BESMELE HAKKINDA TABERİ TEFSİRİ NE DİYOR?
Surelerin başında bulunan besmelenin, Kur'an-ı Kerimden bir âyet olduğu hususunda bütün âlimler ittifak etmişlerdir. Zira besmele. Nemi suresinin otuzuncu âyetinde açıkça zikredilmiştir. Bu âyetle şöyle buyurulmuştur. (Mektup Süleymandan geliyor ve orada "Rahman ve Rahim olan) Allah'ın adıyla" diye yazıyor.
Fakat besmelenin, başında bulunduğu suredeki âyet sayısına dahil bir âyet mi yoksa sureden ayrı müstakil bir âyet mi olduğu veya sadece Fatiha suresinin bir âyeti olup, bu âyetin her surenin başında tekrar mı edildiği, yahut da Nemi suresinin bir âyeti olup diğer surelerin başında, sureleri birbirinden ayırmak için mi yazıldığı hususları ihtilaflıdır.
İmam Şafii'ye göre besmele, başında bulunduğu her sureden bir âyettir ve bunların tamamı Kur'anda yüz on üç âyettir. Buna göre fatihanın yedi âyetinden birincisi besmeledir. Bunun için Şafiiler namazda besmeleyi açıktan okurlar.
İmam Mâlik'e göre besmele, sadece Nemi suresinde geçen bir âyettir. Bunun dışında fatihanın ve diğer surelerin başında Teberrüken ve sureleri birbirinden ayırmak için yazılmıştır, O surelerden bir âyet değildir. Bu sebeple besmele namazda açık olarak ta gizli olarak ta okunmaz.
Hanefilere gelince: Onlara göre besmele, müstakil bir âyettir. Surelerin başına, o surelerden bir âyet değil, teberrüken ve sureleri birbirinden ayırmak için konmuştur. Besmelenin fatiha gibi her rekatta okunması vacip değildir. Fakat gerek namazda gerek namaz dışında, her mühim işin başında okunması sünnettir. Onun için namazın her rekâtında, kıraatin başında besmele okunur. Fakat ortasında okunmaz. Ancak besmelenin, o sureden bir âyet olduğu anlaşılmasın diye namazda kıraatin başında açıktan değil gizli olarak okunur.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) besmelenin fazileti hakkında şöyle buyuruyor:
"Herhangi bir söze veya önemli bir işe Allah'ın adı anılmadan başlanırsa o iş, neticesizdir, güdüktür. [25]
Taberi, besmelenin izahında şöyle diyor: "Zikri yüce ve isimleri mukaddes olan Allah teala. Peygamberi Muhammed (s.a.v.)'e bütün işlerinin başında esma-i hüsna'sını, yani güzel isimlerini zikrederek başlamayı Öğretiyor. Bütün önemli işlerini ifa etmeden önce Allah'ın güzel isimlerini anmasını bildiriyor ve onu bu şekilde yetiştiriyor. Böylece, Peygamberini yetiştirdiği bu şekli, bütün yaratıklarına bir sünnet kılıyor, onların da konuşmalarının, mektuplarının ve bütün işlerinin başında bu yolu takibetmelerini Öğretiyor.
Taberi diyor ki: "Bismillah"m başındaki cer edatı "Bi" kendisinden önce bir fiilin bulunmasını gerektirdiğinden ve "Bismillah" da da bu fiil zikre-dilmeyip söyleyenin kendisine bırakıldığından "Bismillah" diyen kişinin neyi kastettiği, giriştiği işten ortaya çıkar. Şayet "Bismillah" der de okumaya başlarsa, "Allahın adım anarak okumaya başlıyorum." demek istediği anlaşılır. Şayet kalkarken veya otururken yahut başka bir iş yaparken "Bismillah" diyecek olursa "Allahın ismini anarak ayağa kalkıyorum." Veya "Allahın ismini anarak şu işi yapıyorum." demek istediği anlaşılır.
Taberi diyor ki: "Abdullah b. Abbas da besmeleyi bu şekilde izah etmiş ve şöyle demiştir: "Cebrail Muhammed'e ilk geldiğinde o, "Ey Muhammed, de ki: "Ben, kovulmuş şeytanın şerrinden, işiten ve bilen Allaha sığınırım." Sonra Cebrail yine demiştir ki: "Yine deki: "Bismillahirrahmanirrahim" Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla." Abdullah b. Abbas diyor ki: "Cebrail "Ey Muhammed, "Bismillah" de, derken ona şunu demek istemiştir. "Rabbin olan Allah'ı anarak oku. Onu anarak ayağa kalk ve onu anarak otur."
Taberi diyor ki: "Bismillah"m mânâsı "Allah'ı güzelisimlerle isimlendirerek ve onu anarak şöyle şöyle yapıyorum." demektir. Bu âyetin mânâsı: "Allahın ismiyle yardımlaşarak veya Allahın isminden yardım dileyerek şu işe girişiyorum." demek değildir.
Taberi, "Allah" lafzının "Elehe, Ye'lehu, ilaheten" kökünden olduğunu, mânâsının da "Kulluk yapmak, ibadet etmek" olduğunu, "Allah" lafzının ise "Kendisine kulluk edilen ve kendisine ibadet edilen" demek olduğunu söylemiştir. Taberi, Abdullah b. Abbas'ın "Allah" lafzını "Bütün yaratıkların ilahı ve kendisine kulluk edilen" şeklinde izah ettiğini rivayet etmiştir.
(er-Rahman, er-Rahim) Taberi, bu iki sıfatın kökünden türetildiğini, aynı kökten türetil mel eri ne rağmen, her bir sıfatın diğerinden farklı bir mânâ taşıdığını söylemiş ve bunu şöyle izah etmiştir: Arap dili yönünden "Rahman" kelimesi, türetildiği köke "Rahim" kelimesinden daha uzaktır. Bir şeyi, türetildiği köke daha uzak olan bir kelimeyle sıfatlandır mak onu, daha fazla övmek veya yermek olur. "Rahman" kelimesi, övme için kullanıldığından, Allah tealayı bu sıfatla vasıflandırmak, "Rahim" sıfatıyla vasıflandırmaktan daha kuvvetlidir. Bu itibarla "Rahman"in mânâsı, "RahinTden daha geniştir.
"Rahman" ile "Rahim" kelimelerinin mânâlarının farklı olduğunu beyan eden rivayetler yönünden de şunlar nakledilmektedir:
Azremî, "Rahman"ın mânâsının "Bütün yaratıklara rahmet eden" "Rahimdin mânâsının ise, "Sadece müminlere merhamet eden" demek olduğunu söylemiştir.
Ebu Said el-Hudrî, Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Meryemoğlu İsa şöyle demiştir: "Rahman, âhirette ve dünyada merhamet edendir." "Rahim" ise "Yalnız âhirette merhamet edendir."
Taberi bu iki rivayetin şu şekilde birleştirilebileceğini söylemiştir. "Rahman" kelimesi, Allah'ın merhametinin umuma ait olduğunu "Rahim" kelimesi ise, Allah'ın rahmetinin hususi bir mânâ da olduğunu ifade eder. Bu kelimeler böyle izah edilirse bu iki rivayet te bağdaşiaştınlmış olur."
Allah teaianın, özel bir şekilde merhamet ettiğini ifade eden "Rahim" kelimesini, sadece dünya veya sadece âhiret için yorumlamak mümkün olduğu gibi, her ikisi için de yorumlamak mümkündür.
Allah teaianın, yalnızca dünyada mümin kullarına merhameti, onları iman etmeye, kendi emirlerine ve Peygamberlerine itaat etmeye ve yasakladığı şeylerden kaçınmaya muvaffak kılmasıdır. Kâfirlere böyle bir lütufta bulunmamıştır.
Allah teaianın, sadece âhirelte, mümin kullarına merhameti ise nimetlerle dolu cennetleri ve ebedi kurtuluşu bahşetmesidir. Kâfirlere, ve müşriklere böyle bir lütufta bulunmamıştır.
Allah teaianın, hem dünya hem de âhirette sadece müminlere lütfettiği şeylere misal olarak yukarıda zikredilen nimetler gösterilebilir.
Allah teaianın, umumi bir şekilde merhamet ettiğini ifade eden "Rahman" kelimesini de hem dünya için hem de âhiret için yorumlamak mümkün olduğu gibi sadece dünya veya sadece âhiret için yorumlamak ta mümkündür.
Allah teaianın, dünyada, hem mümin hem de kâfirlere olan umumi rahmetine misaller de pek çoktur. İnanan, inanmayan bütün insanlara çeşitli rızıklar vermesi, onlara akıl nimetini bahşetmesi, vücut sağlığını bahşetmesi, bulutlan yürüterek onlardan yağmur yağdırıp yeryüzünde çeşitli bitki ve gıdaları bitirmesi, bu gibi lütuf ve merhametlerindendir. Bu hususta Allah teala "Allahin nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız.. [26] buyurmuştur.
Allah teaianın merhametinin âhirette umuma ait olacağına misal ise. Allah teaianın, adalet ve yargılamasını bütün yaratıkları arasında eşit bir şekilde tatbik etmesidir. Allah teala bu hususta "Şüphesiz ki Allah, hiç kimseye zerre kadar zulmetmez. Yapılan iyilik zerre kadar da olsa onu kat kat artırır. Ve yapana, katından büyük bir mükâfat verir." [27]buyurmaktadır.
Diğer bir âyette de "... Herkese kazandığı tamamen ödenecektir. Ve onlar, zulme uğratılmayacaklardır." [28]buyumı aktadır.
Dehhak, Abdullah b. Abbas'in, "Rahman" ve "Rahim" sıfatlarını şu şekilde izah ettiğini rivayet etmiştir. "Rahman ve rahim demek, merhamet etmeyi dilediğine, nazik davranan ve yumuşak muamele eden" demektir. Görüldüğü gibi Abdullah b. Abbas, "Rahman"ı, nazik davranmak istediğine nazik davranan, "Rahim'i de, yumuşak muamelede bulunmak istediğine yumuşak muamele eden şeklinde izah etmiş ve bunların birbirlerinden farklı şeyler olduklarını açıklamıştır.
Ata el-Horasani ise, "Rahman" ve "RahinV'i izah ederken şöyle demiştir: "Allah teaianın özel isimlerinden biri olan "Rahman" kendisinden koparılıp insanlara da söylenince, Allah teala kendisini, rahman ve Rahim sıfatıyla sıfatlan-dırmışUr." Ata bu sözüyle şunları söylemek istemiştir: "Rahman, sadece Allah tealaya mahsus olan bir sıfattı. Müseylimetül Kezzab, Allah teaianın bu sıfatını kendisine de takınca bu defa Allah teala, kendisini diğer yaratıklardan uyıret-mek için kendisinin "er-Rahman" ve "er-Rahim" olduğunu beyan etmiştir. Zira yaratıklar, bu sıfatlardan sadece birini kendilerine takarlar. İkisini birden takmazlar. İşte Allah teala bu sıfatlarla diğer yaratıklardan ayırdedilmiş oldu.
Taberi diyor ki: "Anlayışı kıt olan bazı insanlar, Arapların, İslamdan Önce "Rahman" kelimesinin ne demek olduğunu bilmediklerini söylemişler ve buna delil olarak ta müşriklerin, Resulullah'a: "... Rahman da neymiş? Senin bize emrettiğine mi secde edeceğiz?".. "Derler. [29]
şeklinde söyledikleri sözü göstermişlerdir. Aslında müşrikler inatlaşarak, bildikleri şeyi duymadıklarını iddia ediyorlardı. Nitekim Allah teala, bîr âyet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler Peygamberi, kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.. [30]
Evet, müşrikler, Uz. Muhammedİn hak Peygamber olduğunu, daha önceki kitaplardan bildikleri halde onu inkâr etmişler ve reddetmişlerdir. İşte Allah teaianın, "Rahman" sıfatı da böyledir. Nitekim bazı cahiliye şiirlerinde de "Rahman" kelimesi zikredilmiştir.
Taberi diyor ki: "Yine müfessirlerin tefsirlerini iyi bilmeyen, Selef-i Sali-hin'den nakledilen rivayetleri az bilen bazı kimseler "Rahman" kelimesinin mânâsının, "Merhamet sahibi" dernek olduğunu, "Rahim" kelimesinin mânâsının, "Merhamet edici" demek olduğunu söylemişlerdir. Böylece, "Rahman" ile "RahinV'in farklı şeyler olduğunu izah etmeye çalışmışlardır. Fakat bu sözlerin ardından, bir kelimeden iki kelimenin türetildiğini ve kelimelerin lafızlarının farklı olmalarının buna müsait olduğunu söylemişlerdir. Böylece, daha önce, birbirlerinden farklı şeyler olduklarım izah etmeye çalıştıkları "Rahman" ve "Rahim"in aynı şeyler gibi olduklarını ifade eder olmuşlardır. Halbuki, "Rah-man"ın, "Merhamet sahibi" şeklinde "Rahim"in de "Merhamet eden" şeklinde izah edilmeleri, bunların farklılığını göstermektedir. Zira merhamet sahibi demek, kendisinde merhamet bulunan ve merhamet kendisinde bir sıfat olan kimse demektir." "Merhamet eden" demek ise "Gelecekte merhamet edecek olan" veya "Geçmişte merhamet etmiş olan" demektir ki bu, merhamet sıfatının devamlılığını ve her zaman var olduğunu ifade etmez. Bu itibarla bu iki kelime, lafızları başka, mânâları aynı olan kelimeler değildir. Kendilerinin izahları da bunu göstermektedir.
Taberi diyor ki: " Rahman ve Rahim olan Allanın adıyla" ifadesinde önce "Allah" kelimesinin zikredilip daha sonra da sırasıyla, "Rahman" ve "Rahim" kelimelerinin zikredilmelerinin sebebi şudur: Araplar, bir şeyden haber vermek istediklerinde, önce onun ismini zikrederler ki dinleyen kişi, kimden bahsedildiğini bilsin. Daha sonra da o bildirilen şeyin sıfatlarını zikrederler ve o sıfatlan da, zikredilen şeye özgü olma derecesine göre sıralarlar. Durum, besmelede de böyle olmuştur.
Allah teala, sadece kendisine özgü olan "Allah" ismini diğer sıfatlarından önce zikretmiştir ki, dinleyici Hamd etmeyi ve yüceltmeyi kime yapacağını bilsin. İşte bu sebeple Allah teala, önce "Allah" ismiyle başladı. Zira, ilahhk, ne isim takma yönünden ne de mânâsı yönünden Allah'tan başka hiçbir varlığa izafe edilemez. Çünkü uluhiyetin mânâsı, "Kendisine kulluk edilen" demektir. Allah'tan başka kimseye kulluk edilemez. Ayrıca, Allah teala, herhangi bir varlığa "Allah" denilmesini yasaklamıştır. "Allah" isminden sonra ise "Rahman" sıfatı zikredilmiştir. Allah teala, yaratıklarının, kendilerine bu ismi vermelerini de yasaklamıştır. Fakat, yaratıklarından bazılarına "Merhamet sahibi" demek mümkün olduğundan, "Rahman" kelimesi "Allah" kelimesi kadar Allah'a özgü değildir. Bu itibarla besmelede ikinci olarak zikredilmiştir. "Rahim" kelimesi ise hem Allah tealaya hem de yaratıklara atfedilebileceğinden, üçnücü sıfat olarak zikredilmiştir. Hasari-ı Basri de "Rahman" sıfatının, Allah'ın dışındaki varlıklara affedilmesinin caiz olmadığını zikretmiştir. [31]
1- Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. [32]
KAYNAK
[25] Ahmed b. Ilnnbcl, Müsncd, c. 2, s. 359
[26] Nahl suresi, 16/18
[27] Nisa suresi, 4/40
[28] Bakara suresi, 2/281
[29] Furkan suresi, 25-60
[30] Bakam suresi, 2/146
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 1/69-80.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 1/81.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder