Hz. Hasan b. Ali b. Ebî Talib el-Hâşımî el-Kuraşî, Hz. Peygamber'in en çok sevdiği torunlarından ve O'nun "Reyhanesi", Hz. Ali'nin, Hz. Fatıma'dan doğan büyük oğlu. Hulefâ-i Raşidîn'in beşincisi kabul edilir. İmamiyye'ye göre ise 12 imamın ikincisidir.
Üçüncü hicrî yılı, Ramazan ayının ortalarında Medine'de doğdu. Şaban ayından; 4. veya 5. hicri senesinde doğduğuna dair rivayetler varsa da, en doğru görüş, 3. hicrî senede doğduğuna dair rivayettir.[133] Hz. Hasan doğduğunda, Hz. Peygamber bir torununun olduğunu duyunca hemen Hz. Ali'nin evine giderek "oğlumu bana getirin' Adını ne koydunuz?' diye sordu. "Harb" ismini koyduklarını duyunca, bu ismi beğenmedi. Çocuğa isim olarak, câhiliye döneminde bilinmeyen "Hasan" ismini koydu. Künye olarak da, "Ebû Muhammed" adını verdi. Arkasından da kulağına ezan okudu.[134] Rasûlüllah Hz. Hasan yedi günlük olunca akîka kurbanı kesilmesini ve saçlarının kesilerek, ağırlığınca gümüş tasadduk edilmesini emretti. [135]
Hz. Hasan (R.a.), Hz. Peygamber'in terbiyesinde yetişti. Sahih hadis kitapları dahil bir çok İslâmî literatürde, Hz. Peygamber'in torunu ile ne kadar ilgilendiğini ve onu ne kadar çok sevdiğini ifade eden rivayetler bu gerçeği göstermektedir. Onunla her an ilgilendiğini, hemen hemen yanından hiç ayırmadığını; bilhassa namazlarda bile torununun gelip üzerine çıktığından dolayı, Hz. Peygamber'in sırf onu incitmemek için secdesini uzattığını ifade eden hadisler, ilahî vahye mazhar dede ile, onun "reyhanesi" arasındaki sevgiyi anlatmaktadırlar.[136] Hatta Hz. Peygamber rukû'da iken torunu gelir, ayaklarını açar bir yönden girer, öbür taraftan çıkar [137] ve Hz. Peygamber ses çıkarmazdı. Bazen secde ederken üzerine bindiğinde, onu yavaşça sırtından indirirdi. Hatta bir defasında Hz. Peygamber hutbe okurken Hz. Hasan ile kardeşi Hz. Hüseyin üzerlerindeki uzun ve kırmızı elbiseleri ile düşe kalka yürüdüklerini görünce, hutbesine ara verip, minberden inerek, torunlarını kucağına aldığı ve önüne oturttuğu, daha sonra da "Allahû Teâla: "Mallarınız ve evlatlarınız sizin için birer imtihan vesilesidir"[138] derken doğru söylemiştir. "Şu ikisini bu şekilde görünce sabredemedim" diyerek hutbesine devam ettiği kaynak hadis kitaplarında anlatılmaktadır. [139]
Hz. Peygamber(sav)'in zaman zaman her iki torununu da sırtına alıp namaza geldiğine[140] Hz. Hasan'ı omzuna alarak dışarda gezdirdiğine dair[141] bir çok hadis şunu gösteriyor ki, Hz. Peygamber her iki torunuyla devamlı ilgilenmişler, her türlü ihtiyaçlarını gidermeye çalışmışlardır. Kızı Hz. Fatıma'yı ziyarete gittiklerinde, torunu Hasan uyku arasında su istediği zaman bizzat kendileri kalkıp su getirerek, hem ona, hem de kardeşine içirmeleri[142] vb. hareketleri dede şefkati ve merhametinin fiili işaretleridir. Yine Hz. Peygamber'in bu iki torununu çok sevdiği ve "Allah'ım ben bu ikisini seviyorum, sen de sev" diye dua etmeleri [143] bu sevgi ve ilginin dil ile ifadesini göstermiştir. [144]
Öbür taraftan Hz. Peygamber torunlarını öper [145] ve her iki torununun cennet ehli gençlerinin efendileri olduğunu da söylerdi [146] hatta onları sevenleri Allah'ın sevmesini dilediği duaları da rivayetler arasında yer almıştır. [147]
Hz. Hasan fizik olarak dedesi Hz. Peygamber'e çok benzerdi.[148] Öyle ki, bir defasında Hz. Ebu Bekr ikindi namazından çıktıktan sonra, Hz. Ali ile beraber yürürken, çocuklarla oynayan Hz. Hasan'ı görürler. Hz, Ebu Bekr onu omuzuna alır ve "Nebiye benzeyen, Ali'ye benzemeyen, sana babam feda olsun!" diye bir mısra söyler.[149] Hz. Ali bu hâdise ve sözler karşısında gülümser.
Hz. Hasan, Hz. Peygamber'in âhirete göçtüğü sıralarda sekiz yaşlarında idi. Henüz çok küçük olduğu için, Hz. Peygamber'den doğrudan doğruya rivayet ettiği hadislerin sayısı oldukça azdır. Bunlardan' biri Ebu'l Havrâ'nın rivayet ettiği şu hadistir:
"Hz. Hasan'a, Hz. Peygamber'den duyduğun hangi bir hadisi hatırlıyorsun? diye sordum. O da şunu anlattı: "Şu hadiseyi hatırlıyorum: "Zekât hurmalarından bir hurma alıp, ağzıma atmıştım. Hz. Peygamber o hurmayı ağzımdan salya ile çıkardı. Oradakiler
"Ya Rasûlallah, bu çocuğun ağzına attığı tek bir hurmayı, niçin geri çıkardın?" dediler. O da
"Biz Al-i Muhammed'e sadaka (zekât) helâl değildir" buyurdu. Hatırladığını diğer bir hadis de
"Seni ilgilendirmeyen şeyleri bırak, ilgilendiren şeylere bak..." hadisidir. Yine Dedem Hz. Peygamber bana şu duayı da öğretmişti:
"Ey Allah'ım! beni hidayete erdirdiğin kimselerden eyle, afiyet verdiğin kişilerden eyle, dost edindiğin kullarının arasına kat! Verdiğin şeyleri benim hakkımda mübarek kıl ve hüküm verdiğin (takdir ettiğin) şeylerin şerrinden de koru. Senin dost edindiğin bir kişi asla zelil olmaz."[150]
Buna mukabil Hz. Hasan'ın bu hadislerin dışında başta babası Hz. Ali olmak üzere bir çok sahabeden rivayet ettiği hadisleri vardır. Kendisinden de mü'minlerin Annesi Hz. Aişe, kardeşinin oğlu Ali b. Hüseyin, onun iki oğlu Abdullah ve el-Bakır ile İkrime, İbn Şirin, Cübeyr b. Nefir, Ebû'l Havra, Rebia b. Şeybân, Ebû Miclez, Hübeyre b. Berim, Şeybân b. el-Leyl, Şa'bî, Şakîk b. Seleme, el-Müsebbib b. Nuhbe, İshak b. Beşşâr ve diğer raviler (radiyallahü anhüm) hadis rivayet ettiler. [151]
Gerek tabakat kitapları, gerekse hadis kitapları, Hz. Hasan'ın çocukluğuna dair yukarıdaki rivayetlere bolca yer verdikleri halde, Hz. Ali'nin şehid edilmesiyle onun halife seçilmesine kadar olan hayatı hakkında pek fazla bilgi vermemektedirler. Bilinen bir kaç husustan birisi, Hz. Ömer divan teşkilatını kurduğu sırada, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn'i babalarının "farizasına" katarak, her birine beş bin dirhem hisse ayırdığına dair haberdir. [152] Bir diğer hadise de Hz. Osman'a baş kaldıranlara karşı, halifeyi savunmak için Hz. Osman'ın yanında ona yardım etmek için kalan şahısların arasında Hz. Hasan'ın isminin de yer aldığına dair haberlerdir. [153]
Hz. Hasan'ın tarihi bir şahsiyet olarak ortaya çıkması, babası Hz. Ali'nin şehid edilmesini müteakiben, Kufelilerin kendisine beyat ederek halife seçmeleriyle başlar.[154] Hz. Hasan halife seçilirken ilk beyat edenin Kays b. Sa'd olduğu söylenir. Bu kişiyi Hz. Ali Azerbaycan'a gönderilen ve Iraklılardan toplanarak hazırlanan ordunun komutanı olarak atamıştı. Bu zat, sırf Araplardan oluşturulan kırk bin kişilik diğer bir ordunun da komutanıydı. Bu ordu Hz. Ali'yi ölünceye kadar müdafaa etmek üzere and içmişti. İşte babasının da en çok güvendiği komutanlardan olan Kays, beyat esnasında, Hz. Hasan'dan elini uzatmasını isteyerek, Allah (c.c)'nun Kitab'ı, Rasülü'nün sünneti ve asilerle savaşmak üzere beyat edeceğini söyledi. Hz. Hasan bu söze karşı çıktı. Sadece Allah'ın Kitabı ve Rasülü'nün sünneti üzere beyat edilebileceğini, bunun içine saydığı ve saymadığı diğer şartların girdiğini söyledi. Kays bunun üzerine bir şey söylemeden bey'at etti. Arkasından da diğer Iraklılar bey'at ettiler.[155]
Hz. Hasan be'yattan sonra "el-Mescidü'l-Camiye" çıkıp, uzunca bir hutbe okudu. Sonra babasının katili Abdurrahman b. Mülcem'i getirtti, ifadesini aldıktan sonra ölümle cezalandırdı. [156]
Iraklılar derhal, babasının öldürülmesini, seçtikleri halifeye hatırlatarak, Şam'da hüküm süren Muaviye b. Ebî Süfyan ile savaşması için, onu Şam üzerine yürümeye teşvik ettiler. Hz. Hasan da onların sözlerine kanarak bir ordu hazırladı ve savaşmak üzere yola çıktı.[157] Hz. Hasan bu sıralarda 37 yaşlarında idi. O topladığı on iki bin kişilik ordusuyla Medâin'e kadar geldi. Ordu komutanı olarak kendisine ilk bey'at eden Kays b. Sa'd'ı atadı. Diğer bir rivayete göre Ubeydullah b. Abbas'ı komutan yapıp, Kays'ı da ona yardımcı atayarak, Kays'a komutanın her türlü emrine itaat etmesini emretti. [158]
Arapların dört "dâhîsi"nden biri olan Hz. Muaviye, Hz. Hasan'ın kendisi ile savaşmak üzere yola çıktığının haberini alınca, o da derhal Şam'dan hareket ederek el-Enbar'm kazalarından biri olan Mesiken'e gelerek konakladı.[159] Hz. Ali'nin şehid edilmesi üzerinden henüz çn sekiz gün geçmişti, iki tarafın ordusu sırf siyasî kaygılarla karşı karşıya geldiler.[160]
Hz. Hasan içinde bulunduğu durumu gözden geçirdi. Güvenemeyeceği bir ordu ve güçlü bir düşmanla karşı karşıya olduğunu anladı. Ayrıca mizaç olarak fitne ve kan dökmekten de nefret eden birisi olduğu için, gerek kendi şahsı, gerekse İslâm ümmetinin selameti için hilafeti Hz. Muaviye'ye bırakarak, bu işten feragat etmekten başka bir çare bulamadı. Anlaşma yollarını araştırmaya ve her iki tarafın da razı olacağı çözümler aramaya başladı. Amr b. Seleme el-Erhâbî'yi çağırarak, anlaşma teklifini içeren bir mektupla Muaviye'ye gönderdi.[161] Hz. Muaviye (R.a.) aldığı ve beklediği bu teklifi derhal kabul etti. Hz. Hasan'a elçi olarak Abdullah b. Âmir el-Küreyz ve Abdurrahman b. Semure'yi gönderdi. Bu iki elçi Medâin'e geldiler ve Hz. Hasan'a, ne isterse hepsinin kendisine verileceğini bildirmekle kalmayıp, kendilerini kefil göstererek, bu anlaşmayı taahhüt edeceklerini de ona söylediler. [162]
Bu sırada Hz. Hüseyin durumdan haberdar oldu ve anlaşma teklifine karşı çıktı. Muaviye'nin haklılığını tasdik, Hz. Ali'nin davasını yalanlamış olacağı gerekçesi ile ağabei Hz. Hasan'a, bu anlaşmayı yapmamasını söyledi. Hz. Hasan onu susturarak, yönetim işini kendisinin ondan daha iyi bildiğini iddia ederek, anlaşma yapmakta ısrar etti. [163]
Bu sırada Hz. Hasan'ın hilâfeti Hz. Muaviye'ye bırakacağını anlayan ordu komutanlarından Ubeydullah b. Abbas, Hz. Muaviye'ye bir mektup göndererek kendisi için eman istedi. Karşılık olarak elindeki mallarına dokunulmamasmı ve can güvenliğini şart koştu. Hz. Muaviye bu teklifi kabul etti. Ubeydullah bunun üzerine ordusunu bırakarak karşı tarafa geçti. Hz. Hasan'ın ordusu bu durum karşısında, Kays b. Sa'd'a, Hz. Ali ve taraftarlarının kanlarını ve mallarını korumak ve sonuna kadar Hz. Muaviye ile savaşmak üzere beyat yaptılar. Bir görüşe göre, zaten komutan olduğu için, bu beyat'ı yenilemek olarak anlamak da mümkündür. [164]
Nihayet Hz. Muaviye'nin elçileri Hz. Hasan ile anlaştılar. Anlaşmaya göre, şayet, Hz. Muaviye, Hz. Hasan'dan Önce ölürse, Hz. Hasan halife olmak şartı ile, hilafeti Muaviye'ye bırakıyordu. Ayrıca Küfe hazinesindeki beş milyon dirhem Hz. Hasan'ın olacaktı. Hz. Muaviye, Hz. Ali ve taraftarlarına hutbede sövme adetine son verecekti. [165]
Karşı taraf bu teklifleri kabul etti. Anlaşmayı yapan Hz. Muaviye'nin elçileri Hz. Hasan'ın yanından çıktıklarında "Rasûlüllah'ın oğlu sayesinde kan dökülmesi önlendi, fitne sona erdi, sulh yapıldı" diyorlardı.[166] O sırada yaralan da ağırlaşan Hz. Hasan kalkıp, Iraklılara uzunca bir hutbe irat etti. Onlara dedesi Hz. Peygamber vasıtasıyla Yüce Allah'ın insanları hidayete erdirdiğini hatırlattı. Kendisi vasıtasıyla da kan dökülmesini önlediğini söyleyerek, Hz.Muaviye ile anlaşma yaptığını haber verdi. Hz. Muaviye'ye beyat etmelerini de istedi.[167] Kendilerini babasını öldürmeleri, kendisine saldırıp mallarını yağmalamaları sebebiyle terkettiğini de ilan etti. [168]
Yapılan anlaşma üzerine Hz. Muaviye Medâin'e geldi. Hz. Hasan'ı yanma alarak Kufe'ye girdi. Hz. Hasan kendi eli ile hicrî 41 yılının Rabîu'l-Evvel ayı sonlarında Kufe'yi Muaviye'ye teslim etti. Böylece Hz. Peygamber'in şu hadisi tecellî etmiş oldu:
"Hiç şüphe yok ki, bu oğlum bir şehittir. Umulur ki, Allah onun sayesinde iki büyük mü'min grubunu barıştıracak."[169]
Hz. Hasan, Muaviye'nin huzuruna çıktığında, Muaviye ona "Seni senden önce hiç kimseyi mükafatlandırmadığını ve senden sonra da kimseyi mükafatlandırmayacağını bir mükafatla "mükafatlandıracağım" dedi ve ona 400.000 (dirhem) verdi. [170] Ayrıca her sene bir milyon dirhem maaş bağladı. Ama bunların çoğunu sonradan kısıtladı ve ona çok az bir şey verdi.
Hz. Hasan ile Hz. Muaviye arasındaki bu anlaşmaya şahit olan İmam Şa'bi hadiseyi şöyle anlatır: "Hz.Muaviye dedi ki, Kalk da, hilafeti bana bıraktığını ve teslim ettiğini insanlara haber ver". Hasan kalktı ve Allah'a hamd ve senadan sonra şöyle dedi:
"Akıllıların en akıllısı, muttaki olandır; ahmakların en ahmağı da fâeir olandır. Hz. Muaviye ile benim aramda anlaşmazlık konusu olan bu iş, ya benden daha layık birisinin hakkı idi; ya da benim hakkımdı. Ben ümmetin sulh içinde olması, birliğinin bozulmaması ve kan dökülmesine mani olunması için hilafeti ona bıraktım". Arkasından "Bilmem belki de o, sizi denemek ve bir süreye kadar yaşatmak (meta) içindir."[171] âyetini okuyarak hutbesini bitirdi.[172]
Hz. Hasan'ın hilâfette ne kadar kaldığı kaynaklarda farklı farklı olmakla birlikte, 6 ay 5 gün olduğu konusundaki görüş en kuvveti isidir.[173]
Hz. Hasan hilâfeti Hz. Muaviye'ye bıraktıktan sonra, geri kalan on yıllık ömrünü Medine'de geçirmek üzere yola çıktı. Kufeliler onun şehirden ayrılışı sırasında ağlaşıyorlardı. Fakat o kendilerine hiç güvenilemeyeceğini söylemekten çekinmedi. Babası Hz. Ali'ye de yaptıklarını kendilerine hatırlatarak, akıbetlerinin hiç iç açıcı olmadığım belirterek hallerine acıdığını söyledi.
Yolda birisi kendisine "Ente a'ru'l müslimin Ey müslümanların yüz karası!" diye hakarette bulundu. Hz. Hasan, Hz. Peygamber'den naklettiği bir hadisle Ümeyye oğullarının bu makama gelmesinin mukadder olduğunu hatırlatmaya çalıştı.[174] Bir başkası "Ey mü'minlerin emirinin utancı" diye bağırınca, ona da "Ar, ateşten daha hayırlıdır" dedi. [175]
Müslümanlara karşı zalim olmaktansa mazlum olmayı tercih ederiz. Müslüman kardeşimiz mazlum da olsa zalim de olsa yardım ederiz. Mazlum ile bir olur zalime karşı mücadele ederiz. Zalim kardeşimizin de elinden tutar zulümden vazgeçiririz.
Medine'de on yıl yaşayan Hz. Hasan[176] vefatı yaklaşınca Hz. Aişe'ye haber göndererek, Hz. Peygamber'in yanına defnedilmek istediğini söyledi. Hz. Aişe de bu isteği kabul etti. Bunun üzerine kardeşine şöyle vasiyet etti. "Ben ölünce Hz. Aişe'den, Hz. Peygamber 'in yanına gömülmem için izin iste. Ben ondan bu izni almıştım. Bana karşı çıkmadı. Belki de benden utandı. Şayet izin verirse, beni onun evine defnet. Ben yine de Ümeyyoğullarının seni bundan mahrum edeceklerini zannediyorum. Bunu yaparlarsa, onlarla uğraşma beni Bakî mezarlığına defnet"
Hz. Hasan kırk gün hasta yattı. 5 Rabîu'l-Evvel 50 (2 Nisan, 670) günü vefat etti.[177] yılı olduğunu söylemişlerdir.[178] Ölüm sebebi olarak zehirlendiği söylenir. Zehirleyenin de kendi hanımı Ca'de binti el-Eş'as b. Kays olduğu rivayet edilir. Hasta yatarken kardeşi kendisine kimin zehirlediğini sorduysa da, o buna cevap vermekten kaçındı. Hatta bu zehirlenmeden önce üç defa daha aynı girişimde bulunulduğunu, fakat onları atlatmayı başardığını söyler. Bu son içtiği zehirin başka olduğunu ve herhalde öleceğini ona açıklar. [179]
Vefat edince Hz. Hüseyin, Hz. Aişe'ye müracaat ederek, durumu anlattı. Hz. Aişe de Hz. Hasan'ın vasiyetine "Memnuniyetle kabul ederim, baş üstüne" dedi. Ya'kubiye göre Hz. Aişe bu isteğe şiddetle karşı çıkmıştır.[180] Fakat bu iddiayı Ya'kubî'den başkası öne sürmemektedir. Bu durumdan Mervan ve Ümeyyeoğularının haberi olunca "vallahi, asla ve ebedî olarak Hz. Peygamber'in yanma gömülemez" dediler. Bu keyfiyet Hz. Hüseyin'e ulaştı. Hemen kendisi ve beraberindekiler silahlandılar. Hz. Ebu Hüreyre durumun vehâmetini anlayarak, önce, Hz. Hasan'ı buraya defnetmeyi engellemenin mutlak surette zulüm olacağını söyledi. Daha sonra da hiç olmazsa Hz. Hüseyin'e laf anlatırım düşüncesiyle ona geldi. Onu bu ısrarından vaz geçirmeye çalıştı. Kardeşinin vasiyetini hatırlatarak onun "şayet herhangi bir fitneden çekinirsen beni müslümanların mezarlığına defnet" dediğini hatırlattı. Hz. Hüseyin de fitneden çekinerek, kardeşini bir çok sahabenin defnedildiği el-Bakî' mezarlığına defnetti.
Hz. Hasan'ın cenazesine Ümeyyeoğullarından, Medine valisi olan Saîd b. el-Ass'dan başka hiç kimse katılmadı. Hz. Hüseyin, cenaze namazını kıldırmayı valiye teklif etti. Vali de teklifi kabul etti ve cenaze namazını kıldırdı. Cenazesine çok sayıda kişi katıldı, hatta "iğne atsan yere düşmeyecek" kadar kalabalık vardı.[181] Hz. Hasan vefat ettiğinde 47 yaşında idi. [182]
Hz. Hasan cömert ve kerimdi. Fizik ve ahlâk olarak Hz. Peygamher'e çok benzerdi. Çok takva sahibi idi. Medine'den Mekke'ye yürüyerek 15 defa hac yaptığı meşhurdur. Hayır yapmayı çok severdi. Öyle ki, mallarının tamamını iki defa fakirlere dağıttı; üç defa da Allah (c.c) ile "kasame" yaptı. Yani iki ayakkabısı varsa, birini tasadduk edip, birini kendisine bırakarak; herhangi bir yiyeceğinin bir avucunu dağıtıp, bir avucunu kendine ayıracak kadar adil davranarak, mallarını fakirlere dağıttığı kaynaklarda geçmektedir. Onun güzel ahlâka ve başkalarına ikram etmenin faziletine dair bir çok vecizesi vardır.
Meselâ ona "Mekârim-i ahlâklın ne olduğu sorulunca, o bunu şöyle özetler: Doğru söz, isteyene vermek, güzel ahlâk, sılaı rahim, komşu hakkında utanmak, arkadaş hakkına riayet, misafire ikram, ve nihayet bunların da başında hayâ'dir. [183]
Hz. Hasan çok evlenip, boşanmasıyla da üne sahiptir. Hatta bir ara babası Hz. Ali, bu yüzden, onun evlendiği kadınların kabilelerinin kendi ailesine karşı düşman olacaklarından korkarak, Kulelilere açıkça oğluna kız vermemelerini söylemiş, oradan kalkan bir adam da. yemin ederek, onu evlendirmeye devam edeceklerini bildirmiş ve arkasından şöyle demiştir: "Biz evlendiririz, o istediğini tutar, istediğini boşar."[184] Onun sekiz veya on iki oğlu vardı:
1- Hasan b Hasan [185]
2- Zeyd [186]
3- Ömer,
4- Kasım,
5- Ebu Bekir,
6- Abdurrahman [187]
7- Talha,
8- Ubeydullah. [188] Bir tane de kızı olduğuna dair rivayetler vardır.[189]
Hz. Peygamber'in soyu torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in çocukları vasıtasıyla devam etmiştir. Hz. Hüseyin'in soyundan gelenlere halk arasında "seyyid" Hz. Hasan'ın soyundan gelenlere de "şerif veya "emir" adı verilir. Hz. Hasan (R.a.) hayatıyla mekârim-i ahlâkı günleştirmiştir. O, mekârim-i ahlâk inkılabının öncülerindendi. İslâm ümmetinin kanının daha fazla akmaması için an nara tercih etti. Yani müslümaniara karşı zalim olmaktansa mazlum olmayı tercih etti.
Müslümanların idaresine kanı bulaştırmamanın mücadelesini verdi. İslâm ümmetinin maslahatını, sulhu selametini tercih etti. İslâm ümmetinin maslahatını gözetmek, müslüman idarecilerin vazgeçilmez görevlerindendir. Müslüman idareci, müslümanların mallarına, canlarına, kanlarına, namuslarına ve dinlerine bekçilik eder. Müslümanların mal, can, namus, akıl ve din emniyetlerini önemsemeyenler, müslümanlara idareci olamazlar.
Müslümanların emniyete ermeleri, idarecilerinden emin olmalarına bağlıdır. Emin idareciler ancak müslümanları emniyete erdirebilirler. Müslümanların sulhu selameti meşru hududîar dahilinde nasıl gerçekleştirilmesi gerekiyorsa, öylece gerçekleştirmek mü'min idarecilerin vazifesidir. Müslümanların sulhuna, selametine katkıda bulunmak, sahabe fıkhını idrak etmektendir.
kaynaklar
[133] İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, II, 10; İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbü't-Tehzîb, Haydarabad 1325, II, 296
[134] İbnü'l-Cevzî, Ebu'l-Ferec, Sıfatıt's-Saffe, Haleb (ty), 1, 759; Üsdü'l-Ğâbe, il, lü; Tehzîbü't-Tehzîb, II, 296
[135] ez-Zehebî, Siyer A'lami'n-Nübelâ, Beyrut 1406/1986,111,246
[136] Ahmed b. Hanbel, III, 493, 494; Nesâî, Talbîk, 82
[137] el-Haysemî, Mecmau'z-Zevâid, Beyrut 1967, IX, 175; Tehzîbü't-Tenzîb, II, 296
[138] et-Teğâbün, 64/15
[139] Ahmet b. Hanbel, V, 254; Ebu Davud, Salât, 233; Tirmizî, Menâkıb, 31; İbn Mace, Libas, 20; Neseî, Salatu'l-İdeyn, 27; Zehebî, a.g.e, III, 256
[140] Ahmet b. Hanbel, III, 493
[141] Tirmizî, Menâkıb, 31
[142] Ahmed b. Hanbel, 1, 101; Tayalisî, 11,129-130
[143] Tirmizî, Menâkıb, 31
[144] Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fedailit's-Sahabe, 56-60
[145] Ahmed b. Hanbel, IV, 93 ; Tabaranî, hadis nü: 2658
[146] Tirmizî, Menâkiti, 31; Ahmed b. Hanbel, III, 3; el-Halîb el-Bağdadî, Tarihu Bağdad, Beyrut (ty), 1,140
[147] Ahmet b. Hanbel, II, 249, 331; Tehzîbü't-Tehzîb, 11, 297 vd
[148] Tirmizî, Menâkıb, 31
[149] Buhârî, Fadâilü'l-Ashâb, 22
[150] Ahmed b. Hanbel, I, 200; Ebu Dâvûd, Salat, 340; Tirmizî, Ebvâbu's-Salât, 341 Neseî, Kıyamü'l leyl, 50; Üsdü'l-Ğâbe, II, II
[151] İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fi Temyîzi's-Sahâbe, Mısır 1358/ 1939,1, 327-330; İbnü'l-Esir Üsdü'l-Ğâbe, II, 10; Tehzîbü't-Tehzîb, II, 295-296
[152] Zehebî, a.g.e., m, 259
[153] Zehebî, a.g.e., III, 260
[154] h. 40/660
[155] Taberî, Târihu'r-Rusül ve'l-Mulûk, Dâru'n-Meârif 1963, IV, 158
[156] Ya'kubî, Ahmed b. Ebî Ya'kub, Tarihu Ya'kubî, Beyrut, ty. II, 214
[157] Ziriklî, a.g.e., II, 214 Ayrı bir görüş için bkz. İbn Hıbbân, es-Siretü'n-Nebeviyye, Beyrut 1407/ 1987, s. 554
[158] Ya'kubî, II, 214
[159] Taberî, V,159
[160] Ya'kubî, II, 214
[161] el-İsâbe, I, 327-330
[162] İbn Hacer, Fethu'1-Bâri fi Şerhi Sahîhı'l-Buhârî, Mısır,1959, VI. 235, Buharî rivayeti
[163] Taberî, V. 160
[164] İbnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarîh, Beyrut 1385/1965, III, 408
[165] Tâberî, V, 158-159
[166] Ya'kubî, II, 214-215
[167] Ya'kubî, II, 215
[168] Taberî, V. 158
[169] Buhârî, Fiten, 20, Sulh, 9; Ebu Davud, Sünne, 12
[170] el-İsâbe, 1,327-328
[171] el-Enbiya: 21/11.
[172] Hilye, 11,37
[173] Ziriklî, II, 214-215
[174] İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 407
[175] el-İsâbe, I, 327-330
[176] Zehebî, a.g.e, III, 264
[177] Sıfattt's-SarVe, ı, 762)Bazıları bu tarihin hicri 49, 50, 51, hatta, 54
[178] el-İsâbe, 1, 330
[179] İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Ğâbe, II, 15
[180] Ya'kubî, 11. 225
[181] İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Ğâbe, II. 15
[182] Tehzîbü't- Tehzîb, II, 301
[183] Hılye, II, 37-38; Üsdü'1-Gâbe, II. 13; Ya'kubî, II. 225 vd
[184] Zehebî, a.g.e., in, 267
[185] annesi Havli binti Manzûr el-Fezâriyye
[186] annesi Ümmü Beşîr binti Ebî Mes'ud el-Ensari el-Hazrecî
[187] bunların da anneleri ümmü veled olup, hepsinin anneleri ayrıdır
[188] Ya'kubî, II, 228
[189] Zirikli, 215
www.bediullah.blogspot.com adresinde güzel bir yazı var.
YanıtlaSil