ABDURRAHMAN CÂMİ

 
ABDURRAHMAN CÂMİ          
 

Nakşibendî tarikatına mensup İranlı âlim ve şair.
Nuruddin Abdurrahman b. Nizamiddin Ahmed b. Muhammed el-Cami. 23 şaban 817' de (7 Kasım 1414) Horasan'ın Cam şehrinin Harcird kasabasında doğdu. Daha çok Molla Cami unvanıyla tanınır. Birinci divanının mukaddimesinde Câm şehrine nisbetle ve Ahmed-i Namekiyi Cami'nin (ö. 536/ 1141) hatırasına saygısının bir ifadesi olarak Câmi mahlasını aldığını söyler.
İsfahan'dan Horasan'a göç eden dedesi Şemseddin Muhammed, burada İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybani (ö. 189/ 805) neslinden gelen birinin kızıyla evlenmiş, bu evlilikten babası Nizameddin Ahmed dünyaya gelmiştir. Câmi ilk tahsiline babasının yanında başladı. Babası Herat'a gidip Nizamiye Medresesi'ne müderris olunca (823/ 1420) öğrenimini orada sürdürdü. Devrinin meşhur âlimlerinden Mevlana Cüneyd-i Usûli'den Arap dili ve edebiyatının temel eserlerini okudu. Ardından Seyyid Şerif el-Cürcani'nin öğrencisi Ali es-Semerkandi ile Teftazani'nin öğrencisi Şehabeddin Muhammed el-Cacermi gibi ünlü bilginlerin derslerine devam etti. Daha sonra Uluğ Bey zamanında büyük bir ilim merkezi haline gelen Semerkant'a giderek orada dokuz yıl kaldı. Uluğ Bey Medresesi'nde Bursalı Kadızade-i Rümi'den (ö. 841/1437) riyaziyyat dersleri aldı. Bu arada Mevlana Fethullah-ı Tebrizi'nin derslerinden de faydalandı. Keskin zekâsı, yeteneği, ilmi meseleleri anlatma gücü ve görüşünü çok açık olarak ortaya koyabilme kabiliyeti sayesinde herkesin hayranlığını kazandı. Kâşifi, Reşahat'ta Câmi'nin tahsiliyle ilgili hayret verici hatıralar nakleder. Ünlü astronomi ve matematik âlimi Ali Kuşçu Herat'a gittiğinde Câmi'ye astronomiyle ilgili zor sorular sormuş, cevabını hemen alınca hayranlığını gizleyememiş, onunla riyazi meseleler üzerinde çalışmalar yapmış ve kendisini takdir etmişti.
Genç yaşta döneminin bütün ilimlerine vakıf olmasına rağmen bu ilimler Câmi'yi tatmin etmedi. Semerkant dönüşünde Nakşibendî şeyhlerinden Sa'deddin-i Kaşgari'ye intisap etti. Onun vefatından sonra (860/ 1456) halefi Hace Ubeydullah Ahrar'a bağlandı. Ubeydullah ile birkaç defa görüştü. Ayrıca mektuplaşmak suretiyle kendisiyle devamlı temasta bulundu. Manzum ve mensur eserlerinin çeşitli yerlerinde onu her fırsatta öven Câmi ölümünde de (895/1490) uzunca bir mersiye kaleme aldı. Ubeydullah Ahrar'ın Câmi üzerindeki tesirinin diğer Nakşi şeyhlerinden daha fazla olduğunda şüphe yoktur.

Câmi 877'de (1472) hacca gitmek için Herat'tan ayrıldı. Bu yolculuk sırasında Bağdat'ta iken bazı Şiiler Silsiletü'z-zeheb mesnevisinin Ehl-i beyt sevgisiyle ilgili bölümünü tahrif ederek Câmi'nin aleyhinde kullanmak istedilerse de Câmi Ehl-i beyti sevmenin Kur'an'ın emri olduğunu söyledi ve Silsiletü'z-zeheb'in Ehl-i beyt'le ilgili bölümlerini okuyarak muarızlarını susturdu, orada bulunan alimlerin takdirini kazandı. Hac dönüşünde Tebrize gitti. Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan'ın Tebriz'de kalmasını istemesine rağmen oradan ayrıldı. 18 Şaban 878 (8 Ocak 1474) tarihinde Herat'a döndü. Burada Sultan Hüseyin Baykara'nın kendisi için yaptırdığı medresede Arap dili ve edebiyatı, hadis ve tefsir dersleri okuttu. 18 Muharrem 898 (9 Kasım 1492) cuma günü Herat'ta vefat etti. Cenazesi, başta Hüseyin Baykara ve Ali Şir Nevai olmak üzere devrin bütün ileri gelenlerinin iştirakiyle kaldırıldı, şeyhi Sa'deddin-i Kaşgari'nin kabrinin yanına defnedildi.
Ali Şir Nevai, Câmi'nin vefatından sonra terkibibend tarzında uzun bir mersi ye yazmış, ayrıca hayatına dair Hamsetü'l-mütehayyirin adlı bir eser kaleme almıştır, Müridlerinden Süheyli de uzun bir mersiye yazarak onun kaybından duyduğu üzüntüyü ifade etmiştir.
Câmi'nin ilk evliliği hakkında bilgi yoktur. Bir manzumesinden onun aile fertlerinin hepsini kaybettiği, bu olaydan sonra bir süre yalnız yaşadığı anlaşılmaktadır. Daha sonra mürşidi Sa'deddin-i Kaşgari'nin büyük oğlu Hace Kelan'ın iki kızından biriyle kendisi, diğeriyle de Reşahat'ın müellifi Fahreddin Ali Safi evlenmiştir, Kaynaklarda Mevlana Muhammed adlı şair, alim ve fazıl bir kardeşinin bulunduğu, tarih ve musiki dalında üstat olduğu zikredilmekte, Cami de onun genç yaşta ölümü üzerine yazdığı mersiyede bu bilgiyi doğrulamaktadır.
Öğrenim hayatı Mirza Şahruh'un saltanat döneminde (1404-1446) geçen Câmi'nin Timurlu sarayı ile temas kurması Mirza Ebu'l-Kasım Babür devrine (1448- 1457) rastlar. Babür'e muamma ile ilgili bir eserini ithaf eden Cami, daha sonra Sultan Ebu Said döneminde (1451-1468) ilk divanını tertip edip bazı tasavvufi risaleler kaleme aldı. Onun sanat hayatının, ilmi ve manevi otoritesinin zirvede olduğu yıllar Hüseyin Baykara dönemidir (1470-1505). Bütün sultanların ve saray ileri gelenlerinin kendisine sonsuz hürmeti olmasına rağmen hiçbir zaman hükümdarlara hoş görünmeye çalışmamıştır. Câmi, ilim ve sanat hamisi Hüseyin Baykara gibi hükümdarları övmekle birlikte asla aşırılığa kaçmamış, methettiği kişileri hayra teşvik edici ve eğitici bir üslup kullanmıştır, Sultan Hüseyin Baykara da kendi devrinin âlim ve şairlerini anlattığı risalesinde Cami'den büyük bir övgüyle bahseder.
Câmi sadece Maveraünnehir ve Horasan'da tanınmakla kalmamış, Hindistan'dan Balkanlar'a kadar uzanan geniş bir alanda sultanların, âlimlerin ve şairlerin saygısını kazanmıştır. Fatih Sultan Mehmed, Câmi'yi hacdan dönerken İstanbul'a davet etmek için Hoca Ataullah Kirmani'yi 5000 altın hediye ile Halep'e gönderdiyse de Kirmani varmadan az önce Cami oradan ayrılmış olduğundan bu davet gerçekleşmemiştir. Fatih ikinci defa yine değerli hediyelerle Câmi'ye bir elçi gönderip ondan kelamcılar, felsefeciler ve mutasavvıfların görüşlerini mukayese eden bir eser yazmasını istemiş, bunun üzerine Câmi ed-Dürretü'1-fahire adlı eserini kaleme almış, ancak eser kendisine sunulmak üzere gönderildiğinde Fatih vefat etmişti. Câmi'nin divanında Fatih Sultan Mehmed'in fetihlerini anlatan mesnevi tarzında bir şiiri yer almaktadır.
Fatih'in oğlu II. Bayezid ile Câmi arasında karşılıklı yazılmış mektuplar, sultanın ona karşı beslediği saygı ve sevgiyi açıkça göstermektedir. Cami II. Bayezid'in bir mektubuna bir kaside ile cevap vermiş, başka bir kasidesinde de övmüştür. Silsiletü'z-zeheb'in üçüncü kısmını yine II. Bayezid adına telif etmiştir. Eserlerinden, onun Karakoyunlu Cihan Şah ile Akkoyunlu Uzun Hasan ve Yakub Bey gibi hükümdarlarla da dostane münasebetleri olduğu anlaşılmaktadır.
Câmi'nin, Baykara devrinin emirlerinden Ali Şir Nevai ve Süheyli gibi şairlerle de yakın dostluğu vardı. Nevai ve Süheyli onun müridleri arasında bulunuyordu. Cami Nevai'yi sevip takdir ettiğini her vesile ile açıklamış. Hıredrume-i İskenderi adlı mesnevisinin hatimesinde onu övmüş, Nevai de mesnevilerinde Cami'yi saygıyla anmıştır. Müridlerinin en meşhuru olan Abdülgafür-i Lari, mürşidinin Nefehat'ına yazdığı haşiyeye Tekmile-i Nefehatü'l-üns adını vermiştir. Bu eser Cami'nin hayatı ve şahsiyeti hakkında önemli bir kaynaktır.
Gençlik yıllarından hayatının sonuna kadar daima öğrenmek ve öğretmekten zevk alan Câmi, bu asil meşgaleden bir an bile geri kalmamıştır. Onun, vefatından birkaç ay önce oğlu için hazırladığı el-Feva'idü'i-Ziyaiyye adlı Arapça gramer kitabı bunun bir delilidir. Bir rubaisinde dünyada kitaptan daha güzel arkadaş ve dert ortağı bulunmadığını ifade etmektedir.
Divanında ve mesnevilerinde nazmın nesirden daha üstün olduğunu, iyi ve kötü şiirin niteliklerini, şiirin nasıl olması gerektiğini açıklamış, günümüz anlayışına uygun şiir tenkidi" metodunu kullanarak isabetli değerlendirmeler yapmıştır. Bir mesnevisinde ilgi duyduğu şiir türlerinden söz ederek sonunda mesnevide karar kıldığını belirten ve mesnevi türündeki üstatlarının adlarını saygıyla anan Câmi, nesrin ve şiirin şeriata uygunlukları nisbetinde gerçeklerin ortaya konulmasında çok etkili vasıtalar olduklarını, aksi halde de bütün kötülüklerin kaynağı olacaklarını söyler. Ona göre şiir insanlara doğru yolu göstermek için kullanılmalı, şahsi menfaatlere alet edilmemelidir.
Fars şiirinin en büyük üstatlarının sonuncusu sayılan Câmi, üstün şairlik kabiliyeti yanında dini, edebi ve akli ilimlerle tasavvuftaki derin vukufundan bütün şiirlerinde, mesnevilerinde ve özellikle tasavvufi mesnevilerinde geniş bir şekilde faydalanmış, ele aldığı konuları çok rahat ve sade bir dille anlatma gücünü göstermiştir. Onun "Hint üslübu" (sebk-i Hindi) diye anılan şiir akımının ilk öncülerinden biri olduğu ileri sürülmektedir.
Câmi'nin başlıca edebi eserleri Farsçadır. Ayrıca Arapça eserler de yazmış, bu dile olan hakimiyetini Arap şairlerinden Ferezdak'ın bir kasidesini manzum olarak Farsça'ya çevirerek de göstermiştir.
Mensup olduğu Türk muhiti dolayısıyla Türklerle çok sıkı münasebeti bulunan Cami'nin eserleri daha sağlığında bütün Türk âlemine yayılmış, o devrin âlim ve şairlerinin ilgisini çekmiştir. Önemli eserlerinin Türkçeye çevrilmiş olması onun Türk edebiyatı üzerindeki tesirini göstermektedir.
Tahsilini Semerkant ve Herat gibi ilim merkezlerinde Eşari mezhebi kelamcılarıyla Safi fıkhı esaslarına göre tamamlayan Câmi, İtikadname adlı mesnevisinde İslam esaslarını Ehl-i sünnet inançlarına göre açıklayarak kendisinin de bu görüşte olduğunu göstermiştir. Samimi bir mutasavvıf olan ve bunu yaşadığı örnek hayatla gösteren Câmi, şeyhi Sa'deddin-i Kaşgari'den irşad izni aldığı halde bir tekkede şeyhlik yapmak yerine medresede ders verip talebe yetiştirmeyi tercih etmiştir. "Kendisinden ancak işe yarar iki söz işittim" diyerek hafife aldığı üstatlarından Cacermi onun tasavvufa intisap etmesini esefle karşıladığını ifade eder. Câmi'nin tarikat silsilesi Sadeddin-i Kaşgari, Nizameddin Hamuş, Alaeddin Attar vasıtasıyla Nakşibendiyye tarikatının kurucusu Bahaeddin Nakşibend'e ulaşır. Şeyhi Kaşgari'nin yanı sıra Muhammed Parsa, Ubeydullah Ahrar, Mevlana Fahreddin Luristanı, Bahaeddin Ömer Bağıstani gibi devrinin önde gelen Nakşi şeyhleriyle yakın ilişkiler kurmuş, bunlardan Muhammed Parsa ve Ubeydullah Ahrar'a özel bir ilgi duymuştur. Câmi'nin Nakşibendi tarikatına mensup oluşu diğer tarikat mensuplarından faydalanmasına engel olmamış, vahdet-i vücudcu mutasavvıflara adeta hayran olarak onların eserlerini şerh ve telhis etmiştir.
Muhyiddin İbnü'l -Arabî ile İbnü'l- Fariz tarafından işlenen ve vahdet-i vücudu esas alan tasavvuf anlayışı, XV. yüzyılda Doğu İslam dünyasında bir hayli yayılmış olan ve Timurlular tarafından da himaye edilen Nakşibendiyye tarikatının tasavvuf anlayışı ile Cami vasıtasıyla kaynaştırılmıştır. İbnü'l-Arabi'nin Fususu'l-hikem'ini şerheden, daha sonra Nakşü'l-Fusus adıyla özetleyen, İbnü'l-Fariz'ın kasidesine şerh yazan, Mevlana'nın Mesnevi'sindeki ilk iki beyti açıklamak için bir risale kaleme alan, Fahreddin-i Iraki'nin Lemaât'ını Eşi'atü'l- Lemaat adıyla şerheden Câmi, öte yandan Sühanan-ı Hace Parsa gibi Nakşi şeyhleriyle ilgili bir eser yazmak suretiyle Doğu ve Batı tasavvuflarının sentezini yapmıştır. Cami gibi cesur, hamleci, coşkun ve atak ruhlu kişiler sayesinde Nakşibendiyye tasavvuf tarihinin en değerli ürünlerini vermeye uygun bir ortam oluşturmuştur. Bu tarikattan söz edildiğinde akla hemen İmam-ı Rabbani geldiği halde onun kadar, belki de ondan daha ehemmiyetli bir şahsiyet olan Câmi'nin unutulması, üzerinde durulması gereken önemli bir husustur. Zira bugün Câmi, eskiden medreselerde okutulan bir gramer kitabı (Molla Câmi) sayesinde tanınmaktadır.
Câmi tasavvuf ve irfanın zor meselelerini bir âlime yaraşır tarzda sade bir anlatımla açıklamış, bu mesleği en yüksek seviyede temsil etmiştir. Hace Ubeydullah Ahrar'ı anlattığı bölümün sonunda. 'Hacegan tarikatına mensup büyük şahsiyetlerin, bilhassa Bahaeddin Nakşibend ve arkadaşlarının söz ve davranışları ile tarikattaki metotları incelendiğinde bunların Ehl-i sünnet mezhebi akidesine tamamıyla bağlı oldukları, şeriat ve sünnete uygun bir yol tuttukları açıkça anlaşılmaktadır." diyerek bu konuda kendi görüşünü de ortaya koymuştur. Tasavvufun filozof ve kelamcıların mesleklerinden daha üstün olduğunu söyleyen Câmi'ye göre insanı ebedi saadete ulaştıracak şey ancak gerçek aşktır. Varlık âlemindeki bütün oluş ve tezahürlerde cilveleşen "aşk sultanı"dır. Seven de sevilen de her mertebede Hakk'ın kendisidir. Mutlak aşk bütün mazharlardan parlamakta, her idrak ve şuurda belirmekte ve kâinattaki her bir varlıkta Allah'ın birliğinin delilleri müşahede edilmektedir. Cami, saf zihinleri bulandırmak isteyen sufi kılığındaki cahillerden ateşten kaçar gibi kaçmak gerektiğine dikkat çeker ve bunların tuzağına düşmemek için gerçek tasavvufun ve hakiki sufinin özelliklerini anlatır.
Eserleri. Kaynaklarda Câmi'nin Farsça ve Arapça kırk beşin üzerinde eseri bulunduğu zikredilmektedir. Ancak bunların bir kısmı günümüze ulaşmamıştır. Eserlerinin konusunu tasavvuf, edebiyat, edebi ve dini ilimler teşkil eder. Cami, tasavvufa dair yazdığı müstakil risale ve kitapları yanında tasavvufi görüşlerini bütün manzum ve mensur eserlerine serpiştirmiştir. Bu bakımdan eserlerinin konu itibariyle tasnife tabi tutulması oldukça güçtür.

A) Manzum Eserleri.
1. Divanları. Cami, müstakil mesnevileri dışındaki kaside, terciibend, terkibibend, gazel, kısa mesnevi, kıta, rubai ve muammalardan ibaret olan şiirlerini üç divanda toplamıştır. Ali Şir Nevai'nin arzusu üzerine bu divanların her birini yazıldıkları dönemleri belirtecek şekilde adlandırmış, birincisine oldukça uzun olmak üzere her üç divana birer mukaddime yazmıştır. Bu mukaddimelerde nesir ve şiir halinde ifade edilen sözün öneminden bahsederek nesir yazarlığı gibi şairliğin de asla vazgeçilmesi mümkün olmayan işlerden biri olduğunu söylemiş, şiir ve edebiyatın değerini ayet ve hadislerden deliller getirmek suretiyle ispata çalışmıştır. Fatihatü'ş-şebab adını verdiği ilk divanı 884 (1479) yılında tertip edilmiş olup gençlik yıllarına ait şiirlerini, ertesi yıl düzenlediği Vasıtatü'l- ıkd adlı divanı orta yaş şiirlerini ihtiva eder. Hatimetü'l-hayat adıyla 896 (1491) yılında düzenlediği üçüncü divanı ise yaşlılık dönemi manzumelerinden oluşmaktadır. Câmi, Divanlarında çoğunlukla aşıkane gazeller olmak üzere şuur ve irfan kaynağından süzülmüş hikmetli öğütlerin yer aldığını, insanın dünya ve ahiretini telef edecek alçakların övgüsüne dair bir şey bulunmadığını, sultanlarla ilgili methiyelerin gönül almak ve kendini beğendirmek maksadıyla değil birer zaruret sonucu kaleme alındığını söyler. Câmi'nin divanları İran dışında İstanbul (1284 /1867), Leknev (1876), Kanpur (1890) ve Lahor'da (1933) basılmıştır. Divanların İran'da Hüseyin Pejman'ın önsözüyle yapılan baskısında Câmi'nin bütün şiirleri mevcut değildir. Haşim Razi'nin 302 sayfalık mukaddimesiyle birlikte Divan-ı Kamil-i Câmi adıyla yapılan baskı ise Cami'nin üç divanını da kapsamaktadır. Divanların oldukça eksik olarak Almanca'ya yapılan tercümeleri Leipzig (1855) ve Wien'de (1858) yayımlanmıştır.
2. Heft Evreng. Câmi'nin Silsiletü'z-zeheb, Selamanü Ebsal, Tuhtetü'l- ahrar, Subhatü'l- ebrar
Yüsuf u Züleyha, Leyla vü Mecnun, Hıredname-i İskenderi adlı yedi mesnevisinden oluşan bir eserdir. Çeşitli yazma nüshaları bulunan eser Murtaza Müderris-i Gnani tarafından neşredilmiştir.
3. Hadisi Erbain. Çihl Hadis diye de anılan bu risale, kırk hadisin Farsça manzum tercümelerinden ibarettir. Eser Erba'in adıyla Tahran'da (1295) taş basması olarak neşredilmiştir
4. Risale-i Terceme-i Kelimat-ı Kudsiyye. Hz. Ali'nin bazı sözlerinin manzum tercümeleridir
5. Risale-i Sagir der Mu'amma. 890 (1475) yılında yazılan eserin Bihişti Ramazan Efendi tarafından Şerh-i Manzume-i Muamma adıyla yapılan Türkçe şerhi 977'- de (1569-70) tamamlanmıştır.

B) Mensur Eserleri.
1.Nefehatü'1-üns. Câmi'nin, erkek ve kadın büyük sufilerin hal tercümeleriyle tasavvufi terimlerin açıklamalarını ihtiva eden en önemli eseridir. Birçok yazma nüshası bulunan eser, Lamiî Çelebi tarafından çeşitli ilavelerle Türkçe'ye tercüme edilmiştir.
2.Nakdü'n-nusus ii' şerhi Nakşi'l-Fusüs. Câmi, Muhyiddin İbnü'l-Arabi'nin meşhur eseri Fususü'l -hikem'i Nakşül-Fusus adıyla ihtisar etmiş, daha sonra Farsça olarak Nakdü'n-nusüs adıyla şerhetmiştir. Önce FusüsüI-hikem'deki terimlerle prensipler anlatılmış. daha sonra eserin bölümleri belli bir tertibe göre şerhedilmiştir. Telifi 863 (1459) yılında tamamlanan ve çeşitli baskıları olan eser son olarak W. C. Chittikk tarafından yayımlanmıştır.
3.Şerhu Fusüsü'l-hikem. Fusüsü'l- hikem 'in Arapça şerhi olup 896 (1491) yılında kaleme alınmıştır. Eser. Abdülgani en - Nablusi' nin Şerhu Cevahiri'n-Nusüs fi halli kelimati'l-Fusus adlı eserinin kenarında basılmıştır.
4.Eşi'atül-Lema'ât. Şerh-i Lema'at olarak da anılan bu kitap. Fahreddin-i Iraki'nin Lema'at adlı eserinin şerhidir. Cami'nin Ali Şir Nevai'nin isteği üzerine yaptığı bu şerh 886 (1481) yılında tamamlanmıştır. Çok sayıda yazma nüshası bulunan eser ayrıca Tahran'da basılmıştır
5.Leva'ih. Farsça secili nesirle kısa makaleler halinde yazılmış olup tasavvufi konuları ihtiva eden eserin 870 (1465) yılında telif edildiği sanılmaktadır. Birçok yazma nüshası bulunan eser İstanbul (1312), Leknev (1880, 1936) ve Tahran'da (1312) neşredilmiştir. Leva'ih, E. H. Whinfield ile Mirza Muhammed Kazvini tarafından Levaih Treatise of Sufism adıyla İngilizce'ye (Londra 1928) ve sadece ilk bölümü Türkçeye çevrilmiştir (İstanbul 1291).
6.Risale-i Tehliliyye. Kelime-i tevhid hakkında kaleme alınan bir risaledir
7.Sühanan-ı Hace Parsa. Nakşibendi Şeyhi Muhammed Parsa'nın eserlerindeki bazı sözlerden derlenmiş bir risaledir
8.Risale fi'l-vücud. Varlığın mahiyeti ve Allah'ın varlığının ispatına dair bir eser olup N. L. Heer tarafından Arapça metni ve İngilizce tercümesiyle birlikte
9. Serrişte-i Tarik-i Hacegan. Risale fi zikr adıyla da anılan eser, Nakşibendi esaslarına göre zikirden ve kulun bununla Allah'a yönelmesinden bahseder.
10. Tefsi'rü'l- Kur'an. Ftiha 'dan itibaren Bakara süresinin 23. yetine kadar olan kısmın tefsiridir. Önsözünden anlaşıldığına göre Cami Kur'n-ı Kerim'in tamamını tefsir etmeyi düşünmüş, ancak eserini tamamlayamamıştır. 883 (1478) yılından sonra telif edilen eserin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunmaktadır.
11. Risale-i Şerh-i Hadis. Ebu Zer el-Ukayli'nin rivayet ettiği bir hadisin şerhidir.
12. Risale der Menasikül-hac. Câmi bu eserini hacca giderken kısa bir süre kaldığı Bağdat'ta 22 Şaban 877 (22 Ocak 1473) tarihinde tamamlamıştır. Bir girişle yedi bölümden oluşan eserin son kısmı Arapçadır. Çeşitli kütüphanelerde yazma nüshaları mevcuttur.
13. Şevahidü'n-nübüvve. Peygamberliğin delilleri ve Hz. Peygamber'in risaletinden, Ehl-i beyt, sahabe ve tabiinden başlayarak din büyüklerinin hayat ve faziletlerinden bahseden eseri Câmi, Ali Sir Nevai'nin arzusu üzerine 885 (1480) yılında telif etmiştir. Nefehatü'l-üns'ü tamamlar mahiyette olan kitabın henüz ilmi bir neşri yapılmamıştır. Hindistan (1279, 1288) ve Leknev'de (1876, 1882) basılan eseri Lamii Çelebi Terceme-i Şevahidü'n-rıübüvve adıyla Türkçeye çevirmiştir.
14. Baharistan. Sa'di'nin Gülistan'ı örnek alınarak yazılmış Farsça ahlaki ve edebi bir eser olup M. Nuri Gencosman tarafından aynı adla Türkçeye tercüme edilmiştir (İstanbul 1949).
15. el-Feva'idü'z-ziya'iyye. Hayatta kalan tek oğlu Ziyaeddin Yusuf için kaleme aldığı bu eser. Cemaleddin İbnü'l-Hacib'in el-Kafiye'sinin şerhidir. Telifi 11 Ramazan 897'de (7 Temmuz 1492) tamamlanan ve Şerh-i Molla Câmi, Molla Câmi veya sadece Câmi adlarıyla anılan Arap gramerine dair bu eser. Türk medreselerinde son zamanlara kadar ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu şerhin de Haşiyeleri yapılmış, Terceme-i Feva'idü'z-ziya'iyye adıyla Abbas Kulı Sipihr tarafından 1282'de (1865) Farsçaya çevrilmiştir
16. Risale der İlm-i Kafiye. Risale-i Kafiye olarak da anılan eserde redif ve kafiyenin tarifinden sonra kafiye ilmine ait terimler açıklanmaktadır.
17. Tecnisü'lluğat. Cinas sanatı hakkında bir risaledir
18. Risale-i Musiki. Musiki nazariyatı hakkındaki bu eser 890 (1485) yılında kaleme alınmıştır.
19. Kitab-ı Şart. Risale-i Şart adıyla da anılan eser Arapçanın sarfını Farsça olarak açıklar.
20. Risale-i Münşe'at. Câmi'nin mektuplarından oluşan bir eserdir. Beş bölüme ayrılan risalede Farsça manzum mektuplar da yer almaktadır. Câmi'nin, çağdaşı olan şeyh, âlim, sultan ve devlet ileri gelenlerine yazdığı bu mektuplar tarihi açıdan da önemlidir. Sadece Mürşe'at adıyla da anılan risale basılmıştır.
21. Risale-i Kübra der Muamma. Câmi'nin muammaya dair yazdığı en büyük risale olup Risale-i Evvel der Muamma adıyla da anılmaktadır.
22. Risale-i Mutavassıt der Muamma
23. Risale der Beyan-ı Kavaid-i Muamma
24. ed - Dürretü 'l- fahire. Kelamcılar, felsefeciler ve mutasavvıfların akidelerinin mukayese ve muhakemesine dair orijinal bir eser olup Fatih Sultan Mehmed'in isteği üzerine 886 (1481) yılında Arapça olarak kaleme alınmıştır. Câmi bu eserinde, asırlarca üzerinde tartışılan Allah'ın varlığı ve birliği, sıfatlarının, ilminin, iradesinin mahiyeti, kelamının kadim ve âlemin ezeli olup olmadığı gibi konuları ilmi usullere uygun olarak incelemiştir.
25. Şerh-i Mimiyye-i Hamriyye-i Fariziyye. İbnü'l-Fariz'ın "Hamriyye" kasidesinin şerhi olup 875 (1470) yılında kaleme alınmıştır
26. Şerh-i Kaside-i Ta'iyye-i Fariziyye. Aynı şairin "Taiyye" kasidesinin şerhidir.
27. Risale der Şerh-i Rubaiyyat. Vahdet-i vücüd hakkındaki çeşitli rubailerin şerhi olup bir mecmua içinde basılmıştır.
28. Risale-i Şerh-i Beyti Hüsrev.
29. Risale-i Şerh-i Beyteyn-i Mesnevi-i Mevlevi. Mesnevi'nin ilk iki beytinin şerhidir.
30. Risâle fi'l-'arûz.
31. Risâle-i Fihrist. Câmi'nin bütün eserlerinin isminin zikredildiği bu fihrist hayatının son yılında hazırlanmış olmalıdır.
(T.D.V.İslam Ans.7 / 95-99)          

Yorum Gönder

0 Yorumlar