Fatiha Sûresine Seb ül-Mesânî Denilmesinin Sebebi
1- Fatiha sûresinin âyetlerinin sayısı yedi olduğu için bu sûreye "Seb'ul Mesânî" adı da verildi.
Beyan ilmi: Hakikat, mecaz, kinaye ve istiareden yg edebî sanatları anlatan belagat (gazel konuşma ve güzel yazma) ilmidir,
2 - Fatiha sûresinin her bir âyeti Kur'ân-ı Kerimin yedide biri makamına geçerli olduğu içindir. Kim Fatiha sûresinin hepsini okursa, kendisine tüm Kur'ân-ı kerimi okumuş sevabı verilir.
3 -Kim ağzını, yedi âyet olan Fatiha sûresini okumak için açarsa, Cenâb-ı Allah, ona Cehennemin yedi kapısını kapattığı için bu ad verilmiştir.
Bütün bunlar, Seb'u (yedi) diye isimlendirilmesinin yönleridir. Amma "mesânî" diye isimlendirilmesinin sebebi ise, her namaz veya her rek'at, diğerine nisbetle ikinci (namaz ve rek'at) kabul edilmesindendir. Her rekatta hükmî veya hakîkî olarak çift olmasındandır. Veya Mekke ve Medine'de (iki değişik yerde) iki kere inmesindendir.
Ayrıca Fatiha sûresine, "Sûretü's-Salat, Sûretü'ş-Şifâ, Şafiyye, Esâsü'l-Kurân, Kâfîyye, Vafiyye, Sûretü'1-hamd, Sûretü'ş-Şükr, duaya şâmil olduğu için Sûretü'd-dua ve Sûretül-kenz denilmiştir.
Rivayet edildiğine göre, Cenâb-ı Allah, Hadîs-i kudsîde şöyle buyurdu: Fâtihatü'l-kitab (Fatiha sûresi) arşımın hazinelerinden bir hazinedir."
Hamd Allah'a mahsusdur. kelimesinin başındaki lam-ı tarif "and" içindir. Mükemmel hamd demektir. O da, Cenâb-ı Allah'ın bizzat kendini övmesi, peygamberlerin Allah'a hamdetmeleri, velayet ehlinin kâmil olan hamdleri veya umumî hamdidir.
Veya kelimesinin başındaki lam-ı tarif, istiğrak içindir. Manâsı: Bütün hamd ve senalar, aslında mahmud (övülen) Allah içindir. Cenâb-ı Allah:
"O'nu, yedi sema ile arz ve bütün bunlardaki zev'il-ukûl her şey teşbih eder ve hatta hiçbir şey yoktur ki O'nu hamdiyle teşbih etmesin ve lâkin siz onların teşbihlerini iyi anlamazsınız! O cidden halîm-gafûr bulunuyor." [5] Âyet-i kerimesinde beyan ettiği gibi, Meleklerin, beşerin ve onların gayrisinde bütün varlıkların, hamdi, asıi olarak hamd, adalet olarak medhü-senâ ve hakikaten ma'budluk Allah'a mahsustur, [6]
Hamd'in Çeşitleri
Tasavvuf ehline göre hamd, mahmud'un (övülmeye layık olan zatın) kemâlini izhâr etmektir. Allâh'ü Teâlâ'nin kemâli, O'nun sıfatları, ef âli ve eserleridir.
Şeyh Davud Kayserî hazretleri[7] dedi ki: "Hamd, kavlî (sözle olur) fiilî (sadece iş ve hareketler ile olur) ve hâlî (yaşamak ile) olur.
Kavlî (sözle) hamd: Cenâb-i Allah'ın, peygamberleri (a.s.)'ın dilleri üzerine, kendi nefsini övdüğü şeylerle kişinin, lisanı ile Allah'a hamdü sena etmesidir
Fiilî hamd: Kişinin beden ile yapılan ibâdetleri yapmasıdır, ve kerim olan Allah'a yönelerek, kişinin Allah rızası için hayır işlemesidir. Çünkü dil ile hamdetmek insanın üzerine vacip olduğu gibi, her uzvu (organı) hasebiyle belki her insanın her uzvunun üzerine hamdetmek vâcibtir. Her durumda Allah'a şükretmek gibi.
Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri "Her durumda Allah'a hamd olsun"[8] buyurdukları gibi. Bu da ancak, her uzvun yaratılmış olduğu gayede kullanılmasıyla mümkün olur. Meşru bir şekilde Allah'a kullukta nefsin haz alması ve memnun olmasını istemek değil; Allah'ın emirlerine sarılmak ve boyun eğmek için yapılan işlerle hamd olunur.
Hâlî hamd: Kalb ve ruh'un derecesine göredir. Kişinin, ilim ve amelde kemâl sıfatına sahip olması ve ilâhî ahlâk ile ahlâklanması gibidir. Çünkü, insan, zat ve nefsinde, mükemmelliği bir meleke haline getirmesi için, peygamberlerin diliyle, "insanlar, Allah'ın ahlakıyla ahlâklanmakla emrolunmuştur." (1/10)
Hakikatte bu ise, zıddının olmaması cihetinde, "Zahir" isimle müsemmâ olan Hak Teâlâ'nm tafsil makamında kendisini övme-sidir. Amma Cenâb-ı Allah'ın, zâtı ilâhiyesini (bütün hamdleri içine toplayarak) cemi makamında kavlî olarak övmesi ise, kitablarında (Tevrat, Zebur Incîl ve Kur'an'da) ve Suhuflannda zatını kemâl sıfatları ile tarif etmesidir. Fiilî övmesi ise, Cenâb-ı Allah'ın, Cemâl ve Celâlinin bütün kemâlatıyla ğayb'dan şehâdete, bâtından zahire, ilimden kendisine, sıfatlarının güzelliğini ve isimlerinin velayetini izhar etmesidir. Halî övmesi ise, Cenâb-ı Allah'ın ilk mukaddes feyzi ile zâtında tecellileri ve ezelî nurunun zuhurudur. Cenâb-ı Allah, tafsilî (açıklamalı) ve cemi (topluca) olarak, hem öven ve hem de övülendir.
"Göz perdelerim açılmadan önce her zaman ben senin kardeşindim.
Gerçekten, seni zikrediyor ve sana teşekkür ediyordum.
Ne zaman ki gece aydınlandı, sabah, senin, zikredilenin, zikrin ve zâkirin sen olduğuna şahidlik etti.
Kavlî (sözlü olarak) hamd ile hamd eden herkes hamdettiğini (övdüğünü) ona mahsus kemâl sıfatları bilir ve tanır. Ona bu gerekir. Kayserinin sözü bitti. [9]
Kulun Hamdetmesi Taklid ve Mecaz Yoluyladır
Hamd ve sena şükre şâmildir. Bundan dolayı Cenâb-ı Allah, kitabına,"Allah'a mahsustur" da, sena ile nefsine hamdetti, Âlemlerin Rabbine cümlesinde, şükür ile hamddetti, medh yani överek, hamdetti.
AIlan rahman ve rahimdir, ceza gününün sahibidir, âyetlerinde ise, medh ile kendisine hamdetti.
Sonra kula bu üç şekilde Cenâb-ı Allah'ı hakikî olarak, hamdetmesi yoktur. Belki kul, taklid yoluyla ve mecaz olarak, Allah'a hamd eder.
Birincisi (hakM hamd), Cenâb-ı Allah'ı hakîkî manâda hamd ve sena etmek, onun zat ve sıfatının künhünü anlamanın bir dalıdır. Cenâb-ı Allah'ın zât ve sıfatının mahiyetini anlama hakkında şöyle buyurdu: "Onlar, ilimce Onu (Allah'ın künhünü) ihata edemezler.[10]"Onlar, Allah'ı gereği gibi tanıyamadılar. [11]
İkincisi (Taklid ve mecaz yoluyla hamd etme) ise, Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, Mi'râc gecesinde Beni sena et, hitabıyla muhâtab oldu. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri şöyle dedi.
"Ben seni (gereğince) sena edebilecek güçte değilim," dedî. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, kulluğu izhâr edip, Allah'ın emrine uymanın elbette gerekli olduğunu bildi ve şöyle devam et: "Sen kendi zatını nasıl sena ettiysen ben de öylece sena ediyorum, [12] dedi.
Bu, taklid yoluyla Allah'a hamd-ü sena etmektir. Ve biz taklid yoluyla Allah'a hamdetmekle emrolunduk. Allahü Teâlâ frize kendisine hamdetmemizi şöyle emretmektedir: "Ve Elhamdü lillah, de"[13] Başka bir âyeti keri-me'de:
"Onun için gücünüz yettiği kadar Allah'a korunun. 64/14l [14]Te'vilâtı Necmiyye'de de bu böyledir.
Sadî şöyle buyurdu.
"Vücudumuzdaki her kıl 0 nun vergisi ve lütfudur. Nice seneler şükretsem, bir kılın şükrünü edadan acizim"[15]
Nur Kalbe Huzur Verir
Şeyh İmam Gazali Hazretleri, "Minhâcü'l-Âbidîn" isimli kitabında zikretti:
"Hiç şüphesiz, hamd ve şükür, umduklarına kavuşup; istediklerini elde etmek isteyen, sâliklerin geçmeleri gereken yedi geçitin en sonuncusudur. Kulun ibâdet yolunda süluûk için, harekete geçeceği i!k şey, semavi bir ilham ve hususî, ilahî bir bir tevfik (başarı) ile olur. Şeriatın sahibi Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, şu hadisiyle buna işaret etti:
"Muhakkak nûr mü'min'in kalbine girdiği zaman, kalbi açılır ve inşirah eder (sevinç ve ferahlık duyar)."
-"Ya Rasûlellah! Bunun belirli alâmeti var mıdır?" diye soruldu: Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri:
-"Aldatıcı dünya hayatından uzak durmak, ebedî dünyaya yönelmek ve gelmeden önce ölüm için hazırlanmaktır,[16] dedi. [17]
Sâlik'in Engelleri ve Onları Geçmenin Yolları
Şeyh İmam Gazali Hazretleri, "Minhâcü'l-Âbidîn" isimli kitabında zikretti:
"Hiç şüphesiz, hamd ve şükür, umduklarına kavuşup; istediklerini elde etmek isteyen, sâliklerin geçmeleri gereken yedi geçitin en sonuncusudur.
(Bir kişinin geçmesi gereken yedi geçit şunlardır:)
1 - ilim ve marifet geçidi
2 - Tevbe geçidi.
3 - Tuzaklar ve engeller geçidi:
a) Dünya
b) Halk,
c) Şeytan,
d) Nefis.
4 - Dört büyük özürler geçidi.
5 - İbâdette teşvik eden duygular geçidi.
6 - İbâdetleri helak eden geçidi.
7 - Şükür ve hamd geçidi.
Kulun ibâdet yolunda ilerlemek (ve seyr-ü sülük) için, harekete geçeceği ilk şey, semavi bir ilham ve hususî ilahî bir bir tevfik (başarı) ile ibâdet yolunda ilerlektir. Bu da,. Şeriatın sahibi Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, şu hadisiyle buna işaret etti:
"Muhakkak nur mü'min'in kalbine girdiği zaman, kalbi açılır ve inşirah eder (sevinç ve ferahlık duyar)."
-"Ya Rasûlellahî Bunun belirli alâmeti var mıdır?" diye soruldu: Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri:
-"Aldatıcı dünya hayatından uzak durmak, ebedi dünyaya yönelmek ve gelmeden önce ölüm için hazırlanmaktır,[18] dedi. [19]
İlim Ve Marifet Geçidi
İlim ve marifet geçidi: Kulun kalbine, başlangıçta, her şeyin kendisi için olduğu ve Cenâb-ı Allah'ın değişik nimetlerle kendisini nimetlendirdiği fikri doğduğu zaman, şöyle der:
"Cenâb-ı Allah, şükür ve hizmetle beni istiyor. Eğer ben gafil olursam, Allah benden nimetini alır ve bana felâket, belâ, musibet ve azabını tattırır. Allah, bana mucizeler ile peygamber gönderdi. Peygamber (s.a.v.) Hazretleri, bana, âlim, bir Rabbimin olduğunu ve itaatiyle sevâblandırmaya ve masiyetiyle insanları cezalandırmaya kadir olduğunu bana haber verdi. Bir çok şeyleri emretti ve yasakladı. (Bunları düşünen kişi) nefsi için korkar. Bu çekişmede; sanattan, sanatkârın varlığını isbât eden delil'den başak hiçbir kurtuluş yolunu bulamaz. Cenâb-ı Allah'ın yarattıklarında var olan delil'den Allah'ın varlığını ve birliğini yakînen kabul eder. (Sanattan sanatkârın varlığını ve büyüklüğünü bütün benliğiyle öğrenir ve kabul eder.)
O zaman, bu zikredilenlerle mevsuf olan Rabbinin varlığıyla kendisine yakîn gelir. İşte bu "ilim ve marifet geçiti"dir. Tarikatın başında bu yollar karşısına çıkar. Yolun başında bu geçitleri geçmeyi ve buralarda bulunan engelleri kesmeyi, ahiret âlimlerinden sorarak ve öğrenerek, büyük bir basiretle geçmeye çalışmalıdır. Kişi (tek başına) hizmetine koyulmakla kendisine marifetin gönderilmesiyle Rabbinin varlığına yakînî iman hâsıl olduğu zaman Ona nasıl ibadet edeceğini bilemez. Zahirî ve Batınî olarak şer'-i şerifin farzlarından kendisine neyin gerekli olduğunu ilim yoluyla öğrenir. [20]
Tevbe Geçidi
Farzlar hakkındaki ilim ve marifeti tekâmül ettiğinde, ibâdetleri edâ etmeye koyulur. Ve (bir dönüp kendisini muhasebe eder) bakar, (ki ihlastan mahrum olduğunu görür.) Bir çok insanların hâli budur. Ve şöyle der:
-"Ben (ihlaslı bir) ibadete nasıl döneceğim. (1/11) Ve ben günahlarda İsrar etmekle kirlendim. Benim günah pisliklerinden kurtulmam ve inceliklerinden ihlas elde etmem için tevbe etmek bana vacip olur." Der. Kendisini hizmet için İslah eder. Ve buradan "Tevbe geçitine" yönelir. Hukuk ve şartlarına riâyet edilerek; sâdık bir tevbe'ye sarılır. [21]
Tuzaklar Ve Engeller Geçidi
İbâdet ve tarikat ehli, olan tevbekâr, şeyr-ü sülûk'a bakar. Gözünün nuru olan ibâdetlerden kendisini, alıkoyan ve meşgul eden engeller bulur. Düşünür. Onlar dört şeydir:
1 - Dünya,
2- Mahlûkat,
3- Şeytan,
4- Nefs.
Sâlik bu engelleyici geçitlere yönelir. Bunları kesmede dört şeye ihtiyaç duyar.
1 - Dünyadan tecrid.
2- İsanlardan uzaklaşmak.
3- Şeytanla mücâdele.
4- Nefsi kahretmek.
Dünyadan (kurtulmanın yolu onu gönülden çıkartmakla) tecrid ile,
Mahlûkattan (kurtulmanın yolu onların kötülüklerine ortak olmamak ve şerlileri sevmemek ve) halvet (yalnızlık) ile, Şeytandan (kurtulmanın yolu) onunla mücâdele (savaşmakla),
Nefs-i Emmâre (şerrinden kurtulmanın yolu sürekli onunla) mücâhede etmekle mümkündür.
Bu engellerin en şiddetlisi nefs-i emmâredir Ondan tamamen sıyrılmak mümkün değildir. O, şeytan gibi bir defada mağlub edilmez. Çünkü nefis hayat için âlet ve binektir Kişinin ibâdete yönelmesinde nefsin muvafık görmesi de umulmaz Çünkü nefis hayrın zıddına çeker, hevâ gibi ona tâbi olarak. Çünkü nefs, kötülüğün cinsidir. Nefsin boyun eğmesi için. onu "Takva gemi" ile gemlemeye ihtiyaç vardır. Onu rüşd olan güzel yollarda kullanmak ve fesatlıklardan men etmek lâzımdır. [22]
kaynaklar
[5] İsra 17/44
[6] İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, Fatih Yayınevi: 1/46-47.
[7] Şeyh Davud Kayserî Hazretleri. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Fakat 1258 (H. 656} veya 1261 (H. 659) tarihlerinde Kayseri'de doğduğu tahmin edilmektedir. Medrese tahsili gördü. Iznik'i fetheden Osmanlı Sultanı Orhan Gazi ilk olarak yaptırdığı Orhaniyye Medresesine Davudu Kayseriyi müderris olarak tayin etti. Davudu Kayseri hazretleri, Osmanlının ilk resmi eğitimcisidir.. Ilmiyye heyetinin başıdır. Atomların enerji yüklü olduğunu ilk defa söyleyen Davudu Kayseri hazretleridir. Tasavvuf erbabı ve bir gönül eri olan Davud-u Kayseri hazretleri, 1350 yılında İznikte vefat etti.
[8] Ebû Davud, Edeb, 91; ibni Mâce, Zekat, 34,
[9] İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, Fatih Yayınevi: 1/48-49.
[10] Taha: 20/110
[11] Ei-En'âm: 6/91
[12] Sahîh-i Müslim, salat: 222, ibni Mace. ikâme: 117
[13] Eİ-lsrâ.l7/111
[14] Et-Teğâbun: 64/16
[15] İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, Fatih Yayınevi: 1/49-50.
[16] ibni Cerir ye ibni Hatem rivayet etmişlerdir. Siracu't-Tâlibin, alâ Minhâcu'l-Âbidîn, c. 1,s,39, Hakim, Müstedrâk'ında bu hadisi şerifi rivayet etti,
[17] İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, Fatih Yayınevi: 1/50-51.
[18] ibni Cerir ve ibni Hatem rivayet etmişlerdir. Siracu't-Tâlibin. alâ Minhâcu'l-Abidîn, c. 1, s.39, Hakim, Müstedrâk'ında bu hadisi şerifi rivayet etti.
[19] İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, Fatih Yayınevi: 1/51-52.
[20] İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, Fatih Yayınevi: 1/52-53.
[21] İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, Fatih Yayınevi: 1/53.
[22] İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, Fatih Yayınevi: 1/53-54.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder