21 Aralık 2015 Pazartesi

HAMZA İLE ŞEYDA


☆☆☆☆ HAMZA İLE ŞEYDA ☆☆☆☆

Hamza ve Şeyda birbirlerini çocukluklarından beri çok seven iki sevgiliydi... Birlikte büyümüşlerdi... Ayrılmak akıllarının ucundan bile geçmezdi... Artık ikiside evlenme çağına gelmişti... Ve evlenmeyi düşünüyorlardı...


Herşey Hamza'nın evlilik teklifi yapmasına ertelenmişti... Ama Hamza da bir değişiklik vardı... Eskisi gibi ilgi göstermiyordu Şeyda'ya.. Ne olmuştu O'na.. Artık buluşmak istemiyor, mesajlara doğru dürüst cevap vermiyor, hiç aramıyordu...
Yoksa başkası mı vardı hayatında..?

Bu düşünceler Şeyda'yı çılgına çeviriyordu... Sonunda dayanamadı ve neler olup bittiğini öğrenmek için Hamza'yı aradı...

Alo! -Nasılsın Hamza..?

-Elhamdulillah iyiyim, sen nasılsın..?

-Kaç gündür soğuk davranıyorsun, nasıl olmamı beklersin..?

-Şeyyy bunları sonra konuşsak, şimdi camiye girmek üzereyim... ALLAH'a emanet ol...

Şeyda elinde telefonla kalakalmıştı... Hamza camiye girdiğini söylemişti... Oysa Hamza namaz kılmazdı.. Neden camiye gitmişti ki... Yoksa namaza mı başlamıştı...! Bir saat sonra bir mesaj geldi... Hamza göndermişti.. Şunlar yazıyordu ;

"Günlerdir değiştiğimin ben de farkındayım.. Bu değişikliği de KURAN'a ve NAMAZ'a borçluyum.. Evet ben namaza başladım.. Ve birçok şeyi bıraktım.. Tüm kötü huylarımla birlikte senden de vazgeçmek zorunda kaldım... Çünkü zina yapmış oluyoruz.. Artık ne elini tutacağım, ne yanına oturacağım.. Gözlerine bile bakmaktan sakınacağım...

Lütfen bana kızma.. Seni seviyorum..." Tahmini doğru çıkmıştı Şeyda'nın... Demek ki bu yüzden kaçıyordu kendinden... Zaten dine karşı hiç sempatisi olmayan Şeyda, Hamza'yı elinden aldığını düşünerek iyice düşman olmuştu Kuran'a, Namaz'a... Ramazan Bayramı'ydı... Öğle saati olmuş ama Hamza'dan ne mesaj gelmişti, ne de aramıştı...

Daha fazla bekleyemeden Şeyda aradı Hamza'yı...

-Bayramın kutlu olsun Hamza...

-Seninki de MÜBAREK olsun Şeyda...

-Neden aramadın..?

-Yetimhanedeyim, fırsat bulamadım...

-Yetimhane mi? Senin ne işin var nerden geldiği belli olmayan o pis çocukların yanında.. Annesi babası bakmamış, sen mi bakıyorsun.. Ne kadar dar düşüncelere sahipsin... Şeyda buna benzer cümleleri art arda sıralıyordu...

Hamza: -Şeyda, dilerim ki ALLAH seni bunlarla imtihan etmesin... Bir hafta sonra... Şeyda parkta oturmuş Hamza'yı bekliyordu.. Uzun süredir görmüyordu O'nu..

Hem kızgındı, hem özlemişti... Hangi duygu ile karşılayacağını O da şaşırmıştı... Hamza buluşmak istediğini söylemişti, O da koşa koşa gelmişti... Çok geçmeden Hamza da geldi... Ama bambaşka bir insan olmuştu Hamza.. Şekil verdiği saçları yoktu, sıradan bir şekilde taramıştı... Top sakalı da yoktu, SÜNNET olan sakal bırakmıştı... Ve o giydiği daracık kot pantolonlara, rengarenk ve üzerinde sevdiği sanatçıların resminin bulunduğu tişörtlere veda etmiş onların yerine, geniş pantolon ve yakasız bir gömlek giymişti...

Sanki Hamza değil de başkasıydı Şeyda'nın karşısında oturan... Üstelik tokalaşmak için uzattığı eli de tutmamıştı...

-Şeyda..! Biliyorum bendeki bu değişikliğe alışman zaman alacak.. Sana istediğin kadar zaman verebilirim... Ama ben artık bu işin fazla uzamasını istemiyorum dedi ve elindeki hediye paketini uzattı...

-Ne bu..? -Aç bakalım neymiş, dedi gülümseyerek... Şeyda paketi açtı heyecanla... Ama heyecanı boşa çıkmıştı (kendince).. O pahalı lüks hediyeler beklerken paketin içinden çıkanlar tepesini attırmıştı... Pakette KURAN, BAŞÖRTÜSÜ, TESBİH ve GÜLSUYU vardı...

-Gülsuyu'nu bir arkadaşım Medine'den getirdi.. Efendimiz'in Ravza'sının kokusu . . Daha cümlesi bitmemişti ki Şeyda gülsuyunun kapağını açıp dökmeye başladı...

-Ne yapıyorsun diyerek yerinden fırladı Hamza... Elindekini alıverdi... Şeyda'nın öfkesi geçmemişti... Tesbihi alıp kırdı, taneleri etrafa saçıldı...

-Sen kendine eş değil köle arıyorsun... Şu verdiğin kitap'ta öyle yazıyormuş.. Benden başka üç tane daha kadın almanı söylüyor.. Ben salak değilim.. Şuna bak bir de başörtüsü almış... Başörtüyü köleler takar.. Ben özgür biriyim ve saçlarım da özgür kalmalı... Dedi ve hışımla kalkıp gitti...

Hamza neye yanmalıydı... Şeyda'nın doğrularını görmediğine mi, Kuran'a yapılan hakaretlere mi, kırılan tesbihe mi, dökülen gülsuyuna mı...?

Nasıl bir zihniyetle büyümüştü ki Kuran'ı böyle yanlış tanımıştı... Şeyda o günden sonra Hamza'yı hiç aramadı.. Telefonunu değiştirdi.. Çok geçmedi adresini de... Artık birbirlerini çok seven iki genç ayrılmışlardı... 7 yıl sonra... Hamza yine bir Ramazan Bayramı sabahı yetimhaneden çıkmış bir parkta oturuyordu.. Evlenmemişti... Çocukları çok sevdiği için oturup onları izlemekten hoşlanırdı...

Bir ara gözü bir çocuğa takıldı... Üstü başı perişan halde bir kenarda sessiz sessiz ağlıyordu... Hemen yanına gitti...

Neyin var küçüğüm, neden oynamıyorsun..?

Çocuk burnunu çeke çeke konuşmaya başladı...

Bugün bayram.. Herkesin yeni elbisesi var, benim yok... Herkes babası ile bir yerlere gidiyor, benim babam bizi terketti.. Herkes annesiyle eğleniyor, benim annem çok hasta evde yatıyor...

-Baban yoksa ben varım, deyiverdi Hamza... Çocuk anlamıştı ne dediğini... Gözüne baktı tanımadığı adamın... Elini uzattı Hamza...

-Gel seninle bir yere gidelim... Korkma benden zarar gelmez sana... Elinden tuttu çocuğun ve doğruca açık bir mağaza aramaya koyuldu.. Bulmuşlardı... Çocuğa takım elbise aldı.. Yerinde duramayan çocuğa baktı ve derinlere daldı.. Şeyda ile evlenmiş olsaydı, belki kendisininde bu yaşlarda bir çocuğu olacaktı... Öyle dalmıştı ki yanağına dokunan bir öpücükle kendine geldi... - - Teşekkür ederim amca...

Hamza'nın ve çocuğun gözlerindeki sevinç görülmeye değerdi...

-Hadi seni evine götüreyim... Eve doğru giderken Hamza ev için birşeyler de almıştı... Babasının olmadığını ve hasta olduğunu söylemişti çocuk.. Evin önüne geldiler..
Hamza vedalaştı çocukla...

-Amca seni annemle tanıştırmak istiyorum..

-Ben de isterim ama eve girmem uygun olmaz..

-Bir şey olmaz, hadi kırmayın beni.. İstemeden de olsa içeri girdi... Evin içi perişan haldeydi... Aldıklarını mutfağa bıraktı.. Mutfakta da kuru ekmekler dışında bir şey yoktu...

Sonra oturma odasında yatan kadına gözü takıldı...
Galiba kanser hastasıydı.. Çünkü saçları dökülmüş, kel kalmıştı...

-Anne bak kimi getirdim sana... Kadın oğluna döndü.. Onu takım elbise içinde görünce şaşırmıştı...

-Benim oğlum nasıl da yakışıklı olmuş, dedi... O sırada Hamza içeri girdi... Bu nasıl olurdu... Karşısında duran Şeyda'nın ta kendisiydi... Her ikisi de donup kalmıştı... Bu durum bir süre devam etti.. Sessizliği bozan küçük Hakan oldu...

Anne bak bu amca bana bu elbiseyi aldı.. Evimize de bir sürü yiyecek aldı.. Artık aç uyumayacaksın...

-Küçüğüm annenle bana biraz müsaade verir misin? Bir şey konuşacağım onunla...

-Tabi ki...

Sessizlik bir süre daha devam etti...

Şeyda başladı konuşmaya...

-Senden sonra biriyle evlendim... Zengin ve modern biriydi.. Başta çok iyiydik... Ama sonradan ruhsal sorunlar yaşamaya başladı ve benim kendisini aldattığımı düşünecek kadar paranoya hale geldi... Ve beni eve hapsetti...

Beni kapattığı odanın penceresi bile yoktu.. Çocuğumu bile göstermiyordu bana... Aylarca orada kaldım.. Kısaca bana KÖLE gibi davrandı (derken mahcubiyetle başını öne eğdi)... Sonra durumu düzeldi.. Ama bu arada ben kansere yakalandım... (özgür kalacak dediği saçları artık yoktu)..Hasta olduğum için üzerime kuma getirdi...(Yıllar önceki söyledikleri geldi yine aklına)...

Sonra da beni ve oğlumu evden kovdu... Oğlum şimdi yetim gibi büyüyor... Ve sen yıllar sonra yine bir yetimi sevindiriyorsun yine... Çok pişmanım... Söylediğim her sözün cezasını çektim yeteri kadar... Hamza konuşmuyor, Şeyda ise ağlıyordu....

Konuşmadan çıkıp gitti Hamza...

Ve ertesi gün... Kapı çalındı... Gelen Hamza'ydı.. Küçük Hakan Onu içeri davet etti...

Şeyda yatağında oturuyordu... Hamza'yı görünce heyecanlandı... Elinde bir paket vardı... Bu paket yıllar önceki paketin aynısıydı... Yoksa, yoksa içindekiler de aynı mıydı..?

Paketi aldı ve heyecanla açtı paketi.. Evet aynı Kuran, aynı başörtüsü, aynı tesbih (Tesbih kırılmıştı evet ama Hamza taneleri tek tek toplamış tekrardan dizmişti) ve gülsuyu...

Kapağını açtı gülsuyunun.. Aynısı olup olmadığını anlamak istedi... Kokladı, gayet güzel kokusu vardı hâlâ...

Aynısı olsaydı bozulurdu diye düşündü... Sanki içini okumuş gibi "Aynı gülsuyu" dedi Hamza.... Bozulmadan durmuştu yedi yıl boyunca...

-Bunlar senin Şeyda.. Eğer pişmansan biliyorum ki can atıyorsundur dinine dört kolla sarılmak için.. işte sana fırsat.. Kuran okumayı bilmediğini biliyorum ama mealini oku.. Okuduktan sonra da kararını ver... Yıllarca sakladım bunları.. Niye sakladığımı bilmeden.. Demek ki bu gün içinmiş...

Ve bir kitap daha çıkardı..

-Bu da senin.. Kitabın adı Hz. Fatıma.. Bir kadının örnek alması gereken büyük insanın hayatı... Bunu da oku...

Ve cebinden küçük bir kutu daha çıkardı...

-Bu da senin... Yıllar önce almıştım.. O gün parkta vermeye fırsat bırakmadın.. 15 gün sonra yine geleceğim, iyi düşün karar ver... Ve arkasını dönüp gitti... Kutuyu açtı Şeyda.. Evlilik yüzüğü vardı içinde.. Nasıl olur da evlenmek isterdi ki kendisiyle...

Kanserdi ve ölecekti... Sonra gözü Kuran'a takıldı.. Elini uzattı almak için... Hayır alamazdı.. Kuran'a abdestsiz dokunulmadığını biliyordu... Yerinden kalktı usulca.. Daha önce gördüğü ve bildiği kadarıyla abdest aldı...

Tekrar Kuran'ı almaya yeltendi.. Hayır yine dokunamazdı... Başörtüsünü aldı ve başını örttü... Aynaya baktı.. Nasıl da güzel olmuştu... Şimdi Kuran'ı alabilirdi... Ve okumaya başladı... 15 gün sonra... Hamza yine kapıdaydı... Şeyda kapanmıştı ve ayağa bile kalkmıştı... Gördükleri karşısında öyle memnun oldu ki hemen

"Helalim olur musun" deyiverdi... Evlenmişlerdi...

Şeyda tedaviye devam ediyor.. Gittikçe iyileşiyordu...

Hz. Fatıma'nın hayatı onu öyle etkilemişti ki her haliyle Onu örnek almaya çalışıyordu.. Şeyda'da ki bu büyük değişiklik de Hamza'ya kendisinin yıllar önce nasıl değiştiğini hatırlatıyordu..

Ikisi de doğru yolu bulmuşlardı... Sürekli okuyup kendilerini geliştiriyorlardı... Şeyda ölümden korkmuyordu artık...

Tam anlamı ile dört dörtlük bir mü'mine olmuştu...

Bir yıl sonra...

Çok istedikleri hacc farizasını yerine getirmek için uçağa binmişlerdi..

Hakan da yanlarındaydı...

Üçünün de içi içine sığmıyordu...

Lebbeyk Allahumme Lebbeyk nidaları ile kutsal topraklara ayak bastılar... Bir hafta olmuştu Medine'ye geleli...

Bir akşam vakti otelde Hamza Şeyda'ya seslendi

"Hanım hadi namaza geç kalıyoruz"... Ses vermedi Şeyda... Tekrar seslendi

"Canım hadi ama geç kalıyoruz".. Yine ses yok...

Yatak odasına doğru ilerledi Hamza...

Şeyda yatıyordu... Anlamıştı... O sonsuz yolculuğuna çıkmıştı...

"İnna lillahi ve inna ileyhi raciun" diyerek Şeyda'nın elini tuttu...

Elinde bir not vardı... "Hamzam kendimi iyi hissetmiyorum... Çok istemiştim kutsal topraklarda can vermeyi... Galiba RABB'im duamı kabul ediyor.. Vasiyetimdir: Beni senin aldığın gülsuyu ile yıkasınlar"... Cenaze işlemleri yapılmıştı... Şeyda morga kaldırılmış ve Türkiye'ye gönderilecekti...

O gece Hamza uykuya daldı.. Rüyasında Hz. Fatıma'yı görmüştü... Ve elinde o gülsuyu... Şeyda'yı yıkıyordu Hz. Fatıma... Ve mırıldanıyordu gülümseyerek

"Cennette arkadaş lazım bana" diyordu... Kan ter içinde uyandı Hamza...

Ve bir daha uyuyamadı... Sabah hemen kalktı gülsuyunu aramaya başladı...

Yoktu.. Koşarak morga gitti.. Görevliye yalvara yakara Şeyda'nın bulunduğu kabini açtırdı...

"Bismillah" diyerek açtı yüzünü...

Şeyda öyle gülümsüyordu dişleri görünüyordu bu gülümsemeden... Elleri titredi Hamza'nın...

Ağlıyordu bir taraftan...

Öyle güzel kokuyordu ki naaşı insanı büyülüyordu sanki... Biraz daha açtı örtüyü...

Ve ve ve düşüp bayıldı oracıkta...

Gülsuyu kutusu boş bir şekilde orada duruyordu...

Evet Şeyda Hz. Fatıma tarafından o gülsuyu ile yıkanmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı