«İman ve nifakın evleri vardır. Mukarrin oğullarının evi iman evlerindendin»,[1]
Muzeyne kabilesi evlerini Mekke'yle Medine arasında uzanan yoİ-da Yesrîb'e yakın olarak yapıyorlardı.
Rasûiüllah (s.a.v.) Medine'ye hicret etmiş, onunla ilgili haberler gidip gelenler vasıtasıyla Muzeyne'ye ulaşmaya başlamıştı. Ondan sadece hayra dair haberler geliyordu.
Bir akşam, kavminin efendisi Numan İbn-i Mukarrin el Muzenî, dostlarıyla ve kabilesinin yaşhlanyla birlikte her zamanki toplantı yerinde oturup onlara şöyle konuştu :
«— Ey kavmim! Vallahi biz Muhammed'den ancak iyi şeyler öğrendik. Onun davetinden; merhamet, iyilik ve adaletten başkasını duymadık. Başkaları ona koşarken, biz niçin yavaş davranıyoruz?»
Daha sonra sözüne şöyle devam etti :
«— Ben, yarın erkenden ona gitmeye karar verdim. İçinizden kim benimle beraber olmak istiyorsa, hazırlansın».
Numan'ın sözleri kavmine çok te'sir etmişti. Sabahleyin, on kardeşini ve 400 Muzeyne'li süvariyi Rasûlüllah'la (s.a.v.) görüşmek ve Allah'ın dinine girmek üzere, kendisiyle birlikte Yesrîb'e gitmek için hazır vaziyette buldu.
Ancak Numan, bu kalabalık toplulukla, müslümanlara birşeyler götürmeden Peygamber'in yanına gitmeye utandı.
Ama geçirdikleri kıtlık yüzünden ellerinde avuçlarında fazla bîr-şey kalmamıştı.
Numan kendisinin ve kardeşlerinin evlerini dolaştı, kıtlıktan arta kalan birkaç koyunu toplayıp Rasûlüllah'ın Cs.a.v.) huzuruna getirdi. Hepsi İslâm'a girdiklerini açıkladılar.
Numan İbn-i Mukarrin'le beraberindekilerin müsiüman oluşuna sevinmekten dolayı, Yesrîb bir uçtan bir uca çalkalandı. Çünkü daha önce hiçbir arabın evinden, baba bir onbir kardeşin ve onlarla birlikte 400 süvarinin müsiüman olduğu vaki değildi.
Rasûlüİlah (s.a.v.) da Numan'in müsiüman oluşuna çok sevindi. Allah Teâlâ onun getirdiği koyunları kabul edip onun hakkında şöyle buyurdu :
«Bedevilerden öyle kimse vardır ki, Allah'a ve ahiret gününe manı?, infak edeceğini Allah yanında yakınlıklara ve o Peygamberin dualarına (vesile) edinir. Haberiniz olsun ki, bu onlar için gerçek bir yakın-lıktır. Allah, onları rahmetine koyacaktır. Şüphesiz ki Allah, çok yarli-ğayteıdir, çok esirgeyicidir». [Tevbe sûresi, âyet : 99)
Numan İbn-i Mukarrin, Raaûlüllah'ın (s.a.v.) sancağı altına girmiş ve hiç aksatmaksızın onun bütün savaşlarında bulunmuştu.
Hz. Ebû Bekir halife olunca, Numan, kavmi Benî Muzeyne'yle birlikte irtidat olaylarının bastırılmasında kesin bîr tavır takınmış ve bu çok etkili olmuştu.
Hz. Ömer'in halifeliği zamanından Numan İbn-î Mukarrin'e ait, tarihin dilinden düşürmeyip övgüyle bahsettiği daima, taptaze kalan bir hatıra vardır.
Kadisiyye'den az önce, müsiüman ordularının komutanı Sa'd İbn-İ Ebî Vakkas, İslâm'a davet için Numan İbn-i Mukarrin başkanlığındaki bir heyeti Kisra Yezdücerd'e göndermişti.
Heyet, Kisra'nın Medain'dekİ sarayına vardığında, huzuruna girmek için izin istediler ve o da girmelerine izin verdi. Bir tercüman çağırtıp ona şöyle dedi :
«—Onlara sor : Sizi buraya gelip bizimle savaşmaya teşvik eden sebep nedir? Belki siz, sırf bizimle savaşmayı arzu edip bize karşı cesaret gösterdiniz. Çünkü biz hep sizinle uğraştık ama, sizi yenemedik».
Numan yanındakilere dönüp şöyle dedi
—İsterseniz ona sizin namınıza ben cevap vereyim. Eğer içinizde onunia konuşmak isteyen varsa, onun konuşmasına izin veririm»,
«— Yok, sen konuş» dediler. Oradakiler Kisra'ya dönüp :
«— Bu adam bizim dilimizle konuşur, söylediğini dînle» dediler.
Numan, Allah'a hâmd ve senada bulunup Peygamberine salât ve selâm getirdikten sonra şöyle konuştu :
«—Şüphesiz Allah bize acıdı ve bize iyiyi gösterip onu emreden, kötüyü tanıtıp bizi ondan yasaklayan bir peygamber gönderdi. Bize eğer davet ettiği şeyi kabul edersek Allah'ın dünya ve ahiret iyiliklerini vereceğini vadetti.
Kısa bir zamanda Allah darlığımızı genişliğe, zilletimizi izzete, aramızdaki düşmanlığı da kardeşlik ve merhamete çevirdi.
Bize, insanları hayırlı şeylere davet etmemizi ve önce yakınlarımızdan başlamamızı emretti.
Biz sizi dinimize girmeye davet ediyoruz. Bizim dinimiz; güzelin tümünü güzel gören ve ona teşvik eden, çirkinin tümünü çirkin gören ve ondan sakındıran bir dîndir. Bu din, inananları küfrün karanlık ve zulmünden, imanın aydınlık ve adaletine götürür.
Eğer İslâmı kabul ederseniz; aranızda Allah'ın Kitabını koyar, onun hükümleriyle hükmetmek üzere, bazı zevatı bırakır, sonra çıkar gider ve sizi kendi halinize bırakırız.
. Şayet Allah'ın dinine girmeyi kabul etmezseniz, sizden cizye alırız ve sizi himaye ederiz. Gizye vermeyi de kabul etmezseniz sizinle savaşırız».
Yezdücerd bunları duyunca küplere bindi ve şöyle cevap verdi :
«—: Dünyada sizden daha bedbaht, sayıca sizden daha az, daha dağınık ve hali daha perişan bir millet bilmiyorum.
Biz, sizin durumunuzu bölge valilerine havale ediyorduk, onlı zin bize itaatinizi sağlıyorlardı...»
Hiddeti biraz geçip sözüne şöyle devam etti :
«— Eğer bir ihtiyaçtan dolayı bize geliyorsanız, memleketiniz bolluğa kavuşuncaya kadar size erzak verelim, sizin ve kavminizin ileri gelenlerini giydirelim ve bizim tarafımızdan, size yumuşak davranacak bir hükümdar tayin edelim».
Heyettekilerden birisi, yeniden onun hiddet ve öfkesini artıracak şekilde bu teklifi reddetti. O da tekrar şöyle konuştu :
«— Eğer elçiye zeval yoktur kaidesi olmasaydı, sizi öldürürdüm. Kalkın, benim size verecek hiçbir şeyim yok. Komutanınıza şöyle haber verin : «Ona, hepinizi Kadisiyye [2] hendeğine gömecek olan Rüs-tem'i [3] gönderiyorum».
Daha sonra Kisra, kendisine bir yük toprak getirilmesini emretti ve getirdiler. Adamlarına :
«— Toprağı bunların en şereflisine yükleyin, onu halkın göreceği şekilde bizim taht merkezimizin kapılarından çıkıncaya kadar önünüzde sürün..»
Heyettekilere sordular :
«— Sizin en şerefliniz kimdir?" Asım İbn-i Umer koşup :
«— Benim» dedi.
Medain'den çıkıncaya kadar toprağı onun sırtına yüklediler. Daha sonra Asım, toprağı kendi devesine yükleyip Sa'd İbn Ebî Vakkas'a götürdü. Sa'd, Allah'ın İran'ın fethini müslümanlara nasîb edeceğini ve onların toprağına müslümanlann sahip olacağını müjdeledi.
Nihayet Kadisiyye harbi oldu. Hendek binlerce ölünün cesediyle doldu ama bunlar müslüman askerlerininki değildi, Kisra'nın askerlerinin cesetleri idi.
İranlılar Kadisiyye yenilgisini bir türlü hazmedemediler. En iyilerinden toplayabildikleri kadar asker topladılar sayıları 150 bine ulaştı. Hz. Ömer bu büyük topluluğun haberini alınca, böyle büyük bir tehlikeyi bizzat kendisi halletmeye karar verdi.
Fakat müslümanlann ileri gelenleri onu bu kararından vazgeçirdiler. Bu büyük meselede kendisine güvenilen bir komutanı göndermesini tavsiye ettiler.
Ömer,şöyle dedi :
«— Bana bu cepheye gönderebileceğim birisini tavsiye edin».
«—Askerlerini sen daha iyi bilirsin, Müminlerin Emîri!» dediler.
«— Müslüman ordusunun başına—İki ordu karşılaştığında—mızrakların dişlerinden daha ilerde olan birisini getirmek istiyorum. O da Numan İbn-i Mukarrin el-Muzenî'dir» dedi.
«— Buna, o lâyıktır» diye cevap verdiler.
Hz. Ömer ona şu mektubu yazdı :
«Allah'ın kulu Ömer İbnu'l-Hattab'dan Numan İbn-i Mukarrîn'e :
Kalabalık bir İran ordusunun sizinle savaşmak için Nihavend şehrinde toplandığını haber aldım. Bu mektubumu aldığında, Allah'ın emri, yardımı ve desteğiyle maiyyetindeki müslümanlarla birlikte yola çık. Onları sarp yerlerden yürütme, çünkü eziyet etmiş olursun... Bir müslüman bana yüzbin dinardan daha iyidir. Selâm senin üzerine olsun».
Numan, düşmanla karşılaşmak için ordusunu getirdi. Yolu keşfetmeleri için, önce süvari keşif kuvvetlerini öne sürdü. Süvariler Niha-vend'e yaklaşınca, atları yürümediler ileri sürdüler ama atlar bir türlü yürümüyordu. Atlarından inip durumu anlamak istediler. Atların ayaklarında, çivi başına benzeyen demir kıymıkları gördüler. Yerleri araştırdılar, bir de ne görsünler! İranlılar, Nihavend'e gidecek atlı ve yayaları engellemek için yollara demir dikenler dökmüşler.
Süvariler durumu Numan'a haber verip bu konuda onun görüşünü sordular. Numan onlara, bulundukları yerden ayrılmamalarını ve düşmanın görmesi için geceleyin ateş yakmalarını emretti. Böylece korkmuş ve yenik düşmüş numarası yapacaklar, düşman da onlara yetişmek için harekete geçerek yollara döktükleri demir dikenleri temizle-yecekdi.
İranlılara oynadıkları bu oyun tutmuştu. Düşman, müslüman ordusunun öncü birliğinin yenik bir halde geri döndüğünü görünce, hemen işçilerini gönderip yollardaki dikenleri temizletti. Müslümanlar da tekrar hücuma geçip bu yolları ele geçirdiler.
Numan İbn-i Mukarrîn askerlerini Nihavend'in yüksek tepelerinde toplayıp düşmana anî bir baskın yapmaya karar verdi. Askerlerine şöyle konuştu :
«— Ben üç defa tekbir getireceğim, birinci tekbirde herkes hazırlansın, ikincide : Herkes silâha sarılsın. Üçüncüde : Allah'ın düşmanlarına saldıracağım. Siz de benimle birlikte saldırın».
Numan İbn-i Mukarrin üç tekbiri de getirdi. Kükremiş bir aslan gibi düşman saflarına daldı. Onun arkasından da müslüman askerleri sel gibi coştular. Taraflar arasında, tarihin benzerine az rastladığı çok şiddetli bir savaş oldu. İran ordusu dağılıp gitti. Ölüleri dağı taşı doldurdu. Her yerden düşman kanı aktı. Numan İbn-i Mukarrin'in atı bu kanlardan kayıp yere yıkıldı. Numan da öldü. Kardeşi sancağı elinden alıp üzerini bir örtüyle kapattı. Öldüğünü de müslümanlardan gizli tuttu.
Müslümanların «Fetihler fethi» diye isimlendirdiği büyük zafer tamam olup galip gelen askerler kahraman komutanları Numan İbn-i Mukarrîn'i sorunca, kardeşi üzerindeki örtüyü kaldırıp şöyle dedi :
«— İşte komutanınız, Allah, verdiği fetihle, onun gözünü aydın etmiş ve onu şehîdlik mertebesine kavuşturmuştur».[4]
[1] Abdullah İbn-i Mes'ûd (R.A.)
[2] Irak'da Necef'in batısında bulunan bir yerdir. Orada «Kadisiyye Savaşı» denilen büyük savaş yapılmıştır
[3] İran ordusunun komutanı
[4] En-Nu'man İbn Mukarrin hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız
1- El-İsabe, biyografi no: 8745
2- İbnu'l-Esir, 11/211, IH/7
3- Tehzîbu't-tehzîb, X/456
4- Futuhu'l-buldan, s, 311
5- Şerhu elfiyeîi'i-lrakî, 111/76
6- EI-A'Iam, IX/9
7- El-Kadîsiyye, s. 66-73 (Beyrul, Darunnefais yayınlarından)
Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/149-154.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder