BEY'AT - İNTİSAB
SORU: İnâbe ve bey'at nedir, aralarındaki fark nedir? Dindeki konumları nedir?
CEVAP: İnâbe, Allah'a dönmek demek... Münîb, derler, inâbe eden kimseye... Tevbe de dönmek demek... Tevbe ve inâbe, yanlış yolu bırakıp Allah'ın sevdiği yola yönelmek demektir.
İnâbe, bir insandaki iç değişikliğini sembolize ediyor, onu gösteriyor. Bey'at ise; bir mürşide, bir şeyhe gidip onun eğitimini kabul ettiğini, onun ustalığını, hocalığını kabul ettiğini bildirip, "Ben sana tâbîyim!" demektir. Bey'at bir anlaşmadır, sözleşmedir. Hattâ el tutularak yapılır.
Peygamber Efendimiz'in sahâbesi (Rıdvânullahi aleyhim ecmaîn), Peygamber Efendimiz'in yanına gitmiş, elini sıkarak sözleşmişlerdi.
--Nerede?..
Birinci Akabe Bey'ati, İkinci Akabe Bey'ati, Hudeybiye Bey'ati gibi umûmî bey'atler var... Şahsî bey'atler var, grup bey'atleri var... El tutarak söz vermek sûretiyle... Kadınların bey'ati var, erkeklerin bey'ati var...
Bey'at demek, sözleşme demek... Yâni, hukûkî bir form kazandırıyor inâbesine, dönüşüne... Ve birisine bağlandığını ifade ediyor. Fark budur aralarında...
Dindeki konumları: Peygamber Efendimiz (SAS)'e bey'at etmeyi ayet-i kerimeler bildiriyor:
(İnnellezîne yübâyiûneke innemâ yübâyiûnallah) [Muhakkak ki sana bey'at edenler gerçekte Allah-u Teala'ya bey'at etmişlerdir.]
(İzâ câekel mü'minâtü yübâyi'neke alâ en lâ yüşrikne billâhi şey'en) [Mü'min hanımlar Allah'a hiç bir ortak koşmamak üzere bey'at etmek için sana geldikleri zaman...] gibi ayet-i kerimelerde mübâyaa vardır.
(Lekad radıyallahu anil mü'minîne iz yübâyiûneke tahteş şecereti) [Allah ağaç altında baş eğerek sana bey'at eden mü'minlerden râzı olmuştur.] ayet-i kerîmesi gibi ayet-i kerimeler vardır. Yâni, Kur'an-ı Kerim'den bir hakikattir. Elbette o devrin insanının Peygamber Efendimiz'e bağlanması gerekli idi. Kur'andandır, dinin esaslarındandır.
Bu zamanın insanı ne yapacak?.. Peygamber Efendimiz var iken, bir müslümanın Peygamber Efendimiz'e bağlanması gerektiğini hepimiz kabul ediyoruz, itiraz duygusu gelmiyor içimizden... Peygamber Efendimiz'den sonra ne olacak?..
Ne olduğuna bir bakalım: Peygamber Efendimiz'den sonra Ebûbekir Sıddîk Efendimiz'e bağlanılmıştır. Ondan sonra, Hulefâ-yı Râşidîn'e bağlanılmıştır. Ondan sonra, bir zorbalık devri gelmiştir. Medine-i Münevvere'nin mescidinin kapılarında silâhlı askerlerin durup, "İlle Emevî hükümdarına bey'at edeceksiniz! Etmezseniz kafanızı keseriz!.." diye zorbalıkla, zorla tâbî kılmaları olmuştur. Tabii, bu esas bey'at değildir.
Bu bakımdan, alimler ile yöneticiler arasında zaman zaman çeşitli ihtilâflar çıkmıştır. Haccâc-ı Zâlim Mekke-i Mükerreme'yi muhasara edip, Abdullah ibn-i Zübeyr'i şehid etmiştir. Yezid ibn-i Muâviye zamanında, Peygamber Efendimiz'in torunu Hazret-i Hüseyin Irak'a çağrılmışken, çoluk çocuğu ile beraber katliama uğratılmıştır.
Tabii, o zaman onlara yapılan bey'at, sağlam, hakîkî ve kalbi rahatlatan bir bey'at olmuyor. O zamandan itibâren evliyâullaha, din alimlerine bey'at etmişlerdir ve edilmesi gerekir.
SORU: İslâm ümmetinin bir tek lidere bey'at etmesinin hükmü nedir?
CEVAP: Bütün ümmetin bir lidere bey'at etmesi gerekir. Buna imâmet-i kübrâ veya hilâfet makamı derler. İslâm'ın ilk zuhurunda öyle oldu. Asırlar geçtikten sonra bir ara öyle olmuş gibi idi. Sonra halifelik lağvedildi.
Bu durum şimdi fiilen öyle değil... Namaz kılmak farz olduğu halde, insanların namaz kılmadığı gibi bir durum... Böyle bir lideri müslümanların mutlaka edinmesi lâzım!..
Bu bağlanılan şahıs, alim olacak, kâmil olacak, fâzıl olacak, bilgin olacak... Bir çok vasıfları olması lâzım!..
SORU: Bey'at kimlere yapılır, intisab kimlere yapılır; açıklar mısınız?
CEVAP: Kur'an-ı Kerim'de bu kelimelerin hepsi de Peygamberimiz hakkında kullanılmış olabiliyor:
(Ellezîne yettebiûner rasûlen nebiyyel ümmiyye) ayet-i kerimesinde ittibâ kelimesi geçiyor.
(İnnellezîne yübâyiûneke innemâ yübâyiûnallah) "Sana bey'at edenler Allah'a bey'at etmişlerdir." diye bey'at kelimesi geçiyor.
Demek ki, ittibâ olabilir, iktidâ olabilir, bey'at olabilir, mübâyaa olabilir. Kelimeler muhtelif kelimeler olabilir. Şair şöyle diyor:
Kadd-i dildâra kimisi ar'ar dedi kimisi elif,
Cümlenin maksûdu bir ammâ rivâyet muhtelif...
Uzun boylu kimseye kimisi elif boylu der, kimisi selvi boylu der, kimisi kavak gibi der; hepsi uzun boylu olduğunu demek istiyor. Bu bey'attan, intisâbdan, ittibâdan, iktidâdan maksad, bir insanın bir başka insana bağlanmasıdır. Bu bir tane olur. Zâten bir kaç tane yere bağlılık olsa, bağlılık olmaz, arada kalır. Bir kolundan birisi çekiştirecek bu tarafa, öteki kolundan ötekisi çekiştirecek şu tarafa; olmaz böyle şey!.. İttibâ, iktidâ, bey'at, intisab hepsi bir yeredir. Tekdir, bir tanedir. Peygamber Efendimiz'in zamanında da bir taneydi.
Peygamber Efendimiz'den sonra Hulefâ-i Râşidîn geldi, insanlar onlara bey'at ettiler. Hazret-i Ali Efendimiz'den sonra ihtilâflar çıktı. Ondan sonra Emevîler geldi, ondan sonra Abbâsîler geldi. Şöyle oldu, böyle oldu, derken işler karıştı. Zalimler ve kendisine ittibâ, iktidâ, intisab ve bey'at edilmesi hakları olmayan kimseler zorla bu işi yaptırdılar.
Zalim valinin adamları Medine-i Münevvere'nin kapılarına dikilmişler, ashâb-ı kirâmı tehdit etmişler: "Emevî hükümdarına tâbî olmazsanız sizi keseriz!" diye...
Şimdi bu gibi durumlar, zorbalık durumlarıdır. Aslında Peygamber Efendimiz'in varisleri İslâm'ı en iyi bilen alimler olduğu için, bey'at da, ittibâ da, iktidâ da, ittibâ da; ne kelime ile olursa olsun bağlanmak alimlere olacak. O da Allah rızâsı için, onlar Allah'ın dinini anlattıkları için olacak.
Böyle çeşit çeşit farklar ortaya atmak yeni çıktı. "Evvel yoğ idi iş bu rivâyet yeni çıktı." Yoktu böyle bir şey, sonradan sonraya bir şeyler çıktı. Kendisi derviş, bu sefer kendisi bey'at almağa kalktı. Öyle şey olmaz ki! Şeyhi varken dervişin bey'at almaya hakkı yok ki!.. Yanlıştır.
SORU: Bey'at ve intisabı izah eder misiniz; bunlar aynı mıdır? Tarikattaki intisab bey'at midir?
CEVAP: Bey'at ve intisab aynı şeydir. Peygamber Efendimiz zamanında da aynıydı, Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz zamanında da aynıydı. Öyle gidip dururken, politikacılar çıktılar, iktidarı zorla aldılar, saltanat usûlüne çevirdiler. Ama ehl-i iman ve irfan hiç onlara kulak asmadan, kıymet de vermeden çalışmalarına devam ettiler. Herkes de bildiği yere bağlandı.
Şimdi de, bazı siyâsîler bu işi ayırmaya başladılar; çünkü, işlerine gelmiyordu. Aslında bunun yanlışlığını mantığınızla siz de bulabilirsiniz: Bir insan bir şeyhe intisab etse, bir de bir siyâsîye bey'at etse; şeyhi şu işi yapma dese, siyâsî yap dese, hangisini dinleyecek?.. İki otoriteye bağlılık var mıdır?.. Hukukta böyle bir mekanizma biliyor musunuz?..
SORU: İntisab ve bey'at aynı kişiye mi yapılır?
CEVAP: Evet, aynı kişiye yapılır. Bir insanın bir yere bağlılığı olur. Peygamber (SAS) Efendimiz'in zamanını düşünün!.. Peygamber Efendimiz'in zamanında insanlar iki kişiye mi bağlanıyordu?.. Hayır bir tek kişiye bağlanıyordu, Peygamber Efendimiz'e bağlanıyordu. Zâten bir kaç kişiye bağlandı mı insan; o başka şey söylerse, bu başka şey söylerse, ne olur?.. O zaman ya bunu dinleyecek, ya ötekisini dinleyecek. Birisini dinleyince, ötekisini dinlememiş olacak, ona bağlılık olmayacak. Dinlemediği insana bağlılık olur mu?.. Olmaz.
O bakımdan, intisab ve bey'at ayni şeydir. Bir kişiye olur ve o şekilde devam eder.
Bu intisab ve bey'atın ayrılığı hikâyesini uydurma olarak yakın zamanda particiler çıkarttılar. Şeyhe bey'ati reddetmek için ve tasavvuftan fırlayıp çıkmış olarak. "Bu ayrıdır, bu ayrıdır..." gibi hikâyeler söylediler, olmayan şeyleri söylediler.
Halbuki, Sultan Ahmed bile gelmiş, Aziz Mahmud-u Hüdâî'ye bey'at etmiş. Demiş ki:
"--Efendim, isterseniz padişahlığı da bırakayım!.."
"--Hayır evlâdım, padişahlığa devam et!" demiş.
Ama ona bağlanmış. Bu meseleyi anlayamadıkları için karıştırdılar, işi berbad ettiler. Bid'at çıkardılar, mahvettiler. Erbâb-ı tasavvufu da darılttılar kendilerine...
SORU: İntisab ile bey'atin aynı kişiye yapılması gerektiğinin fıkhî delillerini söyler misiniz?
CEVAP: Peygamber SAV Efendimiz'in çağında, insanların hepsi Peygamber Efendimiz'e bağlanıyorlardı ve bu bağlanmaya bey'at deniliyordu. Meşhur bey'atlerden birisi Akabe'de olmuştur. Peygamber Efendimiz, hac için Mekke'ye gelmiş olan civar şehirlerin ahalileriyle konuşup, onlara İslâm'ı anlatıyordu. Ve bu anlatmadan sonra, onların müslüman olmasını istiyordu. Bir grup hacı bunu kabul etmişler ve Akabe denilen, Mekke'ye çok yakın bir yerde, kendisine bağlılıklarını beyan etmişlerdi. Buna I. Akabe Biatı diyoruz.
Ondan sonra, daha geniş bir grup halinde Mekke'ye gelmişlerdi; II. Akabe bey'ati olmuştu... Daha sonra Hudeybiye'de bir bey'at olmuştu. Hudeybiye'de bütün ordu mensupları tekrar Peygamber Efendimiz'e bağlanmışlardı.
Demek ki bey'at, bağlılık demektir. İntisab da bağlılık demektir. Peygamber Efendimiz zamanında böyle, bey'at ile intisab kelimeleri arasında bir ayrılık düşünülmüyordu. Bunu bir siyâsî parti çıkarmıştır bizde... Kendisi politik eğitimini yaparken; "Bey'at başkadır, intisab başkadır, imamette iktida başkadır... Camiye gelen, imamın arkasına 'Allahu ekber' diye durur; buna imamette iktida derler. Tasavvuf terbiyesi almak için bir şeyhe bağlanır; buna intisab derler. Ama bey'at, bir politikacıya olması lâzım." demişlerdir.
Bu kendilerinin görüşleridir, İslâmî görüş değildir. Çünkü, İslâm'da politikacıya tabi olmak yoktur, Allah'a tabi olmak vardır!.. Allah'a tabi olmak, Rasûlullah'a tabi olmakla olur... Bir politikacıya bağlanmak, lâik bir şeydir. Aslında İslâm, dinin esaslarına göre hareket etmeyi amaçladığı için; İslâm fıkhı, "Dinin emirlerini en iyi bilen insanlara bağlanmak, böylece Kur'an'ın emirlerine göre yaşamak mümkün olur." diye düşünmek durumundadır.
İslâm, hangi grup olursa olsun --küçük-büyük-- mutlaka birisinin başkan olmasını emrediyor, düzeni emrediyor. Namazda nasıl birisi öne geçip namazı kıldırıyorsa, onun gibi düzenli olmayı emrediyor. Meselâ, siz 10-15 kişilik bir grupsunuz, seyahat ediyorsunuz. Peygamber SAV buyuruyor ki:
(İzâ sâfertüm fel yeümmeküm akraüküm) "Sefere çıktığınız zaman, Kur'an'ı en çok bilen, Kur'an'a en çok aşina olan kimse size imamlık etsin; (ve in kâne asğaruküm sinnen) yaşça en küçüğünüz olsa da!.. (Ve izâ emmeküm fehüve emîruküm) İmamlık yaptığı zaman da, emirleri de odur."
Demek ki, imamla emir aynı kimsedir ve Kur'an-ı Kerim'i en iyi bilen kimsedir. Bu bir hadis-i şeriftir. Fıkhî delilini soruyordu soruyu soran...
İkinci bir delilim şudur ki: Peygamber SAV Efendimiz, bir kısım insanları bir sefere gönderiyordu. Gidecek insanların hepsini tek tek yanına aldı, konuştu. Kur'an-ı Kerim'den ne kadar bildiklerini sordu. "Kur'an-ı Kerim'den ne kadar biliyorsun? Ezberin ne kadardır?" diye. Nihayet bir genç geldi karşısına... Peygamber SAV Efendimiz, ona da sordu:
"--Kur'an-ı Kerim'den ne kadar bilgin var? Nereleri ezbere biliyorsun?" dedi.
O genç dedi ki:
"--Yâ Rasûlallah, şunları şunları biliyorum; bir de Bakara Sûresi'ni ezbere biliyorum!" dedi.
Bakara Sûresi --biliyorsunuz-- Kur'an-ı Kerim'in Fâtiha'dan sonra gelen, 286 ayetlik, 2,5 cüzlük, 50 sayfalık büyük bir bölümüdür. Ve umumiyetle fıkıh ahkâmını ihtiva eden bir bölümüdür. Peygamber Efendimiz ona memnunlukla sordu:
"--Bakara Sûresi'ni biliyor musun?!.."
"--Evet biliyorum!" dedi.
"--(İzheb, fe ente emîrühüm!) Madem böylesin, o halde git, onların komutanı sensin!" buyurdu. Yâni, "Genç olduğun halde, madem ki Kur'an'ı en iyi biliyorsun; emirleri sensin!" buyurdu.
Çünkü, müslümanın ana mantığı Allah'a itaat etmektir, Allah'ın emirlerine uymaktır. Allah'a isyan etmekte, kula itaat edilmez!... Babası da olsa, kocası da olsa, hocası da olsa, başbuğ da olsa, başkan da olsa... Şu da olsa, bu da olsa; yasak bir şeyi emredemez ve emrederse, ötekisi de dinlemez. Bu bizim kanunlarımızda da vardır. Amir memuruna, gayr-i kanûnî bir şeyi emredemez. Memur gayr-i kanunî bir şeyi yaparsa yine mes'ul olur diye kanunlarımızda da vardır. Yâni bu doğru bir şeydir.
O bakımdan, bir seferde Peygamber Efendimiz bir kimseyi başkan seçmişti. "Sen başkansın, bunların başkanısın!" demişti. Onun üzerine, o şahıs kapris yaptı bir yerde; kızdı yönettiği insanlara:
"--Odun toplayın!" dedi.
Herkes odun topladı, başkan emretti diye...
"--Ateş yakın!" dedi.
Ateşi yaktılar...
"--Girin içine!" dedi. "Ben emrediyorum, emirinizim; Peygamber beni emir tayin etti. Girin bunun içine!.." dedi.
Bir onun yüzüne baktılar, bir ateşe baktılar... Dediler ki:
"--Biz ne senin sözünü dinleriz, ne ateşe gireriz, ne de bu işi burada bırakırız! Biz gidip bunu Rasûlüllah'a soracağız." dediler.
Geldikleri zaman Peygamber Efendimiz'e sordular:
"--Yâ Rasûlallah, sen onu bize emir seçmiştin. O bize ateşe girmeyi emretti. Sözünü tutup ateşe girmemiz mi lâzımdı?.." dediler.
"--Hayır!" dedi Peygamber Efendimiz... "Hayır, girmeniz lâzım değildi. İtaat ancak Kur'an-ı Kerim'in, şeriatin uygun gördüğü noktadadır. Ona uygun olmayan noktada itaat bahis konusu değildir." dedi.
O halde dinini bilmeyen bir kimse başkan olur da dine uygun olmayan emirler verirse, ötekilerin ona itaat etmesi zaten gerekmez. Çünkü, hakimiyet Allah'ındır; kulun Allah'a itaat etmesi gerekir.
SORU: "Bey'at şeyhe yapılır." diyorsunuz. O halde 12 tarikat var ve başlarında şeyhler var... O zaman herkes baş olmak ister; emir nasıl seçilecek?.. Akşemseddin ile Fatih'in durumu açıklar mısınız?
CEVAP: Bey'at Peygamber Efendimiz'in varislerine yapılır. Peygamber Efendimiz'in varisleri de kendi aralarında birbirleriyle irtibatlıdır. Herbiri öyle baş olmak istemez, bil'akis herkes baş olmamak ister orada... Oranın usulü, orda herkes baş olmamak ister, kenara çekilmek ister ama; (El emrü fevkal edeb) emrolunduğundan, vazife geldiğinden, irşad vazifesi kendilerine yöneltildiğinden, boyunlarını bükerek Allah'ın yoluna hizmet ettiklerinden öyle yaparlar. "Öbür kardeşim benden daha üstündür; ona ittibâ edelim!" derler.
Evliyaullahın kendi aralarında da sistemi vardır. O bakımdan, bir karışıklık olmaz. Asıl karışıklık alim olmayan şahıslara uyulduğu zaman olur. Çünkü, alim olmayan insanlar milyonlarcadır, milyarlarcadır. Hangi birine uysan, herkes bir baş olmak istiyor. Baş olduğu zaman da kurum kurum kuruluyor, çalım satıyor. O bakımdan, asıl karışıklık o zaman çıkar ve ondan çıkıyor.
Bir devletin başına filânca geçiyor, öteki devletin başına ötekisi geçiyor; harbediyorlar. "Neden harbediyorsunuz?" diyorsun, bir sebep buluyor. Bir cihangirlik arzusu, bir kavga; böyle gidiyor.
Onun için, asıl ittibâ Allah'adır. Allah'ın emrini en iyi bilen kimseye ittibâ olunur. Bir insanın imam olması için, önder olması için, emir olması için sıralama vardır. O sıralamada Arapçayı bilmek, Kur'an'ı en iyi bilmek, hadisi en iyi bilmek, ictihad yapabilecek kadar fıkıh bilgisine sahib olmak gibi hususlar vardır. Bunlara sahib olmayan kimselere ittibâ sahih değildir. Onların amacı bir makamı elde etmektir, gasbdır.
Akşemseddin'le Fatih'in durumu çok klasik bir misal oldu şimdi... Doğru bir misal değildir. Fatih de o zamanın halifesine bağlı bir kimseydi. O inceliği bilmediği için, millet yalan yanlış misaller veriyor. Halifeye bağlıydı, halifenin bir emiriydi. Halifeden ferman alıyorlardı. Osmanlı hükümdarları halifeden ferman alarak vazifeye başlamışlardır. Kendisi baş değildir, tâbîdir. Asıl baş olan halifedir.
Onun için, bu misal yanlış bir misaldir.
SORU: Cihad emirliği ile şeyhlik bir arada bulunabilir mi?
CEVAP: Cihad emiri tabiri yeni çıkmıştır. Bizim siyâsîlerin uydurmasıdır. Emir emirdir her yerde... Üç kişi bir seyahate çıksa, içlerinden birini idareci seçerler; ona da emir derler. Cihad emiri, olsa olsa cihadda ordunun başına getirilmiş kişi demek olur.
Şeyhlik zâten emirlik demek!.. Şeyh, Arapçada ihtiyar, itibarlı kimse, kabilenin başkanı demek... Mürid ona geliyor, bey'at ediyor, itaat ediyor, iktidâ ediyor; sahâbenin Peygamber Efendimiz'e bağlandığı gibi...
Bağlılıkta söz dinleme olmazsa, bu itaat hokkabazlıktan öteye gitmez ki!.. Bu bağlılığın ne kıymeti kalır?.. Evvelâ itaat edecek, her şeyiyle itaat edecek, tam mânâsıyla itaat edecek... Hattâ büyüklerimiz diyor ki: (Kel meyyiti beyne yedeyil gassâl) "Ölü yıkayıcısının elindeki ölünün, ona teslim olduğu gibi teslim olacak!" Yap dediğini yapacak, dur dediği yerde duracak... "Gece uyuma!" dediği zaman, uyumayacak... "Şu tesbihi çek!" dediği zaman çekecek... "Mutfakta bulaşık yıka!" dediği zaman, yıkayacak... "Git kuşları tedavi et, köpeklerin yaralarını temizle!" dediği zaman, temizleyecek... Söz dinleyecek ki, yetişecek.
Cihad emirliği - şeyhlik ayırımı sonradan çıkmıştır. Eskiden yokken, kendilerine bir pay çıkarmak için, sonradan ortaya çıkartmışlardır.
SORU: Merhum Said Havva'nın Saddam'a bey'at ettiği söyleniyor; doğru mu?
CEVAP: Böyle bir şey yaptı mı, yapmadı mı bilmiyorum. Eğer böyle bir şey yapmışsa bile, zorbalıkla yaptırılmıştır. Adam belâlı bir adam olduğundan, silahı dayamıştır, "Sen meşhur bir alimsin, böyle söyleyeceksin!" demiştir. Demediyse bile, dedi demiştir. Onun için mâzurdur. Yoksa haksız bir şeyi yapmayacağını tahmin ettiğim, sevdiğim bir alimdir. Allah mekânını cennet eylesin.
SORU: Bir zât demiş ki: "Kadının şeyhi kocasıdır, bir mürşide rabıta edemez!" Öyleyse, kadının intisabı nasıl olacak?
CEVAP: Bu söz doğru değildir. Kadının şeyhi kocası değildir. Keşke her koca şeyh olacak kadar mükemmel olsa... Nerde?.. Kimisi kadını yanlış yollara bile götürmeğe uğraşıyor. Öyle bir şey yok...
Peygamber (SAS) Efendimiz'in zamanında kadınlar da gelip Peygamber Efendimiz'e bağlanıyorlardı. Ayet-i kerime ile sabit... Bismillâhir rahmânir rahîm:
(İzâ câekel mü'minâti yübâyi'neke) "Ey Rasûlüm, mü'min hanımlar sana bey'at etmek için geldiklerinde; (alâ en lâ yüşrikne billâhi şey'en) Allah'a hiç bir şeyi şerik koşmamak üzere; (ve lâ yüsrıkne ve lâ yeznîne ve lâ yaktulne evlâdehünne) hırsızlık yapmamak, zinâ etmemek ve evlâtlarını öldürmemek üzere; başkasının çocuğunu sahiplenerek kocasına isnadda bulunmamak ve uygun olanı işlemekte sana karşı gelmemek üzere, (febâyi'hünne) onlarla bey'atlaş, onların bey'atlarını kabul et! (vestağfir lehünnellàh) Onlara Allah'tan mağfiret iste, onlar için dua et! " deniliyor.
Demek ki, Peygamber Efendimiz'in zamanının hanımları da, beyler gibi Peygamber Efendimiz'e gelip bağlanıyorlardı. O halde Peygamber makamının, irşâdın vazifesi üzerinde olan kimseye, erkeklerin bey'at ettiği gibi kadınların da bey'at etmesi lâzımdır.
Mürşidine rabıta da eder. Onun bir mahzuru yoktur. Eğer kalbinde bozukluk olan kimseler varsa, o zaman evliyâullah büyüklerimizle beraber düşünsün mürşidini karşısında... Bir cami gibi mübarek yerde düşünsün!.. Kendisi ikinci katta, kadınlar mahfilinde, kafesli yerde olsa... Hocası karşıda vaaz ediyor olsa... Evliyâullah büyüklerimiz, sahabe-i kiram, Ebûbekir Sıddîk Efendimiz, Selmân-ı Fârisî Efendimiz sıralanmış olsa; o zaman bir kötülük bahis konusu olur mu?..
O da yetmezse yanında kocasını düşünsün, çocuğunu düşünsün... Ailecek gelmişler, mürşidinin, evliyâullahın huzurunda duruyorlar diye düşünsün... Mühim olan onu düşünmek, ona bağlılık... İlle böyle bir fitne fesat bahis konusu değil... Bunları bilmedikleri için, olmaz diyorlar. Akıllarına takılıyor, takılınca da kalıyor.
Kitaplarımızda hanımların bey'atinin nasıl olacağı da belirtilmiştir. Hanımlar bey'at eder ama, musafaha yoktur. Peygamber efendimiz hanımlarla musafaha etmemiş, el tutmamış. Onun için biz de tutmuyoruz. İslâm'da hanımların elini tutmak yoktur. Bu Batı'dan gelme bir adettir. Böyle bir şey yoktur, musafaha olmadan intisab vardır.
Bu şeyhlik ve müridlik, öğretmen ve öğrenciliktir muhterem kardeşlerim!.. Cennetin yolunu öğrenecek, cennete varacak... Cehenneme düşmemenin usûlünü öğrenecek, cehennemden kurtulacak... Nefsin oyunlarını bilecek, nefsin oyunlarına tâbî olmayacak... Şeytanın oyunlarını bilecek, şeytana kanmayacak... Allah'ın yolunda yürüyecek, Allah'ın sevgili kulu olacak... Ma'rifetullaha erecek, Allah'ın rızâsını kazanacak, öyle gidecek... Bunu öğrenmesi lâzım, öğretmek lâzım!..
--Kız çocuklarımızı Kur'an kursuna gönderiyor muyuz, göndermiyor muyuz?..
Gönderiyoruz, Kur'an'ı öğrensin diye... Şartları sağlandığı zaman, şartlarına riayet ederek hanımların da yetişmesi lâzım geldiğinden, kadınların intisabı vardır. Kadınlar da rabıta ederler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder