29 Ocak 2012 Pazar

Ayetel Kursi


Allahü lâ ilâhe illâ hüvel hayyül kayyûm. Lâ te’huzühû sinetün ve lâ nevm. Lehû mâ fis-semâvâti vemâ fil erd. Menzellezî yeşfeu indehû illâ biiznihi. ya’lemü mâ beyne eydîhim vemâ halfehüm velâ yühîtûne bişey’in min ilmihî illâ bimâ şâe vesia kürsiyyühüssemâvâti vel erd. Velâ yeûdühü hıfzuhumâ ve hüvel aliyyül azîm.



Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, Kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür.

Okunduğu yer: Namaz içinde sure şeklinde okunduğu gibi, namazda tesbihden önce de okunur.

Ettehiyyâtü,Allâhümme salli ,Allâhümme bârik, Rabbenâ ve Kunut Duaları


اَلتَّحِيَّاتُ ِللهِ وَالصَّلَوَاتُ وَالطَّيِّبَاتُ؛ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ؛ اَلسَّلاَمُ 
عَلَيْنَا
وَعَلَى عِبَادِ اللهِ الصَّالِحِينَ؛ اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
---::: OKUNUŞU :::---
Ettehiyyâtü lillâhi vessalevâtü vettayibât. Esselâmü aleyke eyyühen-Nebiyyü ve rahmetüllâhi ve berakâtüh, Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhis-Sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûlüh.

---::: ANLAMI :::---
Dil ile, beden ve mal ile yapılan bütün ibadetler Allah'a dır. Ey Peygamber! Allah'ın selamı, rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selam bizim üzerimize ve Allah'ın bütün iyi kulları üzerine olsun. Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Yine şahitlik ederim ki, Muhammed, O'nun kulu ve Peygamberidir.



---::: OKUNUŞU :::--
-Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim. İnneke hamidün mecîd.


---::: ANLAMI :::---
Allah'ım! Muhammed'e ve Muhammed'in ümmetine rahmet eyle; şerefini yücelt. İbrahim'e ve İbrahim'in ümmetine rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye layık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.


---::: OKUNUŞU :::---
Allâhümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârekte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim. İnneke hamidün mecîd.

---::: ANLAMI :::---
Allah'ım! Muhammed'e ve Muhammed'in ümmetine hayır ve bereket ver. İbrahim'e ve İbrahim'in ümmetine verdiğin gibi. Şüphesiz övülmeye layık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.

---::: OKUNUŞU :::---

Rabbenâ âtina fid'dünyâ haseneten ve fil'âhireti haseneten ve kınâ azâbennâr. Birahmetike yâ Erhamerrahimîn
Rabbenâğfirlî ve li-vâlideyye ve lil-Mü'minîne yevme yekumü'l hisâb.

---::: ANLAMI :::---
Allah'ım! Bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik, güzellik ver. Bizi ateş azabından koru.
Ey bizim Rabbimiz! Beni, anamı ve babamı ve bütün mü'minleri hesap gününde (herkesin sorguya çekileceği günde) bağışla.


---::: OKUNUŞU :::---
Allâhümme innâ nesteînüke ve nestağfirüke ve nestehdîk. Ve nü'minü bike ve netûbü ileyk. Ve netevekkelü aleyke ve nüsnî aleykel-hayra küllehû neşkürüke ve lâ nekfürüke ve nahleu ve netrükü men yefcürük.

---::: ANLAMI :::---
Allahım! Senden yardım isteriz, günahlarımızı bağışlamanı isteriz, razı olduğun şeylere hidayet etmeni isteriz. Sana inanırız, sana tevbe ederiz. Sana güveniriz. Bize verdiğin bütün nimetleri bilerek seni hayır ile öğeriz. Sana şükrederiz. Hiçbir nimetini inkar etmez ve onları başkasından bilmeyiz. Nimetlerini inkar eden ve sana karşı geleni bırakırız.


---::: OKUNUŞU :::---
Allâhümme iyyâke na'büdü ve leke nüsallî ve nescüdü ve ileyke nes'â ve nahfidü nercû rahmeteke ve nahşâ azâbeke inne azâbeke bilküffâri mülhık.

---::: ANLAMI :::---
Allahım! Biz yalnız sana kulluk ederiz. Namazı yalnız senin için kılarız, ancak sana secde ederiz. Yalnız sana koşar ve sana yaklaştıracak şeyleri kazanmaya çalışırız. İbadetlerini sevinçle yaparız. Rahmetinin devamını ve çoğalmasını dileriz. Azabından korkarız, şüphesiz senin azabın kafirlere ve inançsızlara ulaşır.

RÜKÜ'YA GİTMEK

                                          RÜKÜ'YA GİTMEK
Namazın şartlarından biri de rükü'dur: Namaz kılan, sûreden sonra, tekbîr getirerek rükü'ya eğilir. Rükü'da, erkekler ellerinin parmaklarını açıp, dizlerin üstüne kor. Sırtını ve başını düz tutar. Rükü'da, en az, üç kere "Sübhâne rabbiyel-azîm" der. Üç kere okumadır, imâm başını kaldırsa, o da, hemen kaldırır. Rükü'da, bacaklar ve kollar dik (düz)tutulur.



Kadınlar ellerinin parmaklarını açmaz. Sırtını ve başını, bacaklarını, kollarını dik tutmaz. Elbiseleri arkadan kalkmayacak şekilde durur Resimde görüldüğü gibi..Rükü'dan kalkarken "Semi'allahü limen hamideh" demek, imâma ve yalnız kılana sünnettir. Cemâ'at bunu söylemez. Bunun arkasından,
yalnız kılan ve cemâ'at, hemen "Rabbenâ lekel-hamd" der ve dik durulur ve "Allahü ekber" diyerek secdeye varılır. önce dizler, sonra eller, sonra burun ve alın yere konur. Burun mutlaka secdede iken yere değmelidir..                                       


ÖĞLE NAMAZI Anlatımlı ve Resimli Kılınışı

                                          ÖĞLE NAMAZI
Resimli Kılınışı
Öğle namazı on rek'attir. Önce, dört rek'at ilk sünneti, sonra dört rek'at farzı, farzdan sonra da iki rek’at son sünneti kılınır.

Öğle namazının ilk dört rek'atlık sünneti şöyle kılınır:
1- Ayakta olarak kıbleye dönülür. Ayakların arası dört parmak açıklıkta olur.
Niyet edilir. “Allah rızâsı için bugünkü öğle namazının sünnetini kılmaya niyet ettim” denir.
2- “Allahü ekber” diyerek iftitâh tekbîri alınır.
Erkekler tekbîr alırken; ellerin içi kıbleye karşı ve parmak araları normal açıklıkta bulunur. Başparmaklar kulak yumuşağına değdirilerek eller yukarıya kaldırılır.
Kadınlar tekbîr alırken; ellerinin içi kıbleye karşı, parmak araları normal açıklıkta ve parmak uçları omuz hizâsına gelecek şekilde ellerini yukarıya kaldırırlar.
3- Tekbîrden sonra eller bağlanır. Kıyamda yani ayakta iken secde edilecek yere bakılır.
Erkekler sağ elin avucu, sol elin üzerinde ve sağ elin baş ve küçük parmağı sol elin bileğini kavramış olarak ellerini göbek altında bağlarlar.
Kadınlar sağ el sol elin üzerinde olacak şekilde ellerini göğüs üstüne koyarlar. Erkeklerde olduğu gibi sağ elin parmakları ile sol elin bileğini kavramazlar.
Ayakta sırasıyla;
- Sübhâneke
- Eûzü Besmele
- Fâtiha sûresi
- Zamm-ı sûre okunur. Meselâ, innâ e'taynâ... okunur. (Zamm-ı sûre, namazda okunan sûrelere denir.)
4- “Allahü ekber” diyerek rükü’a varılır yani bel doksan derece eğilir ve burada en az üç defa “Sübhâne rabbiyel-azîm” denilir. Rükü’da iken ayakların üzerine bakılır.
Erkekler rükü’da, parmaklarını açıp, dizlerin üstüne kor. Sırtını ve başını düz tutar. Bacaklarını ve kollarını dik tutarlar.
Kadınlar rükû'da, sırtını ve başını, bacaklarını, kollarını dik tutmaz. Sırtlarını biraz meyilli tutarak erkeklerden daha az eğilirler. Ellerini parmaklarını açmayarak dizleri üzerine koyarlar ve dizlerini biraz bükük bulundururlar.
Üç defa “Sübhâne rabbiyel-azîm” dedikten sonra, “Semi’allahü limen hamideh” diyerek rükü’dan kalkılır ve ayakta “Rabbenâ lekel-hamd” denilir.
5- Sonra, “Allahü ekber” diyerek secdeye varılır. Secdeye inerken önce dizler, sonra eller, daha sonra da burun ve alın yere konur. Secdede baş iki elin arasında ve hizâsında bulunur. El parmakları birbirine bitişiktir.
Secdede iken ayaklar kaldırılmaz. Secdede gözler kapalı olmaz. Burada en az üç kere “Sübhâne rabbiyel-a’lâ” denilir.
Erkekler, secdede dirseklerini yanlarından uzak, kollarını yerden kalkık bulundururlar. Ayaklar, parmaklar üzerine dik tutulur ve parmak uçları kıbleye gelecek şekilde yere konur.
Kadınlar, secdede kollarını yanlarına bitişik hâlde bulundururlar.
Ayaklar bitişik olarak parmaklar üzerine dik tutulur ve parmak uçları kıbleye gelecek şekilde kıvrılarak yere konur.
6- “Allahü ekber” diyerek başını secdeden kaldırıp diz üstü oturulur. Otururken, parmaklar dizlerin hizâsına gelecek şekilde eller uylukların üzerine konur ve kucağa bakılır. Burada “Sübhânallah” diyecek kadar kısa bir
an oturulur.
Bu oturuşta erkekler, sol ayağını yere yayarak onun üzerine oturur, sağ ayak, parmakları kıbleye yönelmiş durumda dik tutulur.
Kadınlar ise, ayaklarını yatık olarak sağ tarafına çıkarır ve öylece otururlar.
Sonra, “Allahü ekber” diyerek ikinci defa secdeye varılır ve yine en az üç kere “Sübhâne rabbiyel-a’lâ” denilir.
7- “Allahü ekber” diyerek secdeden ayağa (ikinci rek'ata) kalkılır ve eller bağlanır.
İkinci rek'atte sırasıyla;
- Besmele,
- Fâtiha,
- Zamm-ı sûre okunur.
Sonra, birinci rek'atte olduğu gibi, “Allahü ekber” diyerek rükü'a varılır ve en az üç kere “Sübhâne rabbiyel-azîm” denilir.
8- “Semi’allahü limen hamideh” diyerek rükûdan ayağa kalkılır ve ayakta “Rabbenâ lekel-hamd” denilir.
“Allahü ekber” diyerek secdeye varılır. Birinci rek'atte olduğu gibi yine en az üç kere “Sübhâne rabbiyel-a’lâ” denilir.
Sonra, “Allahü ekber” diyerek secdeden kalkılıp oturulur ve burada “Sübhânallah” diyecek kadar kısa bir an oturulur.
Sonra, “Allahü ekber” diyerek ikinci defa secdeye varılır ve en az üç kere “Sübhâne rabbiyel-a’lâ” denilir.
9- “Allahü ekber” diyerek secdeden doğrulup oturulur.
Otururken, el parmakları dizlerin hizâsına gelecek şekilde uylukların üzerine konur ve kucağa bakılır. Buna ilk oturuş ya'ni kâdei ûla denir.
Ettehıyyâtüyü okuyup üçüncü rek’eta kalkılır.
Üçüncü rek'atte, Fatiha ve zamm-ı sure okunur, rükü' ve secde yapılıp, dördüncü rek'ate kalkılır. Dördüncü rek'atte yine Fatiha ve zamm-ı sure okunur sonra rükü' ve secde yapılarak, kâde-i âhıre yani son oturuşa
oturulur.
Oturuşta sırasıyla;
- Ettehıyyâtü
- Allahümme salli
- Allahümme bârik
- Rabbenâ âtina...duâları okunur.
Erkekler, sol ayağını yere yayarak onun üzerine oturur, sağ ayak parmakları kıbleye yönelmiş durumda dik tutulur.
Kadınlar, ayaklarını yatık olarak sağ tarafa çıkarır ve öylece otururlar.
10- Önce başını sağa çevirerek “Esselâmü aleyküm ve rahmetullah” denir. Selâm verirken omuzlara bakılır.
Sonra başını sola çevirerek sağ tarafta olduğu gibi yine, “Esselâmü aleyküm ve rahmetullah” denilir. Böylece dört rek'atlık sünnet namazı tamamlanmış olur.
Öğlen namazının farzı ile ilk dört rek'atlık sünneti arasında kılınış bakımından bir fark yoktur. Tek fark üç ve dördüncü rek'atlarda zamm-ı sure okunmaz. Farzdan sonra son iki rek'atlık sünnete kalkılır.
Öğlenin son sünneti şöyle kılınır:
1- Önce kıbleye karşı dönülür. Ayaklar birbirinden dört parmak kadar açık olarak paralel tutulur. Ellerin baş parmakları kulak yumuşaklarına değdirilir, avuç içleri kıble istikâmetine açılır. “Niyet ettim. Allah rızâsı için bu
günün öğle namazının son sünnetini kılmaya, döndüm kıbleye” diye kalbden geçirildikten sonra, “Allahü ekber” diyerek, göbek altında, sağ el sol elin üzerine bağlanır.

Kadınlar tekbîr alırken; ellerinin içi kıbleye karşı, parmak araları normal açıklıkta ve parmak uçları omuz hizâsına gelecek şekilde ellerini yukarıya kaldırırlar. Sağ el sol elin üzerinde olacak şekilde ellerini göğüs üstüne
koyarlar. Erkeklerde olduğu gibi sağ elin parmakları ile sol elin bileğini kavramazlar.
2- Gözleri, secde edilecek yerden ayırmaksızın:
a) Sübhâneke, okunur.
b) E’ûzü Besmeleden sonra Fâtiha, okunur.
c) Fâtihadan sonra Besmele okunmaksızın bir zamm-ı sûre (meselâ; Elem terakeyfe..) okunur.
3- Zamm-ı sûreden sonra "Allahü ekber" diyerek rükü’a eğilinir. El parmaklarını açıp dizler üzerine konur, bel düz tutulur ve gözleri ayaklardan ayırmayarak, en az üç defa "Sübhâne Rabbiyel-azîm" (5 veya 7 de olur)
denir.

Kadınlar rükûda, sırtını ve başını, bacaklarını, kollarını dik tutmaz. Sırtlarını biraz meyilli tutarak erkeklerden daha az eğilirler. Ellerini parmaklarını açmayarak dizleri üzerine koyarlar ve dizlerini biraz bükük bulundururlar.
4- "Semi’allahü limen hamideh" diyerek doğrulunur. Doğrulurken, pantolon çekilmez ve gözler secde yerinden ayrılmaz. Tam dik durunca, (Rabbenâ lekel hamd) denir.
5- Ayakta fazla durulmadan "Allahü ekber" diyerek secdeye gidilir. Secdeye giderken sırası ile;
a) Sağ diz, sonra sol diz, sağ el, sonra sol el, burun ve alın yere konur.
b) Ayak parmakları kıble istikâmetinde bükülür.
c) Baş iki elin arasına konur,
d) Elin parmakları bitişik tutulur,
e) Avuç içleri yere yapıştırılır. Dirsekler yere yapıştırılmaz.
f) Bu vaziyette iken en az üç defa "Sübhâne rabbiyel-a’lâ" denir.

Kadınlar, secdede kollarını yanlarına bitişik hâlde bulundururlar.
6- Sonra, “Allahü ekber” diyerek sol ayak yere yayılır, sağ ayağın parmakları kıble istikâmetinde bükülür, uylukların üzerinde oturulur. Avuçlar, dizin üzerine konur ve parmaklar kendi hâline bırakılır.

Kadınlar ise, ayaklarını yatık olarak sağ tarafına çıkarır ve öylece otururlar.
7- Uyluklar üzerinde sübhâhallah diyecek kadar oturduktan sonra, "Allahü ekber" diyerek, tekrar secdeye varılır.
8- Secdede, yine en az üç defa "Sübhâne rabbiyel a’lâ" dedikten sonra “Allahü ekber” diyerek ayağa kalkılır. Ayağa kalkarken, ellerle yerden kuvvet alınmaz ve ayaklar yerinden oynatılmaz. Secdeden kalkarken önce
alın, sonra burun, sonra da sol el ve sağ el, sonra sol diz ve sağ diz yerden kaldırılmalıdır.
9- Ayakta iken Besmeleden sonra Fâtiha ve bundan sonra bir zamm-ı sûre okunup, "Allahü ekber" diyerek rükü’a eğilinir.
10- İkinci rek'at de, birinci rek'atte târif edilen şekilde tamamlanır. Yalnız ikinci secdeden sonra, "Allahü ekber" deyince, ayağa kalkmayıp uyluklar üzerine oturulur ve:
a) "Ettehiyyâtü", "Allahümme salli", "Allahümme bârik"ve "Rabbenâ âtina" duâlarını okuduktan sonra, önce sağa, "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah", sonra sola "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah" diye selâm
verilir.
b) Selâm verdikten sonra, "Allahümme entesselâm ve minkesselâm tebârakte yâ zel-celâli vel-ikrâm" denir ve böylece namaz tamamlanmış olur.
Bundan sonra, üç kere "Estagfirullah" denir, sonra, "Âyet-el-kürsî" okunur ve tesbih çekilir. Yani, otuzüç defa, Sübhânellah, otuzüç defa Elhamdülillah, otuzüç defa Allahü ekber denir. Sonra, Lâ ilâhe illallah vahdehû
lâ şerîkeleh, lehülmülkü ve lehül hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr, denir. Bunları sessizce okumalıdır. Yüksek sesle okumak bid’attır.
Daha sonra duâ edilir. Duâ ederken, eller göğüs hizâsına kaldırılır. Eller göğe doğru açılarak avuçların içi yüze doğru biraz meyilli tutulur ve iki elin arası açık bulundurlur. Dirsekler yanlara yapışık olmaz.

Cemaatle kılarken
İmâmla birlikte kılarken, ayakta iken imâm içinden okusa da, yüksek sesle okusa da, cemaat bir şey okumaz. Yalnız, birinci rek'atte, Sübhâneke okur. İmâm, yüksek sesle Fâtihayı bitirince, cemaat yavaşça "âmîn" der.
Bunu yüksek sesle söylememelidir. Rükü’dan kalkarken, imâm "Semi’allahü limen hamideh" deyince, cemaat yalnız, "Rabbenâ lekel hamd" der. Sonra eğilirken "Allahü ekber" diyerek, imâmla birlikte cemaat de
secdeye gider. Rükü’da, secdelerde ve otururken yalnız kılar gibi cemaat de okur.

SECDEYE GİTMEK

                                          SECDEYE GİTMEK
Namazın şartlarından biri de secdedir: Secdede el parmakları, birbirine bitişik, kıbleye karşı, kulaklar hizâsında, baş iki el arasında olmalıdır. Alnı temiz yere, ya'nî taş, toprak, tahta, yaygı üzerine koymak farz olup,
burnu da beraber koymak vâcib denildi. Yalnız alnı koymak mekrûhtur. Secdede en az üç kere "Sübhâne rabbiyel-a'lâ" denir.
İki ayağı veya hiç olmazsa herbirinin birer parmaklarını yere koymak lâzımdır. Secdede, alın, burun ve ayaklar yerden az zaman kalkmış olursa, zararı olmaz. Secdede ayak parmaklarını bükerek, uçlarını kıbleye
çevirmek sünnettir.
Erkekler, kolları ve uylukları, karından ayrı bulundurur. Kadınlar, secdede kollarını yanlarına bitişik hâlde bulundururlar. Elleri ve dizleri yere koymak sünnettir. Topukları kıyâmda, birbirinden dört parmak eni kadar uzak,
rükü'da, kavmede ve secdede bitişik tutmak sünnettir.
Takkenin, saçların alnı kapatmaması lâzımdır. Kadınların da, namazda alnı açık olması lâzımdır. Yerin sertliğini duyacak kadar, ya'nî başını bastırınca, alnı artık gömülmiyecek kadar bastırarak, halı, hasır, sedîr, kanepe
üzerinde secde etmek sahîh olur.
Secde için eğilemiyen hasta ve câmide başka yer bulamıyan sağlam kimse, yüksek birşey üzerine secde etmezler. Çünkü, Resûlullah efendimiz az yüksek şey üzerine dahî secde etmemiştir. Dinimiz kolaylık dinidir.
Fakat herkesin kolayına geldiğini yapması değil, âlimlerin gösterdiği kolaylıktan istifade etmesi lâzımdır.
Bunun için, özrü olanların dahî az yükseğe de secde etmemeleri lâzımdır.

SABAH NAMAZI

                                          SABAH NAMAZI
Sabah namazı dört rek'attir. İki rek'at sünnet, iki rek'at farzdır. Resimli kılınışı

"Sabah namazının sünneti" şöyle kılınır:
1- Önce kıbleye karşı dönülür. Ayaklar birbirinden dört parmak kadar açık olarak paralel tutulur. Ellerin baş parmakları kulak yumuşaklarına değdirilir, avuç içleri kıble istikâmetine açılır. “Niyet ettim. Allah rızâsı için bu
günün sabah namazının sünnetini kılmaya, döndüm kıbleye” diye kalbden geçirildikten sonra, “Allahü ekber” diyerek, göbek altında, sağ el sol elin üzerine bağlanır.

Kadınlar tekbîr alırken; ellerinin içi kıbleye karşı, parmak araları normal açıklıkta ve parmak uçları omuz hizâsına gelecek şekilde ellerini yukarıya kaldırırlar. Sağ el sol elin üzerinde olacak şekilde ellerini göğüs üstüne
koyarlar. Erkeklerde olduğu gibi sağ elin parmakları ile sol elin bileğini kavramazlar.
2- Gözleri, secde edilecek yerden ayırmaksızın:
a) Sübhâneke, okunur.
b) E’ûzü Besmeleden sonra Fâtiha, okunur.
c) Fâtihadan sonra Besmele okunmaksızın bir zamm-ı sûre (meselâ; Elem terakeyfe..) okunur.
3- Zamm-ı sûreden sonra "Allahü ekber" diyerek rükü’a eğilinir. El parmaklarını açıp dizler üzerine konur, bel düz tutulur ve gözleri ayaklardan ayırmayarak, en az üç defa "Sübhâne Rabbiyel-azîm" (5 veya 7 de olur)
denir.

Kadınlar rükûda, sırtını ve başını, bacaklarını, kollarını dik tutmaz. Sırtlarını biraz meyilli tutarak erkeklerden daha az eğilirler. Ellerini parmaklarını açmayarak dizleri üzerine koyarlar ve dizlerini biraz bükük bulundururlar.
4- "Semi’allahü limen hamideh" diyerek doğrulunur. Doğrulurken, pantolon çekilmez ve gözler secde yerinden ayrılmaz. Tam dik durunca, (Rabbenâ lekel hamd) denir.
5- Ayakta fazla durulmadan "Allahü ekber" diyerek secdeye gidilir. Secdeye giderken sırası ile;
a) Sağ diz, sonra sol diz, sağ el, sonra sol el, burun ve alın yere konur.
b) Ayak parmakları kıble istikâmetinde bükülür.
c) Baş iki elin arasına konur,
d) Elin parmakları bitişik tutulur,
e) Avuç içleri yere yapıştırılır. Dirsekler yere yapıştırılmaz.

Kadınlar, secdede kollarını yanlarına bitişik hâlde bulundururlar.
f) Bu vaziyette iken en az üç defa "Sübhâne rabbiyel-a’lâ" denir.
6- Sonra, “Allahü ekber” diyerek sol ayak yere yayılır, sağ ayağın parmakları kıble istikâmetinde bükülür, uylukların üzerinde oturulur. Avuçlar, dizin üzerine konur ve parmaklar kendi hâline bırakılır.

Kadınlar ise, ayaklarını yatık olarak sağ tarafına çıkarır ve öylece otururlar.
7- Uyluklar üzerinde sübhânallah diyecek kadar oturduktan sonra, "Allahü ekber" diyerek, tekrar secdeye varılır.
8- Secdede, yine en az üç defa "Sübhâne rabbiyel a’lâ" dedikten sonra “Allahü ekber” diyerek ayağa kalkılır. Ayağa kalkarken, ellerle yerden kuvvet alınmaz ve ayaklar yerinden oynatılmaz. Secdeden kalkarken önce
alın, sonra burun, sonra da sol el ve sağ el, sonra sol diz ve sağ diz yerden kaldırılmalıdır.
9- Ayakta iken Besmeleden sonra Fâtiha ve bundan sonra bir zamm-ı sûre okunup, "Allahü ekber" diyerek rükü’a eğilinir.
10- İkinci rek’at de, birinci rek’atte târif edilen şekilde tamamlanır. Yalnız ikinci secdeden sonra, "Allahü ekber" deyince, ayağa kalkmayıp uyluklar üzerine oturulur ve:
a) "Ettehiyyâtü", "Allahümme salli", "Allahümme bârik"ve "Rabbenâ âtina" duâlarını okuduktan sonra, önce sağa, "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah", sonra sola "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah" diye selâm
verilir.
b) Selâm verdikten sonra, "Allahümme entesselâm ve minkesselâm tebârakte yâ zel-celâli vel-ikrâm" denir ve hiç konuşmadan sabah namazının farzını kılmaya kalkılır. Çünkü, sünnet ile farz arasında konuşmak
namazı bozmaz ise de sevâbına azaltır.
Sabah namazının sünneti ile farzı arasında kılınış bakımından bir fark yoktur. Aynı şekilde farz da kılınır.
Bundan sonra, üç kere "Estagfirullah" denir, sonra, "Âyet-el-kürsî" okunur ve tesbih çekilir. Yani, otuzüç defa, Sübhânellah, otuzüç defa Elhamdülillah, otuzüç defa Allahü ekber denir. Sonra, Lâ ilâhe illallahü vahdehu
lâ şerîkeleh, lehülmülkü ve lehül hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr, denir. Bunları sessizce okumalıdır. Yüksek sesle okumak bid’attır.
Daha sonra duâ edilir. Duâ ederken, eller göğüs hizâsına kaldırılır. Eller göğe doğru açılarak avuçların içi yüze doğru biraz meyilli tutulur ve iki elin arası açık bulundurlur. Dirsekler yanlara yapışık olmaz. Sabah
namazını tablo hâlinde görmek için burayı tıklayınız.

Cemaatle kılarken
İmâmla birlikte kılarken, ayakta iken imâm içinden okusa da, yüksek sesle okusa da, cemaat bir şey okumaz. Yalnız, birinci rek'atte, Sübhâneke okur. İmâm, yüksek sesle Fâtihayı bitirince, cemaat yavaşça "âmîn" der.
Bunu yüksek sesle söylememelidir. Rükü’dan kalkarken, imâm "Semi’allahü limen hamideh" deyince, cemaat yalnız, "Rabbenâ lekel hamd" der. Sonra eğilirken "Allahü ekber" diyerek, imâmla birlikte cemaat de
secdeye gider. Rükü’da, secdelerde ve otururken yalnız kılar gibi cemaat de okur.

BEŞ VAKİT NAMAZIN KILINIŞI

                                    BEŞ VAKİT NAMAZIN KILINIŞI
Beş vakit namaz
Akıl ve baliğ olan yani erginlik çağına gelen her müslümanın hergün beş vakit namaz kılması farzdır. Bir namazın vakti gelince, bu namazı kılmaya başladığı vakit, kılması farz olur. Kılmadı ise, vaktin sonunda, yanî
vaktin çıkmasına, abdest alıp namaza başlayacak kadar zaman kalınca, kılması farz olur.
Özrü yok iken kılmadan vakit çıkarsa, büyük günâh olur. Özrü olanın da, olmıyanın da, kazâ etmeleri farz olur. Yeni müslüman olana önce namazın şartlarını öğrenmek farz olur. Öğrendikten sonra, kılması da farz olur.
Beş vakit namaz, kırk rek'at eder. Bunlardan onyedi rek’ati farzdır. Üç rek’ati vâciptir. Yirmi rek’ati sünnettir. Şöyle ki:
Sabah namazı
Dört rek'attir. Önce, iki rek'at sünneti, sonra iki
rek'at de farzı kılınır. Bu sünnet, çok kuvvetlidir.
Vâcip diyenler de vardır.
Öğle namazı
On rek'attir. Önce, dört rek'at ilk sünneti, sonra
dört rek'at farzı, farzdan sonra da iki rek’at son
sünneti kılınır.
İkindi namazı
Sekiz rek'attir. Önce, dört rek'at sünneti, sonra
dört rek'at farzı kılınır.
Akşam namazı
Beş rek'attir. Önce üç rek'at farzı, sonra iki rek'at
sünneti kılınır.
Yatsı namazı
Onüç rek'attir. Önce, dört rek'at sünnet, sonra dört
rek'at farz, sonra iki rek'at son sünnet, bundan
sonra üç rek'at, Vitir namazı kılınır.

İkindi ve yatsının ilk sünnetleri, “Gayr-i müekkede”dir. Bunların ikinci rek'atlerinde otururken, Ettehiyyâtü... den sonra, Allahümme salli alâ... sonra... Bârik alâ... sonuna kadar okunur. Ayağa kalkınca, üçüncü rek’atte,
önce Besmele çekmeden, Sübhâneke... okunur, hâlbuki, öğle namazının ilk sünneti “Müekked”dir. Yanî, kuvvetle emrolunmuştur. Sevâbı daha çoktur. Bunda, birinci oturuşta, farzlarda olduğu gibi, yalnız Ettehiyyâtü
okunup, sonra üçüncü rek’at için, hemen ayağa kalkılır. Kalkınca, önce Besmele çekip, doğruca Fâtiha okunur.
Birinci rek’at, namaza durunca, diğer rek'atler ayağa kalkınca başlar ve tekrar ayağa kalkıncaya kadar devam eder. Son rek'at ise, selâm verinciye kadar devam eder. İki rek’atten az namaz olmaz. Akşamın farzı ile
vitirden başka, her namaz, çift rek’atlidir. İkinci secdeden sonra, çift rek’atlerde oturulur.
Herbir rek’atte namazın farzları, vâcipleri, sünne tleri, müfsidleri ve mekrûhları vardır.
Namazlarda okunan duâlar ve sureler için burayı tıklayın
Bu bölümde de, namaz kılmanın kolay öğrenilmesi için teorik ağırlıklı olarak, namazın nasıl kılınacağı anlatılacaktır. Resimli olarak öğrenmek için işaretli yeri tıklayınız.

NAMAZ REHBERİ

                                       NAMAZ REHBERİ HAKKINDA
Âdem aleyhisselâmdan beri, her dinde bir vakit namaz var idi. Yâni her ümmet mutlaka namaz kılardı. Kimisi sabah, kimisi öğle, kimisi akşam, kimisi yatsı namazı kılardı. Hepsinin kıldığı, bir araya toplanarak bize farz
edildi.
Namaz kılmak, îmânın şartı değil ise de, namazın farz olduğuna inanmak, îmânın şartıdır. Mükellef olan yâni akıllı ve ergenlik çağına gelmiş olan her müslümanın, hergün beş vakit namaz kılması "Farz-ı ayn"dır. Farz
olduğu, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde, açıkça bildirilmiştir.
Yedi yaşındaki çocuğa, namaz kılmasını emretmek, on yaşında kılmaz ise, zorla kıldırmak lazımdır.
Namazla ilgili şu hadis-i şerîfler namazın önemini açıkca göstermektidir:
(Namaz dinin direği, her hayrın anahtarıdır.)
(Kıyâmette kulun ilk sorguya çekileceği ibâdet namazdır. Namaz düzgün ise, diğer ameller, ibâdetler kabûl edilir. Namaz düzgün değilse, hiçbir amel kabûl edilmez.)
Tembellikle namaz kılmayıp fakat, her namaz vaktinde namaz kılmadığı için üzülen, kâfir olmaz, ancak büyük günâh işlemiş olur. Hadîs imâmları, söz birliği ile bildiriyor ki, "Bir namazı vaktinde amden kılmıyan, yâni
namaz vakti geçerken, namaz kılmadığı için üzülmeyen, kâfir olur veya ölürken îmânsız gider." Yâ namazı, hâtırına bile getirmiyenlerin, namazı vazîfe tanımıyanların hali ne olur?
Görülüyor ki, farz namazı kılmamak, îmânsız gitmeğe sebep olmaktadır. Namaza devam, kalbin nûrlanmasına ve saadet-i ebediyyeye yâni sonsuz saadete kavuşmaya vesîledir. Peygamberimiz (Namaz nûrdur.)
buyurdu. Yâni, dünyada kalbi parlatır. Âhırette sırâtı aydınlatır.
Namazda yapılması emrolunan her hareket, kalbe ve bedene faydalar sağlamaktadır. Câmilerde cemâat ile namaz kılmak, müslümanların kalblerini birbirlerine bağlar. Birbirlerinin kardeşleri olduklarını anlarlar.
İbâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran yararlı şey, namazdır. Peygamberimiz, (Namaz dînin direğidir. Namaz kılan kimse, dînini kuvvetlendirir. Namaz kılmayan, elbette dînini
yıkar.) buyurdu.
Gençlerin ibâdet etmeleri, namaz kılmaları daha kıymetlidir. Çünkü, nefislerinin kötü isteklerini kırmakta ve ibâdet etmek istememesine karşı gelmektedirler.
Namazın dinimizde ayrı bir yeri olduğu için, bu çalışmamızı herkesin kolaylıkla anlıyabileceği tarzda yaptık. Namazla ilgili hiçbir bilgisi olmayan kimsenin bile kendi kendine öğrenip namazını kılabilmesini hedefledik.
Bunun için; önce resim ve resim altında bilgi verdik.Hemen bundan sonra, beş vakit namaz hakkında yeterli bilgi verdik. Daha sonra da bütün bu bilgileri tablo haline getirdik.
Son bölümde de, itikat ve namaz ile ilgili herkesin bilmesi gerekli olan iman ve inanılması lüzumlu bilgileri verdik.
Böylece, islamiyetle ilgili hiçbir bilgisi olmayan veya yeni müslüman olmuş kimseler için de kısa,öz; fakat yeterli bilgi vermiş olduk.

EF'AL-İ MÜKELLEFİN

                                      
EF'AL-İ MÜKELLEFİN
Ef'âl-i mükellefîn, dînimizin emirlerinden ve yasaklarından sorumlu olan kimselerin yerine getirecekleri vazifelerin hükümlerini belirten bir tâbirdir. Bir kimsenin her türlü davranışı bunlardan birine dahil olur. Ef''âl-i
mükellefîn, sekizdir: Farz, vâcib, sünnet, müstehab, mubâh, harâm, mekrûh ve müfsid.
1- Farz: Dînimizin, yapılmasını açıkça ve kesin olarak emrettiği şeylere farz denir. Farzları terketmek harâmdır. İnkâr eden kâfir olur. Dinden çıkar. Farz iki çeşittir:
Farz-ı ayın: Müslümanın bizzat kendisinin yapması lâzım olan farzdır. Meselâ, beş vakit namaz kılmak. Ramazan ayında oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek farz-ı ayn'dır.
Farz-ı kifâye: Müslümanlardan bir kaçının veya sadece birisinin yapması ile, diğerlerinin sorumluluktan kurtulduğu farzlardır. Meselâ, cenâze namazı kılmak, cihâd etmek farz-ı kifâyedir.
2- Vâcib: Yapılması farz gibi kesin olan emirlerdir. Fakat, bu emrin delili farz kadar açık değildir. Bayram namazı kılmak, kurban kesmek, vitir namazı, fitre vermek vâcibdir. Vâcibi terk etmek, tahrimen mekrûhtur.
3- Sünnet: Peygamber Efendimizin yapılmasını övdüğü, yâhut devam üzere kendisinin yaptığı veyâhut yapılırken görüp de mâni olmadığı şeylere denir. Sünnet iki çeşittir:
Sünnet-i müekkede: Peygamber Efendimizin devamlı yaptıkları, pek az terkettikleri kuvvetli sünnetlerdir. Sabah namazının sünneti, öğlenin dört rek'atlık ilk sünneti, akşam namazının sünneti, yatsı namazının son iki
rek'at sünneti böyledir. Ezân okumak, kâmet getirmek, cemâ'ate devam etmek, abdest alırken misvak kullanmak müekked sünnetlerdendir.
Sünnet-i gayr-i müekkede: Peygamber efendimizin, ibâdet maksadı ile arasıra terkederek yaptıklarıdır. İkindi ve yatsı namazlarının dört rek'atlık ilk sünnetleri böyledir.
4- Müstehab: Buna mendûb da denir. Sünnet-i gayr-i müekkede hükmündedir. Peygamber Efendimizin ara sıra yaptıkları ve sevdikleri, beğendikleri hususlardır. Yeni doğan çocuğa yedinci günü isim koymak, erkek
ve kız çocuğu için akika hayvanı kesmek, güzel giyinmek, güzel koku sürünmek müstehabtır. Bunları yapmak sevâbdır.
5- Mubah: Yapılması emir olunmayan ve yasak da edilmeyen şeylere mubâh denir. Ya'nî günâh veya ta'at olduğu bildirilmemiş olan işlerdir. Yapanın niyetine göre ta'at veya günâh olurlar. Yemek, içmek, uyumak,
giyinmek gibi işler mubâhtır.
6- Harâm: Dînimizin, "yapmayınız" diye açıkça yasak ettiği şeylerdir. Harâma, helâl diyenin ve helâle, harâm diyenin îmânı gider, kâfir olur.
7- Mekrûh: Allahü teâlânın ve Muhammed aleyhisselâmın, beğenmediği ve ibâdetlerin sevâbını gideren şeylerdir. Mekrûh iki çeşittir:
Tahrimen mekrûh: Harâma yakın olan mekrûhlardır. Bunları yapmak azâba sebep olur.
Tenzihen mekrûh: Helâla yakın olan, yâhut, yapılmaması yapılmasından daha iyi olan işlerdir.
8- Müfsid: Dînimizde, meşru olan bir işi veya başlanmış olan bir ibâdeti bozan şeylerdir. Namazda gülmek, oruçlu iken bilerek birşey yemek ve içmek gibi. Bu yapılan fiiller, namazı ve orucu bozarlar.

EL-KUDDUS (C.C.)


“Her türlü noksanlıktan uzak, hatadan, gafletten berî, eksiklikten uzak, pek temiz.”

“O, öyle Allah'tır ki kendisinden başka hiçbir ilâh yok­tur.” Noksanı mûcib her şeyden pâk ve münezzehtir. Ga­yet mukaddes ve her türlü kusurdan uzaktır. Her vasfında mükemmel, hiçbir tasvire sığmaz, hiçbir leke kabul et­mez, yaratılmışlardan hiç birine benzemez. Tek ve eşsiz­dir.

Yaratılmışlar her zaman bir şeye muhtaçtırlar. Bir hal­leri diğer hallerini tutmaz. Sıcaktan, soğuktan, kardan, tipiden, rüzgârdan, fırtınadan, yağmurdan, selden, ateş­ten, dumandan etkilenirler. Dert, tasa, gam, keder, sevinç, hüzün hep insanlar ve canlılar içindir. Fakat âlemlerin rabbi bütün bu noksanlıklardan pâk ve münezzehtir.

Bir insan bütün cihanlara hükmetse, emrinde dünyanın en kuvvetli ve güçlü orduları olsa, bütün halk hizmetine koşsa, onun yine bir yerde mutlaka noksanı olur. Çünkü mahlûktur, mahlûk Hâlık gibi olamaz.

İşte cihanı yaratan Allah (Azze ve Celle), eşi ve benze­ri bulunmayan bir varlıktır. Suretten, zamandan, mekândan, terkipten, dertten, kederden, ızdıraptan, se­vinçten, lezzetten ve bunlar gibi diğer bütün mahlûkatın şânından olan herhangi bir hal ve sıfattan, bir şeye benze­mekten çok uzaktır. O'nun Zât-ı Akdesini düşünmek, hayâl  etmek olmaz. Çünkü hayâlimiz de, düşünmemiz de birer mahlûktur. O'nun eserlerine bakmak kâfi...

Bir damla sudan fidan boylu delikanlıyı yaratan O olduğu gibi, karıncayı yaratan da O'dur. O'nun için güneşi yaratmakla bir küçük sineği yaratmak arasında fark yoktur. O sadece “Ol!” der ve murâd ettiği şey hemen vücûd buluverir.

Bu mübarek isim, her türlü ayıptan, kirden, pastan, lekeden, eksiklikten son derece temiz manasınadır. Ve ulûhiyyete mahsus sıfatlardan “Muhalefetün li'1-havâdis” sıfatı alâkalıdır.

Evet, “El-Kuddûs” ism-i şerifinin yegâne sahibi, Allahü Teâlâ'dır. Çünkü mutlak kemâl O'na mahsustur. Çünkü O'nun zâtında, sıfatında, ef’alinde, ahkâmında, esmasında hiçbir eksiklik ve noksanlık yoktur.

O pek yüce, pek mukaddestir. Zâtında veya herhangi bir sıfatında mahlûkundan birine benzemekten veya mahlukatından biri O'na benzemekten uzaktır.

Evet:



Yer, gök, güneş, ay, yıldız. Herşey Hak ile kâim,

Bütün mahlûk yok olur; O Bakidir, O dâim!



O'nun mübarek ve güzel isimleri bize rahmet kapılarını açmaktadır. Bu isimlerle O'nu zikrettiğimizde, bizim hesabımıza cennette gül fidanları büyümektedir. Cennet de O'nun mülkü, cihan da O'nun mülkü. Yerlerde göklerde ne varsa herşey O'na râm olmuştur. O'nun zâtı kadîmdir, bakîdir, ezelîdir. Kim O'nun mülkünde O'na eş-ortak koşarsa yüzüstü cehennemi boylar. Dünya hükümdarlariyle O'nun sultanlığı karıştırılmamalıdır. Dünyalara sığmayan nice cihangirler gelmiştir ki, şimdi hepsi toprak olmuştur. Yüce Allah'ın saltanatının ise sonu yoktur.

İşte El-Melik ism-i şerifinin peşinden El-Kuddûs ism-i şerifinin nazara verilmesi, Cenâb-ı Hakk'ın bütün varlığa hâkim bir saltanat sahibi bulunduğunu bildirmektedir.

Öyle bir saltanat, öyle bir sultan ki, zerrece eksiklik ve noksanlık ve leke kabul etmez. Pâk ve müberrâ!.. [54]

kaynak
 [54] Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 84-86.

Facebook şifresini kırıp 'cep'ten dolandırdılar

İzmir'de bir kişinin Facebook şifresini kırarak hesabını ele geçiren kişi ya da kişiler, site üzerinden arkadaşlarıyla irtibata geçerek öğrendikleri telefon numaralarına mesaj gönderip dolandırıcılık yaptı.




ntvmsnbc ve Ajanslar
Güncelleme: 14:02 TSİ 29 Ocak. 2012 Pazar
İZMİR - İzmir'de Facebook üzerinden yeni bir dolandırıcılık yaşandı.
Facebook'taki hesabını açamayan evli ve 1 çocuk babası olan 20 yıllık öğretmen Refet Ali Kayakıran, hesabının başkası tarafından ele geçirildiğini fark etti.
Facebook profilindeki kişisel bilgileri ve fotoğraflarının kötü niyetle kullanılabileceğini düşünen Kayakıran, Gaziemir Polis Merkezi'ne giderek şikayetçi oldu. Evine dönen öğretmenin kuşkuları gerçek oldu. 
 ARKADAŞLARI DOLANDIRILMIŞErtesi gün gittiği okulda Kayakıran, gece giremediği Facebook'taki hesabı üzerinden arkadaşlarıyla yazıştığını öğrendi.
Arkadaşları, "Telefon numaralarımızı istedin. Bir süre sonra telefonumuza, bir şirketten ürün ve hizmet adlı mesaj geldi. Bu mesajı onayladığımızda da onay başına 35 TL para kesildi" demesi üzerine şaşkına dönen Kayakıran, arkadaşlarına durumu anlattı. Bir kez daha polise giden Kayakıran, dolandırıcılık olayını anlatıp, şikayetçi oldu. Polis ekipleri sanal dolandırıcının kimliğini belirlemek için çalışma başlattığı belirtildi.
'KEŞKE ŞİFREMİ DEĞİŞTİRSEYDİM'
Kayakıran, "Facebook hesabımı açtığımdan beri aynı şifreyi kullanıyorum. Tehlikeli olduğunu söylerlerdi. Bizim de başımıza gelecekmiş. Keşke şifremi daha fazla karakterden oluşturup, sık sık değiştirseydim" dedi.
kaynak
http://www.ntvmsnbc.com

Bağış: Soykırım yok diyorum, gelin tutuklayın

Bağış: Soykırım yok diyorum, gelin tutuklayın

İsviçre'nin Zürih kentinde Sezen Aksu konserini izleyen Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, "1915 olayları soykırım değildir diyorum, gelsinler beni tutuklasınlar" dedi.


NTV
Güncelleme: 13:53 TSİ 29 Ocak. 2012 Pazar
Bakan Bağış, İsviçre'nin Davos kasabasında düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu yıllık toplantısının ardından geçtiği Zürih'te Sezen Aksu'nun konserini izledi. Bağış burada yaptığı açıklamada, Fransız Senatosu’nda kabul edilen Ermeni yasa teklifine değindi. "Fransa'da akıl sahiplerinin akıl sahibi olmayanlardan fazla olduğuna inanıyoruz" diyen Bağış, İsviçre'nin soykırımı reddetmenin suç olduğu bir ülke olduğunu hatırlattı.
'KAĞIT PARÇASINDAN ÖTEYE GİTMEZ' Egemen Bağış, "Biz İsviçre'deyiz ve ben diyorum ki 1915 olayları soykırım değildir, gelsinler beni tutuklasınlar" dedi. Bakan Bağış, bu tür çabaların yaşama şansı olduğuna inanmadığını bunların bir kağıt parçasından öteye gitmeyeceğini söyledi. 
kaynak
http://www.ntvmsnbc.com

Emine Kaya: Önce Fransa ve diğer sömürgeci devletler kendi yaptıkları soykırımlara ve yağmacılığa baksınlar sonra da Osmanlı İmparatorluğu'na hayran kalsınlar...

28 Ocak 2012 Cumartesi

"Kul Huve'llâhu Ahad" Sûresi'nin Fazileti , İhlas Suresi




"Kul Huve'llâhu Ahad" Sûresi'nin Fazileti
Bu konuda Amre, Âişe'den; o da Peygamber(S)'den senedi ile gelen hadîs de vardır [41].

34-.......Ebû Saîd Hudrî şöyle demiştir: Bir kişi, diğer bir kişi­nin bütün gece tekrar tekrar "Kul huveHlâhu ahad" Sûresi'ni oku­duğunu işitti. Sabah olunca Rasûlullah'a geldi ve o diğer kişinin sâdece bu sûreyi okumasını azımsayarak, bunu Rasûlullah'a zikretti. Rasû­lullah (S) da cevaben:

— "Hayâtım elinde olan Allah 'a yemîn ederim ki> bu sûreyi oku­mak, elbette bütün Kur'ân'ın üçte birine denk olur" buyurdu.

Ve râvî Ebû Ma'mer yine Ebî Saîd'e varan diğer bir rivayette şunu ziyâde etti [42]: Ebû Saîd şöyle dedi: Bana kardeşim Katâde-tu'bnu'n-Nu'mân haber verip şöyle dedi: Bir kimse Peygamber za­manında seher vaktinde kalkıp "Kul huve'llâhu ahad" Sûresi'ni okur, onun üzerine başkasını ziyâde etmezdi. Biz sabaha dâhil olduğumuz zaman bir kimse Peygamber'e geldi. Hadîsin bundan sonrası yukarı-ki hadîsin şevki gibidir [43].



35-.......Ebû Saîd Hudrî şöyle dedi: Peygamber (S) sahâbîlerine hitaben:

— "Sizden herhangi biriniz bir gecede Kur'ân 'in üçte birini oku­maktan âciz olur mu?" diye sordu.

Bu teklîf sahâbîlere güç geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Bizim hangimiz buna takat yetirir? dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (S):

— "Allâhu'I-vâhidu's-samedu sûresi, Kur'ân'ın üçte birisidir" buyurdu [44]..

Firabrî şöyle dedi: Ben, Ebû Abdillah el-Buhârî'nin varrâkı olan Ebû Ca'fer Muhammed ibn Ebî Hatim'den işittim, o şöyle diyordu: Ebû Abdillah el-Buhârî; Bu hadîs, İbrâhîm en-Nahaî'den; o da Ebû Saîd'den insadiyle mürsel'dir (yânî munkatı'dır); ed-Dahhâk el-Meşrıkî'den; o da İbn Saîd'den senediyle ise müsned'dir (yânî mut­tasıl'dır), dedi [45].




Kaynaklar

[41] Buhârî bu senedle olan hadîsin tamâmını Kitâbu't-Tevhîd'in başında getirmiştir.

[42] Bu ta'lîkı, en-Nesâî ile el-İsmâîlî, Ebû Ma'mer'den, o da İsmâîl ibn Ca'fer'-den... tarîkinden mevsûlen rivayet etmişlerdir

[43] Hadîste ne bütün gece Ihlâs okuyanın, ne de bunu işitip azimsayanın adlan bil­dirilmemiştir. Bunların adları sarihler tarafından bildiriliyor ki, dinleyen râvî Ebû Saîd'in kendisi, okuyanın da Katâde İbn Nu'mân imiş. Ihlâs Sûresi'nin kı­raatinin Kur'ân'ın üçte birini okumağa denk olması keyfiyetini bâzı âlimler, se-vâb yönünden bunun bu mikdâra denk bulunduğunu söylemişlerdir. Mâzerî de şöyle demiştir: Kur'ân'ın muhtevası kıssalar, hükümler, Allah'ın sıfatları olmak üzere üç kısma ayrılır. Bu sûre bunlardan sâdece ilâhî sıfatları ihtiva ettiği için, Peygamber tarafından sevâb ve faziletçe Kur'ân'ın üçte birisine denk olduğu bildirilmiştir... (Aynî).

[44] Başlığa uygunluğu "Allâhu'I-vâhidu's-samedu Kur'ân'ın üçte birisidir" sözün-dedir. Bu "Altâhu'l-vâhidu's-samed"sözü "Kulhuve'llâhu ahad"dan kinaye­dir, işte bu, Kur'ân'ın üçte birisidir. Bu hadîsle "Kul huve'llâhu ahadun"un fazîletini İsbât vardır. Âlimlerden bâzısı: Bu sûre, Tevhîd Kelimesi'ne benze­mektedir. Çünkü bu isbât edici ve nefyedici cümleleri şâmildir... demiştir (İbn Hacer).

[45] Bunun zahiri şudur: Müellif "Mürsel" lafzını "Munkatı" yerine, "Müsned" lafzını da "Muttasıl" yerine kullanmaktadır. Kullanmada meşhur olan ise, Mür­sel: Tâbi'î'nin Peygamber'e izafe etmekte olduğu hadîs; Müsned ise, kendisine kadar senedinde ittisal apaçık olmak şartıyle, sahâbînin Peygamber'e izafe et­mekte olduğu hadîstir... (Kastallânî).

El-Feth Sûresi'nin Fazîleti

El-Feth Sûresi'nin Fazîleti Babı


33-.......Umer ibn Hattâb'ın kölesi Eşlem şöyle dedi: Rasûlul­lah (S) seferlerinin birinde (Hudeybiye dönüşünde) yoluna devam edi­yordu. Umer ibn Hattâb da geceleyin O'nunla beraber gidiyordu. Bu sırada Umer, Rasûlullah'a birşey sordu. Fakat Rasûlullah (vahy ile meşgul bulunduğundan) Umer'e cevâb vermedi. Umer sonra yine sordu. Rasûiullah yine cevâb vermedi. Umer (Rasûlullah işitmedi sana­rak) bir daha sordu. Rasûlullah yine cevâb vermedi. Bunun üzerine Umer kendi kendine:

— Ey Umer, anan seni kaybetsin (de yok olasın)! Bak üç kerre Rasûlullah'a sorguda ısrar ettin de, bunların hepsine Rasûlullah ce­vâb vermedi, dedi.

Umer dedi ki: Bunun üzerine devemi sürdüm. Hakkımda (tev-bîh olarak) Kur'ân inmesinden korktum da kaafilenin önüne geçtim. Fakat çok geçmedi, bir çağırıcının çağırmasını işittim. Ve (kendi kendime):

— Şimdi hakkımda Kur'ân inmiş olmasından hakîkaten kork­tum, dedim.

(Bu korku içinde) Rasûlullah'a geldim ve selâm verdim. Rasû­lullah (sevinç içinde) bana:

—  ' 'Bu gece bana bir sûre indirildi ki, o sûre bana, üstüne güneş doğan herşeyden muhakkak daha sevimlidir" buyurdu.

Sonra: "Innâfetehnâlekefethanmubînâ... ~ Biz senin istik­bâlin için parlak bir fetih ve zafer (kapısını) açtık..." âyetini okudu [40].


kaynak
 [40] Hadîsin başlığa uygunluğu son fıkrasında olduğu apaçıktır. Yânî "Bu gece ba­na bir sûre indirildi ki, o bana, üzerine güneş doğan herşeyden çok sevimlidir" sözündedir. Hakîkaten bu sözler el-Feth Sûresi'nin faziletini en güzel ve en be-lîğ şekilde ifâde etmektedir. Bu hadîsin bir rivayeti el-Feth Sûresi tefsirinde, bir rivayeti de Hudeybiye Seferi'nde geçmiş ve oralarda bâzı açıklamalar verilmişti.

MÜDESSİR SURESİ TABERİ TEFSİRİ



Bu sure-i celile elli altı âyettir. Mekke'de nazil olmuştur.

Âlimlerin çoğunluğunun aksine, Cabir b. Abdullah'a göre, Kur'an-ı Ke-rim'in ilk'inen suresi bu suredir.

Cabir b. Abdullah diyor ki:

"Ben, Resululİahin, vahyin kesildiğini anlattığını işittim. Resulullah ko­nuşmasında şöyle buyurdu;
"Ben bir gün yürürken gökten bir ses işittim. Başımı yukarı kaldırdım baktım. Bir de ne göreyim, Hırada bana gelen melek yerle gök arasında bir kürsü üzerinde oturuyor. Ben ondan çok korktum, yere kapandım. Geri geldim ve "Beni örtün, beni örtün." dedim. Üzerimi Örttüler. Bunun üzeri­ne Allah teala "Ey sarınıp bürünen Peygamber, kalk insanları uyar, rabbini yü­celt, elbiselerini temizle, azaba götürecek şeylerden sakın." âyetlerini indirdi. Sonra vahiy kızıştı bir daha kesilmedi."[1]

Yahya b. Ebi kesir diyor ki:
"Ben, Ebu Seleme b. Abdurrahman'dun, Kukanın ilk inen âyetlerinin hangisi olduğunu sordum. O da Müddesir suresi olduğunu söyledi. Dedim ki: suresinin indiğini söylüyorlar." Ebu Seleme dedi ki: "Ben bunu, Cabir b. Abdullah'tan sordum ve ona, aynen senin bana söylediğin şeyleri söyle­dim. Cabir dedi ki: "Ben sana ancak Resulullahın söylediğini anlatıyorum. Resulullah buyurdu ki: "Ben Hira'yı mekan edinmiştim. Orada ikamet etmeye son verince aşağı indim. Bana seslenildi. Sağıma baktım bir şey göremedim. Solu­ma baktım bir şey göremedim. Sonra başımı yukarı kıldırıp göğe doğru baktım. Orada acaip bir şey gördüm. (Diğer bir rivayette, bana gelen, o meleği, gökle yer arasındaki tahtta oturuyor gördüm) Hatice'ye geldim "Beni örtün, üzerime soğuk su dökün." dedim. Beni sardılar. Üzerime soğuk su döktüler." Bunun üze­rine "Ey sarınıp bürünen Peygamber, kalk insanları uyar, rabbini yücelt." âyetleri nazil oldu.

Âlimlerin çoğunluğu ise Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadise dayanarak, Kur'anın ilk inen âyetlerinin Alak suresinin baş tarafındaki âyetler olduğunu söylemişlerdir:

Hz. Aişe (r.anh.) diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.)e vahyin ilk başlangıcı, uykuda gördüğü sadık rüyalar olmuştu. Resulullah hiçbir rüya görmezdi ki sabah aydınlığı gibi açık bir şekilde ortaya çıkmış olmasın. Resulullah Hira'ya giderdi. Orada tek başına kalır, belli gecelerde rabbine ibadet ederdi. Bunun için oraya giderken azık alır giderdi. Sonra tekrar Hatice'nin yanına dönüp aynı maksatla azık alıp giderdi. Nihayet o, Hira mağarasındayken ona hak olan vahiy geldi. Orada Resulullaha melek geldi ve ona: "Oku." dedi. Resulullah (s.a.v.) "Ben okuma bilmem." dedi.

Resululah diyor ki: "O zaman melek beni tutup takatim kesilineeye ka­dar sıktı. Sonra beni bıraktı. Yine bana "Oku" dedi. Ben de ona: "Okuma bil­mem." dedim. İkinci defa, beni tutup takatim kesilineeye kadar sıktı. Sonra beni bıraktı ve yine "Oku" dedi. Ben de ona: "Okuma bilmem." dedim. Üçüncü defa beni tutup takatim kesilineeye kadar sıktı. Sonra beni bıraktı ve bana "Yaratan rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, rabbin kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren en büyük kerem sahibidir.[2] dedi.

Resulullah, bu âyetlerle birlikte, korkudan dolayı etleri titreyerek dönüp geleli. Hatice'nin yanına girdi ve ona "Beni örtün, beni örtün, beni örtün." dedi. Resulullahın korkusu geçince "Ey Hatice, bana ne oluyor?" dedi ve durumu ona anlattı ve "Ben kendimden korkuyorummm."dedi. Hatice "Hayır, müjde sana, Allaha yemin olsun ki, Allah seni asla yalnız bırakmaz. Zira sen, akrabana iyi davranıyor, doğruyu konuşuyor, âcizlerin yükünü taşıyor, misafire ikram edi­yor ve haktan gelen âfetlere karşı yardımda bulunuyorsun." dedi. Sonra Hatice, Resuİullahı alıp babasının öz kardeşi, amcası Nevfel'in oğlu olan Varaka b. Nevfel b. Esed b. Abdüluzza b. Kusay'a götürdü.. Varaka cahiliye döneminde Hristiyan olmuş bir kimseydi. Arapça okur yazardı. İndiden AHahin dilediği kadarını yazardı. O sırada gözleri görmeyen yaşlı bir kimseydi. Hatice ona "Amcam oğlu, kardeşinin oğlunu dinle." dedi. Varaka, Resulullaha "Kardeşimin oğlu. ne görüyorsun?" dedi. Resulullah ona, gördüklerini anlatı. Varaka "Senin bu gördüğün, Musa'ya indirilen vahiy meleğidir. Keşke ben senin, ümmetini (tüne) davet edeceğin günlerde genç bir kimse olsaydım. Kavmin seni yurdun­dan çıkarırken hayatta olsaydım." dedi.

Resulullah: "Onlar beni yurdumdan çıkaracaklar mı?" dedi. Varaka "Evet, senin bu getirdiğin dava ile hiçbir kimse gelmemiştir ki ona düşmanlık yapılmış olmasın. Şayet ben, senin günlerine yetişecek olursam, sana büyük bir güçle yardım ederdim." dedi. Bundan sonra çok geçmeden Varaka vefat etti.

Bu sırada vahiy bir müddet kesildi. Zühri diyor ki:
"Bize ulaştığına göre Resulullah, vahyin kesilmesinden dolayı öyle üzüldü ki, bir kaç kere gidip ken­disini yüksek dağların başından aşağı almak istedi. Resulullah, kendisini aşağı atmak için her dağa çıktığında Cebrail ona görünüyor ve ona "Şüphesiz ki sen, gerçekten Allanın Peygamberisin." diyordu. Bunun üzerine Resulullah sakinle­şiyor, heyecanı yatışıyor ve dönüp geri geliyordu. Vahyin kesilmesi uzayınca Resulullah aynı şeyi yapmak için gidiyordu. Dağın tam tepesine ulaşınca, yine Cebrail onu görünüyor ve ona aynı şeyleri söylüyordu."[3]


Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla.

1- Ey sarınıp bürünen Peygamber,

Abdullah b. Abbas ve Katade, bu âyet-i kerimeyi 'Ey elbisesine bürünüp uyuyan Peygamber." şeklinde izah etmişler, İkrime ise: "Ey Peygamberlik yü­künü üstlenip ona bürünen peygamber." seklinde izah etmiştir.[4]


2- Kalk, (insanları) uyar.[5]


3- Rabbini yücelt.

Ey Peygamber, yatmayı bırak. Kalk Alloha ortak koşan kavmini, Aİlahın azabı ve daha önceki kâfirlerin uğradıkları akıbetle uyar. Ey Muhamrned.rabbi-ne kulluk ederek ve ihtiyaçlarını sadece ondan isteyerek onu yücelt.[6]


4- Elbiselerini temizle.

Abdullah b. Abbas, fkrime, Katade, Dehhak ve İbrahim en-Nehai'ye gö­re bu âyette zİkredilen"Elbiselerinİ temizle" ifadesinden maksat, "Elbiselerini, günah işleme ve ihanette bulunma manevi kirlerinden temizle." demektir. Katade diyor ki: "Araplar, ahdini bozan adama "elbisesi kirli." verdiği sözü yerine getirene ise "Elbisesi temiz." derler.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre "Elbiselerini te­mizle" ifadesinden maksat, "Güzel ameller işle, davanışlannı düzelt." demektir.

Muhammed b. Şîrîn ve İbn-i Zeyd'e göre ise "Elbiselerini temizle" ifade­sinden maksat "Elbiselerini su ile yıka ve onian necasetten arındır." demektir.

Taberi bu son görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiş ancak "Mânevi kirlerden ann." şeklindeki görüşün, Selefin çoğunluğunun görüşü olduğunu bil­dirmiştir.[7]


5- Azaba götürecek şeylerden sakın.

Bu âyet-i kerimede zikredilen kelimesini harfini Ötreli okuyanlar, bundan maksadın putlar olduğunu ve âyetin manasının "Sen, putlara ibadet etmekten ve onlara hizmette bulunmaktan kaçın." demek olduğu­nu söylemişlerdir.

Abdullah b. Abbas. Mücahid, İkrime, Katade,Zühri ve İbn-i Zeyd, âyeti bu şekilde izah etmişlerdir. harfini esre ile okuyanlar ise bu kelimeden maksatlın "Günah işleme" olduğunu buna göre âyetin manasının "Sen, seni aza­ba götürecek günahlım işlemekten kaçın." demek olduğunu söylemişlerdir. İbra­him en-Nehai ve Dehhak bu âyeti bu şekilde izah etmişlerdir.[8]


6- Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.

Bu âyet-i kerime, müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

Abdullah b. Abbas, Damre b. Habib, ebu el-Ahves, İkrime, İbrahim en-Nehai, Dehhak, Katade, Tavus ve Mücahid bu âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: Ey Muhammed, sen daha fazlasını sana versinler diye hediye verme." yani, ver­diğin şeyden daha büyük bir karşılık bekleme Dehhak diyor ki; "Verdiğin hediye karşılığımla daha fazla bir şey almak faiz gbi gözükse de helâldir. Ancak bu, özellikle Resulullaha yasaklanmıştır.

Hasan-ı Basri ve Rebi1 b. enes ise âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: "Yap­mış olduğun amelinden dolayı rabbine karşı sitemde bulunma ve amelini gözün­de büyütme. Zira, amelin, rabbinin sana verdiği nimetler karşısında çok büyük bir şeydir. Taberi bu görüşü tercih etmiş ve bundan önceki âyetlerin, Resululla­ha, Allaha ciddi bir şekilde yalvarmasını ve gördüğü eziyetlere karşı sabretmesi­ni emrettiklerini, bu âyetin de o âyetlerle uyumlu bir şekilde yorumlanmasının doğru olacağını söylemiştir.

Mücahid ise bu âyeti şu şekilde izah etmiştir: Ey Muhammed, sen çokça hayır işlemekten gevşeme, sıkı dur."

İbn-i Zeyd ise bu âyeti şu şekilde izah etmiştir: "Ey Muhammed, sen pey­gamberliğini insanların başına kakarak ondan dolayı insanlardan ücret alıp malı­nı çoğaltmaya kalkma.[9]


7- Rabbinin rızası için sabret.

Mücahid ve İbn-i Zeyd bu âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: Ey Muham­med, sen, davetin karşılığında çekeceğin sıkıntılara, rabbinin nzası için sabret."

İbrahim en-Nehai ise şöyle izah etmiştir: "Verdiğin şeylerden dolayı kar­şılık bekleme. Onların karşılığında rabbine sabret, fedakarlıkta bulun."[10]



8- Sur'a üfürüldüğü gün.[11]

9- İşte o gün, çok zor bir gündür.[12]


10- Hele kâfirler için hiç de kolay değildir.

Zühri, âyette zikredilen ve "Sur" diye tercüme edilen "Nakur" kelimesi­nin, borazan şeklinde bir şey olduğunu söylemiştir. 
Ebu Said el-Hudri diyor ki:

"ResuiuIIah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ben nasıl rahat ederim ki sur sahibi suru ağzına almış, alnını yere eğmiş ve kulağını dinlemeye vermiş sur'a üfleme emrini beklemektedir." Bunun üzerine sahabiler: "Ey Allahm Resulü, bize neyi emredersin?" dediler. Resulullah da onlara: "Allah bize yeter. O ne güzel vekil­dir. Biz, Alİaha tevekkül ettik." deyin.[13] buyurmuştur.

Allah teala bu âyetlerde kıyamet gününün çetin bir gün olduğunu beyan etmiştir.[14]


11- Beni şu adamla başbaşa bırak. Ben onu (annesinin karnında) tek başına yarattım.

Ey Muhammet!, annesinin kamında hiçbir şey olmadığı halde tek başına yarattığım o insanı bana bırak. Onun hesabını ben göreceğim ve ona, layık oldu­ğu cezayı vereceğim.

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade, İbn-Î Zeyd ve Dehhak'tan nakle­dildiğine göre bu âyette ve bundan sonraki âyetlerde sıfatlan zikredilen bu kişi­den maksat, Velid b. Muğire el-Mahzumi'dir.[15]


12-13- Sonra ona bol servet ve yanından ayrılmayan oğullar verdim.

Mücahid ve Said b. Cübeyr'e göre ona verilen bu servet bin dinarmış. Süfyan es-Sevri'ye göre bu servet dört bin dinarmış. Numan b. Salim'e göre onu malı, sahib olduğu araziden ibaretmiş. Ata b. Ebi Rebah'ın, Hz. Ömer'den riva­yet ettiğine göre, Veli b. Muğire'ye verilen mal, her ay devam eden geliridir. Velid'in yanından ayrılmayan oğullarının sayısı Mücahid'e göre on'dur.[16]


14- Ona büyük imkanlar sağladım[17]

15- Sonra (verdiğim nimetleri) daha da artırmamı büyük bir hırsla ister.

Ben onun yaşantısını geniş kıldım. Buna rağmen o doymadı. Yine de kentlisine verdiğim mal ve evlat gibi nimetleri daha da artırmamı, aç gözlülükle istiyordu.[18]


16- Hayır, çünkü o, âyetlerimize karşı aşırı inatçıdır.

Hayır, hayır, onun ümit ettiği şeyler gerçekleşmeyecektir. Zira o, bizim delilimiz olan kitaplarımızı ve Peygamberlerimizi inkar etmekte inatçıydı.[19]


17- Onu mutlaka sarp bir yokuşa sardıracağım.

Ben onu hiç rahat bulamayacağı çetin bir azaba uğratacağım.

Ebu Said el-Hudri Resulullahın, bu âyette zikredilen ve "Sarp yokuş" diye tercüme edilen kelimesi hakkında şöyle buyurduğunu ri­vayet etmektedir:                                  

"Saud, ateşten bir dağdır. Kâfir yetmiş yıl ona tırmanır, sonra onunla be­raber uçar.Ve o kâfir devamlı olarak böyle yapar.[20]


18- Çünkü o, düşündü, ölçtü biçti.[21]

19- Kahrolası nasıl da ölçtü biçti?[22]


20- Yine kahrolsun, nasıl da ölçtü biçti.[23]


21- Sonra baktı.[24]

22- Sonra yüzünü ekşitip kaşlarını çattı.[25]


23-24- En sonunda sırt çevirdi. Büyüklük tasladı ve "Bu eskilerden kalan bir sihirden başka bir şey değildir.[26]


25- Bu sadece bîr insan sözüdür." dedi.

Annesinin kamında tek başına yarattığım bu insan, Muhammed'e indiri­len Kur'an hakkında düşündü. Onun hakkında ne söyleyeceğini Ölçtü biçti. La­nete uğrayası, Kur'an hakkında ne söyleyeceğini nasıl da ölçtü biçti. Sonra lane­te uğrayası, bunu nasıl ölçüp biçti. Sonra bu meseleye baktı. Sonra kaşlarını çat­tı, yüzünü ekşitti. AH aha iman etmekten ve onun indirdiğini tasdik etmekten yüz çevirdi. Hakkı ikrar etmeye karşı böbürlendi, Kur'an hakkında "Bu, başka­larından alınmış bir sihirdir. Başka bir şey değildir. Bu Kur'an sadece insan sö­züdür. Bu Allanın kelam» değildir." dedi.

Müfessirler, bu âyetlerin Velİd b. Muğire'yi tasvir ettiklerini söylemiş­lerdir. Bu hususta İkrime diyor ki: "Velid b. Muğire, Resuluilaha geldi. Resului-lah ona Kur'an okudu. Veüd Resuluilaha karşı yumuşar gibi oldu. Bu durum Ebu Cehiİ'e intikal etti. Bunun üzerine Ebu Cehil Velid b. Muğire'ye "Ey am­cam, kavmin sana yardım topluyor." dedi. Velid: "Niçin?" diye sordu. Ebu Ce­hil "Sana vermeleri için. Çünkü sen, Muhammed'e giderek onda bulunan şeyle­re tenezzül etmişsin." dedi. Velid: "Kureyş de biliyor ki, ben onların içinde çok malı olan biriyim." diye cevap verdi. Ebu Cehil: "O halde Muhammet] aleyhin­de bir şey şöyle ki kavmin, onun söylediklerine karşı çıktığını ve onu sevmedi­ğini bilsinler." dedi. Veüd: "Ben onun hakkında ne söyleyeyim. Vallahi içinizde şiirleri, recezleri, kasideleri ve cin şiirlerini benden daha iyi bilen kimse yoktur. Vallahi onun söylediği bunlardan hiç birine benzemiyor. Vallahi onun söyledi­ğinin bir tatlılığı var. Onun söylediği, kendisinin dışında olanları yıkıyor. Valla­hi o yükselir, hiçbir şey onun üstüne çıkamaz." diye cevap verdi- Ebu Cehil: "Vallahi kavmin, onun hakkında bir şey söylemedikçe senden razı olmazlar." dedi. Velid "Bırak beni onun hakkında biraz düşüneyim." diye cevap verdi. Dü­şündükten sonra ise, "Onun söyledikleri başkasından alınan bir şiirdir." dedi. İş­te bunun üzerine "Beni şu adamla başbaşa bırak." âyetinden, "Onun üzerinde on dokuz melek vardır." âyetine kadar olan kısım nazil oldu.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Velid b. Muğire, Ebubekir b. Ebi Ku-hafe'nin yanına gitti. Ona Kur'andan sordu. Ebubekir ona Kur'an okuyunca Ve­lid onun yanından çıkıp Kureyşin yanına gitti. Ve onlara şöyle dedi: "İbn-i hbi Kebşe'nin (Muhammed'in) söylediklerine şaşılır. Vallahi o ne şiirdir ne de sihir. Ne de delilikten kaynaklanan saçmalık. Şüphesiz ki onun söylediği, Allah kela­mıdır." Bunları işiten Kureyşliler aralarında toplandılar ve "Vallahi şuyet Velid dinini değiştirecek olursa bütün Kureyşliler dinlerini değiştirirler." dediler. Ebu Cehil bu meseleyi işitince "Vallahi ben ona yeterim. Bu meseleyi bana bırakın." dedi. Gidip Velid'in yanına vardı ve ona: "Kavmin sana sadaka topladı görmü­yor musun?" dedi. Velid: "Ben onların mal ve evladı en çok olanı değil miyim?" diye cevap verdi. Ebu Cehil: "Senin, İbn-i Ebi Kuhafe'ye (Ebubekir'e), onun ye­meğinden faydalanmak için gidip geldiğini söylüyorlar." dedi. Velid: "Benim kabilem bunu mu söyledi? Onlar artık diğer Kusay oğullan hakkında da bir şeyler söylemekten geri durmazlar. Ben artık ne Ebubekir'e, ne Ömer'e ne de İbn-i Ebi Kebşe'ye yaklaşırım. İbn-i Ebi Kebşe'nin sözleri başkalanndan alınan sihirli sözlerden başka bir şey değildir." dedi. Bunun üzerine Allah teala: "Beni şu adamla başbaşa bırak.." âyetinden "O, insan derisini yakıp kavurarak simsiyah eder." âyetine kadar olan âyetler nazil oldu.[27]


26- Ben onu mutlaka "Sakar" denilen cehenneme sokacağım.[28]


27- Sen "Sakar"ın ne olduğunu nereden bileceksin?[29]


28- O, ne bir şey geri bırakır ne de yakmaktan vazgeçer.[30]


29- O, insan derisini yakıp kavurarak simsiyah eder.[31]

30- Onun üzerinde on dokuz zebani vardır.

Allah teala, bu âyet-i kerimelerde, yukarı sıfatları zikredilen insanları,, herşeyi yakıp yok etlen "Sakar" cehennemine koyacağını, cehennemin, onların derilerini yakarak değiştireceğini ve cehennemde on dokuz meleğin vazifelendi-rikliğini beyan etmektedir.

Cabir b. Abdullah diyor ki:

"Yahudilerden bir kısım insanlar, Resulullahın sahabilerine gelerek: "Si­zin, Peygamberiniz, cehennemin zebanilerinin kaç tane olduğunu biliyor mu?" diye somdular. Sahabiler: "Bilmiyoruz. Onu Peygamberimizesorulur." dediler. Bunun üzerine bir adam ResuluIIaha gelerek: "Ey Muhammed, bugün senin sa-habilerin mağlup edildi." dedi. Resulullah "Ne ile mağlup edildiler?" diye sor­du. Adam: "Yahudiler onlara "Sizin Peygamberiniz, cehennem zebanilerinin sa­yısını biliyor mu?" diye sordular." dedi. Resulullah: "Onlar ne cevap verdiler?" diye sordu. Adam: "Bilmiyoruz. Onu Peygamberimize soralım." dediler." diye cevap verdi. Resulullah: "İnsanlara bilmedikleri bir şey sorulur onlar da "Biz bunu bilmiyoruz. Peygamberimize soralım." derlerse mağlup mu olurlar? Hal­buki kendileri Peygmaberlerine,"Sen bize Allahı açıkça göster." şeklinde istek­lerde bile bulunmuşlardır. "O, Allah düşmanları bana gelsinler ben onlara cen­netin toprağının ne olduğunu soracağım. Aslında onun toprağı, un şeklinde ince bir topraktır." dedi.

Yahudiler ResuluIIaha geldiler ve "ey Ebel Kasım, cehennemin zebanileri kaç tanedir?" diye sordular. Resulullah, pamıaklarının önce on'unun birden daha sonra da dokuzunu göstererek, "Şu ve şu kadardır." dedi. Yahudiler: "Evet" de­diler. Bunun üzerine Resulullah onlara "Cennetin toprağı nedir?" diye sordu. Yahudiler biraz sustular, sonra: "ey Ebel Kasım o, ekmektir." dediler. Resulul­lah onlara: "Elemek undandır." dedi.[32] ^ Yani, cehennemin toprağı ekmek değil, un şeklinde ince topraktır." demek istedi.[33]


31- Biz, cehennem zebanilerini sadece meleklerden yaptık. Biz, onla­rın sayılarını kâfirler için bir imtihan vesilesi kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler. Müminler imanlarını kuvvetlendirsinler. Kitap ehli ve müminler şüpheye düşmesinler. Kalblcrİnde hastalık olanlar ve kâfirler de "Allah bu misalle ne demek istedi?" desinler. Bu misalle Al­lah, dilediğini sapıtır ve dilediğini hidayete erdirir. Rabbinin ordularını kendinden başka kimse bilemez. Bu, insanoğluna bir hatırlatmadır.

Ayet-i kerimede "Biz, cehennem zebanilerini sadece meleklerden yap-tık."buyurulmaktadir. Bu âyetin nüzul sebebi hakkında Abdullah b Abbas diyor ki: "Ebu Cehil, "Cehennemin üzerinde on dokuz zebani vardır." âyet-i kerime-, siyle bu âyeti işitince Kureyşlilere şöyle demiştir: "Vay anneleri kendilerini kaybedesi Kureyşliler. Ben, İbn-i Ebi Kebşe'nin (Muhammed'in) cehennem ze­banilerinin sayısının on dokuz olduğunu haber verdiğini işitiyorum. Sizlerse çok sayıdasınız. Sizden on kişi, zebanilerden birine güç yetirmekten âciz misiniz?" Bunun üzerine Allah teala,Resululaha, Ebu Cehil'e gitmesini, Mekke'nin "Bat-ha" denilen vadisinde elinden tutarak ona şöyle demesini vahyetti: "Gerektir sa­na bela gerek." (Kahrolasın) Sonra yine gerektir .sana bela gerek;" (Belaya uğra-yasın)"[34]

Resulullah Ebu Cehil'e bunu yapınca Ebu Cehil şöyle dedi: "Vallahi sen de rabbin de birşey yapamazsınız." Fakat Allah onu, Bedir gününde rezil etti.

Ayet-i kerimenin devamında: "Biz, onların sayılarım kâfirler için bir im­tihan vesilesi kıldık.." buyurulmaktadir. Bu âyet, Ebu Cehil ve Ebul Eşeddîn gibi kâfirlerin, bu melekleri yalanlamaları ve arkadaşlarına "Ben onlara yeterim" şeklinde sözler söylemeleri dolayısıyla, fitneye düştüklerini beyan etmektedir.

Âyette "Kendilerini kitap verilenler, kesin bilgi edinsinler." buyurulmak-tadır. Cehennem zebanilerinin sayısının on dokuz olduğu, Tevrat ve încilde de zikredildiğinden, Kur'an-i Kerim'de de aynı sayı zikredilince kitap ehli olan Ya­hudi ve Hristiyanlar, Kur'anın ve Hz. Muhammed'in hak olduklarını kesin ola­rak Öğrenmiş olurlar.

Âyet-i kerimede yine: "Rabbinin ordularını kendinden başka kimse bile­mez.." buyurulmaküıdır. Allah tealanm ordusu, Ebu Cehil'in sandığı kadar sade­ce cehennemin üzerindeki on dokuz zebaniden ibaret değildir. Kaldı ki bu zeba­nilerin her biri çok büyük ve çok güçlüdürler.

Resuluîhıh (s.a.v.) yedi kat gökte bulunan "Beytül Ma'muru" anlatırken oraya girip çıkan melekler hakkında şöyle buyurmuştur:

"Her gün orada yetmiş bin melek namaz kılar. Oradan bir çıkan bir daha oraya dönmez. Oraya son girişleri olur."[35]

Âyet-i kerimenin sonunda "Bu, insanoğluna bi hatırlatmadır." Duyurul­maktadır. Yani, "Sakar" adındaki cehennem, insanoğluna bir hatırlatma olarak zikredilmiştir.[36]


32-36- Hayır, hayır (Sakar onların düşündükleri gibi değildir) ay'a, geçip giden geceye ve ağaran sabaha yemin olsun ki "Sakar" insanları uyaran en büyük hadiselerden biridir.[37]


37- Evet o, sizden ileri giden veya geri kalanlar için bir uyarıdır.

Hayır, hayır, müşrikler, cehennem zebanilerine galip gelecek değillerdir. Ay'a, karanlığı çekilip giden geceye, aydınlatan sabaha yemin olsun ki, cehen­nem en büyük olaylardan biridir. O cehennem, insanoğlunu uyarmaktadır. Evet o, sizden Allaha itaatte ileri gitmek isteyenler için veya Allaha isyandan geri kalmak isteyenler için bir uyarı aracıdır.

Âyette zikredilen "Uyarıcı" sıfatı, Hasan-ı Basri'ye göre cehenneme, Ebu Rezin'e göre, Allah teaiaya, İbn-i Zeyd'e göre ise Resulullaha aittir. Meal birinci görüşe göre hazırlanmıştır.[38]


38- Herkes kazandığına karşılık bir rehindir.[39]


39- Ancak amel defteri sağından verilenler bunun dışındadır.[40]


40-41-42- Onlar cennetlerdedirler. Onlar suçlulara sorarlar: "Sizi "Sakar" cehennemine sürükleyen nedir?"

Emir ve yasaklarla mükellef olan herkes, dünyada işlediği günahının karşılığında cehennemde rehin olarak tutulacaktır. Ancak amel defterleri sağdan verilenler müstesnadır. Bunlar cehennemde rehin tutulmayacak, cennetlerin içi­ne konulacaklardır. Zira, Allah onların kusurlarını affedecektir. Onlar, cehen­nemde olan günahkarlara; "Sizi, "Sakar" cehennemine sokan sebep nedir?" diye soracaklardır.

Âyette zikredilen ve "Amel defteri sağdan verilenler." şeklinde tercüme edilen "Ashab-ı Yemin"den maksat, Hz. Ali'ye göre rnüslümanlann çocukları, Abdullah b. Abbas'a göre ise melekler olduğu rivayet edilmiştir. Zira, daha son­raki âyette "Ashab-ı Yemin"in günahkarlara "Sizi cehenneme sokan nedir?" di­ye sordukları zikredilmektedir. Bu da bu soruyu soranların, çocuklar ve melek­ler gibi günah işlemeyen kimseler olduklarını göstermektedir. Çünkü, mükellef olan ve günah işlemeye müsait olan insanların suçlulara bu soruyu sormaları beklenemez. Zira onlar da insanı cehenneme sokan sebebin, günah işlemek olduğunu bilmektedirler.[41]                                                                            


43- Suçlular şöyle cevap verirler: "Biz, namaz kılanlardan değildik.[42]



44- Yoksullara bir şey yedirmezdik.[43]


45- Batıla dalanlarla beraber biz de dalardık.[44]


46- Ceza gününü yalanlardık.[45]


47- Ölüm gelip çatıncaya kadar bu halde devam ettik."

Suçlular, kendilerine, "Sizi cehenneme sokan sebep nedir?" diye soran "Ashab-ı Yemin'e" şu cevabı vereceklerdir: "Biz, dünyada iken, Allah için na­maz kılanlardan değildik. Biz, Aliahın bize verdiği nimetlere karşı cimri davra­narak yoksulları doyurmazdik. Batıl şeylere dalanlarla birlikte biz de dalardık. Bizler, ceza ve hesabın bulunacağı âhiret gününü yalanlardık. Sevap veya ceza­nın verileceğine inanmazdık. Nihayet bize, kesin haberi veren Ölüm geldi.[46]

48- Bu suçlulara şefaat edenlerin şefaati fayda vermez.

Allanın, bir kısım günahkârlar için şefaat etmelerine izin verdiği bu gibi günahkarlara şefaatleri fayda yenileyecektir.

Bu âyet-i kerimeden, Allah tealanın, yaratıklarından bir kısmına, diğer­lerine şefaat etmeleri için izin vereceği hükmü çıkarılmaktadır.

Peygamber efendimiz, bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır:

"Peygamberler, melek ve müminler şefaatçi olacaklardır. Cebbar olan Al­lah, "Benim şefaatim kaldı." diyecektir, Cehhennem ateşinden bir avuç alacak onunla, yanıp kararmış olan kavimleri cehennemden çıkaracak, onlar, cennetin başında bulunan ve kemlisine "Hayat suyu" denilen nehire atılacaklar ve onların vücutları, sel yataklarında biten dere otu gibi bitecektir..."[47]

Peygamber efendimiz diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur:

"Sonra Allah teala, rahmetiyle dilediğini cehennem ateşinden kurtaracak sonra meleklere, Peygamberlere ve şehitlere şefaat etmeleri için izin verilecek onlar da şefaatçi olup cehennemden insanları çıkaracaklar, tekrar şefaatçi olup-tekrar çıkaracaklar tekrar şefaatçi olup tekrar çıkaracaklardır.[48]

Peygamber efendimiz, diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur:

"Ümmetimden bir kişinin şefaati île Temim oğullarından daha fazla insan cennete girecektir." Denildi ki: "Ey Allanın Resulü, o kimse senin dışında bir kimse mi olacaktır?" Resuhıllah: "Evet, benim dışımda bir kimse olacaktır."[49] buyurdu.

Ebuddeida Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

"Şehit, ailesinden yetmiş kişiye şefaat edecektir."[50]

Peygamber efendimiz, başka bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştun "Her Peygambere bir hak verilmiştir. Hepsi de onu dünyada kullanmakta acele etmiştir.Ben ise bu hakkımı, ümmetime şefaat için geri bıraktım. Ümme­timden öyle adam vardır ki, insanlardan büyük bir kitleye şefaatçi olur da onlar cennete girerler.Öyle kimse vardır ki bir kabile için şefaatçi olur. Öyle kimse de vardır ki, akrabalarına şefaatçi olur. Öyle kimse vardır ki üç kişiye, iki kişiye, bir kişiye şefaatçi olur."[51]

Abdullah "Sizi sakar cehennemine sürükleyen nedir?" "Suçlular şöyle ce­vap verirler: "Biz namaz kılanlardan değildik." "Yoksullara bir şey yedirmez­dik. Batıla dalanlarla beraber biz de dalardık." "Ceza gününü yalanlardık." âyetlerini okuduktan sonra elinin dört parmağını avucuna doğru kapatmış "Siz, zikredilen şu dört şeyi yapanlarda herhangi bir hayır görüyor musunuz? Dikkat edin, cehennemde bu dört şeyi işleyenler dışında kimse bırakılmayacaktır." de­miştir.[52]


49- Hal böyleyken bunlara ne oluyor da öğütten yüzçcviriyorlar?

Durum böyle iken bu müşriklere ne oluyor da Kur'andan yüzçeviriyorlar. Ondan öğüt ve ibret almıyorlar?[53]


50-51- Arslandan ürkmüş yaban eşekleri gibi kaçışıyorlar.

Âyette geçen ve "Aralan" diye tercüme ediien (kelimesi çeşit­li şekillerde izah edilmiştir.

Abdullah b. Abbas, Ebu Musa el-Eş/ari, Mücahid, İkrime ve Katade'den nakledilen bir görüşe göre bundan maksat, "Okçular" demektir.

Said b. Cübeyr ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre kelimesi "Avcılar" anlamına gelmektedir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir başka görüşe göre ise kelimesinden maksat, "erkekler topluluğu", başka bir görüşe göre ise "Erkekle­rin çıkardığı ses"tir.

Ebu Hureyre, İbn-i Zeyd'e ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre ise kelimesi "Aralan" anlamına gelmektedir. Meal bu görüşe göre hazırlanmıştır.[54]


52- Daha doğrusu her biri kendilerine apaçık sahifeler verilmesini is­tiyor.

Müşriklerin Kur'andan yüzçevirmeleri, onun, Allah katından geldiğini bilmemelerinden değil herbirinin ayrı ayrı kendisine kitap indirilmesini isteme­leri ndendir.

Katade diyor ki: "İnsanlardan bazıları: "Ey Muhammed, eğer sana uy­mamızı istiyorsan falan ve filanlara, sana uymamızı emreden özel bir kitap ge­tir." dediler.[55]


53- Hayır, hayır, doğrusu onlar âhireften korkmuyorlar.

Hayır, hayır onlara apaçık sahifeler verildiğinde peygamberleri tasdik edecek değillerdir. Çünkü onlar, öldükten sonra âhirette diriltilip hesaba çekile­ceklerinden korkmuyorlar. İşte onları, Kur'andan yüz çevirten asıl sebep budur.[56]


54- Hayır, hayır, yüzçcvirdiklcri bu Kur'an, gerçekten bir öğüttür.[57]


55- Dileyen öğüt alır.[58]


56- Ondan ancak Allah diterse öğüt alırlar. Allah, kendinden korkul­maya ve affetmeye daha layıktır.

Hayır, müşriklerin dediği gibi Kur'an, başkalarından alınan bir büyü veya bir beşer sözü değildir. Fakat o, Allah tarafından, yaratıklarına bir hatırlatmadır. Ancak kullarından kime bu Kur'anla öğüt verecek olursa o kul, Kur'andan öğüt alır. Allah dilemedikçe Kur'an kendilerine hatırlatılan hiçbir kimse ondan öğüt alamaz. Zira Allahtan başka kimsenin buna gücü yetmez. Allah, cezalandırma­sından korkulmaya ve tevbe edenleri affetmeye daha layıktır.

Enes b. Malik, Resulullah (s.a.v.)in "Allah, kendisinden korkulmaya ve affetmeye daha layıktır." âyeti hakkında şöyle buyurduğunu rivayet etmekte­dir:

"Aziz ve Celi! olan Allah buyurdu ki: "Ben, kendisinden korkulmaya da­ha layık olanım. Kim benden korkar da benimle birlikte başka bir ilah edinme­yecek olursa onu affetmeye de ben layıkımdır."[59]

Kaynaklar
--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 74, hah: 5


[2] Alak Suresi, 96/1-5


[3] Bubarı, K. el-Ta’bir, bab: 1


Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/471-473.


[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/475.


[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/475.


[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/475.


[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/475-476.


[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/476.


[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/476-477.


[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/477.


[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/477.


[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/477.


[13] Ahmed  b.HanhEl, Müsned. C.3, S.73 / Tirmizi, K. Tefsir ol-Kur'an, Sure: 39, Hadis no: 3243


[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/477-478.


[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/478.


[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/479.


[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/479.


[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/479.


[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/479.


[20] Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 74, Hadis no: 3326


Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/479-480.


[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/480.


[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/480.


[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/480.


[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/480.


[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/480.


[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/480.


[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/480-481.


[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/482.


[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/482.


[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/482.


[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/482.


[32] Tirmizi, K. Tefsir el-Kur’an, Sure: 74, Hadis no: 3327


[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/482-483.


[34] Kıyamet Suresi, 75/34-35


[35] Buhari, K. Bed’ül Halk, bab: 6/ Müslim, K. el-İman, bab:264, Hadis no:164


[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/484-485.


[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/485-486.


[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/486.


[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/486.


[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/486.


[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/486-487.


[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/487.


[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/487.


[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/487.


[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/487.


[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/487.


[47] Buhari, K. et-Tevhid, bab: 24


[48] Ahmed b. Hanhel, Müsned, c.5, S.43


[49] Ebu Davut, K. el-Cihad, bab: 26, Madis no: 2522


[50] Ebu-Davud, K. el-Cihad, bab: 26, Hadis no: 2522


[51] Ahmed b. Hanbel, Müsnud, C..1, S.20


[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/487-489.


[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/490.


[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/490.


[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/490-491.


[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/491.


[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/491.


[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/491.


[59] Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 74, Hadis no: 3328


Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/491-492.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı