslümanlar geri durmaktan utansınlar. Asıl utanacak olanlar, dinlerini dünya karşılığında değiştirenlerdir.

Üzerinde durduğumuz ayeti kerime müslümana moral depolarken, aşağıdaki hadisi şerif ise yüreklerimize süruru muştulamaktadır.

Artık tercih yapma zamanı hala gelmedi mi?

Saflarımızı perçinleştirmenin vakti hala gelmedi mi?

Kim olduğumuzu ve ne işe yaradığımızı ispat etmenin zamanı gelip çatmadı mı?

Yüce Allah cümlemizi dininde sebat eden kullarından eylesin.



Otuz Dokuzuncu Hadis

 قَالَ رَسُولُ للّهِ: َلآ يَزَالُ مِنْ أُمَّتِِى أمَّةٌ يُقَاتِلُونَ عَلى الحَقِّ وَيُرِيعُ اللّهُ تعالى لَهُمْ قُلُوبَ أقْوَامٍ وَيَرْزُقُهُمْ مِنْهُمْ حَتَّى تَقُومَ السَّاعَةُ، وَحَتَّى يَأتِىَ وَعْدُ اللّهِ.

Allah Resulü (a.s) buyurdular ki:[402] "Ümmetimden bir grup, hak yolunda mücadeleye (hiç ara vermeden) devam edecek, Allah da, onlar(la mücâdele sebebi) ile bazı kavimlerin kalplerini saptıracak ve bunlardan (alınanlarla) onların rızkını sağlayacaktır, bu hal kıyamet gününe, Allah'ın va'dinin gelme anına kadar devam edecektir. " [403]

قَالَ buyurdu ki رَسُولُ Resulü(a.s) للّهِAllah َلآ يَزَالُhiç ara vermeden مِنْ أُمَّتِِى Ümmetimden أمَّةٌ bir grup يُقَاتِلُونَ mücadeleye devam edecek عَلى الحَقِّ hak yolunda وَيُرِيعُ saptıracak اللّهُ Allah daلَهُمْ onlar ile قُلُوبَ kalplerini أقْوَامٍ bazı kavimlerin وَ ve يَرْزُقُهُمْ onların rızkını sağlayacaktır مِنْهُمْ bunlardan حَتَّى bu hal تَقُومَ gününe السَّاعَةُ kıyamet، وَحَتَّى kadar يَأتِىَgelme anına devam edecektir  وَعْدُ va'dinin اللّهِ Allah'ın

Hadisin Vürûdu ve Açıklaması
Vürûdu: Nesâ-î’den; Resûlullah bu sözü, bir kimsenin kendisine gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü, insanlar atları kaldırdı, silahları da terketti, "Artık cihad bitmiştir, harbler de sona ermiştir" diyorlar" demesi üzerine söyler. Kendisine böyle söylenince cemaate yönelen Resûlullah: "Yalan söylüyorlar, asıl şimdi harb(in zamanı) geldi" diyerek söze başlar ve "Ümmetimden bir grup Hakk yolunda mücâdeleye kıyâmete kadar devam edecektir..." diye açıklamasını devam ettirir.[404]

Resûlullah (a.s), bu hadiste, bir bölgede sindirilip gizliliğe itilse veya İspanya'da olduğu gibi tamamen söndürülse bile, bir başka yerde veya yerlerde İslâm mücâdelesi canlı kalacak, Hâlık için yapılan cihâdın sancağı göklerde dalgalanmaya kıyamete kadar devam edecektir. Hadis bunu haber vermektedir.

* Dindarlığın pek çok sıkıntı ve meşakkati peşinde getirdiği günümüz şartlarında, İslam'a hasbi ve samimi bir şekilde her memlekette gönül verip çilesini çeken, işten atılan, hapse tıkılan, terfi ve makamından olan, karakollarda dayak yiyen, işkence çeken, hayatını kaybeden her zümreden insan bu gruptan sayılmalıdır.  Hiçbir zümre bunu kendine mal edemez.

* Hardal tanesi kadar İslami sorumluluğu taşıyan, her Müslüman,  Hangi mezhep ve meşrepte olursa olsun, taşıdığı dini değer olarak haklıdır. Fakat hak sadece kendisinin bildiği ve anladığı şeylerden ibaret değildir.

* Haksızın hakim, haklının ise mahkum olduğu günümüz şartlarında. Aynı Allah'a, Kitaba ve Peygambere inanmış olan kimselerin, "Ben daha doğru ve haklıyım" denilmesi gerçekten çok tuhaf, acayip ve ayıp bir şeydir.

* Hakkın ikamesi, haksızlık yaparak ve kaba kuvvet kullanarak, kendini ispat ve ifade etmek değildir. Zira haklı olmak, hak üzerinde sebat etmek ve sabretmekle mümkündür
KAYNAKLAR 
[399] Maide,5/54.
[400] Kurtubi, a,g,e. 6/286-287;  M.ASabuni, Muhtasarİbni Kesir, 2/584.
[401] M.Hamdi Yazır, a,g,e.  S, 1715-1720.
[402] Kettani "Nazmul Mutenasir minel Hadisi’l Mütevatira" h. no. 146; bu hadisin mütevatir olduğunu kaydeder ve 16 Sahabi ismini zikreder.
[403]  Nesâî, Hayl 1.
[404] Nesâî, Hayl 1.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı