«Halife olduğumdan beri er-Rabî' İbn-î Ziyad gibi kimse bana doğruyu söylemedî.» [1]
İşte Medine! Ebu Bekr'in kaybına duyduğu üzüntüyü gizlemeye çalışmaktadır.
İşte şunlar da, darlıkta ve bollukta Halîfe Ömer'e, itaat ettiğine dair bey'at etmek için, her gün vilâyetlerden Yesrib'e gelen heyetler...
Bir gün Emîrulmüminîn'e başka heyetlerle birlikte Bahreyn heyeti gelmişti. Ömer gelen heyetlerin konuşmalarını dinlemeye çok önem verirdi. Belki onların konuşmalarında iyi bir ders, faydalı bir görüş veya Allah'a, kitaplarına ve müslümanfarın umumuna ait bir na-sîhat bulabilirdi.
Gelenlerden bazılarının konuşmalarını dinledi ama onlar önemli birşey söylemediler. İyi bir kimse olduğunu tahmin ettiği birisine işaret edip:
«— Haydi konuş bakalım» dedi.
Adam Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra:
«— Ey mü'minlerin emiri! Allah senin başına bir belâ verdi. Seni denemek için bu ümmetin işini sana verdi. Üzerine aldığın vazifede Allah'tan kork. Fırat kenarında bir koyun kaybolsa, Kıyamet günü senden onun mutlaka sorulacağını bil», Ömer ağladı:
«— Halîfe olduğumdan beri, senin gibi, kimse bana doğruyu söylemedi. Sen kimsin?» dedi.
«— Ben, er-Rabî' ibn-i Ziyad el-Harisî'yim». «— Muhacir ibn-i Ziyad'm kardeşi misin?»
«— Evet».
Heyet dağılınca Ömer ibnu'l-Hattab, Ebû Musa'l-Eş'ârî'yi çağırıp; söyle dedi:
«— Er-Rabî' ibn-i Ziyad'ın durumunu araştır. Eğer dürüstse, onunj bize yardımı dokunur. Ona görev ver ve bana mektupla bildir.» /
Kısa bir süre sonra Ebû Musa'l-Eş'ârî Halîfe'nin emrine uyarak Ehvaz sınırları içindeki Menazir'i fethetmek İçin bir ordu hazırladı. Orduya er-Rabi' ibn-i Ziyad ve kardeşi Muhacir'i de aldı.
Ebü Musa'l-Eş'ârî Menazir'i kuşattı. Oranın halkıyla benzeri az görüien çarpışmalar yaptı. Müşrikler de iyi bir savunma yaptılar. Müslümanlar tahminin üstünde kayıplar verdiler.
Müslümanlar ramazan olduğu için o gün oruçlu olarak savaşıyorlardı. Er-Rabî, ibn-i Ziyad'ın kardeşi el-Muhacir, müslüman saflarında ölenlerin çok olduğunu görünce nefsini Allah rızası için satmaya karar verdi. Kefen giyip kardeşine vasiyetini yaptı...
Er-Rabî1, Ebû Musa'ya gidip şöyle dedi :
«— El-Muhacir, kendini oruçlu olarak satmaya karar vermiş, müs-lümanlar da harbin şiddeti ve orucun sıkıntısı azimlerini kırdığı için ona katılmışlar. Oruçlarını bozmayı da kabul etmiyorlar. Sen uygun gördüğünü yap».
Ebû Musa'l-Eş'ârî ordunun içinde şöyle haykırdı:
«— £y müslümanlar! Bütün oruçluların orucunu bozmasına veya harpten vazgeçmesine karar verdim». Arkasından başkaları da içsin diye matarasından su içti. El-Muhacir onun konuşmasını duyunca bir yudum su içti ve şöyle dedi:
«— Vallahi ben, susadığım için içmedim. Ancak komutanımın emrini yerine getirdim».
Arkasından kılıcını çekti ve safları yarmaya, hiçbir korku ve ürperti duymadan adamları yıkmaya başladı. Düşman ordusunun içine dalınca, her taraftan onu sardılar. Düşman kılıçları önden ve arkadan onu ele geçirdiler ve nihayet o yere yıkıldı.
Düşmanlar onun başını kesip savaş alanına bakan yüksek bir yere astılar. Er-Rabî' ona bakıp:
«— Senin için hoş bir hayat ve dönülecek güzel bir yer var. Vallahi, inşaallah senin ve diğer şehîdierin intikamını alacağım» dedi.
Ebû Musa, er-Rabî'İn başına gelen kardeşinin başının kopanlma-sı belâsını görünce ve onun içinde Allah'ın düşmanlarına karşı uya-S nan kini farkedince, ordu komutanlığını ona bırakıp kendisi Sus'u fethetmeye gitti.
Er-Rabî' ve ordusu müşriklere karşı fırtına gibi esti, sel gibi coştu. Düşman kalelerini sardılar. Onların saflarını parçalayıp güçlerini kırdılar. Allah, Menazir'in fethini er-Rabî' ibn-i Ziyad'a nasîb etti. Er-Rabî, askerler öldürdü, esirler aldı. Birçok da ganîmet elde etti.
Menazir'in fethinden sonra er-Rabî' ibn-i Ziyad'ın yıldızı parladı ve adı dilden dile yayıldı.
O, büyük işler için aranan ve çok sevilen bir komutan olmuştu... Müslümanlar, Sicistan'ın fethine karar verdikleri zaman ordu komutanlığına onun getirilmesini ve onun vasıtasıyla zafere ulaşmayı arzu ettiler.
Er-RabîT ibn-i Ziyad Allah yolunda savaşan ordusuyla uzunluğu 75 fersah olan ve çöldeki yırtıcı hayvanların bile geçemediği bir çölü aşarak Sicistan'a vardı. Karşısına ilk çıkan yer Sicistan hududundaki Rustakzalik oldu. Rustakzalİk lüks köşklerle mamur, yüksek surlarla çevrili, iyi şeyleri ve meyveleri bol olan bir şehirdi.
Zekî komutan, girmeden önce casuslarını Rustakzalik'e gönderdi. Halkın, yakında bir şenlik yapacağını öğrendi. Şenlik gecesi onlara, beklenmeyen anî bir baskın yaptı. Onların kılıçlarını boyunlarına koydurup hepsini teslim aldı. On bin kişiyi esir almıştı. Ağaları da esir olmuştu. Esirler arasında ağanın kölesi de vardı. Kölenin üzerinde, efendisine götürmek üzere yanına aldığı 300.000 dinarı buldular. Er-Rabî' ona sordu.
«— Bu paralar nereden geldi?»
«— Efendimin köylerinin birinden».
«— Her sene ona bu kadar parayı bir köy mü verir?»
a— Evet...»
«— Bu kadar parayı nasıl temin edersiniz?»
«— Baltalarımızla, oraklarımızla ve alın terimizle».
Savaş sona erince ağa, kendisinin ve ailesinin fidyesini sunmak üzere er-Rabî'ye geldi. Er-Rabî' ona :
«— Çok fidye verirsen seni serbest bırakırım?» «— Ne kadar istersin?»
«— Ben şu mızrağı yere dikeceğim. Sen de görünmez oluncaya kadar üzerine altın ve gümüş dökeceksin».
«— Tamam, kabul ettim» dedi. Hazinelerindeki altın ve gümüşleri mızrağın üzerine dökmeye başladı. Nihayet mızrak görünmez oldu.
Er-Rabî' ibn-i Ziyad muzaffer ordusuyla Sicistan topraklarının içlerine kadar girdi. Sonbahar rüzgârları esince, ağaçların yapraklan altlarına düştüğü gibi, kaleler de er-Rabî'nin atlarının ayaklan altına düşmeye başladılar. Şehir ve köylerin halkları, kendilerine kılıç çekilmeden, aman dileyerek ve boyun eğerek onu karşılıyorlardı. Er-Rabî' en sonunda Sicistan'ın başkenti Zerenc şehrine vardı. Anladı ki, düşman onunla savaş yapmak için hazırlık yapmıştı. Birlikler düzenlenmiş, fedailer çıkarılmış, kendilerine pahalıya mol olsa da er-Rabî'in ordusunu Sîcîstan'da durdurmaya karar verilmişti.
Er-Rabî' ile düşmanları arasında, istenen kurbanlara her iki tarafın da pek cimri davranmadığı bir harp oidu.
Müslümanların galibiyetine dair bir belirti ortaya çıkınca Perviz isimli Merzuban (hudut muhafızı) biraz kuvveti varken, er-Rabî' ile barış yapma gayretine girdi. Belki kendisi ve milleti için daha iyi bazı şartlar koparabilirdi. Er-Rabî'e, görüşme teklifinde yani barış anlaşması teklifinde bulunmak üzere bir adamını gönderdi. Er-Rabî' onun teklifini kabul etti.
Er-Rabî' adamlarına, Perviz'i karşılamak için bir yer hazırlamalarını emredip görüşme yerinin etrafında İran ölülerinin cesetlerinden bir yığın yapmalarını ve onun geçeceği yolun iki yanma dağınık halde cesetler koymalarını istedi...
Er-Rabî' uzun boylu, iri kafalı ve çok esmerdi. Karşısındakine dehşet veren iri bir gövdesi vardı.
Perviz onun huzuruna girince ondan ve ölülerin görünüşünden çok korkup titremeye başladı. Ona yaklaşmaya cesaret edemedi... Onunla kekeleye kekeleye konuştu. Er-Rabî'a bin köle ve her kölenin başında altın bir kâse vermeye sözverdi. Er-Rabî' bunu kabul etti. Per-vîz'le bu şekilde anlaşmış oldu.
Ertesi gün, er-Rabî' ibn-i Zîyad, müslümanların, «Lâ ilahe illallah» ve «Allahu Ekber» sesleri arasında ve etrafındaki bin köleyle birlikte şehre girdi.
O gün Allah'ın günlerinden önemli bir gün oldu...
Er-Rabî' ibn-i Ziyad, müslümanların elinde, Allah'ın düşmanlarına karşı çekilmiş bir kılıç oldu. Müslümanlar için şehirler fethetmiş ve valiliklerde bulunmuştu. Umeyye oğulları işbaşına geçince, Muâviye ibn-i Ebî Sufyan onu Horasan'a vali yaptı...
Ancak onun bu valiliğe gönlü yatmamıştı...
Umeyye oğullarının en büyük valilerinden birisi olan Ziyad ibn-i Ebîh'in, ona bir mektup göndermesi, onun bu valilikten tiksinmesini
artırdı. Mektupta şöyle diyordu:
«Emîrulmü'minîn, Muâviye ibn-i Ebî Sufyan sana harp ganîmeti olan altın ve gümüşleri müslümanların Beytülmaline bırakmanı ve bunların dışındakiler! mücâhidler arasında taksim etmeni yor...»
O da şu cevabı verdi:
«Azîz ve Celîl olan Allah'ın; Emîrulmü'minîn'in diliyle bana emrettiğinden başka şekilde emrettiğini gördüm».
Daha sonra halka şöyle seslendi:
«— Ben ganimetlerinizin yanına gidiyorum. Gelip onları alınız...» Ganîmetlerin humusunu (beşte bîrini) da Şam'daki hilâfet merkezine gönderdi.
Bu mektup geldikten sonraki cuma gününde er-Rabî1 ibn-i Ziyad, beyaz elbiseler içinde namaza gitti. Halka cuma hutbesini okuduktan sonra şöyle dedi;
«— Ey cemaat! Ben artık yaşamaktan bıktım. Ben bir dua edeceğim. Benim duama amîn deyiniz». Arkasından şu udayı yaptı:
«—, Allah'ım! Eğer benim iyiliğimi istiyorsan, beni hemen kendine kavuştur..."
Halk onun duasına, amîn dedi.
O gün daha güneş batmadan er-Rabî' ibn-i Ziyad, Rabbine kavuştu.[2]
[1] Ömer İbnu'l-Hattab.
[2] Er-Rabî' İbn Ziyad el-Harisi hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız :
1- Usdu'l-ğabe, H/206
2- Tarîhu't-Taberî, ÎV/183-185; V/226,285,286,291
3- El-İsabe, I/405
4- Ei-Kamii îi't-tarih fihristlere bakınız.
5- Cemheratu'l-ensab, s. 391
6- Tehzîbu'Mehzîb, IH/244
7- Hayatu's-sahabe, il/168,268
Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/325-330.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder