«Hassan ve oğlundan sonra kafiyelerden kim anlar? Zeyd İbn-i Sabit'ten sonra manâlardan kim anlar?»[1]
Hicretin ikinci senesindeyiz.
Medine o gün Bedir harbîne hazırlanan insanlarla dolup taşmaktaydı.
Peygamber, Allah yolunda cihâd ve Allah'ın adını yeryüzünde kökleştirmek için hareket eden ilk orduya son defa göz atmaktaydı.
Tam bu sırada safların yanına daha onüçünü tamamlamamış, parlak zekâlı küçük bir çocuk geldi.,.
Elinde, boyuna denk veya boyundan biraz daha uzun bîr kılıçla Rasûlüllah'a (s.a.v.) yaklaşıp :
«— Ya Rasûlallah! Senin için canım feda olsun. Seninle beraber olmama ve senin sancağının aitında Allah'ın düşmanlarıyla savaşmama izin ver» dedi :
Rasûlüllah (s.a.v.) memnun ve hoşlanmış bir şekilde ona baktı, şefkat ve sevgiyle omzuna vurdu. Onun hatırını aldı ve yaşı küçük olduğu için onu geri çevirdi.
Küçük çocuk üzgün bir halde, kılıcını yere vura vura geri dönmüştü. Çünkü Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yapacağı ilk gazada onunla beraber olma şerefinden mahrum kalmıştı.
Arkasından annesi en-Nevvar Bint Malik de geri dönmüştü. Annesinin üzüntüsü oğlununkinden daha az değildi,
Annesi, oğlunun Rasûlüllah'ın (s.a.v.) sancağı altında büyük adamlarla birlikte savaşmaya gittiğini gözleriyle görmeyi temennî ediyordu. Eğer hayatta olsaydı, babasının Rasülüllah'in {s.a.v.) yanında olması beklenen yeri onun almasını istiyordu.
Ancak Ensarh çocuk, yaşının küçüklüğü sebebiyle bu alanda Ra-sûlüllah'a (s.a.v.) yaklaşmayı beceremeyince, kendini Peygamber'e yaklaştırmak İçin akimi başka bir alana kaydırdı...
İşte bu, ilim ve Kur'ân ezberlemek alanıydı...
Çocuk düşüncesini annesine açtı. Annesi buna çok sevindi ve onu gerçekleştirmek için çaba göstermeye başfadı.
En-Nevvar, çocuğun arzu ve düşüncesini kavminden bazı kimselere anlattı.
Onu Rasûlüllah'a (s.a.v.} götürüp şöyle dediler :,
«—Ya Rasûlallah! Bu, oğlumuz Zeyd îbn-i Sabit'tir. Kur'ân-ı Ke rîm'den -17 sure ezberlemiştir. Bu sureleri sana indirildiği şekilde düzgün bîr şekilde okumaktadır.
Bunlardan başka o, beceriklidir. İyi okuma yazma biiir. Bunlarla, sana yakın olmayı ve seninle beraber olmayı istiyor. İstersen kendisini bir dinle».
Rasûlüllah (s.a.v.) küçük Zeyd İbn-i Sabit'ten ezberlediklerinin bir kısmını dinlediğinde, tecv'dinin güzel ve dilinin düzgün olduğunu gördü.
Gökyüzünde yıldızların pariadiği gibi, Kur'an kelimeleri dudaklarında parlıyordu..
Okuyuşu, okuduğunun etkisine etki katıyordu...
Kelimeler üzerinde duruşu, okuduğu şeylere dikkat ettiğine ve manasını iyi anladığına işaret ediyordu...
Rasûlüllah (s.a.v.) ondan çok memnun olmuştu. Çünkü Zeyd'i anlatılanın üstünde bulmuştu. Hele onun güzel yazı yazması memnuniyetini daha da artırmıştı.
Rasûlüllah (s.a.v.) ona dönüp ;
«— Zeyd! Benim için yahudilerin yazısını öğren, çünkü ben söylediğim şeylerde onlardan emin olamıyorum» dedi. Zeyd :
«— Baş üstüne ya Rasûlailah!» diye cevap verdi.
Zeyd hemen İbranî dilini öğrenmeye sarıldı. Kısa bir sürede onu öğrendi. Rasûlüllah [s.a.v.) yahudilere mektup yazmak istediğinde, İbranî diliyle yazmaya, yahudiler Rasûlüflah'a (s,a,v.) yazdıklarında da onları okumaya başladı.
İbranî dilini öğrendiği gibi, Rasûlüllah'ın Es.a.v.) emriyle Süryânî dilini de öğrendi.
Böylece Zeyd İbn-i Sabit Rasûlüllah'ın (s.a.v.) tercümanı olmuştu.
Rasûlüllah (s.a.v.) Zeyd'in sağlam ve güvenilir, dikkatli ve anlayışlı olduğundan emin olunca, gökten yere gönderilende de ona güvenmiş ve onu vahiy kâtibi yapmıştı...
Kur'ân'dan bir âyet nazil olduğu zaman, Zeyd'i çağırtır ve :
«— Yaz Zeyd!» derdi ve Zeyd de yazardı.
Zeyd İbn-i Sabit Rasûlüllah'tan (s.a.v.) Kur'ân'ı azar azar alıyor ve onun âyetleriyle büyüyüp gelişiyordu...
Kur'ân'ı Rasûlüllah'ın (s.a.v.) ağzından taptaze ve nüzul sebepleriyle bağlantılı olarak alıyor ve gönlü onun hidayet nurlarıyla parlıyor, aklı onun gösterdiği yolun sırlarıyla aydınlanıyordu...
Şanslı çocuk Kur'ân'da ihtisas yapıyor ve o konuda Rasûlüllah'ın (s.a.v.) vefatından sonra Muhammed ümmetinin İlk mercii oluyordu.
Ebu Bekr zamanında Allah'ın Kitabını cemeden (toplayan) ferin başı o idi.
Osman zamanında mushafları tek nüshada birleştirenlerin önde gelenleri arasındaydı.
Bu makamdan sonra, arzuların ulaşmak istediği başka bir makam var mıydı?
Akıl sahiplerinin şaşırıp kaldığı durumlarda Kur'ân, Zeyd İbn-i Sabit'e doğruluk yollarını aydınlatmak suretiyle lûtufta bulunmuştur. Bunlardan birisi şöyledir :
Sakîfe günü müslümanlar, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) halîfesinin kim olacağı konusunda ihtilâfa düşmüşlerdi. Muhacirler :
«— Rasûlüllah'ın (s.a.v.) halîfesi olmak bize aittir. Biz ona daha lâyığız» dediler. Ensar'dan bazıları :
«— Hayır, aksine halifelik bize aittir. Biz ona daha lâyığız» dediler. Bazıları da :
«— Hayır, hilâfet hem bize hem de size aittir...
Rasûlülîah (s.a.v.) sizden birini herhangi bir işe tayin ettiği zaman, yanına bizden birisini de verirdi» dediler.
Nerdeyse daha Peygamber defnedilmeden, aralarında kefenlenmiş bir halde dururken büyük bir fitne çıkıyordu.
İşte bu anda fitneyi büyümeden yok edecek ve şaşıranların yolunu aydınlatacak, Kur'ân'ın gösterdiği doğru yola uygun kesin bir söz gerekiyordu.
Bu söz, Ensarlı Zeyd İbn-i Sabît'in ağzından çıktı : Kavmine dönüp :
«— Ey Ensar topluluğu! Şüphesiz Rasûlülîah (s.a.v.) Muhacirlerdendi. Halîfesi de onun gibi muhacir olacaktır. Biz ise Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yardımcıları (Ensar) olduk ve ondan sonraki halifesinin de yardımcıları (Ensar) ve hak olan şeylerde destekçileri olacağız».
Daha sonra elini Ebû Bekr es-Sıddîk'a uzattı ve şöyle dedi : İşte bu, sîzin halîfenizdir. Ona bey'ât ediniz».
Zeyd İbn-i Sabit, Kur'ân'ın fûtfuyla, Kur'ân konusunda derin bir bilgiye sahip olmakla ve uzun zaman Rasûlüllah'la (s.a.v.) birarada kalmakla müslümanların yol göstericisi haline gelmişti. Halîfeler, çözülmesi güç mes'elelerde ona danışırlar, halk da problemleri konusunda ondan fetva isterdi. Özellikle miras konularında ona müracaat ederlerdi. Müslümanlar arasında mîrasla ilgili hükümleri ondan daha iyi bilen ve miras taksimini ondan daha iyi beceren birisi yoktu.
Ömer Cabiye'de halka hitaben şu konuşmayı yapmıştı :
«— Ey insanlar! Kim Kur'ân'la ilgili birşey sormak isterse, Zeyd İbn-i Sabit'e gelsin...
Kim fıkıhla ilgili birşey sormak isterse Muaz İbn-i Cebel'e gelsin...
Kim malla ilgili bir soru sormak isterse, bana gelsin. Allah beni mallara sahip olan ve onları taksim eden kişi yapmıştır».
Sahabe ve Tabiîn arasındaki ilim talebeleri Zeyd İbn-i Sabit'în değerini anlamışlar, ilminden dolayı ona hürmet etmişlerdir.
İşte ilim denizi Abdullah İbn-i Abbas, Zeyd İbn-İ Sabit'i hayvanına binmek isterken görüyor ve onun için özengiyi ve yuları tutuyor. Zeyd İbn-i Sabit :
f— Bunu yapmaktan vazgeç, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) amca oğlu!» diyor. İbn-i Abbas :
«— Biz alimlerimize böyle davranmakla emrolunduk...» şeklinde cevap veriyor ve Zeyd, İbn-i Abbas'a :
«— Bana elini göster» diyor. İbn-i Abbas elini çıkarıyor ve Zeyd eğilip öperek şöyle diyor :
«— Biz de Peygamber'imizin Al-i Beyt'ine böyle davranmakla em-rolunduk».
Zeyd İbn-i Sabit vefat edince müslümaniar onun ölümüyle toprağa gömülen ilme ağladılar. Ebu Hureyre şöyle demiştir :
«— Bugün bu ümmetin derin bir âlimi ölmüştür. Umulur ki Allah İbn-i Abbas'ı onun yerine geçirir».
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şairi Hassan İbn-i Sabit de onun hakkında ve kendisi hakkında şu mersiyeyi yazmıştır :
«Hassan ve oğlundan sonra kafiyelerden kim lanlar?!
Zeyd İbn-i Sahit'ten sonra manalardan kim anlar?!»[2]
[1] Hassan İbn-i Sabit
[2] Zeyd İbn Sabit hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız
1- El-İsabe, biyografi no: 2880
2- El-İsfîab' (El-tsabe'nin hamişinde), 1/551
3- Gayetu'n-nihaye, 1/296
4- Sifetu's-safve, 1/249 (Hînd baskısı). :
5- Usdu'l-ğabe, biyografi no: 1824
6- Tehzîbu't-tehzîb, IH/399
7- Takrîbu'Mehzîb, I/272
8- İbn Sa'd, et-Tabakat, fihristlere bakınız.
9- El-Maarif, s, 260
10- Hayatu's-sahabe, fihristlere bakınız.
11- İbn Hişam, es-Sîre, fihristlere bakınız,
12- Tarîhu't-Taborî, fihristlere bakınız.
13- EI-Vekî, Ahbaru'l-Kuzat, İ/107-110
Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/275-280.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder