22 Mart 2012 Perşembe

EL-CEBBAR (C.C.) “Kullarının işlerini yoluna koyan, kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan, dilediğini zorla yaptırmağa muktedir olan.”

EL-CEBBAR (C.C.)


“Kullarının işlerini yoluna koyan, kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan, dilediğini zorla yaptırmağa muktedir olan.” 

Şanı yüce Allah'ın “Cebbar” ism-i şerîfi çok cebredici mânâsını ifade eder. Cebbar vasfında başlıca iki mânâ vardır. Birincisi, cebr, esasen kırığı yerine getirip sıkıca sarmak, eksiği ıslâh edip tamamlamak demektir.

Öyle zamanlar olur ki, işlerin görüldüğü, eksikliklerin giderildiği, noksanların tamama erdiği müşahede edilir. İşte bütün bunları Cenâb-ı Hak yerine getiriverir. Kul da şaşar, âlem de... Çünkü Yüce Allah Cebbardır, kırılanları onarır, her türlü perişanlıkları düzeltir. Her türlü ihtiyacı karşılar, dertlere derman eriştirir, yaralara merhem sürer, yoksulları zengin eder. Muradı olanların murâdını verir.

İkincisi, cebr, icbar etmek, yani dilediğini zorla yaptırmak manasınadır...

Bu mübarek ismin izahında Elmalılı M. Hamdi Yazır şu açıklamayı yapmaktadır:

“... Bu mânâda Cebbar ismi halkın eksikliklerini ta­mamlayan, ihtiyaçlarını gideren, işlerini düzelten ve bu konuda gereken şeyi gereği gibi yapmakta çok iktidarlı olan hâkim mânâsını ifade eder.

Müfessirlerin çoğu, Allah Teâlâ'ya Cebbar ismini ver­menin bu anlamda olduğunu söylemişlerdir. Buna göre Allah Teâlâ dertlere derman veren, kırılanları onaran, yoksulları zengin eden, perişanlıkları yoluna koyup düzelten en yüce zâttır.

İkincisi: Cebr, icbar etmek, yani dilediğini zorla yaptırmak mânâsına da gelir. Bu mânâda Cebbar, zorlu demektir. Allah Teâlâ'ya isnadı, Kahhâr ismi gibi, halkı iradesine mecbur eden, dilediğini ister istemez zorla yaptırmaya kadir olan, hüküm ve nüfuzuna karşı çıkılma ihtimali bulunmayan güç ve büyüklük sahibi demektir. Mamafih bundan, Cebriyye'nin dediği gibi kullara hiç irade vermez, her emrini cebirle yürütür, insanlarda ihtiyarî fiiller yoktur mânâsını anlamamak gerekir. Çünkü kanun yapma ile ilgili emirlerin kulların cüz'î iradeleriyle şartlı kılınmış olduğu da:

“Eğer siz Allah'a (O'nun dinine) yardım ederseniz (Allah da) size yardım eder.”[62] gibi birçok nass ile tesbit edilmiştir. Ancak bundan şu mânâ anlaşılmalıdır ki, Allah Teâlâ birçok fiilde insana irade vermiş ve hür yaratmış olmakla beraber bütün isteklerini yerine getirmeye mecbur değildir. Dilerse, dilediği anda iradelerini yok eder. Nitekim bir hadis-i şerifde:

“Allah Teâlâ kaza ve kaderini yerine getirmeyi istediği vakit, akıl sahiplerinin akıllarını gideriverir ki, kaza ve kaderi onlarda yerine gelsin. Emri yerine gelince de akıllarını onlara geri verir. Böylece de pişmanlık başlar.”[63] buyurmuştur.

Dilerse onların akıl ve iradelerini yok etmekle beraber isteklerinin aksine kendi hüküm ve iradesini zorla üzerlerinde icra eder. Nitekim Allah'tan korkmayan, emirlerine karşı gelmek isteyen âsiler, azaba ve cezaya yanaşmak istemedikleri halde, vakti gelince cezalarını çekmeye mecbur olurlar. Hâsılı Allah Teâlâ'nın mutlak irâdesi altında mağlub ve mecbur olmayacak hiçbir şey ta­savvur olunamaz. Bu husus:

“Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi, ister iste­mez, O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülüp götürüleceklerdir.” [64] âyetinde ifade edilmiştir.

Cebbar ism-i şerifinde bu iki mânâdan başka iki farklı anlamın daha olduğu beyan edilmiştir. İbnü'l-Enbarî der ki: “Allah'ın sıfatlarından olan Cebbar, kendisine erişilmez, el uzatılmaz “Ellezî lâ yenâlü” demektir. Nite­kim el yetişmeyen yüksek hurma ağacına da “Cebbâretü” denilir.

İbn Abbas (r.a.)'dan yapılan bir rivayette de “el-Cebbâr, Melik-i azîm” yani çok büyük, azametli pâdişâh mânâsına gelmektedir.[65]

Vahidi der ki: “Bu zikredilen mânâlar, Allah Teâlâ'nın Cebbar sıfatı hakkındadır. Halkın sıfatı olarak kullanılan

Cebbâr'ın, daha başka anlamları da vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir:

1- Musallat (zorlayıcı-sataşan) demektir.

“Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin...” [66] âyetindeki Cebbar, bu anlamdadır.

2- İri cisimli manasınadır “İnne fîhâ kavmen Cebbârîn -Orada  iri  cisimli   (insanlardan  oluşan)  bir  kavim vardır...” [67] âyeti dahi, bu anlamdadır.

3- Allah'a ibadet etmeyen, baş kaldıran mânâsına gel­mektedir. Bu anlam da, “Velem yec'alnî cebbâren = Beni baş kaldıran bir zorba yapmadı.” [68] âyetinde vardır.

4- Çok insan katleden yani “Kattâl” anlamını da ifade etmektedir, nitekim:

“Yakaladığınız vakit, çok katleden zorbalar gibi ya­kalıyorsunuz.” [69] âyeti ile “İn türîdü illâ en tekûne cebbâ­ren fil ardı = Sen yeryüzünde katil bir zorba olmak is­tiyorsun.” âyetinde de bu mâna söz konusudur.” [70]

İnsanların servetleri, boyları, renkleri bir olmadığı gibi ilim ve irfanları da bir değildir. Herkes ancak kendi ilmi ve irfanı kadar bu vadide at koşturabilir. Bilenle bilmeyen hiç bir olur mu? Yüce yaratıcımız insanları ve cinleri, ken­dini bilsinler ve kulluk etsinler diye vücuda getirmiştir, fakat bu teklifi icbar yolu ile değil ihtiyar yolu ile yapmış, her kulu kendi arzusuna bırakmıştır. İnsanlar kendi arzu­larıyla ya cennet yolunu seçer, ya cehennemi satın alır. Eğer kâinatın Halikı, ibadet ve kulluk hususunda herkesi cebretmiş olsaydı, hiç imkân var mı ki, artık insanlar Allah Teâlâ'dan başkasına ibadet edebilsin...

İnsanın akıl aynası tozlu değilse fânileri ilâh edinmez. Sadece rabbinin emrine baş keser ve bütün hacetlerini ondan bekler. Çünkü sultanlar da ona muhtaçtır, gedalar da...

Ne desem?



Kendine gel, kendine, sen ey sersemce gülen,

Biraz göz yaşın olsun, Allah için dökülen!..



Yüreklerde mekân tutan ümitsizlikler, şaşırtıcı perişanlıklar, sonu gelmez gam ve kederler, merhem tut­maz yaralar hep Cenâb-ı Hakk'a iltica ile yok olacaktır. Sonsuz azaptan kurtuluşun ve ilâhî rahmete mazhar oluşun başka yolu yoktur. Gam seline değirmen olan bir kimse, Cebbar ism-i şerifine devam eder, onu dilinin virdi haline getirirse, mutlaka kendisine bir çıkış yolu ihsan edilir...

Şunu tekrar ifade edelim ki: Allahü Teâlâ'nın kudre­tine karşı durabilecek bir güç yoktur. Allah'ın azabından yine Allah'a sığınmak lâzımdır.

Nitekim iki cihanın saadet güneşi ve Allah'ın şerefli Rasûlü şöyle duâ etmişlerdir:

“İlâhî! Senin gazabından senin rızana, senin cezan­dan senin affına ve yine senden sana sığınırım.” [71]

kaynaklar
[62] Muhammed: 47/7.

[63] Feyzül-Kadir, 1/267; Keşfü'I-Hafa, 1/81,82.

[64] ÂI-i İmran: 3/83.

[65] Fahrü'r-Râzi.

[66] Kaf: 50/45.

[67] Mâide: 5/22.

[68] Meryem: 19/23.

[69] Şuarâ: 26/130.

[70] Hak Dini Kur'an Dili, 7/525, 526.

[71] Müslim. Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 97-102.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı