7 Mayıs 2011 Cumartesi

ADİYY İBN HATEM ET-TAİ


«Onlar küfrettiklerinde sen iman ettin, onlar inkâr ettiklerinde sen itiraf ettin, onlar sözünden döndüklerinde sen sözünü yerine getirdin, onlar geri dönüp gittiklerinde  sen  geldin».[1]
Hicretin 9. yılında, daha önce İslâm'dan, imân'dan ve Rasûlüllah'-tan (s.a.v.) yüz çeviren bir arab hükümdarı, İslâm'a, imân'a ve Rasû-lüllah'a [s.a.v.} boyun eğmişti.
İşte bu zat, babasının cömertliği darb-i mesel haline gelen Adiyy İbn Hatem et-Taî'dir.
Tayyi' kabilesi babasından miras kalan başkanlığı Adiyy'e devre­dip elde ettikleri ganimetlerin dörtte birini ona tahsis etmişler ve böy­lece idareyi ona vermişlerdi.
Rasûlüllah (s.a.v.) doğru ve hak olan yola davete başlayınca, arablar kabîle kabile ona koşmuşlardı. Adiyy, Peygamber'in (s.a.v.) dave­tinde kendîninkini yok etmek üzere olan bir liderlik ve yine kendînîn-kini giderecek bir başkanlık havası sezdiğinden ona düşman kesilmiş,   tanımadığı halde   ona kin gütmeye başlamıştı. Allah gönlünü doğ­ru ve hak çağrıya açıncaya kadar, yaklaşık 20 yıl İslâm'a düşman olmuştu.
Adiyy'in İslâm'a girişiyle ilgili unutulmayacak bir hikâye vardır. Bırakalım da hikâyeyi bizzat kendisi anlatsın :
Adiyy anlatıyor :
«Adını duyunca Rasûlüllah'tan (s.a.v.) tiksinen benden başka hiç­bir arab yoktu.
Ben itibarlı bir kimseydim ve hıristiyandım. Halkımın bana tahsis ettiği dörtte bir ganimetlerle geçinip gidiyordum. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) davası büyüyüp güçlenince, ordu ve seriyyeleri arab topraklarının her köşesinde dolaşmaya başladılar. Bunun üzerine develerimi otlatan uşa­ğıma :
«— Develerimden semiz ve uysal birkaç tanesini benim için ha­zırla ve bana yakın bîr yerde tut. Eğer Muhammed'în (s.a.v.) ordu veya seriyyelerinden birinin bu ülkeye ayak bastığını duyarsan hemen ba­na bildir», dedim.
Bir sabah, uşağım bana gelip şöyle dedi :
«— Efendim!  Muhammed'în atlıları senin toprağına ayak ba [arında yapmak istediğini şimdi yapabilir misin?»
«— Niçin?»
«— Ülkenin içlerinde dolaşan bazı sancaklar gördüm ve bun Muhammed'in  askerleri olduğunu öğrendim».
«— Daha önce, sana hazırlamanı emrettiğim develeri hazırlayıp bana yakın bir yere getir».
Bunun üzerine hemen kalkıp, aile ve çocuklarımın çok sevdiğim bu yerden göç etmelerini istedim. Hıristiyan dindaşlarımın yanma git­mek ve onlarla birlikte oturmak üzere Suriye'ye doğru süratle yol al­maya başladım. Durum acele etmeyi gerektirdiğinden ailemin bütün fertlerini toplayamamıştım. Tehlikeli bölgeleri geçtikten sonra, aile fertlerini tek tek sordum. Meğer Necid'deki Tayyi' kabilesinden ora­da kalanların yanında kız kardeşlerimden birini bırakmışım. Artık oraya tekrar dönmem mümkün değildi, Yanımdakilerle birlikte Suriye'ye va­rıp dindaşlarımın arasına yerleştim.
Kızkardeşime gelince; aklıma gelen ve korktuğum onun başına gelmişti.
Ben Suriye'deyken Muhammed'in süvarilerinin yurdumuza saldırıp aldıkları esirler arasında kızkardeşimi de Yesrîb'e götürdüklerini duy­dum. Kardeşim orada, öbür esirlerle birlikte mescidin bitişiğindeki esir tutulan yere konulmuş, Peygamber (s.a.v.) oraya gelmiş ve kardeşim onun yanına gidip şöyle demiş :
«— Ey Allah'ın Rasûlü! Babam öldü, velîm de yok bana bir likte bulun ki, Allah da sana iyilikte bulunsun».
«— Senin velin kim?»
«— Adiyy bin Hatem».
«—Allah ve Rasûlü'nden kaçan mı?» deyip yanından ayrılmış.
Ertesi gün, kardeşim Rasûlüllah'tan (s.a.v.) ümidini kesmiş bir hal­deyken yine yanına gelmiş ve kardeşim ona hiçbir şey söylememiş, arkasından birisi ona Rasûlüllah'la (s.a.v.) konuşmasını işaret etmiş. Kardeşim yine şöyle demiş :
«—Ya Rasûlallah! Babam öldü, velim de ortadan kayboldu. Bana bir iyilikte bulun ki Allah da sana iyilikte bulunsun».
«— Tamam, isteğini yerine getireceğim».
«— Ben Suriye'deki ailemin yanına gitmek istiyorum».
«— Fakat seni Suriye'ye götürmek için kendi kabilene mensup itîmad ettiğin birisini buluncaya kadar yola çıkmakta acele etme. Öyle birisini bulduğunda bana haber ver» :
Rasûlüiiah (s.a.v.) yanından ayrılınca, onunla konuşmasını işaret eden şahsın kim olduğunu sormuş ve onun Ali İbn Ebî Talip olduğunu öğrenmiş.
Bir müddet, içlerinde kendisine itimad ettiği birisi bulunan kafi­le gelinceye kadar kalmış ve Rasûlüllah'a (s.a.v.) gidip :
«— Ya Rasûlallah! Kavmimden, aralarında itimad ettiğim ve beni götürebilecek birisi bulunan bir kafile geldi».
Rasûiüllah (s.a.v.) onu giydirip kuşatmış, bir deve ve yetecek ka­dar yol azığı vermiş. Nihayet kardeşim o kafileyle birlikte yola çık­mış. Biz de arka arkaya kardeşimle ilgili haberler almaya ve onu bek­lemeye başladık. Benim yaptıklarımın yanında, bize anlatılanlara göre kardeşimin Muhammed'in [s.a.v.) yanındaki durumuna ve onun karde­şime yaptığı bütün iyiliklere neredeyse înanmıyacaktık.
Bir gün, bütün aile bir arada oturmaktayken deveyle bize doğru ge­len  bir kadın gördüm.
«— İşte bu kızkardeşim» dedim. Bir de baktık ki gerçekten o. Ya­nımıza gelince hemen şöyle söyledi :
Akrabasını arayıp sormayan zalim! Sen aileni ve çocuklarını alıp götürdün de kızkardeşini ve namusunu koruman gereken kimse­leri bıraktın gittin». Ben de şöyle dedim :
«— Kardeşim! İyi şeylerden bahset». Onu razı etmek için birçok şey söyledim ve en sonunda razı oldu. Başından geçenleri anlattı. An­lattıklarının aynen duyduklarım gibi olduğunu öğrenince, ona şöyle de­dim : —Çünkü zeki ve akıllı bir kadındı
«— Bu adamın [yani Muhammed'in (s.a.v.) )durumu hakkında ne dersin?»
«— Ben, senin hemen ona gitmeni tavsiye ederim. Eğer o bir peygamberse, önce giden için fazilet vardır. Eğer bir hükümdarsa, onun yanında asla hor ve küçük görülmezsin».
«Hazırlığımı tamamlayıp yola çıktım. Benimle ilgili çıkmış bi sade veya böyle bir belge olmadığı   halde,  Medine'ye   Rasûlüllah'm (s.a.v.) yanına gittim. Benim hakkımda şöyle dediğini duymuştum :
«— Şüphesiz ben, Allah'ın Adiyy'in elini benim elimin içine ko­yacağını umuyorum».
Mescidde olduğu bir sırada Rasûlüllah'ın (s.a.v.) huzuruna girip selâm verdim. Rasûiüllah (s.a.v.) şöyle dedi :
«—  Sen kimsin?»
«— Adiyy İbn Hatem'im» dedim. Yerinden kalkıp yanıma geldi. Elimi tutup evine doğru götürmeye başladı. Eve giderken karşısına za­yıf, yaşlı ve küçük bir çocuğu olan bir kadın çıktı. Kadın onu durdu­rup bir ihtiyacı olduğunu söyledi. Ben orada beklerken her ikisinin de ihtiyacını yerine getirdi.
Kendi kendime :
«— Bu bir hükümdar olamaz» dedim. Sonra elimi tutup evine gö­türdü. İçi hurma Jifi dolu deri bir minderi eline aldı ve bana verdi.
«— Bunun üzerine otur» dedi. Utanıp : «— Hayır, ona sen oturacaksın» dedim. O :
«— Hayır, sen!» dedi. İstediğine uyarak minderin üzerine otur­dum. Kendisi de kuru yere oturdu. Çünkü evde, o minderden başka bir şey yoktu. Yine kendi kendime :
«—Vallahi, bu bir hükümdar hareketi değil» dedim. Daha sonra, bana dönüp şöyle dedi :                                   
«— Söyle bakalım Adiyy İbn Hatem! Sen Hıristiyanlıkla Sabiîlik arasında bir din olan rükusî değil miydin?»
«— Evet, rükusî idim».
«—Sen halkın içinde ganimetlerin dörtte biriyle geçinmiyor muy­dun. Halbuki sen; dînine göre sana helâl olmayan şeyleri onlardan al­mıyor muydun?»
«— Evet», dedim ve onun Allah tarafından gönderilmiş bir pey­gamber olduğunu anladım. Bana şunu da söyledi
«— Ya Adiyy! Belki, şu anda müslümanların ihtiyaç İçinde oluş­ları ve fakirlikleri seni bu dîne girmekten alıkoyuyor. Vallahi, yakın­da onların arasında para ve mal o kadar çoğalacak ki alacak kimse bulunmayacak».
«— Ya Adiyy! Belki seni bu dîne girmekten şu anda müslüman-ların azlığı ve düşmanlarının çokluğu alakoyuyor. Vallahi, pek yakm-da bir kadının devesine binerek Kadisiyye'den çıktığını ve Allah'tan başka hiç kimseden korkmadan bu Beyt'i ziyaret ettiğini duyacaksın».
«— Belki de, seni bu dîne girmekten müslüman olmayanlarda mülk ve saltanat olduğunu görmen alıkoyuyor. Allah'a yemin ederim ki, Babil'deki beyaz köşklerin fethedilmiş ve Hürmüz'ün oğlu Kisra'nm hazinelerinin taşınmış olduğunu duyman pek yakındır.
«—Hürmüz'ün oğlu Kisra'nm hazineleri mi?- dedim, «— Evet, Hürmüz'ün oğlu Kisra'nm hazineleri». İşte o anda, Hakka şehadet getirdim ve möslüman oldum. Adiyy İbn Hatem uzun müddet yaşamış ve şöyle demiştir :
«~— Bunların ikisi gerçekleşti, üçüncüsü kaldı. Vallahi, mutlaka o da gerçekleşecek.
Ben bir kadının devesiyle Kadisiyye'den çıkıp hiçbir şeyden kork­madan bu Beyt'e geldiğini gördüm.
Ben, Kisra'nm hazinelerine saldırıp onları ele geçiren ilk süvari­lerin arasındaydım.
Alîah'a yemin ederim ki, üçüncüsü de mutlaka olacak».
Allah, Peygamber'inin (s.a.v.) sözünü gerçekleştirmiştir. Üçüncü­sü Halife Ömer İbn Abdilazîz zamanında oldu. O zaman müslümanların mallan öyle çoğaldı ki, Halîfe'nin görevlendirdiği kimse, zekat alacak: yoksul müsiümanlan aramaya başladı ama hiç kimse bulamadı.
Rasûlüllah (s.a.v.} doğru söylemiştir.
Adiyy İbn Hatem'in yemini de doğru çıkmıştır.[2]




[1] Ömer İbnu'l Hattab.
[2] Adiyy İbn Hatim hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız
1- El-îsabe (es-Seade baskısı), IV/228-229
2- EI-İstîâb  (Haydarabad baskısı),  Ii/502-503
3- Usdu'l-ğabe,  IU/392-394
4- Tehzîbu't-tehzîb, Vll/166-167
5- Takribu't-tehzîb, lf/16
6- Hulasatu tezhibi tehzîbi'l-kemal, s. 263-264
7- Tecrîdu esmai's-sahabe, I/405
8- El-Cemu beyne ricali's-sahihayn, I/398
9- El-İber, İ/74
10- Et-Tarîhu'I-kebîr,  cüz IV, Kısım  I, s. 43
11- Ez-Zehebî,   Tarîhu'l-İslâm,   Hf/46-48
12- Şezeratu'z-zeheb, I/74
13- EI-Maarİf, s. 136
14- El-Muammerun, s. 46
Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/108-113.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Boşanma Hakkında Detaylı Bilgiler