10 Ağustos 2019 Cumartesi

“Onlar, verilen şeyle ferahlandılar; biz de anîden ellerinden aldık; boşa düştüler.” (el-En’âm, 6/44)FETHU'R RABBANİ-ABDULKADİR GEYLANİ 2.meclis



2. MECLİS

Bu konuşma medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: 5 Şevval 545, Milâdî 1150.

Allah’a karşı aldanışın, seni O’ndan ayırdı. Bu aldanıştan dön. Başına vurulmadan bu hâlden ayrıl. Felâket gelmeden önce tedbir yollarını ara. Başına belâ akrepleri çöreklenmeden ve yılanlar başına üşüşmeden, kötü hâlinden çekil. Ama belâyı tatmadıktan sonra al­danman eksik olmaz. Bulunduğun hâl yalnız seni sevince boğmasın. Çünkü sevinç geçici şeydir. Allah Teâlâ bir âyet-i kerimede –meâlen- şöyle ferman buyurdu:

“Onlar, verilen şeyle ferahlandılar; biz de anîden ellerinden aldık; boşa düştüler.” (el-En’âm, 6/44)

Allah’ın indindekine kavuşmak, yalnız sabırla mümkün olur. O, her zaman sabırla emir buyurmuştur. Îman sahibinin çoğu hâli, sı­kıntı ile geçer. Elindeki şeyler çok bile olsa, yine de sıkıntı içindedir. Çünkü bağlanmış olduğu birçok prensipler vardır. Onları yerine ge­tirmek güçlüğü içinde kıvranır. Dünyada, ancak hiç bir prensibe bağ­lı olmayanlar rahat(!) eder. Onlar da hiç bir dine söz vermeyen din­sizlerdir. Allah’ın sevdiği kullar, belâya düştükleri zaman sabra ko­şarlar, ağlamaz ve sızlanmazlar. Îman sahipleri, belâ içinde dahi ol­salar iyi işleri ararlar. Bulundukları hâl, onlar için Hak katında de­rece arttırır.

* * *

Evet, sabır olmasaydı beni aranızda göremeyecektiniz. Ben, kuş avlayan bir çocuk gibi, her an sizinle konuşmak istiyorum. Buraya koşarak geliyorum. Gece olur, uyuyamam. Gündüzleri bu yüzden göz­lerim kapanık durur. Ayaklarım tuzağa tutulmuş gibidir. Allah Teâlâ, beni sizin için bu hâle getirdi. Ama yazıklar olsun ki, siz bu hâli anlamak istemiyorsunuz.

Eğer Hakk’ın muvafakati olmasaydı bu anlatılanlar olmazdı. Bir defa düşünün, aklı başında olan bir kimse, şu şehirde oturur mu? Kendi keyfine göre burada durması, içinde bulunan uygunsuz ve huy­suz kimselerle kalması kabil mi? Riya ortalığı kapladı. Zulüm arttı. Şüpheliler şöyle dursun haramları bile aldırmadan yapıyorlar.

Hakk’ın nimetlerine küfür çoğaldı. Kötülere ve bilcümle fenalık­lara yardım arttı. Çarşı-pazarı zındıklar -dinle alay edenler- kap­ladı. Kürsülerde şaraplar içiliyor. Hâlbuki orası hikmet kaynağı olmalı.

Eğer verilmiş bir hüküm olmasaydı, evinizde yaptığınız kötü iş­leri bir bir sayar dökerdim. Lâkin bana göre temel iş olan yavrula­rımın terbiyesi ve yetişmesi vardır. Durumunuzu söylersem aranız­dan hemen ayrılmam gerekir. Bu, her işi yarıda bırakır. Bugünkü hâlimde, geçmiş büyüklerin himmetine muhtacım. Peygamberlerin ruhaniyetine inanıyorum. Âdem (a.s) Peygamberlerden bugüne ka­dar gelen bütün büyüklerin sabrını istiyorum. İlâhî ve ruhanî bir kuvvete muhtacım.

Yâ Rabbi, lütfet, yardım et. Bizi rızana kavuştur. Âmin!

* * *

Ey evlat! Dünyada daimi kalmak için yaratılmış değilsin. On­da yalnız yiyip içmek için durmuyorsun. Bulunduğun hâli hemen değiştir. Bulunduğun hâlde Allah’ın sevmediği şeyler mevcuttur. Mücerret Kelime-i Tevhid’le yetindin. Taat olarak yalnız bununla yetinmek senin için iyi bir iş değildir. Bu, sana fayda sağlamaz. Bu­nu başka ibadetler de takip etmeli.

Îman, söz ve işten ibarettir. Mücerret îman sahibi olman seni düşmüş olduğun çukurdan çıkaramaz. Bu hâlinde ısrar eder; nama­zı, orucu ve diğer farz ibadetleri bir yana atarsan, sadaka tanımaz­san iyi olmaz. Bunları terk etmek senin için felâketten başka bir şey doğurmaz. Günah çukurundan tevhidin hangi harfi seni çeker, çıkarır?

“Allah’tan başka ilâh yok…” dediğin zaman bir dava peşine düşmüş oluyorsun. Her davada şahit isterler. Şahidi olmayan kay­beder. Bu durumda şahit; emirleri tutmak ve yasakları bir yana at­maktır. Ayrıca bu uğurda gelecek her türlü belâ ve mihnete göğüs gerip sabırlı olmak da bir şahit sayılır. Aynı zamanda bunlar senin için yol delili demektir. Söylediklerimiz yapılacağı zaman da ihlâsa sarılmak gerekir. Hiçbir söz amelsiz kabul edilmez. Ve hiçbir amel de ihlâs olmadan kabul edilir değildir. Peygamber’in (s.a.v) yolu, ihlâstan ibarettir.

* * *

Elinizde bulunan mallardan ihtiyaç sahiplerine verin. Kapınıza gelen dilencileri boş göndermeyin. Gücünüz yettiği kadar az veya çok bir şeyler vermeye gayret edin. Allah nasıl verdi ise, siz de öyle yapın. O’nun verdiği gibi verin. O’nun verdiklerini muhtaçlara dağıtarak şükür yolunu tutun. Hele bir bakın; size ne kadar bol ih­sanlar etmiş. Saymakla bitiremiyorsunuz. Bu hâlinizde düşkünleri gözetmek size gerekli değil midir?

Yazıklar olsun. Eğer kapına gelen dilenci bir hediye getirseydi hemen alırdın; bana mı, demezdin. Hiç geri çevirmek istemezdin.

Şu anda yanımda oturuyor ve sözümü dinliyorsunuz. Gözleri­nizden yaş da akıyor. Az sonra dışarı çıkıyorsunuz, sanki az önce öğüt dinleyen siz değildiniz. Ve gözlerinizden yaşlar akmıyor. Kalbiniz hemen katılaşıyor. Önünüze çıkan, hele bir fakir olunca, yanınıza bile yanaştırmak istemiyorsunuz. Bu anlatıyor ki, yalandan ağladın. Sözlerimi candan dinlemedin. Sözlerimi Allah için dinleme­lisin. Ve Allah için gözlerinden yaşlar akmalı!

Yanında işittiğin söz, ilk başta sırrına geçmeli. Sonra kalbine akmalı, daha sonra bütün duygularına sirayet etmeli. Hayra böy­lelikle varılır. Bana geldiğiniz zaman, ilminizi, dilinizi, nesebinizi bir yana atınız. Çocuklarınızı ve bütün tanıdıklarınızı bir yana bırakı­nız. Yanımda, sizleri Hak’tan gayrı her şeyden ârî görmeliyim. An­cak böyle yaparsanız, O sizi fazlı ve ihsanı ile örter. Bu hâli kendin­de benimsedikten sonra, iradesiz beslenen bir kuş gibi olursun. Kal­bine Hak’tan nur gelir. Buna işaret olarak Peygamber (s.a.v) Efendi­miz şöyle buyurur:

“Îman sahibinin ferasetinden sakının; çünkü o, Allah’ın ver­diği nurla bakar.”

* * *

Ey içi bozuk adam, îman sahibinden çekin. Onun yanına günah pisliği ile girme. Çünkü o, Allah’ın nuruyla her hâlini sezer. Derununda saklı şirki, küfrü ve nifakı anlar. Giydiğin elbise seni onların nazarından saklayamaz. Ne kadar örtülere bürünsen, onlar yine gö­rür. İyi görmekten mahrum olan, iyi olamaz. Sen bir hevesten ibaret­sin, hevâ peşinde koşanlara sen de karışmaktasın.

Dertli bir şahıs, arkadaşına şöyle sordu:

“Bu körlük, ne zamana kadar gider?” Öbürü cevap verdi:

“Tabip bulununcaya kadar!”

Yılıp usanmadan bir tabip ara. Bulunca başını önüne koy ve yalvar. O tabip için iyi düşün; kötülük yapacağı aklına gelmesin. Onu töhmet altına almak isteme. Gözün hiç görmüyorsa, yavrunu yanına al. Beraberce tabip kapısına yönel. Bıkma, usanma; onun kapısında bekle. Vereceği her ilâcı itimatla kabul et. Acı gelirse de dayan. Böylece hâlin düzelir ve gözlerin açılır.

* * *

Allah için gönlünü engin kıl. Bütün işleri O’na bırak. Yapılan şeylerden kendin için bir pay çıkarma. Nefse haddi aştırma. Onu if­lâs ayağıyla ez, halktan yana kapıları kapa.

O nefsin tek kapısı senin canibinde olsun. Her an nefsi yalnız bırakma. Her gün muhasebe et. Hatalara özür diletmeden bırakma. Her suçunu itiraf ettir. Sonra nefsi al, kendi varlığın varsa onu da bul, birlikte Hakk’a yönel. Fayda veya zarar, Hak’tan başkasından gelmez. Veren, alan, O’ndan gayrı değildir; buna inan. İnsan için en tatlı şey îmandır. Îmanın sonunda hayli iyi işler olur. Kalbin gör­mez tarafı kalkar. Kalbin ve ruh basiretin, hareket hâline gelir.

* * *

Ey evlat! Kaba elbise giymek iş değildir. Yemek ve içmek işini bir yana atmakta da iş yoktur. Asıl önemli şey, kalbin kötü şeyleri kabul etmemesindedir. Doğru olan, sofu libasını önce içine giyer, son­ra dışına… Bu libasını ruhuna sevdirir, iç âlemine teşmil eder, daha sonra bütün varlığına… Bu giyilen sofu libası, Hak yolcusunun iç âle­mini biraz sıkar; sabrı bulursa Hakk’ın rahmet eli onu kurtarır. Mevlâ’nın acıma ve esirgeme tecellisi onun bütün hâlini gülistana çevirir. Cümle sıkıntılı hâllerini giderir. Hak yolcusu, yolunu iyi se­çince, sahibi onu, bu kara balçık elbiseden çabuk alır. Ferah libasını giydirir. Belâ nimete, darlık genişliğe, korku emniyete döner. Uzak ol­maz; yakın olur. Fakirlik kaybolur, gönül ve ruh zenginliği onun ye­rini alır.

* * *

Ey evlat! Eline gelen nasibi hırsla alma, sakin olarak al. Ye­meğini mahzun olarak yiyen iyidir. Şen ve şatır olarak sofrasına ku­rulan pek iyi değildir; Mevlâ’sını unutmuşa benzer. Eline lokma al­dığın zaman, kalbini Hakk’a ver. Bu hâlle yediğin sana nur olur. Şer varsa sana dokunmaz. Bir ilaç, hekimin tavsiyesi ile alınırsa za­rarı yoktur. Kendi keyfine göre alırsan sonu bilinmez. Zararı birden gelir, seni tutar. Çarpılmışa dönersin.

Kalbinizdeki karartı beni hayrete düşürüyor. Aranızdan itimat çıkmış. Birbirinize karşı itimat etmez olmuşsunuz. Birbirinize acımı­yorsunuz. İlâhî emirler size emanet olarak bırakılmış; hâlbuki siz onu bir yana atmışsınız.

Sana yazıklar olsun, neden ahdini tutmuyorsun? Hak’la böyle mi ahdetmiştin? Bu hâlin devam ederse gözlerine yakında karasu iner. Ayaklarına ve ellerine inme gelir. Gezmek şöyle dursun, yerinden bile depreşmen kabil olmayacak. Allah’ın rahmet kapısı sana kapanacak. İnsanların kalbinden sana karşı kin ve nefret fışkıracak. Onların iyi düşünceleri senden uzak duracak. O zaman sana kim yardım eder?

İlâhî kudret ve kuvvet önünde başınızı esirgeyiniz. O’ndan çok korkunuz. O’nun kudretinden kurtulan yoktur. O’nun tutuşu şid­detli olur ve bir tuttu mu bırakmaz. O’nun sarsıntısına dayanmak, haddinize düşmemiştir. Afiyete belendiğiniz bir anda ve şen-şatır yaşadığınız bir demde yerin dibine geçersiniz. Şu gök kubbenin sa­hibi O’dur ve şu zümrüt zeminin Mevlâ’sı yine O’dur.

Şükürle O’nun nimetini saklamaya bakın. Emrini kabul edin. Ya­sak ettiği şeylerden kendinizi uzak tutun. O’nun cümle fermanını ba­şınızın üstünde gezdirin. Bir güçlük gelince sabır kalkanı ile karşı durun. Kolaylığı arıyorsanız, şükür lâmbasını elinizden eksik etme­yin. Sizden evvel gelenler böyle yaptı. Peygamberlerin ve iyilerin hâli böyle idi. Nimet gelince:

“Hoş geldi, sefalar getirdi!” derlerdi.

Belâ gelince de bağırmaz, çağırmaz, Allah’tan yardım talep eder­lerdi.

İsyan sofrasını hemen terk edin ve uzaklaşın. Taat sofrasına çömelin ve bol bol yiyin, için. Haddi aşmayın. Kolaylık karşınıza çıkınca şükre koşuşun. Sert bir işe çarpılınca, hatalarınızı hatırlayın ve istiğ­far edin. Nefsinizi hesaba çekin. Allah hiç bir zaman kullarına zulmet­mez.

Ölümü ve sonrasını düşünün. Yaratıcı’yı ve O’nun karşısında hesap vermeyi hatırlayın. Hatalarınız çıkınca O size nasıl bakar ve siz O’nun yüzüne hangi yüzle bakarsınız? İşte bu güç durumu dü­şünün. Ayık olun, bu uyku ne zamana dek devam edecek?

Bu bilgisizlik ve batıl içindeki bu tereddüt ne zamana kadar süre­cek? Nefsin arzularına ne zamana kadar uyacaksınız? Neden Hakk’a kul olup edep ve terbiye yoluna girmediniz? Ve neden Peygamber’e (s.a.v) uyup, onun yolunu tutmadınız? İbadet, gelip geçici şeyleri muayyen bir zaman terk demektir. Neden bu yola girip Kur’ân’ın ve Peygamber’in (s.a.v) sözünü tutmadınız, Allah yolunu bulmadınız?

* * *

Bilgisizlikle ve iyiyi kötüyü sezme kabiliyetine sahip olmadan halka karışma; onların işine burnunu sokma. Her şeyi iyi belle, son­ra gir. Onlara uyku ile karışırsan, aralarından teneşirle çıkarlar. Ayık ol. Bilgili ve basirete sahip ol. Onlarda iyi bir şey görürsen uy. Kötü hâllerini sezince de kaç. Elinden gelirse, yardım için, kötü iş­leri halktan uzak tut.

Siz tam manasıyla Hak’tan gafilsiniz. Hemen uyanmanız, gaflet hâlinizi bırakmanız lazım. Mescitlere girin. Orada Peygamber’e (s.a.v) salât ve selâm getirin. Korkmayın, orada sizi yiyen olmaz. Maneviyatı­nız kuvvet bulur. Afetlerden kurtulursunuz. Peygamber (s.a.v) Efen­dimiz:

“Gökten ateş yağınca, kurtulacak bir kişi de olsa, namaz eh­li olur.” buyuruyor.

Namaza durduğunuz zaman halkla ilginizi kesiniz. Hak’la olu­nuz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz:

“Kulun, Allah’a en yakın anı secde hâlidir.” buyuruyor.

Sana yazık oluyor. Nereye tevil ve ruhsat arıyorsun? Ne için kolaylık bekliyorsun? Bu hâlin nice zaman sürer? Tevil yoluna sa­pan, Hakk’ı inkâr ediyor demektir.

Vah bize! Azimet sahibi olarak Hak ve hakikatin peşinde koşsaydık bu hâle düşmezdik. İyi işler peşinden gitseydik Allah yardım­cımız olurdu. Bizi kurtarırdı. Nasıl oldu da böyle azimeti bıraktık? Gayret ve fedakârlık gitti. Fedakârlık kayboldu. Herkes işin kolayını arıyor. Ortalık riyakârla doldu. Görsünler ve desinler için iş yapılıyor.

Nifak işleri bol, kimsenin işi içine uygun olmuyor, özü ve sözü bir olan kalmadı. Ne olacak hâlimiz? Mallar haksız yere alınıyor.

Namaz kılan çok, hakikisi yok! Hacı desinler diye Kâbe’ye gi­diyor. Hareketleri niyetine göre olduğu için fayda bulamıyor. Bir iki iyi iş tutsa da kullar için yapıyor, Hakk’ı gözetmiyor. Şu devrin in­sanları için en ince iş, halkın peşinde koşmak oldu. Hâlık, gözlerinde yok. O’nun sevgisi ruhlarından silindi.

* * *

Hepinizin kalbi ölü, öldürdünüz kalbinizi. Yaptığınız hatalar onu perişan etti. Nefsinizi dirilttiniz. Hatalarınız buna sebep oldu. Şahsî arzularınız, her işin başında geldi. Yalnız dünyayı talep eder oldunuz.

Kalp, halkı aradan bırakınca diriliğe erer, Hak’la olur ve hayata kavuşur. Bu hâl, maddî bir tabir değildir. Hak’la olmak, emrine uy­mak demektir. Sözümüzün mânasını kavramanız gerek. Dış görü­nüşüyle anlamak, yerinde bir şey değildir. Sözlerimizin değeri ve tef­siri mânevîdir. Burada maddenin sözü geçmez.

Allah’ın emirlerine uyun. Yasaklarından kaçın. Kalbiniz böyle­likle dirilir. Onunla belâya dayanır. Sabredin… Kaza ve kader hü­kümlerine boyun eğin… Bunları yaparsanız, manevî hayatın kapı­ları size açılır.

* * *

Ey evlat! O’nun işlerine boyun eğ, sonra O’nunla ol. İşin iyiliği bundan sonra başlar. Her işin bir temeli vardır. Bina temelin üzeri­ne kurulur. Bu bina kolay kurulamaz. Üzerinde devamlı çalışmak icap eder; gece ve gündüz bir gaye uğruna harcanmalı. Aksi hâlde faydasız olur.

Sana acıyorum. Çok az düşünüyorsun. Tefekküre daldığın yok. İş­lerini düşünerek yap. Tefekkür kalpten olur. Kalbine yönel. Hâlini düşün. İyilik üzere isen hâline şükret. Aksi hâlde tevbe et, nadim ol. Hakk’a yalvar. Dinini, tefekkürle canlandırman kabil olur. Şeytan ve kötü duygular, iyi düşünce ile yokluğa gömülür. İşte Peygamberimi­z’in:

“Bir anlık iyi düşünce, bir gece sabaha kadar yapılan ibadet­ten hayırlıdır.” buyurması buna dayanır. Tefekküre geçmeden yapılan her iş uğursuzdur. İnsanı selâmete çıkarmaz. Bilakis batağa gömer.

Ey Muhammed (s.a.v) ümmeti! Allah’a şükretmeye alışın. O’na yapılan ibadet, az da olsa, makbul olur. Zaten sizden önce gelenlere nispetle yaptığınız kulluk çok azdır. Bu sebeple yaptığınız hâlis ol­malı, böyle olursa çok olur. Yeter ki, Hak yolunu candan tutasınız. Siz sonra geldiniz; ama kıyamet günü diğer ümmetlerden önce kalkacaksınız. Bu, sizin için bir fazilettir. Sizden iyi olanın iyiliğine ye­ter yoktur. İyilikte kimse onu geçemez. Sizler şahsınız. Diğerleri sizin tebaanızdır.

Doğru ol. Nefsin otağına yerleşip kaldığın müddetçe doğruyu bulamazsın. Tabiî ve şahsî arzuların eteğine tutunup koştukça hay­rı göremezsin. Mademki halkın elinde olanı zorla kapmak emelini besliyorsun, doğruluk bekleme. Nifak, riya, benliğinin derinliğine sahip durdukça huzur bulamazsın. Doğruyu sezmen kabil olmaz.

Dünyalık işlerin ardından seğirtip gittikçe, gözlerini hırs bulut­larından ayırmadıkça, iyilik bekleme. Âhiret işlerinin esenlikle geç­mesini dileme.

Hakk’ı ve hakikati bir yana atıp Allah fikrini değil, şeytan fik­rini ruhunda beslemeye heves ettikçe, hayır kapısı sana kapalı du­rur.

Allah’ım, senin varlığınla bize iyilik ver. “Dünyanın ve âhiretin güzelliğini nasip et. Bizi ateşte yanmaktan sakla.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!
FETHU'R RABBANİ-ABDULKADİR GEYLANİ,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı