3 Şubat 2011 Perşembe

İslam dünyasında su yatağını buluyor




İslam dünyasında su yatağını buluyor

Ne oluyor? İslam dünyasında su yatağını buluyor.
Henüz her şey dört dörtlük gerçekleşmiş değil. Ama su yatağını arıyor, geç kalmış bir arayış bu, dileyelim su doğru mecralar bulsun ve sıhhatli doğumlar olsun.

Türkiye'de bile henüz tam bulmuş değil su mecrasını. Hâlâ vesayetleri konuşmuyor muyuz? Halktan yüzde 47 oy almış bir siyasi parti hakkında daha dün kapatma davası açılmadı mı, o parti hakkında, "Laiklik karşıtı eylemlerin odağı" hükmü verilmedi mi, bir anlayışa göre "Halktan yüzde 95 oy alsa dahi, bir siyasi hareket meşru sayılmayabilir" değil mi? Ergenekon'da ne yargılanıyor? Türkiye daha dün, post modern darbe ile Refah Partisi'nin ortak olduğu bir hükümeti tasfiye etmedi mi?

Hatırlayın, Cezayir'de, İslami Selamet Cephesi seçimleri kazandığında, ona iktidarı vermemek, normal sayılmıştı.

Ürdün'de, "İslamcılar" iktidarı alır diye oyunun kuralları değiştirilmişti.

Mısır'da, demokratik seçimler olursa halk "İslamcılar"ı iktidara getirir diye diktatorya 10 yıllarca korunmuştu.

"İslam ülkesi" Tunus'ta sokak bile kamusal alan sayılmış ve başörtüye yasak uygulanabilmişti. İnsanlar evlerinde bile Müslüman'ca yaşama tedirginliği içine sürüklenmişti.

Fas'ta krallığın keyfi yönetimine, Batı ile ilişkileri iyi diye ses çıkarılmamıştı.

Ortadoğu'da demokrasi isteniyordu ama halkın İslami kadroları iktidara getirmemesi şartıyla...

Diktatörlüklerin her türlü yolsuzluğuna, kirlenmesine göz yumuluyordu.

İslam ekseninde oluşan siyasi yapılanmalar ölümlerden ölüm beğenmek zorundaydılar.

Hele, diktatörlükler, İsrail'in güvenliği konusunda garanti vermişlerse, bin yıl yaşasınlardı.

Bu büyük İslam coğrafyasında belirleyici rolleri olan küresel güçler, halkın örgütsüzlüğünü, siyasal bilinç zaafını, iletişim dünyasına yabancılığını, eline vur ekmeğini al niteliğindeki tepkisizliğini(...) hep kendi siyasetlerini bölgeye dikte etmek için kullandılar. Yerine göre, en radikal biçimde zorbalık uygulayarak.

AK Parti, Refah bünyesinde yetişmiş kadrolarına ve böyle bir global siyasete rağmen nasıl iktidara geldi?

Yani Refah'ı biçenler neden AK Parti'yi biçmediler?

Belki, bir, Tayyip Erdoğan'ın Refah'tan farklı olarak, halktaki tek başına iktidar olacak ölçüdeki karşılığını ortadan kaldıramayacaklarını gördüler.

Ve belki, iki, AK Parti'nin öncü kadrosu, Batı ile ilişkilerde "meydan okuyucu" bir dil yerine, "uzlaşmacı" bir dili tercih ettiler. Ben, bu uzlaşmacı dilin, "Kendi ülkemizin çıkarlarını koruruz, ama sizinle çatışma önceliğimiz yok" şeklinde olduğunu düşünüyorum. Zaman zaman çatışılmıştır da ama bunun "ilkesel" bir tavır olmadığı anlatılmıştır, kanaatindeyim. AK Parti hükümetlerinin, özellikle Mavi Marmara dolayısıyla, Netanyahu hükümeti ile kavga etmesine rağmen, İsrail halkı ve genelde Yahudi lobisi ile barış dili geliştirme çabaları da bu çerçevede ele alınabilir.

Yazının başında, "Türkiye'de bile" ifadesini kullandım. Bununla, Türkiye dahil tüm İslam coğrafyasının, sistem yapıları, yönetim kadroları ve dış ilişkiler düzeni itibariyle, "anormal" bir kurgunun hedefi olduğunu, bunun er geç normalleşmek zorunda kalacağını ifade etmek istedim. Onun için Ahmet Davutoğlu'nun, Türkiye'nin Ortadoğu'da yapmaya çalıştığı şeyi anlatırken kullandığı "Tarihin normalleşmesi" değerlendirmesini önemsediğimi daha önce yazdım.

Bu açıdan baktığınızda, diğer İslam ülkelerine göre birkaç adım ileride olmakla birlikte Türkiye'nin de normalleşme arayışını sürdürdüğünü görebilirsiniz.

Yoksulluk ve yolsuzlukta bıçak kemiğe dayandığı için, diktatörler bütün çirkinlikleriyle ortaya çıktıkları için, iletişim dünyası, gerçekleri, en sade insanın gözüne, kulağına, kalbine kadar ulaştırabildiği için ve dünyada halk hareketleri ile zorbaların çöküşünün örnekleri sade insanlara gücünü hatırlattığı için... İslam ülkeleri patlamaya başladı.

Bundan sonra ne olur?

Bunun cevabı, patlayan ülkelerde ne ölçüde "örgütlü yapı" bulunduğu ile bağlantılıdır.

İslam ülkelerinde örgütlü yapı zaafı var. Çünkü, önce, örgütlü yapının demokrasilerde olmazsa olmaz bir zaruret olduğu bilinci zayıf, sonra, dikta yönetimleri, örgütlü yapılara karşı amansız bir yok etme politikası izlediler. Mısır'da İhvan'a yönelik kıyımlar bunun tipik örneği.

Şu sıralar İhvan'ın, kitlelere yön vermek üzere meydana çıkmaması, bana göre, geçmiş tecrübelerin eseri. Biraz teenni, ihtiyat... Kitlelerin mahiyetini ve global siyaset odaklarının tavrını okuma mesafesi.

Türkiye'nin mesafeli, ihtiyatlı, teennili duruşu da bana göre bununla alakalı.

Mısır Ortadoğu'da anahtar ülke.

Ortadoğu, hâlâ global siyasetin vazgeçmediği bir coğrafya.

İsrail, hâlâ, global siyasetin, "güvenliğini kutsal bir görev" gibi telakki ettiği bir ülke.

Yani hâlâ İslam coğrafyası, "kendi iradesine bırakılma" durumunda değil.

....

Bu coğrafya eninde sonunda normalleşecek.

Ama bu coğrafyanın insanları, gerçekten, her şeyi kendi iradeleriyle belirleyecek bilince ve iradeye kavuştukları zaman.

Sadece eylem patlaması kaosa da götürebilir, dolayısıyla daha epeyce süre kan kaybına da sebep olabilir. Dileyelim, bilinçler çabuk toparlansın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Boşanma Hakkında Detaylı Bilgiler