ABDULLAH İBN ABBAS


«Şüphesiz o, olgun yaşta bir gençtir, Onun çok soran bir dili ve çok anlayışlı bir  yüreği  vardır».[1]
Bu büyük sahabî birçok şerefe sahiptir. Hiçbir şereften mahrum kalmamıştır.
O, Rasûlüllah'la (s.a.v.) sohbet etme şerefine nail olmuştur. Eğer dünyaya biraz daha geç gelseydi, Rasûlüllah'la (s.a.v.) sohbet şerefin­den mahrum kalacaktı.
Akrabalık şerefini de elde etmişti. Çünkü o, Rasûlüllah'm (s.a.v.) amca oğludur.
İlim şerefi ki o; Muhammed (s.a.v.) ümmetinin alîmi ve o ümme­tin coşkun ilim denizidir.
Takva şerefine de sahiptir, çünkü o, gündüzleri oruçlu, geceleri namazla geçiren, seherlerde istiğfar eden ve Allah korkusundan do­layı gözyaşları yanaklarında iz yapıncaya kadar ağlayan birisiydi.
İşte bu, Muhammed [s.a.v.) ümmetinin alim ve arif kişisi Abdullah İbn-i Abbas'tır. O, Allah'ın Kftâbı'm en iyi bilen, onun te'vilini en iyi anlayan, onun derinliklerine inmeye, onun meram ve srrlarına ermeye pek güçlü birisiydi.
İbn Abbas, hicretten 3 sene önce doğmuştur. Rasûfüllah (s.a.v vefat ettiği zaman sadece 13 yaşındaydı,
Buna rağmen o, Peygamber'den (s.a.v.) müslümanlar için, Buharî'yle Müslim'in Sahihlerinde tesbit etikleri 1660 hadis bellemiştir.
Annesi onu dünyaya getirince, Rasûlüllah'ı (s.a.v.) götürdü Hz. Peygamber (s.a.v.) onun ağzına tükrüğünü koydu ve böylece onun kar­nına ilk giren şey, Peygamber'in (s.a.v.) mübarek ve temiz tükrüğü ol­du. Tabiî, o tükrükle birlikte takva ve hikmet de girmiş oldu.
«Kime hikmet verilirse, ona birçok da hayır verilmiş olur».
Haşim oğullarına mensup çocuğun nazar boncuklan üzerinden atı­lıp yedi yaşına girince, Rasûlüllah'tan (s.a.v.) hiç ayrılmaz oldu. Rasû-lüllah (s.a.v.) abdest almak istediğinde, onun abdest suyunu hazırlar, namaza durduğunda arkasında namaz kılar, yolculuğa çıktığında bine­ğinin terkisinde olurdu. Öyle ki gittiği yere onunla birlikte giden, o na­sıl dönüyorsa yörüngesinde öylece dönen gölgesi gibiydi.
O bütün bu durumlarda, Rasûlüllah'm (s.a.v.) iki yanında anlayışlı bir yürek, saf bir zihin ve modern asrın tanıdığı bütün kayıt cihazları­nın geride kaldığı bir hafızaya sahipti.
Kendisi şöyle anlatmıştır :
«— Bir defasında, Rasûlüllah (s.a.v.} abdest almak istemişti. He­men suyunu hazırladım ve o yaptığımdan memnun olmuştu...
Namaz kılmak istediğinde bana, yan tarafına durmamı işaret etti, Ben de arkasına durdum.
Namaz bitince, bana eğilip şöyle dedi  :
«— Abdullah! Niçin benim yanıma durmadın?» Ben de şöyle ce­vap verdim :
«— Benim gözümde sen, seninle ya'nyana olmaktan daha üstün ve daha değerlisin, Ey Allah'ın Rasûlü!»
Ellerini gökyüzüne kaldırıp şöyle dedi
 «— Allah'ım ona hikmet ver».
Allah Peygamber'inin duasını kabul edip, Haşim oğullarına men­sup bu çocuğa büyük hikmet sahiplerine üstünlük sağlayan hikmeti vermiştir.
Şüphe yok kî siz Abdullah İbn Abbas'ın hikmet tablolarından bi­rini öğrenmeyi çok istersiniz değil mi?
Hz. Ali'nin taraftarları Hz. Muaviye île olan anlaşmazlığı sebebiy­le onu terkettiklerinde Abdullah İbn Abbas söyle dedi :
«— Ey Müminlerin Emiri! Bana izin ver de gidip onlarla konuşa­yım».
«— Onların sana bir kötülük yapmalarından korkuyorum».
«— Hayır, inşallah bir şey olmaz».
Abdullah daha sonra onların yanına gitti. O güne kadar onlardan daha çok ibadet eden bir topluluk görmemişti. Onlar şöyle dediler:
«— Hoş geldin, ey İbn Abbas... Niçin geldin?»
«— Sizinle konuşmaya geldim». Bir kısmı : «— Onunla konuşmayın». Diğer bir kısmi da : «— Söyle, seni dinliyoruz», dediler. Abdullah :
«— Söyleyin bakalım. Rasûlüllah'm (s.a.v.) amca oğlu, damadı ve ona iman edenlerin ilki olan kişiye niçin kızıyorsunuz?!» dedi.
«— Üç şeyden dolayı ona kızıyoruz» dediler-,
«— Onlar nedir?»
«— Birincisi : Allah'ın dininde, kişileri hakem tayin etmesidir.
İkincisi : Aişe ve Muaviye'yle savaşıp ganimet ve esir almamam, sidir.
Üçüncüsü : Müslümanların ona bey'ât edip emir yapmalarına rağ­men   kendinden   Emîru'l-mü'minin lâkabını kaldirmasıdır».
«—Eğer size Allah'ın Kitabından ayet ve Rasûlüllah'in fs.a.v.) hadisinden inkâr edemiyeceğîniz deliller getirsem, şu anda ileri sür­düğünüz görüşlerinizden vazgeçer misiniz? Ne dersiniz?»
«— Peki, tamam».
«— Gelelim; AN Allah'ın dininde kişileri hakem kıldı sözünüze. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır» :
«Ey îman edenler! Siz (hac veya umre için) ihramh bulunurken av öldürmeyiniz. İçinizden kim onu bilerek öldürürse (üzerine) öldür­düğü o hayvanın benzeri bir ceza vardır ki, Kabe'ye ulaşmış bîr kurfaanlık olmak üzere buna içinizden adalet sahibi iki adam hükmedecek­tir». (Mâide Sûresi : 95)
Söyleyin Allah aşkına, kişilerin; onların kanlarını, canlarını koru­mak ve aralarını bulmak için yaptıkları hakemlikler mi daha doğru­dur? Yoksa değeri dört dirhem olan tavşan için yaptıkları hakemlikler mi?»
«— Tabii ki müslümanların kanlarını korumak ve aralarını düzelt­mek için yapacakları...»
«— Bu tamam mı?» «— Evet».
«— Gelelim; Ali harp yaptı ama Rasûlüllah (s.a.v.) gibi esir alma­dı, sözünüze : Anneniz Aişe'yi esir alıp diğer esirler gibi onu kendi­nize helâl kılmak ister miydiniz? Eğer evet derseniz, kâfir olursunuz. Şayet onun anneniz olmadığını söylerseniz yine kâfir olursunuz. Allah Ta'âlâ şöyle buyuruyor» :
«O Peygamber, mü'minlere öz nefislerinden evlâdır. Zevceleri mü'minlerin anneleridirler». (Ahzab Sûresi, âyet : 6) Şimdi kendiniz için dilediğinizi seçiniz».
«— Bu da tamam mı?» «— Evet»,
«— Ali kendinden Mü'mînlerin Emîri lâkabını kaldırdı iddianıza ge­lince; Rasûlüllah (s.a.v.) da Hudeybiye'de müşriklerle yaptığı sulh an­laşmasına; «Bu, Allah'ın Rasûlü Muhammed'in [s.a.v.) yaptığı anlaşma­dır» yazmalarını istediğinde onlar şöyle demişlerdi: «Biz senin Allah'ın elçisi olduğuna inansaydık, seni Kabe'yi ziyaretten alıkoymaz ve se­ninle harbetmezdik. Ancak «Abdullah'ın oğlu Muhammed» yazabilir­sin. «Vallahi siz beni yalanlasanız da şüphesiz ben Allah'ın elçisiyim» diyerek isteklerini kabul etti. Bu da tamam mı?»
«—Evet» diye cevap verdiler.
Bu görüşme neticesinde, Abdullah İbn Abbas'm derin bilgi ve et­kili konuşmasıyla 2000 kişi tekrar Ali'nin saflarına geçti. 4000 kişi de inad ederek ve haktan yüz çevirerek düşmanlıklarına devam ettiler.
Genç Abdullah İbn Abbas, ilim elde etmek için her yolu deneyip her türlü gayreti sarfetmiştir. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) hayatında, onun çağlayanından içiyordu. O Rabbine kavuşunca alim sahabenin hayatta kalanlarına koştu, onların ilimlerinden faydalanmaya başladı.
Abdullah kendisi şöyle anlatmıştır :
«— Rasûlüllah'ın [s.a.v.) ashabından birinde hadîs olduğunu du­yarsam, o öğle uykusuna yattığı sırada evinin kapısına gelir, eşikte elbisemi başımın altına yastık yaparak beklerdim. Rüzgâr da üzerime savurabildiği kadar toz savururdu. Halbuki ondan izin istemiş olsay­dım, bana izin verirdi.
Ama ben bunu, onun değerini yükseltmek için yapıyordum. Evin­den çıktığında beni bu halde görünce şöyle derdi :
«— Ey Rasûlüllah'ın (s.a.v.) amca oğlu! Niçin geldin, haber .ver­seydin ben sana gelirdim». Ben de şöyle cevap verirdim :
«— Benim sana gelmem daha münasiptir. İlmin ayağına gidilir. İlim ayağa gelmez». Bundan sonra öğrenmek istediğim hadîsi sorar­dım.
İbn Abbas, ilim elde etmek için nefsini ayaklar altına aldığı gibi, alimlerin değerini yüceltirdi.
İşte, vahiy kâtibi olan, hüküm vermede, fıkıhta, kıraatta ve fera izde [2] Medine halkının başı Zeyd İbn Sabit hayvanına binmek isti­yor, Haşim oğullarına mensup genç Abdullah İbn Abbas onun huzu­runda, kölenin efendisinin huzurunda durduğu gibi duruyor, özengisini ve hayvanın yularını tutuyor.
Zeyd ona :
«— Vazgeç Rasûlüliah'ın (s.a.v.)  amca oğlu!» diyor. İbn Abba cevap veriyor :
Biz âlimlerimize böyle davranmakla emrolunduk, Zeyd :
«— Elini göster bana», dedi. İbn Abbas elini çıkardı. Zeyd onun elinin üzerine eğilip öptü ve şöyle dedi :
«— Biz de, Peygamberimiz'în Ehl-i Beyt'ine böyle davranmakla emrolunduk».
Onun hakkında Tabiin büyüklerinden Mesruk fbnu'1-Ecda' şöyle de­miştir :
«—, İbn Abbas'ı gördüğümde; insanların en güzeli,
Konuştuğunda;  insanların en güzel konuşanı,
Sohbet ettiğinde;   insanların  en alimi  demiştim».
İbn Abbas'in elde etmek istediği ilim tamam olunca, kendisi hal­ka Mim öğreten bîr öğretmen,
Evi de müslümanların üniversitesi olmuştu.
Evet, kelimenin tam anlamıyla modern çağımızdakî bir üniversite
olmuştu.
İbn Abbas'ia bizim şimdiki üniversitelerimiz arasındaki fark şu­dur : Bugünün üniversitelerinde yüze yakın, baazn da yüzlerce profe­sör bir araya gelir.
İbn Abbas üniversitesi ise, bir tek profesörün omuzları üzerin­de durmaktadır. O da İbn Abbas'in kendisidir.
Arkadaşlarından  birisi şöyle anlatmaktadır :
«— İbn Abbas'in bir toplantısını gördüm. Eğer bütün Kureyş, onun­la övünmüş olsaydı, övünç vesilesi olarak onlara yeterdi».
Halkın onun evine giden yollarda toplanmış olduğunu, hatta yol­ların onlara dar geldiğini gördüm. Yanına girip kapısında insanların toplandığını ona haber verdim. Şöyle dedi   :
«— Bana abdest suyu hazırla». Abdest aldıktan sonra oturup şöyle dedi :
«— Dışarı çık ve onlara de ki : Kim Kur'an lehçeleriyle ilgili bir soru sormak istiyorsa içeri girsin». Dışarı çıktım ve onlara söyledim. İçeri girenler evi ve odaları doldurmuştu. Birisi ona bir konuda sorar sormaz; hemen, tam olarak ve daha fazlasıyla cevap veriyordu : Ar­kasından da :
«— Kardeşlerinize yol açın» dedi, onlar da çıktılar. Bana şöyle
dedi :
«— Dışarı çık ve şöyle söyle : Kim Kur'an'ın tefsirini ve tevilini sormak istiyorsa içeri girsin». Çıkıp onlara söyledim/
Yine evi ve odaları doldurdular.   Kendisine   sorulanlara   hemen, tam olarak ve fazlasıyla cevap veriyordu. Arkasından da :
«— Kardeşlerinize yol açın» dedi. Onlar da dışarı çıktılar. Baha da şöyle dedi :
«— Dışarı çık ve şöyle söyle : Kim helâl, haram ve fıkıhtan sor­mak istiyorsa içeri girsin». Dışarı çıktım ve onlara söyledim. Yine içe­ri girip evi ve odaları doldurdular. Kendisine sorulanlara hemen tam olarak cevap veriyordu. Sonra :
«— Kardeşlerinize yol açın» dedi. Onlar çıktılar. Bana tekrar şöy­le dedi :
«—Dışarı çık. Kim feraiz ve benzeri şeyleri sormak istiyors içeri girsin». Çıkıp onlara söyledim. Yine evi doldurdular. Herhangi birşey sorduklarında, sorularını hemen ve tam olarak cevaplandırıyor­du. Sonra onlara :
«— Kardeşlerinize yol açın» dedi ve onlar da dışarı çıktılar. A kasından bana şöyle dedi :
«— Şimdi çık ve kim; dil, şiir ve Arabiarın kelâm-ı garîblerine ait bir soru sormak isterse içeri girsin». İçeri girdiler ve evi doldurdular. Ona herhangi birşey sorulduğunda hemen ve tam olarak cevap veri­yordu.
Bu haberi nakleden kimse şöyle demiştir :
«— Kureyş in tümü bunlarla övünmüş olsaydı, onlara övünç vesi­lesi olarak yeterdi».
İbn Abbas, sanki  kapısında bu kalabalığın  meydana gelmemesi için ilmî günlere dağıtmayı düşünmüştü :
Haftada bir gün, sadece tefsir anlatmak için, Birgün sadece fıkıh anlatmak için,
Birgün sadece mağazî  [3] anlatmak için,
Birgün sadece şiir anlatmak için,
Birgün sadece eyyam-i arab  [4] anlatmak için otururdu.
Onunla ilim meclisine oturup da ona boyun eğmeyen hiç bir aiim yoktu.
Birisinin soru sorup da ondan cevap alamaması vaki değildi.
İbn Abbas yaşının küçüklüğüne rağmen ilim ve anlayışının faz­lalığı sebebiyle Hulefa-i Raşidin'in danışmanı olmuştu.
Ömer İbnu'l-Hattab'm bir işi çıktığında veya bir problemle karşı­laştığında, sahabenin büyüklerini ve onlarla birlikte Abdullah İbn-i Ab­bas'! çağırtirdi. Abdullah geldiği zaman ona büyük değer verir, ken­dine yakın bir yere oturtur ve şöyle derdi :
«— Halledilecek bir meselemiz var, onu halledecek olan sen ve senin gibilerdir».
Bir defasında, Abdullah'ı kendine tercih etmesi, genç olmasına rağmen onu yaşlılarla bir tutması sebebiyle tenkid edilmiş ve bunun üzerine şöyle demişti :
«— Şüphesiz o, olgun yaşta bir gençtir. Onun çok soran bir dili, çok anlayışlı bir yüreği vardır».
İbn Abbas, yüksek tabakaya ilim öğretirken, halkın kendi üzerinde hakkı olduğunu unutmamıştı. Onlara da vaaz ve irşad toplantıları dü­zenlerdi. Onun şu sözleri günahkârlara hîtab eden vaazlarındandır :
«— Ey günahkar! Günahının akıbetinden emin olma. Günahtan sonrakinin, günahın kendisinden daha büyük olduğunu bil.
Günah işlerken, sağındakiler ve solundakilerden utanmaman gü­nahtan az değildir.
Allah'ın sana ne yapacağını bilmeden, günah işlerken gülmen, günahtan daha büyüktür.
Günah kazandığında sevinmen günahtan daha büyüktür.
Kazanamadığın günaha üzülmen günahtan daha büyüktür.
Allah'ın seni gördüğüne hiç aldırış etmeyip bütün varlığınla günah işlerken elbiseni kımıldatan rüzgârdan korkman günahtan daha büyük-tür.
Ey günahkâr! Allah Te'âlâ; Eyyub (a.s.) un vücuduna hastalık ve­rip malını yok ettiği zamanki günahının ne olduğunu biliyor musun?
Onun günahı, sadece ve sadece bir zavallının kendisine yapılan zulmü gidermesi için yardım istemesi ve onun da yardım etmemesiydi».
İbn Abbas yapmadıklarını söyleyen, kendileri sakınmadıkları hal­de başkalarına yasaklayanlardan değildi. O çok oruç tutar ve çok na­maz kılardı.
Abdullah İbn Muleyke ondan şöyle bahsetmektedir :
«— Mekke'den Medîne'ye kadar Abdullah İbn Abbas'Ia birlikte yolculuk etmiştim. Konakladığımız bir yerde, herkes aşırı yorgunluk­tan dolayı derin bir uyku çekerken, o gecenin yarısında kalkıp namaz kılmıştı.
Bir gece de, onun şu âyeti okuduğunu görmüştüm.
«Ölüm baygınlığı, gerçek olarak gelmiştir. İşte bu, senin kaçıp durduğun şeydir». (Kaf Sûresi, âyet : 19)
Bu âyeti sabah oluncaya kadar defalarca okuyup ağlamıştı]
Bütün bunlardan başka Abdullah İbn Abbas'm şöyle bir özelliği
vardı  :                                                                          .
O, güzel ve parlak yüzlü bir kimseydi. Allah (c.c.) korkusundan gece yanlarında kalkıp ağlardı. Öyle ki, yumuşak yanaklarına akan yaşlar kalın kaim izler yapardı.
İbn Abbas, ilmin son noktasına ulaşmıştı. İşte buna bir delil :
Halîfe Muaviye İbn Ebî Sufyan bir sene hacca gitmek üzere yola çıkmıştı.
Abdullah İbn Abbas da hacca gitmek üzere yola çıkmıştı. Abdullah ne bir komutan ne de bir başkan idi.
Muaviye'nin maiyetinde devlet adamları vardr.
Abdullah İbn Abbas'ın maiyetinde ise halîfeninkinden üstün olan ilim öğrencileri vardı.
İbn Abbas 70 yıl yaşamıştır. Bu süre içinde dünya; ilim, anlayış, hikmet ve takva ile dolmuştur.
Öldüğünde namazını Muhammed İbnu'l-Hanefiyye [5] hayatta ka­lan sahabîler ve büyük tabiîler kılmıştır.
Toprağa verdikleri sırada, birisinin şu ayeti okuduğunu duydular:
«— Ey emin ve mutmain ruh! Birbirinizden razı olarak Rabbine dön. Haydi kullarımın içine gir. Cennetime gir». (Fecr Sûresi, âyet : 30}[6]




[1] Ömer Ibnu'l-Hattab

[2] Miras taksimiyle ilgili ilim
[3] Mağazî :  Rasûlüllah'ın  savaşları
[4] Arablarm önemli  günlerini  anlatan ilim, Arab Tarihi denilebilir. (Çev)

[5] Muhammed İbnu'l-Hanefiyye : Ali İbn Ebi Talib'în oğlu Muhammed'dir. Ha­san ve Hüseyin'den ayırdetmek için annesine nisbet edilir. Hasan'la Hü­seyin'in annesi Rasûlüllah'm (s.a.v.) kızı Fatfma'dır. Muhammed'in annesi ise. Benî  Hanefiyye'den   bir  kadındır.
[6] Abdullah  İbn Abbas  hakkında geniş  bilgi için  aşağıdaki  eserlere  bakınız
1- Camiu'l-usul (10, cüz, fezailu's-sahabe babı)
2- El-İsab&, biyografi  no:  4781
3- EI-İsiİab  (El-İsabe'nin hamişinde), H/350
4- Usdu'l-ğabe, m/192
5- Sıfetu's-safve, 1/746 {Haleb baskısı)
6 - Hayatu's-sahabe (Dördüncü ciltteki fihristlere bakınız) 7-El-A'lâm.
Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/139-148.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder