11 Mayıs 2011 Çarşamba

SÜRAKA ÎBN-İ MALİK


«Suraka! Kisra'nm bileziklerini takındığın zaman kim bilir nasıl keyiflenirsin?» [1]
Kureyş kabilesi bir sabah korkuyla uyandı. Çünkü her yerde, Mu-hammed'in gece karanlığında gizlice Mekke'den ayrılmış olduğu ha­beri dolaşıyordu. Kureyş ileri gelenleri bu habere inanamadılar.
Haşim oğullarının bütün evlerinde Peygamber'! aramaya koştu­lar... Onu bütün arkadaşlarının evlerine sordular. Ebû Bekir'in evine geldiler. Kapıya Ebü Bekir'in kızı Esma çıktı. Ebû Cehil ona:
«—Baban nerde kız?» dedi.
«— Şu anda nerede olduğunu bilmiyorum» diye cevap verdi. Ebû Cehil elini kaldırıp çocuğun yüzüne bir tokat attı ve onun küpesi ye­re düştü.
Kureyş ileri gelenleri Muhammed'in Mekke'den ayrıldığını öğre­nince çılgına döndüler. Oradaki bütün izsürenlere Muhammed'in gitti­ği yolu bulma görevi verip kendileri de oniarla birlikte Muhammed'i aramaya gittiler.
Sevr mağarasına vardıklarında iz sürücüler:
«— Adamınız bu mağaradan ileri geçmemiştir» dediler.
Onlar, Kureyş'e söylediklerinde gerçekten yanıimıyorlardı. Çün­kü Muhammed'le arkadaşı mağaranın içindeydi, Kureyş onların tepe­sinde durmaktaydı. Hatta Ebû Bekir gelenlerin ayaklarının mağaranın üstünde hareket ettiklerini görünce, gözleri yaşardı. Rasûlüllah [s.a.v.) ona, sevgi, merhamet ve sitem taşıyan bir şekilde baktı. Ebû Bekir es-Sıddîk şöyle  fısıldadı:
«— Vallahi, kendim  için ağlamıyorum... Ancak sana bir kötülük gelmesinden   korktuğum   için   ağlıyorum ya Rasûlaliah!»   Rasûlüllah {s.a.v.) ona rahat bir şekilde;
«— Üzülme  Ebû  Bekir,  Allah  bizimledir» dedi.
Allah, Ebû Bekir'in gönlüne bir rahatlık verdi ve geİenierin ayak-arırıa  bakmaya başladı. Sonra şöyle dedi:
«— Ya Rasûlaİlah! Birisi ayaklarının bastığı yer baksa bizi mu­hakkak görür».  Rasûlüllah (s.a.v.)  ona  :
«— Ebü Bekir! Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne düşü­nürsün?!!»
Bu arada Kureyş'ten birinin diğerlerine şöyle dediğini duydular.
«— Gelin, mağaranın içine bakalım». Ümeyye ibn-i Halef alay ederek:
«— Kapısına yuva yapan şu örümceği'görmedin mi?!! Muham-med'ln doğumundan da eski» dedi.
Ancak Ebû Cehil:
«— Lât'la Uzza'ya yemin olsun, ben onun yakınımızda olduğunu, konuştuklarımızı duyduğunu ve yaptıklarımızı gördüğünü zannediyo­rum. Fakat onun büyüsü bizim gözlerimizi kapattı...»
Ancak onlar, Muhammed'in durumunu öğrenmekten ve onu takib etmekten vazgeçmediler. Kureyş, Mekke'yle Medîne arasındaki yol boyunca sıralanmış kabileler arasında: Muhammed'i ölü veya diri ge­tirene en iyilerinden yüz deve vereceğini açıkladı.
Suraka ibn-i Malik, Mekke yakınındaki Kudeyd'de kabilesinin top­lantı  yerlerinden   birindeydi.
Kureyş habercilerinden biri, ansızın onların yanına girer ve ölü veya diri Muhammed'i getirene Kureyş'in koyduğu büyük mükâfat haberini duyurur.
Yüz deveyi duyar duymaz, Suraka'nın iştahı kabarır ve şiddetle ona kavuşmayı arzu eder. Fakat kendini tutar ve başkalarının da iş­tahı  kabarmasın  diye hiçbir  kelime  konuşmaz.
Suraka  yerinden kalkmadan,  toplantı yerine  kendi   kabilesinden bir adam girdi ve şöyle dedi:
«— Şimdi ben üç kişiyle karşılaştım. Onların; Muhammed, Ebû Bekir ve kılavuzları olduğunu tahmin ediyorum» Suraka :
«—  Hayır,  onlar falancalardır.   Kaybettikleri develerini  aramaya gitmişlerdi»  dedi. Adam   :
«—Belki öyledir» deyip sustu.
Suraka, dikkat çekmesin diye hemen kalkmayıp biraz daha oturdu.
Toplantı yerindekiler başka bir söze dalınca, aralarından sıyrılıp hızla evine gitti. Cariyesine gizlice; kimse görmeden atım çıkarma­sını,  vadinin ortasına  götürmesini  ve oraya bağlamasını  söyledi.
Uşağına da, silâhını hazırlayıp kimse görmeyecek şekilde evle­rin arkasından kendisine getirmesini ve atına yakın bir yere koyma­sını emretti.
Suraka zırhını giyip silâhını kuşandı. Atına bindi. Kureyş'in koy­duğu mükâfatı başkası kazanmadan Muhammed'e yetişmek için hızla gidiyordu...
Suraka ibn-i Maiik, kabilesinin sayılı süvârilerlndendi. Uzun boy­lu, büyük kafalı, iyi iz süren ve yollardaki tehlikelere karşı dayanıklı birisiydi.
Bütün bunlardan başka o, akıllı, zeki ve şâirdi. Atı da çok değer­liydi.
Suraka yola koyuldu, ama az sonra atı tökezledi. Atın sırtından yere yuvarlandı. Bunu  bir uğursuzluk sayıp:
«— N'otuyor? Kahrolasica at!» dedi. Ata tekrar bindi. Biraz git­ti ama atı tekrar tökezledi. Uğursuzluk fazlalaşmıştı. Dönmeye niyet­lendi ama yüz deveye kavuşmak arzusu onu geri dönmekten vazge-çirdi.
Suraka atının tökezlediği yerden çok uzaklaşmadan, Muhammed'i ve yanındakileri gördü. Elini yayına uzattı ama eli yerinde donmuş­tu. Çünkü atının ayaklan yere gömülmüştü. Atın önünden duman yük­seliyor her ikisinin  de gözlerini kapatıyordu...
Atı sürmek istedi ama sanki o, demir çivilerle çivilenmiş gibi yere çakılıp kalmıştı. Rasûîüllaha (s.a.v.) ve arkadaşlarına dönüp yal­varan bir sesle;
«—Hey! Siz ikiniz! Atımın ayaklarını kurtarması için Rabbinize dua edin... Söz veriyorum, sizi yakalamaktan vazgeçeceğim».
Rasûlüllah (s.a.v.} onun için dua etti ve Allah atının ayaklarını kurtardı. Ancak iştahı yeniden kabarmakta gecikmedi. Atını onlara doğru sürdü ama bu defa atının ayakları öncekinden daha fazla kuma gömüldü.
Onlardan yardım isteyerek şöyle dedi:
«— Azığım, eşyam ve silâhım senin olsun. Allah için söz ve­riyorum, arkamdan gelenleri sizi takip etmekten vazgeçîreceğim...» Onlar:
«— Bizim senin azığına, eşyana falan ihtiyacımız yok. Sen sa­dece başkalarını bizim  peşimizden  gelmekten vazgeçir» dediler.
Rasûlüllah (s.a.v.) onun için yine dua etti ve atı kurtuldu. Dön­meye niyetlendiği sırada Suraka şöyle seslendi:
«— Yavaş olun da sîzinle konuşayım. Vallahi, artık size benden bîr kötülük gelmez».
«— Bizden ne istiyorsun?» dediler.
Ey Muhammedi Ben, senin dininin üstün geleceğini ve senin davanın büyüyeceğini biliyorum. Toprakların içinde sana geldiğimde bana güzel davranacağına söz ver ve bunu benim için yaz...»
Rasûlüllah, (s.a.v.) Ebû Bekir'den yazmasını istedi. O da kemik bir levha üzerine yazıp ona verdi.
Ayrılmak üzereyken Rasûlüllah   (s.a.v.) ona :
— Suraka!  Kisra'nın bileziklerini taktığın zaman kimbilir nasıl keyiflenirsin?» dedi.
Suraka  dehşet  içinde:
Hürmüzün  oğlu  Kisra'nın mı?» Evet...  Hürmüzün oğlu Kisra'nın».
Suraka geldiği yoldan geri döndü. Halkın, Rasûlüllah'ı (s.a.v.3 sormaya geldiklerini görünce, onlara şöyle dedi:
«— Dönünüz. Ben buraları karış karış aradım. Benim yanılmaya-cağımı siz de bilirsiniz». Suraka'nın sözü üzerine onlar da geri dön-
Muhammed ve arkadaşlarıyla ilgili bu hadiseyi, onların Medî-ne'ye varmış olduklarına ve Kureyş'in kötülüğünden emin bir yerde olduklarına kesin kanaat getirinceye kadar gizledi. Ebû Cehil, Sura­ka'nın Rasûlüllah'la (s.a.v.) başından geçen olayı ve ona karşı dav­ranışını duyunca, onunla döğüşmemesinden, korkaklık göstermesin­den ve fırsatı kaçırmasından dolayı onu azarladı. Suraka, onun azar­lamasına şöyle cevap verdi:
«— Ebû Hakem! Eğer atımın ayaklannm kuma nasıl gömüldüğü­nü görseydin, hiç şüphe etmeden Muhammed'in bir Peygamber ol­duğunu ve ona kimsenin karşı koyamayacağını kabul ederdin».
Günler birbirini  kovaladı...
Mekke'den kovulmuş olarak ve gece karanlığında gizlice çıkan Muhammed, aynı yere binlerce beyaz kılıç ve siyah mızrak arasında bir fetih lideri olarak dönüyordu...
Yeryüzünü kibir ve gururla dolduran Kureyş ileri gelenleri, korka korka, yürekleri hoplayarak ve merhamet dileyerek onun yanına ge­liyorlar:
«— Acaba bize nasıl davranacaksın?» diyorlar. O da peygamber cömertliğiyle:
«— Gidiniz. Sizler serbestsiniz...» diyordu.
Suraka ibn-i Malik de devesini hazırladı. On sene önce Rasûlül-lah'ın (s.a.v.) kendisi için yazmış olduğu belgeyi de yanına alarak, müslüman olduğunu huzurunda açıklamak için Rasûlüllah'a {s.a.v.) gitti.
Suraka kendisi  anlatmaktadır:
«— Ei-Ci'rane'de Peygamber'e yetiştim, bir Ensar birliğine katıl­dım. Onlar, mızrakların saplarıyla bana vurmaya başladılar. Şöyle di­yorlardı:
—Defol, defol. Sen ne arıyorsun?!
Safların arkasından ilerleyerek Rasûlüllah'ın yanına yaklaştım. Devesinin üzerindeydi. Belgeyi  kaldırdım.
—  Ya Rasûlallah! Ben Suraka ibn-i Malik. Bu da senin bana ver­diğin  belge, dedim.
Rasülüllah (s.a.v.) :
—  Yaklaş bana Suraka! Yaklaş..,  Bugün sözünü yerine getirme ve iyilik günüdür...
Böylece ben onun iyiliğine nail oldum».
Suraka ibn-i Malik'in Rasûlüllah'la (s.a.v.) görüşmesinin üzerin­den birkaç ay geçtikten sonra, Rasülüllah (s.a.v.) Rabbine kavuştu...
Suraka çok üzüldü. Yüz deve İçin onu öldürmeye niyet ettiği gün gözünün önüne geldi. Dünyanın bütün develeri şimdi onun yanında Rasûlüllah'ın (s.a.v.) tırnağı kadar olamazdı. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) :
«— Suraka! Kisra'nın bileziklerini taktığın zaman kimbîlir nasıl keyiflenirsin?» sözünü tekrar edip duruyordu. Çünkü bundan hiç şüp­hesi yoktu.
Günler yine birbirini kovaladı ve Hz. Ömer halife oldu. Onun za­manında müslüman askerleri fırtına gibi' İran'a doğru estiler. Kaleleri yıkmağa, orduları yenmeye, tahtları sarsmaya ve ganimetler elde et­meye başladılar. Nihayet Allah, Kisraların devletine onların eliyle son verdi... Ömer'in halifeliğinin sonlarına doğru bir gün Sa'd ibn-i Ebî Vakkas'm adamları, Halife'ye müjdesini vermek üzere Medine'ye gel­diler...
Müslümanların beytütmaline, Allah yolunda savaşanların elde ettiği ganimetlerin beşte birini getiriyorlardı...
Ganimetler önüne konulunca Ömer dehşetle onlara baktı... Ganimetler  içinde  Kisra'nın inciden tacı, altın ipliklerle dokunmuş  elbiseleri,  kıymetli taşlar dizili kemeri, benzeri  görülmemiş  iki bileziği ve sayılmıyacak kadar kıymetli eşyalar vardı.
Ömer elindeki sopayla bu değerli hazineyi karıştırmaya başladı...
Sonra etrafındakilere dönüp:
«— Bunları teslim  edenler pek emin kimselerdir...»
O sırada orada bulunan Hz. Ali şöyle cevap verdi:
«— Sen namuslu oldun, halkın da namuslu oldu yâ Emîralmü'mi-nin!  Eğer sen yeseydin,  mutlaka onlar da yerlerdi...»
Bu arada Hz. Ömer Suraka ibn-i Malik'i çağırdı ve ona Kisra'nın gömleğini, pantolonunu, çizmelerini ve diğer elbiselerini giydirdi. Kisra'nın kılıç ve kemerini de taktı, basma tacını koydu... Bilezikleri-ni taktırdı...  Evet bileziklerini.
Bu sırada müslümanlar:
«— Allahu ekber.,. Ailahu ekber... Allahu ekber.. dılar.
Ömer Suraka'ya döndü:
«— Vay vay vay... Şuna bak... Başında Kisra'nın tacı ve kolla­rında bilezikleri olan Benî  Mudlicli  bir bedevicik!»
Daha  sonra başını gökyüzüne   kaldırıp:
«— Allah'ım! Bu malları, Rasûlüne verdin. Onu benden daha çok severdin. O, senin yanında daha değerliydi...
Ebû Bekir'e de verdin. Onu benden daha çok severdin ve senin yanında daha değerliydi,..
O mâlı bana da verdin ama onu, beni cezalandırmak için vermiş olmandan sana sığınırım...»
Malları müstümanlar arasında taksim etmeden oturduğu yerden ayrılmadı.[2]




[1] Allah'ın Rasûlü Hz.  Muhammed (s.a.v.)
[2] Suraka  İbn  Malik hakkında geniş  bilgi   için aşağıdaki eserlere bakınız:
1- Usdu'l-ğabe, ü/232
2- EI-İsabe, El/18
3- Es-Sa'lebî,  Simaru'l-Kulûb  fi'l-mıızafi ve'l-mensub, s.  93
4- İbn   Sa'd,  et-Tabakatu'l-kubra,   1/188,  232;   IV/366; V/90
5- İbn Hişam, es-Sîretu'n-nebeviyye, [1/133-135 ve fihristlere   bakınız
6- Hayatu's-sahabe (Dördüncü jütteki fihristlere bakınız).
7- Tacu'l-arus   min   cevahiri'l-kamus,  Vl/83
Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/337-343.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Boşanma Hakkında Detaylı Bilgiler