ES-SELÂM (C.C.)
“Kullarım tehlikelerden selâmete çıkaran, her çeşit arıza ve hâdiselerden salim kılan.”
Selâm: Her selâmetin kaynağı, kendisinden selâmet umulan, dertten, ızdıraptan, belâdan, ayıptan ve kusurdan berî olan manasınadır.
Bu mübarek isim, El-Kuddûs ism-i şerifine yakın bir mânâ bildirmekte ise de, bu daha çok istikbâle aittir.
Meselâ: Âlemde bulunan her şey, hattâ âlemin kendisi değişikliğe, halden hale uğrar. Gün gelir dünya da elden gider, içinde olanlar da. Fakat yüce Allah'ın gerek zât-ı kerîmi, gerek sıfatı hiçbir zaman, ne şimdi, ne de gelecekte en ufak bir değişikliğe, bir eksikliğe uğramaktan münezzehtir. O Zât-ı Kibriya, ezelde nasılsa ebedde de öyledir. O'nun için zaman mekân mefhumu da yoktur. Çünkü zaman da bir mahlûktur.
Şimdi tek tek heceleyelim:
O, hiçbir zaman yok olmaz.
Kudreti eksilmez.
Mülkü elinden çıkmaz.
İlmi gevşemez.
O'nu gaflet basmaz.
Uyku O'na arız olmaz.
O dâima diridir.
Kimse O'na karşı galip gelemez.
Kimse O'nun mülkünde ortak olamaz.
Görebildiğimiz ve göremediğimiz bütün varlıklar O'na muhtaçtır ve her şeyin bir sonu vardır. O'ndan başka salim kalacak yoktur...
Âleme Yusuf -selâm üzerine olsun- güzelliğinde kimse gelmemiştir. Bütün güzelliğiyle beraber Yusuf da tahtından kara toprağa inmiştir. Züleyhâ gibi gün görmemiş bir inci de nihayet başına karlar yağarak ihtiyarlığa mahkûm olmuştur.
Evet; mahlûk varken yok olur, zenginken fakir düşer, güzelken güzelliği elden gider, sultanken kul olur, kul iken sultanlığa kurulur, bir çoban bir memleketin başına gelebilir. Bir cengâver de âciz bir adama yenik düşebilir. Yani mahluklar bir halde kalmaz, dünya bir anda yalan olur. Ebedîlik ancak Cenâb-ı Hakka mahsustur. Selâmet de yine O'na mahsus...
Hâlik-ı Zîşan Hazretleri, her türlü ayıp ve noksanlıktan müberrâ olduğu cihetle, bu isimle isimlendirilen herkesten daha ziyade “es-Selâm” ismine müstehaktır. İnsanlara isim verilirken “Selâm” yerine “Abdüsselâm” denilmesi daha uygundur.
Kula gereken şey, dâima O'na güvenip dayanmak, O'nun emrinde kalmak, hacetlerini O'na sunmaktır. Çünkü dünya da, ahiret de O'nun kudret elindedir. Vezirler, şahlar da O'nun kapısında boyun büker. Herkesin eli O'nun kerem sofrasına uzanır. O kadar ki, inkârın kuyusunda mekân tutan müşrikler O'nun nimetleriyle rızıklanırlar. O verir de verir. Vermekle O'nun hazineleri tükenmez. Afattan, belâdan, tufandan, fırtınadan salim kalan yalnız O'dur. Fırtınalar, yıldırımlar, şimşekler, zelzeleler hep O'nun dilemesiyle vücud bulur.
Âlemde kendileri gibi fânilere bağlananlar, hatta onları hâşâ ilâhlaştıranlar başlarım dalâlet kayalarına çarpan zavallılardır. Ve onların akıbeti pek fecîdir.
Yine kafası olup da aklı olmayan bazı alık adamlar; şarkıcılara, bilmem necilere “Sanat ilâhı, ses ilâhı, kuvvet ilâhı” demek cehaletini gösteriyorlar ki, bundan büyük ahmaklık ve belâ düşünülemez.
O putlaştırılan adamlar bir de bakıyorsunuz ki kabre düşüvermiş. Ecel eli onu ensesinden yakalayıp hesap diyarına alıvermiş... Ölen, yok olan, değişikliğe uğrayan, bir başkasına ihtiyaç duyan şey nasıl İlâh olur?
İşte Es-Selâm ism-i şerifi bu batıl inanışları kesip atmaktadır. Salim olanın, ebedî ve ezelî olanın yalnız Allahü Teâlâ olduğunu bildirmektedir. Ve yine, gerek dünyada, gerek ahirette tehlikeye, felâkete maruz kalan kullarını ve dilediği kimseleri selâmete çıkaracak olan da elbet O'dur. Çünkü her türlü selâmetin, her türlü rahmetin sahibi olmak O'nun şanındandır.
Bir düşününüz ki, eceli gelmiş hastaya hiçbir ilâç, hiçbir hekim fayda vermez. İlâç sadece vasıtadır, şifayı veren ancak Allah'tır. Allah (Azze ve Celle), bir kulunun ölmesini murad ederse, bütün âlem bir araya gelse, onu ölümden kurtaramazlar. Yine bir kuluna can bahşedecekse, ona binlerce kurşun sıkılsa, yılan zehri içirilse yine ölmez. Dünyada bunlar çok görülmüştür. Fakat ibret alanlar azdır...
O halde, selâmeti ve saadeti yalnız O'ndan bilmek ve yalnız O'na hamdetmek gerekir. Her türlü tehlikenin selâmet yollarını ve sebeplerini yaratan da O'dur.
Evet; arslan, pençesinin kuvvetiyle ceylân avlayamaz, ancak kendisine takdîr olunan kadarına gücü yeter. Karınca da âciz olmakla beraber tevfîk-i ilâhî imdadına yetişirse arslanın dişini sökmeye kadir olur.
O'nun emri olmadıkça kılıç bezi delip geçemez, fakat bir de takdir bıçağı birinin ciğerine saplanacaksa, yüz kat zırhı delip geçer... Hazret-i İbrahim'in elindeki bıçak taşı kesti, fakat Hazreti İsmail'i kesmeye imkân bulamadı.
İnsan duvarın dibine oturup uygunsuz sözler söylememeli, çünkü onu bir duyan vardır. Her şeyi ben yapıyorum, ben ediyorum, demek de doğru değildir. Sana o imkânı vereni düşünmelisin!..
Es-Selâm ism-i şerifinin bir tecellîsi de ahirette mü'minlere, velîlere, Allah'ın dostlarına olacaktır. Yüce Allah sevdiği kullarını selâmetle cennete koyacak ve onlara selâm verecektir.
Varlığın nuru ve Allah'ın aziz nebisi (s.a.v) buyuruyorlar ki:
“Cennet ehli zevk ve safa içinde eğlendikleri bir sırada onlara bir nur doğar, yayılır. Başlarını kaldırınca üzerlerinden rablerinin kendilerine tecellî ettiğini görürler. O sırada Allah'dan:
“Esselâmü aleyküm yâ ehle'l-cenneti = Selâm size ey cennet ehli!” diye nida gelir. Bu da Allahü Teâlâ'nın şu mübarek âyeti ile bildirilmiştir:
“Onlara esirgeyen rabdan söz olarak “Selâm” vardır.” [55]
Allah'ın cemalini seyrettikleri müddetçe tecellî kalkıncaya kadar içinde bulundukları nimetlerden hiç birine iltifat etmezler. Sonra da onlara Allahü Teâlâ'nın nuru ve bereketi kalır. [56]
Alemde fanilere değil Allah'a kul olmanın saadeti budur. Öyle bir selâmet ve nimet ki sonu yok, tükenmek ihtimali yok. Halbuki dünyada olan nimetler tükenir, servetler elden gider, güzellerin beli bükülür, padişahlar tahtından kara toprağa iner...
Bilmem ki nasıl desem, şükrümü nasıl ifâde etsem?
Yâ Allah, Yâ Kuddûs, Yâ Selâm,
Medhine bulamam bir kelâm!
Yücelik, azamet, şan senin,
Bana bir bahşişin can senin,
Kulundur şah senin, han senin.
Yâ Allah, Yâ Kuddûs, Yâ Selâm,
Medhine bulamam bir kelâm!
Bulutlar indirir yağmur, kar,
Yamaçlar yeşerir sel akar,
Cümleye sensin dost, sensin yâr.
Yâ Allah, Yâ Kuddûs, Yâ Selâm,
Medhine bulamam bir kelâm! [57]
kaynaklar
[56] İbn Mace, Tergib ve Terhib.
[57] Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 86-90.
“Kullarım tehlikelerden selâmete çıkaran, her çeşit arıza ve hâdiselerden salim kılan.”
Selâm: Her selâmetin kaynağı, kendisinden selâmet umulan, dertten, ızdıraptan, belâdan, ayıptan ve kusurdan berî olan manasınadır.
Bu mübarek isim, El-Kuddûs ism-i şerifine yakın bir mânâ bildirmekte ise de, bu daha çok istikbâle aittir.
Meselâ: Âlemde bulunan her şey, hattâ âlemin kendisi değişikliğe, halden hale uğrar. Gün gelir dünya da elden gider, içinde olanlar da. Fakat yüce Allah'ın gerek zât-ı kerîmi, gerek sıfatı hiçbir zaman, ne şimdi, ne de gelecekte en ufak bir değişikliğe, bir eksikliğe uğramaktan münezzehtir. O Zât-ı Kibriya, ezelde nasılsa ebedde de öyledir. O'nun için zaman mekân mefhumu da yoktur. Çünkü zaman da bir mahlûktur.
Şimdi tek tek heceleyelim:
O, hiçbir zaman yok olmaz.
Kudreti eksilmez.
Mülkü elinden çıkmaz.
İlmi gevşemez.
O'nu gaflet basmaz.
Uyku O'na arız olmaz.
O dâima diridir.
Kimse O'na karşı galip gelemez.
Kimse O'nun mülkünde ortak olamaz.
Görebildiğimiz ve göremediğimiz bütün varlıklar O'na muhtaçtır ve her şeyin bir sonu vardır. O'ndan başka salim kalacak yoktur...
Âleme Yusuf -selâm üzerine olsun- güzelliğinde kimse gelmemiştir. Bütün güzelliğiyle beraber Yusuf da tahtından kara toprağa inmiştir. Züleyhâ gibi gün görmemiş bir inci de nihayet başına karlar yağarak ihtiyarlığa mahkûm olmuştur.
Evet; mahlûk varken yok olur, zenginken fakir düşer, güzelken güzelliği elden gider, sultanken kul olur, kul iken sultanlığa kurulur, bir çoban bir memleketin başına gelebilir. Bir cengâver de âciz bir adama yenik düşebilir. Yani mahluklar bir halde kalmaz, dünya bir anda yalan olur. Ebedîlik ancak Cenâb-ı Hakka mahsustur. Selâmet de yine O'na mahsus...
Hâlik-ı Zîşan Hazretleri, her türlü ayıp ve noksanlıktan müberrâ olduğu cihetle, bu isimle isimlendirilen herkesten daha ziyade “es-Selâm” ismine müstehaktır. İnsanlara isim verilirken “Selâm” yerine “Abdüsselâm” denilmesi daha uygundur.
Kula gereken şey, dâima O'na güvenip dayanmak, O'nun emrinde kalmak, hacetlerini O'na sunmaktır. Çünkü dünya da, ahiret de O'nun kudret elindedir. Vezirler, şahlar da O'nun kapısında boyun büker. Herkesin eli O'nun kerem sofrasına uzanır. O kadar ki, inkârın kuyusunda mekân tutan müşrikler O'nun nimetleriyle rızıklanırlar. O verir de verir. Vermekle O'nun hazineleri tükenmez. Afattan, belâdan, tufandan, fırtınadan salim kalan yalnız O'dur. Fırtınalar, yıldırımlar, şimşekler, zelzeleler hep O'nun dilemesiyle vücud bulur.
Âlemde kendileri gibi fânilere bağlananlar, hatta onları hâşâ ilâhlaştıranlar başlarım dalâlet kayalarına çarpan zavallılardır. Ve onların akıbeti pek fecîdir.
Yine kafası olup da aklı olmayan bazı alık adamlar; şarkıcılara, bilmem necilere “Sanat ilâhı, ses ilâhı, kuvvet ilâhı” demek cehaletini gösteriyorlar ki, bundan büyük ahmaklık ve belâ düşünülemez.
O putlaştırılan adamlar bir de bakıyorsunuz ki kabre düşüvermiş. Ecel eli onu ensesinden yakalayıp hesap diyarına alıvermiş... Ölen, yok olan, değişikliğe uğrayan, bir başkasına ihtiyaç duyan şey nasıl İlâh olur?
İşte Es-Selâm ism-i şerifi bu batıl inanışları kesip atmaktadır. Salim olanın, ebedî ve ezelî olanın yalnız Allahü Teâlâ olduğunu bildirmektedir. Ve yine, gerek dünyada, gerek ahirette tehlikeye, felâkete maruz kalan kullarını ve dilediği kimseleri selâmete çıkaracak olan da elbet O'dur. Çünkü her türlü selâmetin, her türlü rahmetin sahibi olmak O'nun şanındandır.
Bir düşününüz ki, eceli gelmiş hastaya hiçbir ilâç, hiçbir hekim fayda vermez. İlâç sadece vasıtadır, şifayı veren ancak Allah'tır. Allah (Azze ve Celle), bir kulunun ölmesini murad ederse, bütün âlem bir araya gelse, onu ölümden kurtaramazlar. Yine bir kuluna can bahşedecekse, ona binlerce kurşun sıkılsa, yılan zehri içirilse yine ölmez. Dünyada bunlar çok görülmüştür. Fakat ibret alanlar azdır...
O halde, selâmeti ve saadeti yalnız O'ndan bilmek ve yalnız O'na hamdetmek gerekir. Her türlü tehlikenin selâmet yollarını ve sebeplerini yaratan da O'dur.
Evet; arslan, pençesinin kuvvetiyle ceylân avlayamaz, ancak kendisine takdîr olunan kadarına gücü yeter. Karınca da âciz olmakla beraber tevfîk-i ilâhî imdadına yetişirse arslanın dişini sökmeye kadir olur.
O'nun emri olmadıkça kılıç bezi delip geçemez, fakat bir de takdir bıçağı birinin ciğerine saplanacaksa, yüz kat zırhı delip geçer... Hazret-i İbrahim'in elindeki bıçak taşı kesti, fakat Hazreti İsmail'i kesmeye imkân bulamadı.
İnsan duvarın dibine oturup uygunsuz sözler söylememeli, çünkü onu bir duyan vardır. Her şeyi ben yapıyorum, ben ediyorum, demek de doğru değildir. Sana o imkânı vereni düşünmelisin!..
Es-Selâm ism-i şerifinin bir tecellîsi de ahirette mü'minlere, velîlere, Allah'ın dostlarına olacaktır. Yüce Allah sevdiği kullarını selâmetle cennete koyacak ve onlara selâm verecektir.
Varlığın nuru ve Allah'ın aziz nebisi (s.a.v) buyuruyorlar ki:
“Cennet ehli zevk ve safa içinde eğlendikleri bir sırada onlara bir nur doğar, yayılır. Başlarını kaldırınca üzerlerinden rablerinin kendilerine tecellî ettiğini görürler. O sırada Allah'dan:
“Esselâmü aleyküm yâ ehle'l-cenneti = Selâm size ey cennet ehli!” diye nida gelir. Bu da Allahü Teâlâ'nın şu mübarek âyeti ile bildirilmiştir:
“Onlara esirgeyen rabdan söz olarak “Selâm” vardır.” [55]
Allah'ın cemalini seyrettikleri müddetçe tecellî kalkıncaya kadar içinde bulundukları nimetlerden hiç birine iltifat etmezler. Sonra da onlara Allahü Teâlâ'nın nuru ve bereketi kalır. [56]
Alemde fanilere değil Allah'a kul olmanın saadeti budur. Öyle bir selâmet ve nimet ki sonu yok, tükenmek ihtimali yok. Halbuki dünyada olan nimetler tükenir, servetler elden gider, güzellerin beli bükülür, padişahlar tahtından kara toprağa iner...
Bilmem ki nasıl desem, şükrümü nasıl ifâde etsem?
Yâ Allah, Yâ Kuddûs, Yâ Selâm,
Medhine bulamam bir kelâm!
Yücelik, azamet, şan senin,
Bana bir bahşişin can senin,
Kulundur şah senin, han senin.
Yâ Allah, Yâ Kuddûs, Yâ Selâm,
Medhine bulamam bir kelâm!
Bulutlar indirir yağmur, kar,
Yamaçlar yeşerir sel akar,
Cümleye sensin dost, sensin yâr.
Yâ Allah, Yâ Kuddûs, Yâ Selâm,
Medhine bulamam bir kelâm! [57]
kaynaklar
[56] İbn Mace, Tergib ve Terhib.
[57] Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 86-90.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder