EL-HÂLIK (C.C.) “Bütün varlıkları yoktan yaratan, her şeyin görüp geçireceği halleri, hadiseleri tayin ve tesbit eden.”


“Bütün varlıkları yoktan yaratan, her şeyin görüp geçireceği halleri, hadiseleri tayin ve tesbit eden.”

Bu mübarek ismin ifade ettiği mânâ iki şeyden ibaret­tir: Birincisi, bir şeyin nasıl olacağını tayin ve takdir et­mek, ikincisi, o takdire uygun olarak o şeyi vücuda getir­mektir.

Allah (Azze ve Celle), öyle bir sultan, öyle münezzeh ve mukaddes varlıktır ki Hâlık'tır. Diğerleri ise mahluk­tur. Dünyayı avucunun içinde bir inci tanesi gibi tutabile­cek kudretteki Cebrail'den tutun da, toprak altındaki aciz karıncaya kadar her ne varsa cümlesi Allahü Teâlâ'nın yaratmasıyla meydana gelmiştir. Cebrail Aleyhisselâm'a o heybeti ve gücü veren Zât-ı Kibriya, aciz karıncanın iğne ucu kadar bedenine de mide, göz, kulak ve dil bahsetmiş­tir.

Fili doyurmak O'na nasıl kolay ise, gözle görülmeye­cek miktarda bir mikrobu yaratmak da o kadar kolaydır. İşte bu mübarek ism-i şerîf bize bunları ihtar eder.

Bir düşünelim ki, zaman diye, mekân diye bir şey yok­tu. Hatta yokluk da yoktu. Ancak Allah vardı, berabe­rinde hiçbir varlık mevcut değildi.

Ne gök, ne yer, ne bulut, ne yağmur, ne deniz, ne ırmak, ne dağ, ne taş vardı. Ne gül, ne bülbül bulunuyor­du. Kâinat dediğimiz bu muazzam varlıktan da eser yok­tu. Kâinat olmayınca içindeki milyarlarca mahluk da elbet yoktu...

Kâinat ve kâinattaki herbir varlık O'nun kudret elin­den çıkmıştır, yine kâinatta hâkim olan kanunlar da O'nu plânlayıp yaratan Allah'ın eseridir.

Ateşin yakması,

Suyun akması,

Gecenin karanlığı,

Gündüzün aydınlığı,

Güneşin ışığı,

Ayın nuru...

O'nun îcad ettiği şeyleri saymaya sayılar kâfi gelmez. Ömürler yetmez, ilimler ulaşamaz. Kâinat sadece gözümüzle gördüğümüz şeylerden ibaret değildir. Bir de gözle görülmeyen mahlûklar vardır.

İşte Zât-ı Kibriya bu kâinatı yaratmayı diledi, eğer dilemeseydi, hiçbir şey olmaz, bir nesne meydana gelmezdi. Yine her şeyin ömrünü, rızkını, şeklini, suretini, doğum ve ölüm mekânlarını ve ne zaman doğup ne zaman öleceklerini, ne gibi hâdiselerin selinde yüzeceklerini tâyin buyurdu. O'nun çizdiği huduttan dışarı çıkma ihti­mali yoktur.

Meselâ: Bizim İstanbul'da dünyaya gelmemiz, ötekinin Mekke'de dünyaya gelmesi kendi irademizle değil, Allah Teâlâ'nın öyle dilediği içindir.

Yüce Halikımızın kâinatı yaratması bir ihtiyaçtan do­layı değildir. Elbet Allah (Azze ve Celle) yaptığı her işte Zât-ı Ulûhiyyetine ait bir menfaat gözetmekten münezzehtir. Âlemleri vücuda getirdi, fakat bunu ya­ratılmışlara muhtaç olduğu için yapmadı, belki onları ya­ratmak hususundaki ezelî iradesini tahakkuk ve onları ni­metleriyle keremlendirmek, cemâl ve kemâlini sezdirmek için yarattı...

Evet:



Âlemde her varlığa canı Allah veriyor.

İzzeti ve şerefi, şanı Allah veriyor!

A gönül ceylânı sen, şükrünü, zikrini bil,

İnci, mercan, hava, su, nan'ı[74] Allah veriyor!.,



Söz buraya gelmişken tekrar Elmalılı tefsirine kanat açalım, gerelim ne der?

“... O, öyle Allah'tır ki, Hâlık'tır diğerleri ise mahluk­tur. Daha evvel de geçtiği gibi, bizim yaratmak tabir ettiğimiz “halk” fiili, iki mânâ ifade eder;

Birisi, takdir etmek, yani bütün açıklığı ile eşyanın miktar ve derecelerini tâyin etmektir. Zira bir şeyi bütünüyle takdir etmek onun eşya arasındaki miktar ve derecesini tamamiyle bilmeye bağlıdır. Bu takdir mânâsı itibariyledir ki halk, ekseriya miktar ve sayısı bulunan şeylerde kullanılır. Diğeri ise, yok olan şeye varlık vermek, hiçbir asıl örneği yokken icad etmektir. Bazan bir şeyden başka bir şeyi ortaya çıkarmak mânâsı da verilebi­lir. Ancak bu mânâya daha çok inşâ (icad) tabir edilir.

Yaratıklara nisbet edilen en yüksek sanatlar, Allah Teâlâ'nın takdir buyurduğu keşf ve icad mahiyyetinden ileri geçemez. Çünkü mahluk, fiillerinin tafsilatını takdir edemez ve bir atom bile yapamaz. Böyle bir yaratma son­suz ilim ve kudrete bağlıdır. Mahluk ise bundan ancak sınırlı kısmını elde edebilir. Herşeyi tam anlamıyla takdir ve icad ederek yaratan ancak Allah Teâlâ'dır. O öyle bir yaratıcı ki “el-Bâri' Bâri'dir.” [75]

Allahü Teâlâ'nın bu mübarek ismini anarken tefekkür ufkumuz fezalar gibi genişlemelidir. O'nun yaratıkları üzerinde ne kadar tefekkür etmiş olur isek, alacağımız ilâhi haz da o nisbette artacaktır.

Evet:

Hamd olsun, ömürlerdir, ismini yâd ederim,

Rabbim, lütfün olmasa nice feryâd ederim!.. [76]

kaynaklar
[74] Nan: Ekmek.

[75] Hak Dini Kur'an Dili, 7/527.

[76] Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 106-109.

Yorum Gönder

0 Yorumlar