İSLAMDA KADININ ŞAHSİYETİ

KADININ ŞAHSİYETİ İLE İLGİLİ

SAHİH HADİSLERİN YANLIŞ UYGULANMASI


İlk hadis:
ABDULLAH B. ABBAS anlatıyor: "Güneş tutulmuştu... Rasulullah, kıyamı uzatarak namaz kıldı... Sonra bize yöneldi. Bu ara güneş tekrar çıkmıştı. Rasulullah: 'Ay ve güneş, Allah'ın âyetlerindendirler, birinin Ölmesiyle veya doğmasıyla tutulmazlar. Güneşin tutulduğunu gördüğünüz zaman Allah'ı anın' buyurdu. Bunun üzerine oradakiler: 'Ey Allah'ın Rasulü, sizi kıyamınızda bir şeye uzandığınızı daha sonrada geri çekildiğinizi gördük' dediler. Rasulullah: 'Cenneti gördüm, oradaki üzüm salkımına uzandım. Şayet onu almış olsaydım dünya durdukça ondan yerdiniz. Cehennemi de gördüm. Hiç o kadar korkunç manzara görmedim. Cehennem halkının çoğunu kadınların oluşturduğunu gördüm' buyurdu. Orada bulunanlar: 'Niçin Ey Allah'ın Rasulü?' diye sordular. Rasulullah: 'İnkârları yüzünden' karşılığını verdi. Denildi ki: 'Allah'ı mı inkâr ediyorlar?' Rasulullah: 'kocasına nankörlük ediyorlar, kendilerine yapılan iyiliklere nankörlük ediyorlar. Eğer onlardan birine ömür boyu iyilikte bulunsan bile senden hoşlanmadığı bir şey gördü mü 'zaten senden ne hayır gördüm ki' derler."[523]
Bu hadiste bizim için önemli olan iki nokta:
Birincisi: Hadis neye delalet etmektedir? Cehennem halkının çoğunun kadınlardan olması erkeklere oranla kadınların yaratılışında şerrin fazla ol­ması nedeniyle midir? Eğer durum böyle olursa kötülüğe olan bu fazla eği­limlerinden sorumlu olmamaları gerekir. Fakat bu hadis-i şerif, onların sorumlu olduklarını, kocasına ve onun iyiliklerine karşı yaptığı nankörlükten dolayı cezalandırılacağını beyan etmektedir. Hafız İbn Hacer de şöyle diyerek bunu doğrulamaktadır: "Cabir'den gelen bir hadis-i şerif, kadınların cehennemde görülmesi, onların daha önce zikredilen bir takım kötü sıfatları kendilerinde bulundurmaları sebebiyle olduğunu işaret etmektedir." Hadisin metni şöyledir: "Cehennemde en çok gördüğüm, kendilerine verilen sırrı ifşa eden, birşey istenildiğinde cimrilik eden, bir şeyi istediğinde de ısrarla isteyen kendilerine birşey verilince ona teşekkür etmeyen kadınlar­dır."[524] Bu hadis Rasulullah'ın şu sözünü hatırlatıyor: "Cennetin durumları bana bildirildi de cennet ehlinin çoğunun fakirlerden olduğunu gördüm."[525] Öyleyse niçin zenginler daha az? Onlar, kazançlarını haram olan şeylerden sağlıyorlar, yahut haram olan yerlere harcıyorlar, yahutta cimrilik edip hay­ra vesile olan şeylere harcamıyorlar.
İkincisi: Kadın olsun erkek olsun biz müslümanlar bu hadisten nasıl bir faydalı sonuç çıkarabiliriz? Bize göre en büyük kazanç, cehennemden ko­runmaya yönelik işler yapmaktır. Cehennem ve onun korkunçluğunun zik­redilmesi sadece ondan sakınmamız içindir.
Kadınlar, kendilerini ateşten nasıl korurlar? Kocalarına nankörlükten kaçınarak... Öyleyse kocalarına nankörlük etmekten kendilerini nasıl korur­lar? Kalblerinde Allah'a karşı ittikayı artıracak ve ona itaate yöneltecek ter­biyeye yönelmekle olur. Ayrıca şeytan, kendilerine vesvese verdiği zaman, Rasulullah'ın sözünü hatırlamakla sakınırlar. Şeytan onlara galip gelip bir günah işlediklerinde istiğfar etmeleri ve sadaka vermeleri gerekir. Nitekim Rasulullah onlara böyle öğretmişti. Ebu Said el-Hudri anlatıyor: "Rasulullah, Kurban ya da Ramazan günü namazgaha çıktı. Kadınların ya­nına uğradı ve onlara: 'Ey kadınlar topluluğu sadaka verin!' buyurdu.
(Müslim'in rivayetinde de "çokça istiğfar edin; çünkü ben cehennem halkının çoğunun sizlerden olduğunu gördüm" buyurdu. Kadınlar: "Niçin ey Allah'ın Rasulü?" diye sordular. Rasulullah: "Çokça lanet edip nankörlük etmeniz sebebiyledir" buyurdu.[526]
Hafız b. Hacer diyor ki: "Bu hadiste kötü bir sıfatı gidermek için sert bir uyarı vardır... Yine sadakanın azabı defedeceği, mahlukat arasındaki günahlara keffâret olacağı hükmü vardır."[527]
Erkekler, cehennemden nasıl korunurlar? Onlar, haram olan şeylerden sakınarak ve görevlerini yerine getirerek ondan korunurlar. Annelerine, kız kardeşlerine, hanımlarına ve kızlarına bakmak, onları gözetmek erkeklerin vazifelerindendir. Yine onları teşvik eden, onlara güzel Öğütler sunan, cemaatle yapılan ibadetlere katılmalarını sağlayan fırsatları çoğaltmak yu­karıda zikredilen görevler cümlesindendir. Cuma, bayram ve teravih namaz­ları cemaatla yapılan ibadetlerdendir. Böylece, kalpleri imanla ve takva ile dolar. Kadınların, sadaka vermek, iyiliği emretmek ve hayra çağırmak gibi güzel ameller yapmalarını sağlayan imkânları çoğaltmak erkeğin vazifeleri arasındadır. Bütün bunlar Allah'ın erkekler üzerine farz kıldığı güzel ilkeler­dendir. Allah Teala buyuruyor ki: "Erkekler kadınlar üzerine yöneticidirler" ve yine buyuruyor ki: "Ey iman edenler! kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden koruyunuz." Rasulullah'ın emrettiği şekilde ai­lesini gözetmek erkeğin vazifesidir. Rasulullah buyuruyor ki: "Kişi, ailesini koruyup gözeten bir çobandır. Gözetimi altında bulundurduğu kişilerden de sorumludur. "[528]
ikinci hadis
Ebu Said el-Hudri şöyle anlatıyor: "Rasulullah, Kurban ya da Ramazan bayramında namazgaha çıktı ve kadınların yanma uğradı. Onlara: 'Ey kadın­lar topluluğu, Basiretli, akıl sahibi erkeklere kıyasla, akıl ve din açısından sizden daha noksan olan hiç kimseyi görmedim' dedi. Kadınlar: "Ey Allah'ın Rasulü, dinimizde ve aklımızda eksik olan şey nedir?' diye sordular. Rasulullah: 'Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yansı kadar değil mi?1 diye sordu. Onlar 'Evet yarısıdır' dediler. Rasulullah: 'İşte kadın aklının ek­sik kaldığı nokta. Kadın hayızh olunca namaz kılmaz, oruç da tutmaz değil mi?' deyince kadınlar: 'Evet, namaz kılmaz, oruç da tutmaz" dediler. Bunun üzerine Rasulullah: İşte dinlerinin eksik olan tarafı' buyurdu."[529]
Bu hadisi üç yönden ele alacağız:
1. Rasulullah'ın "basiretli, akıl sahibi bir erkeğe kıyasla akıl ve din açı­sından sizden daha eksik olanı görmedim" sözünün umuma delalet etmesi açısından...
Hadisin söyleniş münasebetinin, hitabın kadınlara yöneliş tarzının veya hitabın içine döküldüğü cümle kalıbının üzerinde çalışmaya ve uzunca düşünmeye ihtiyaç vardır. Ancak bu çabalardan sonra hadisin kadının şahsi­yetinin temel ilkelerine yaklaşımını ortaya çıkarabilir. Zaten hadisin söyle­niş münasebeti işlendiğinde, bayram gününde kadınlara yapılan va'z çerçe­vesinde gerçekleştiği görülür. Bu durumda yüce bir ahlâka sahip Peygam­ber'den bu güzel günde kadının toplumdaki derecesini küçültmesini veya şerefini alçaltmasım yahutta onlann şahsiyetlerini düşürmesini bekleyebilir miyiz? Onları muhatap almasına gelince; onlar Medine kadınlarından bir topluluktu. Ensar'dan olan kocalarına çıkışıyorlardı. Nitekim Hz. Ömer on­lar hakkında şöyle diyor: "Ensarın yanma, Medine'ye geldiğimizde kadınla­rı kocalarına galip gelen bir kavim olduklarını gördük. Bu sefer bizim kadın­larımız da Ensar'ın kadınlarının huylarını benimsemeye başladılar. "[530]Bu durum, Rasulullah'ın niçin: "Basiretli, akıl sahibi bir erkeğe nisbetle aklı siz­den daha zayıf olanını görmedim" buyurduğunu açıklıyor. Hadiste kullanı­lan lafızlara gelince, bu sıygalar umumi bir kaideyi ya da umumi bir hükmü göstermez. Bundan ziyade Rasulullah'ın kadınların kendilerindeki zaafıyete rağmen basiretli erkeklere açıkça galip gelmelerine hayret ettiğini yani Allah'ın hikmetine hayret ettiğini gösterir. Kısacası zafiyetten gücün, güçten zafiyetin nasıl çıktığına duyulan bir hayret söz konusudur. Bu sebeple cümle kadınlara yönelik genel bir espri olarak anlaşılabilir mi? Ya da sohbetin bölümlerinden birine hazırlık niteliği taşıyan tatlı bir motive olabilir mi? Evet, sanki Allah Rasulü şöyle demektedir: "Ey Kadınlar! Sizdeki zayıflığa karşın. Allah size akıllı bir erkeğin aklını yönlendirme imkânı vermiştir. Allah'tan sakının! Bu gücünüzü ancak hayırda ve iyi olan şeylerde kullanın."
Nitekim "aklı ve dini eksik" ifadesi, bir kez kullanılmıştır. O da kadınla­ra has bir sohbette dikkatleri toplamak ve öğüt almaya hazırlamak için kullanılmıştır. Kesin bir hüküm ifade eder tarzda ne kadınların huzurunda ne de erkeklerin önünde bir daha ifade edilmemiştir.
2. "Aklı noksan olanlar" sözünün hususa işaret etmesi. Burada aklî noksanlık açısından çeşitli ihtimaller vardır. Mesela:
a) Ortalama zeka seviyesine oranla noksanlık.
b) Matematiksel akıl yürütmeye kimi özel akli yeteneklerdeki noksan­lık gibi...
c) Kısa süreli, geçici noksanlık: Bu geçici şartlar sebebiyle fıtrata geçici olarak egemen olan bir durumdur. Hayız, nifas ve hamileliğin kimi dönem­lerinde olduğu gibi.
d) Uzun süreli noksanlık: Bu özel yaşam şartların fıtrata dayattığı bir durumdur. Hamilelik, doğum, emzirme ve çocuk bakmak gibi durumlardır. Bu durum kadının, evin duvarları arasında sıkışıp kalmasına, evinden he­men hemen hiç çıkmamasına dış çevreyle ilişkilerinin tamamen kesilmesine ve onu, hayat olaylarını kavrama noksanlığına, malî ve diğer konularda anla­yış zayıflığına götürmüştür.
Rasulullah'ın kadınların aklî noksanlıklarına verdiği misal, ister fıtrî ister arazî olsun, özel eksikliğin tercihine yardımcı olmaktadır. Bu noksan­lıklar hangi türden olursa olsun kadının akî gücünü gidermez ve temel sorumluluklarını yüklenmesine engel olmaz. Çocukları iyi yetiştirip terbiye etmek, kadına verilmiş mesuliyetlerden biridir. Allah Teala bu görevi her bakımdan normal bir insandan başkasına vermez. Şayet öyle olsaydı biz erkekler oğullarımızı ve kızlarımızı aklı ve dini eksik, aciz bir insanın hima­yesine vererek nasıl emin olabiliriz?
Aşağıda gelecek konularda kadın, erkeklerle ortak olup aynı sorumlu­luğu taşımaktadır:
a)  İnsanî sorumluluklar: insan yaptığı tüm işlerden sorumlu olup, ahirette ondan hesaba çekilecektir. Bu husus da Kur'an-ı Kerim'de açıklan­mıştır.
b) İşlediği suçlardan mesul tutulması, kötü gidişatından dolayı dünyada cezai müeyyidelerin uygulanması: Bu husus da Kur'an'da zikredilmiştir.
c) Medenî sorumluluklar, malları üzerinde tasarruf hakkı, sözleşme hakkı, velayet hakkı -sınırlı olmakla beraber- bu cümledendir. Bu hususu müctehidler, Kur'an ve Sünnetten delilleriyle beraber genel olarak açıkla­mışlardır.
d) Malları üzerindeki söz hakkından dolayı sorumlu tutulması: Bunu İmam Ebu Hanife açıklamıştır.
e) Kur'an'ı açıklayıcı hadisleri rivayet etme sorumluluğu ki, müslüman alimler bu hususta icma etmişlerdir.
Tercih edilen noksanlık alanı cinse has olanlardır. Bu sebeple son üç ihtimal kadının yapısında söz konusudur ve aralarında hiç bir çelişki yoktur. Yalnızca etki farklılığı olduğu söylenebilir. Ayrıca kimi özel aklî yetenekler alanında özellikle ekonomik sorunlar ve matematikte fıtri bir noksanlığın bulunduğu nass ile sabittir:
"Biri unuttuğunda öteki ona hatırlatsın için..." (Bakara, 282).
Bu doğumla gelen fıtrî bir noksanlık veya kimi organların kadın ile er­keği ayrıştırdığı gibi kadını erkekten ayıran bir durum değilse bile buluğ sonrası dönemde evlilik ve annelik için kadının vücut yapısında cinsiyet or­ganına bağlı olarak meydana gelen gelişmeler sebebiyle fıtri veya fıtriye ya­kın bir nitelik kazanır. Yani cinsiyet organlarının tam,anlamı ile fonksiyo nelleşmesi ile hamilelik, doğum yapma ve emzirmenin mümkün olabilmesi gibi... Bu, işin bir yönüdür. Sosyal hayatta kadının değerinin artması da işin diğer yönüdür. Bir yönden biyolojik hayatla sosyal hayat arasındaki etkileş­me diğer yönden de biyolojik gelişme ile aklî gelişme arasındaki etkileşme bizi bu görüşte olmaya sevketmiştir. Bu etkileşimin en belirgin bir nitelik kazandığı durumlardan biri de kadının şahitliğidir. Şefkat duygusunun ağır basması, hayız, gibi zor dönemler geçirmesi, evin bakımına ilave olarak ha­milelik, emzirme ve çocuk bakmanın bulunması bu husustaki hükmün ge­rekçesidir. Sonra bu hadis kadının kendisiyle vasıflandığı bir noksanlığa işa­ret ediyor fakat bu merhaleyi sınırlamıyor. Sanki bu merhalenin sınırı insanı, gayrete, sağlam ilmî araştırmayı terketmektir. Ancak burada şu üç duruma dikkat etmek gerekir:
Birincisi: Kimi yeteneklerle ilgi bulunan cinse ait noksanlık, başka ye­tenek veya yeteneklerle dengelenmiştir, ikincisi: Eksiklik "genel olarak" kadınları ilgilendirir. Bu durum kimi kadınlara Allah'ın büyük yetenekler vermesine ve genel olarak kadınların eksik olduğu bazı durumlarda harika­lar ortaya koymasına engel olmaz. Ve o kadınlar pek çok erkekten üstün ola­bilirler. İbn Teymiyye der ki: "Cinsiyetin üstünlüğü şahsiyet üstünlüğünü gerektirmez. Nice Habeşî vardır ki Allah katında Kureyş'in ileri gelenlerin­den üstündür." Başka bir yerde de diyor ki: "Bu esas şehirli kişilerin bedevi­lerden üstün olmasını gerektirir, her ne kadar bedevilerin bazı ileri gelenleri şehirli kişilerin çoğundan üstün olsa bile."[531] Üçüncüsü: Cins için fıtri özel ya da arızi noksanlık, Allah'ın kadınlara verdiği organların bazı vazifelerinin sonucudur. Her erkek ve kadının dünyadaki rollerinin gerçekleşmesini tayin eden güzel bir iştir. Yoksa toplumdan kopuk, evin duvarları arkasına hapse­dilen bir hayat, kadın için, aile için ve bütün toplum için tehlikelidir. Kadının aklını tamamen yok edecek derecede tehlikelidir. Bu durumda kendisi üzerinde hiçbir hakka sahip olmayan, etrafında dolandığı şeyin ne olduğunu anlamayan sürüler gibi olur. Tabii ki bu yüzden çocuklarını gereği gibi yetiş­tiremez, toplumun siyasi ve sosyal kalkınmasındaki rolü de yok olur.
Kadının şahitlikteki eksikliğini gösteren hadis üzerine düşünürken müctehidlerin kadının şahitliği konusundaki sözlerini aktarmamız yerinde olur. Bu konu Fethu'l- Bari'de şöyle geçer: "İbn el-Münzir: Şu âyette açıkça geçen ifade üzerinde icma etmişlerdir: Erkeklerinizden iki şahid tutun, eğer iki erkek bulamazsanız şahitliklerinden razı olacağınız bir erkek ve iki kadın olabilir." Kadınların erkeklerle beraber şahitlik yapmalarına izin vermişler­dir. Cumhur, bu şahitliği borçlara ve mali işlere mahsus kabul etmişler, hadlerde ve kısasta kadınların şahitlikleri caiz değildir demişler. Nikâh, talak, soy ve akrabalık gibi konularda ise ihtilaf etmişlerdir. Cumhur bu ko­nuda şahitliklerini kabul etmezken Hanefiler kabul etmişlerdir... Erkeklerin bilmediği kadınlara mahsusu olan hayz, doğum ve doğum sırasında çocuğun bağırması ve kadınlara ait şahitliklerinin kabul edilmesinde ittifak etmişler, yalnız süt kardeşliği konusunda ihtilaf etmişlerdir."[532]
İbn Rüşd'ün Bidayetü'l-Müctehid adlı eserinde şöyle bahsedilmekte: "Cumhurun kabul ettiği görüş kadınların hadler hususundaki şahitliklerinin kabul edilmeyeceğidir... Zahirîler de şöyle diyorlar: Ayetin zahirine göre bir erkekle birlikte birden fazla kadın olursa hangi konuda olursa olsun şahitlik­leri kabul edilir. "Ebu Hanife de şöyle diyor: Mali konularda, hadlerin dışında talak, ric'at, nikâh ve köle azadı gibi bedeni hükümlerde kadının şahitliği kabul edilir. Kadınların tek kaldığı yani erkeklerin bilmediği veya çoğu kez erkeklerin bilemediği, doğum, doğum sırasında çocuğun bağırma­sı ve kadınlara ait kusurlar gibi bedeni konularda kadınların şahitliği cumhura göre geçerlidir. Süt kardeşliği hariç diğer hiçbir konuda ihtitaf yoktur."[533]
İbn Hazm "Muhalla" adlı eserinde şöyle der: "Zina hususunda şahitler dört adaletli müslüman erkekten az yahut her bir erkeğin yerine müslüman adaletli iki kadından az olursa şahitlikleri kabul olmaz. Bu şöyle olur, üç erkek iki kadın veya iki erkek dört kadın veya bir erkek altı kadın yahutta sadece sekiz kadın. Hadler, kan diyetleri, kısas gerektiren haller, nikâh, talak, ric'at ve mali konularda ancak iki müslüman adil erkek yahut bir erkek ve müslüman adil iki kadın yahutta müslüman adil dört kadının şahitliği muteberdir. Bütün bu had çeşitlerinde adil bir erkek ve adil iki kadının ye­minle yaptıkları şahitlikleri makbuldür. Yalnızca süt kardeşliği konusunda da bir adil kadın veya adil bir erkeğin şahitliği geçirlidir."[534] Müslim'den rivayet ettiğimiz hadiste Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu görüyoruz: "Abdullah b. Ömer anlatıyor. Rasulullah bir hadisinde: "iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine denktir." Buhari'de ise: "Ebu Said el-Hudri Rasulul-Iah'ın bir hadisinde şöyle buyurduğunu naklediyor. 'Kadının şahitliği erke­ğin şahitliğinin yansı kadar değil mi?' diye sordu. Biz de 'Evet, yarısı kadar­dır, ey Allah'ın Rasulü' dedik. Rasulullah: İki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine eşittir' buyurarak konuşmasını bitirdi. Bundan dolayı bir erkeğin yerine şayet kadın şahitlik edecekse, iki kadın olması zorunludur. Kadının sayısı bu ölçüye göre artar."[535]
Bu hususta İbn Kayyım'ın et-Turuku'1-Hikemiyye adlı eserinde şöyle bahsedilir: "Üstadımız İbn Teymiye -Allah ona rahmet etsin- Allah Tea-la'nın 'Eğer iki erkek bulunmazsa şahitliklerinden razı olacağınız bir erkek -biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacak- iki kadın olabilir1 âyeti hakkında şöyle der: 'Bu âyet, iki kadının bir erkeğin yerine şahit olabileceğine delildir. Bu da, biri yanıldığında diğeri onu uyarsın diye getirilmiştir. Genellikle yanılmanın olabileceği konularda hatırlatma yapılır ki; o da unutma ve akılda natamamadır. Bu manaya işaret ederek, Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki: 'Kadınların akıllarının eksikliğine gelince iki kadının şahitliğinin bir er­keğin şahitliğine denk olmasıdır.' Böylece kadınların şahitliklerinin bölün­mesinin akli zaafıyetten dolayı olduğunu, dini zayıflıktan olmadığını açıkla­maktadır. Bundan da kadınların adaletinin erkeklerin adaletine denk olduğu anlaşılır. Normalde hataya düşmekten korkulmayan konulardaki şahitlikle­rinde şehadetleri erkeğin yarısı hükmünde değildir. Tek olarak şahitlikleri­nin geçerli olacağı hususlar akıl yürütmeye gerek duymadan gözleriyle gördükleri, eliyle dokundukları, kulağıyla duydukları eşyalar hakkında ola­caktır. Doğum, çocuğun doğum esnasındaki sesi, süt emzirme, hayız, elbise altındaki kusurlar gibi konuları misal verebiliriz. Bu misallerde genellikle hiç bir şeyi unutmazlar ve onları bilmek için de akıl yürütmeye ihtiyaç duymazlar. Dini bir konunun isbatı hakkında duyulan sözlerin manalarını anlamak için akıl yürütmeye ihtiyaç vardır. Bu gibi konularda uzun bir çaba gerekir."[536]
Konuyu özetlersek; taleb edenin yemininin, erkeğin şehadetinin mute­ber olr! ;ğu her yerde bir erkek ve iki kadının şehadeti de geçerlidir. Ata ve Hanımad b. Ebi Süleyman bu konu hakkında: "Hadlerde ve kısasta bir erkek ve iki kadının şahitlikleri geçerlidir. İki rivayetten birinde bize göre nikâh ve köle azad etme konusunda da geçerlidir" derler. Aynı şekilde Cabir b. Zeyd, İyas b. Muaviye, Şa'bi, Sevri'den gelen iki rivayetten birinde onlar mali ceza gerektiren cinayetlerde kadının sahiciliğini kabul etmişlerdir. Rey ehlinden de rivayet edilmiştir.'[537]
İbn el-Kayyım da şöyle der:"... Adaletli kadın, doğruluk, emanet ve di­yanette erkek gibidir, ancak hatadan ve unutmaktan korkutunca, kadın kendi misliyle desteklenir. Bu da, onu bazen bir erkekten şahitlik açısından daha kuvvetli bazen de ona denk kılar. Şüphe yok ki -Ümmü'd-Derda ve Ümmü Atiyye'nin şahitlikleri gibi- iki kadının zanni ifadeleri tek bir erkeğin zanni ifadesinden daha kuvvetlidir.110 Kadının şahitliği konusunda İbn Hazm'ın görüşünde olan muasır alimler vardır."[538]
Son olarak bize gereken -hicrî onbeşinci, miladi yirminci asırdayız-kadının yeteneklerini tarif etme, eksikliğin hangi konularda olduğunu, ne derecede olduğunu, hangi zamanlarda ortaya çıktığını ve diğer kadınlara kı­yasla ne derecede olduğunu bilmek ve zaptetmek, aynı şekilde üstün olduğu konuları, üstünlük derecelerini, ne zaman ortaya çıktığını bilmemiz için ilmi araştırmalara önem vermektir. Bu şekilde, Rasulullah'ın sünnetine büyük bir hizmet etmiş oluruz. Selefimizin sahih hadisi zayıfından ayırmak için hadis ıstılahları ilmini icat ederek hizmet ettikleri gibi bizim de asnmıza uygun bir şekilde ona hizmet etmemiz mümkündür. Bu da, kimi nassların delaletlerini araştırmaya yardımcı olacak kapsamlı ilmi araştırmalar yapmakla olur. Bunu yaparken de deliller üzerindeki ihtimalleri toplu olarak vermekle ye­tinmemeli, zanni, kısır düşüncelere dayanan nazari tercihleri sevketekle de yetinmeli; aksine kapsamlı ilmî araştırmaların tercih ettiği delilleri sunmalı.
Bazan bu delalet, nazari araştırma esnasında hiç aklımıza gelmeyen bir şey de olabilir.
Müslümanların erkek ve kadının psikolojik ve aklî özelliklerini bilmek için yaptıkları sağlam ilmi araştırmaları, psikolojinin yeni kaynaklarından en çok nakledilenlere isnat etmeleri gerekir.[539] Böylece bu konuya ışık tutması ümit edilir.
İki cins arasındaki farklar ise belirli zamanlarda üzerinde araştırma yaptığım sadece bu topluma uygundur. Bundan dolayıdır ki onu bütün bir zaman için uygulamak doğru değildir. Böyle olmakla beraber bu konuda gelen şeylerin cüz'i faydaya sebep olanlarım da terk etmeyeceğiz.
Gerçek olan şu ki iki cins arasındaki birbirine yakın farklar, sadece ka­palı olan durumu açığa çıkarması ihtimali olan zeka testlerinin genel sonuç­larına dayanır. Çünkü bazı yeteneklerde kadınlar üstün gelir, diğer bazı yeteneklerde de erkekler üstün gelir. Zaten bütün zeka testleri birbirinden farklı, değişik sorulardan oluşur. Biz bir yöndeki üstünlüğü diğer yöndeki zayıflığın karşılayacağını beklemekteyiz. Bu yüzden de bir sonuç çıkaramı­yoruz. Yalnızca zeka testleri yani bireyler üzerinde uygulanarak ulaşılan genel konular iki cins arasındaki farkları belirlemeye yalnız başına yeterli değildir.
Bu durum kadın ve erkeğin zeka düzeylerinindeki farkın açık olmadığı­nı, ancak özel yeteneklerde kimi fırklılıklarm olduğunu ortaya kor.
İki cins arasındaki farkları özel yeteneklerde aramamız daha faydalı olur. Bu anlayışla zeka testlerinin büyük çoğunluğunu meydana getiren kişisel testlerin sonuçlarının incelenmesiyle kimi Önemli bilgilere ulaşma imkânı da bulabiliriz. Ancak bunu yaparken birinci yolu, yani iki cinsin özel yeteneklerini karşılaştırma yolunu takip etmemiz gerekir. Böylece sözel, sayısal ve güç yetirme ile ilgili kabiliyetlerin veya bunlardan ayrı olarak kısmen bağımsız yeteneklerin karşılaştırılmasına imkan tanıyan çeşitli araş­tırmaların ortaya çıkardığı gerçeklerden büyük bir yekûn bir araya toplan­mış olur. Bu noktada yapılabilecek önemli bir tesbit; bu bakış açısında iki cins arasındaki farkların diğer yeteneklerden daha sonra ortaya çıktığıdır.
İstidlal istenen sayısal testlerde erkeklerin üstün olmaları cinsler arasındaki bu farkı apaçık bir şekilde ortaya çıkarmaz. Asıl fark eğitimde ilk merhaleden sonra bir kesintinin oluşmasıyla ortaya çıkar. Stenferd'in dene-yide buna uygun düşmektedir. Erkek çocuklar delilini bulabildikleri ölçüde üstün gelmişlerdir. Bu da matematiksel akıl yürütme ile ilgili problemlerin­de kendini gösterir.
Bir gurup bakire kız ve erkek üzerinde, kişiliğin temel yönlerini karşı­laştırmayı hedefleyen pek çok araştırma yapıldı. Sonuçta dış faktörlerden et­kilenme açısından iki cins arasında pek çok fark tesbit edildi. Buna göre er­keklerin kadınlara nazaran daha sakin, tahammüllü olduklarını ve daha az a-sabileştikleri ortaya çıkmıştır. Bu durum küçük yaşlardaki fertler üzerinde yapılan asabileşme eğilimi ve imkânını araştıran testlere dikkatimizi çeker. Zira bu testler ondört yaşından küçük olan her iki cinse mensup bireyler arasında bir farkın bulunmadığını tesbit etmiştir. Bu durum, ister matema­tiksel akıl yürütme gibi bazı akli yeteneklerde olsun, isterse etkilenme anın­daki şahsi üstünlüklerde olsun kimi farkların ortaya çıkışının buluğ çağın­dan sonraki merhaleye ertelendiğini gösterir.
Bu araştırmada, erkeğin iktisadi, teorik ve siyasi alanlara olan aşırı meyli ortaya çıktığı gibi kadının da sosyal, güzellik-süslenme ve dini alanla­ra olan ilgisinin normalin üstünde bir düzeyde olduğu ortaya çıkmaktadır. Elbette bu sonuçlar yöresel şartlar, iki cinsin bağlı olduğu gelenekler ve top­lumun iki kesimden beklediği sorumluluklarların ışığında yorumlanabilir.
İki cinsin kişilik özellikleri ile ilgili müşkil farkları konu alan kapsamlı araştırmalardan biri de Terman ve Mayhz'ın araştırmasıdır. Araştırmacılar eğilim ve yönelişlerin analizinin sağlıklı yapabilmesi için kimi ölçüler belir­lediler. Bu ölçüler, teste tabi tutulan bütün erkek ve kadınların verdikleri cevaplarla yönelişlerinin en uç noktasını tesbit etmeye yarayacak sorular kolleksiyonundan oluşuyordu. Bu sebeple erkeklik veya kadınlığın genel geçer ölçüsü kabul ediliyordu. Söz konusu ölçüler amacın gerçekleşmesine uygun olan uzun araştırmalar ile Amerikan toplumunda yaşayan iki cinsin fertleri arasındaki farkı tam bir açıklıkla ortaya koyacak olan sorulara sahipti. Yüzlerce kişinin cevablan bir araya toplanmıştı. Bu kişiler arasında ilkokula giden, liseye giden çocuklar, üniversite öğrencileri ve okula gitme­yen fakat iyi terbiye görmüş çocuklar da vardır. Yine aynı şekilde eğitimli veya eğitimsiz yaşlı kimseler ve çeşitli mesleğe mensup olan kişiler de var­dır. Aynı şekilde toplumun dışladığı gençler, cinsiyet hükmünün hemen he­men kalmadığı yaşlılar ve sporcular arasında yapılan testleri içine alan bazı numuneleri de ihtiva etmektedir. Bütün bunlar etkisini ölçülerin, Amerikan toplumunda erkeklerin cevaplarıyla kadınların cevaplarını ayırdetmede ba­şarılı olduğunu gösterdi. Bu testler aynı zamanda erkeklik ve kadınlık anla­yışının büyük ölçüde terbiye ile kazanılan tecrübe zenginliğine ve evde veya işte alınan öğretimle ilişkili olduğunu belirledi. Bu sebeplerin tesiri bedeni sebeplerin tesirinden daha kuvvetlidir. Nitekim yüksek öğrenim görmüş kadınların geniş bir kültüre sahip olduğu ve erkeklerle kıyaslamada diğer ka­dınların elde ettikleri normal derecenin daha üstünde bir derece elde ettikleri ortaya çıkmıştır. Böylece onlar sanki erkeklere yaklaşmışlardır. Bu, eğitim, öğretim ve kazanılan tecrübeler, fertler arasındaki düşünceleri birbirine yak­laştırıyor ve iki cins arasındaki tabii sıfıtları ve farkları azaltıyor demektir.
Bu durum grupsal şartların, sosyal etkenlerin açık bir etkisinin olduğu­nu gösterir. Hatta onların tesirinin bedeni etkenlerden daha fazla olduğunu ortaya koyar.
Burada bedeni sıfatların bir çoğunda iki cins arasında farkların olduğu ortaya çıkar. Vücut yapısı, iskelet, genel olarak pazuların oluşması, ister bü­yük kaslar olsun ister ince kaslar farketmez bu cümledendir. Böylece iki cins fizyolojik ödevlerde, bazı boşalımlar için kimyasal madde oluşturmada bir­birinden ayrılır. Bazen de psikolojik farklılıkların bedeni farklara dönmesi mümkündür.
Pek çok bedeni görevlere dayanıklılık açısından da iki cins arasında farklılık vardır. Erkekler genel anlamıyla çevrenin içsel-organik düzenini ihmal edip Önemsemeyerek istediği gibi hareket etmede kadınlardan daha az engelle karşılaşır. Yani onlar daha dayanıklıdırlar. Ayrıca onları ayıran önemli kimi niteliklere sahiptirler. Sıcağa karşı daha fazla dayanıklı olma, yıkma-inşa işleri vb.
Şüphesiz bu iki taraf arasındaki farkların çoğunun temeli biyolojiye ve toplumun kültürüne dayanmaktadır. Doğrusu psikolojik kimi farkların oluşmasına da biyolojik etkenler yalnız başına neden olabilmektedir. Hatta bu farkaları ortadan kaldıracak tarzda sosyal çevre faktörü olumlu olsa da... Ancak aynı zamanda çevrenin, zaten biyolojik tesirlere tamamen zıt bir şekilde etki yaptığı ihtimalini de gözden uzak tutmamamız gerekir.
Bütün bu tesbitler, iki cins arasında bedeni farklılıkların büyük olduğu­nu ve sosyal çevre faktörü devreye girip zıd bir tesir icra etmedikçe psikolojik açıdan güçlü bir etkiye sahip olduğunu gösterir.
Konuyla ilgili psikolojik yeni araştırmaları nakletmiş bulunuyoruz. Şimdi tekrar hadîs-i şerife dönelim.
Bu hadîs-i şerifte ele alacağımız üçüncü yön ise özellikle "dini eksik" ifadesinin neyi gösterdiğidir.
Rasulullah'a dini eksiklikleri konusunda soru sorulunca, nifas ve hayız günlerinde kadınların namaz kılmamalarını, oruç tutmamalarını hatırlatı­yor. Bu ise ibadetten alıkonulma hususunda ufak bir noksanlıktır. Aksine İslamın şiarından bazılarını, hayız ve nifasîı iken Ka'beyi tavaf eder, haccın gereklerini ifa ederler. Nitekim bu esnada Allah'ı zikretmelerinde bir sakın­ca yoktur. İmanlarının gereğini yerine getirir. İbadetlerini yaparlar, güzel ahlâk sahibi olmaya çalışırlar. Başka bir açıdan bu belirli vakitlerde meyda­na gelen bir eksikliktir. Yani bu eksiklik, kadmın hayatı boyunca devam etmez. Sadece bazı kısa dönemlerde ortaya çıkar. Hayız da hamileliğin bit­mesiyle kesilir ki o da dokuz aydır. İleri yaşlarda da hayız tamamen kesilir. Bir başka yönden ise bu eksiklik, kadının kendi isteğiyle elde ettiği bir şey değildir. Mü'min bir hanım bazen namaz ve oruçtan uzak kalmaktan dolayı üzüntü duyar, fakat buna rıza gösterir, Allah'ın kendilerine verdiği bu hale karşı da sabreder. Allah Teala da onların bu rıza gösterme ve sabretmelerinin karşılığını verir. Mü'min bir hanım kaçırdığı namazlarına bedel olsun diye bazen nafile ibadet bile yapar. Bunlardan birincisi: Kur'an okumak[540] bol bol dua etmek, zikretmek gibi diğer ibadetlerle hemen eksiğini gidermeye çalışır, Allah'a tevbe eder, O'nu teşbih eder, O'na hamd eder ve O'nu yüceltir. Karşılık, bedel olarak yapılan bu tür ibadetler bize Hz. Aişe'nin mü'minlerin annelerine hicab âyeti geldiği zaman yaptıklarını hatırlatıyor. En üstün amel olmasına rağmen cihaddan alıkonulmuşlardı. Hz. Aişe'nin hacca karşı olan aşırı isteği, işte yapamadığı cihad farizasına karşılık bir bedeldir. Nitekim Hz. Aişe'den rivayet edilen bir hadiste o şöyle der: "Ey Allah'ın Rasulü! Sizinle birlikte bizde gazaya çıkıp cihad edemez miyiz?" Başka bir rivayette "Biz, cihadı en üstün bir vazife olarak görüyoruz" der. [541]Bunun üzerine Rasulullah buyurur ki; "Sizin için cihadın en güzeli, Allah'ın kabul buyurdu­ğu hacdır." Hz. Aişe diyor ki: "Bunu Rasulullah'tan duyduktan sonra haccı asla terketmedim."[542]
İkincisi ise temizlenmenin hemen ardından değil de daha uzun bir müd­det içerisinde yapılan ibadetlerdir. Hayızdan temizlendikten sonra, bol bol nafile namaz kılmak bunlardandır. Bu amaca yönelik ibadetler de Hz. Aişe'nin hayızh olması sebebiyle yapamadığı umreyi ifa etmeye ne kadar ar­zular olduğunu hatırlatıyor. Hz. Aişe şöyle anlatıyor: "Ben ağlıyordum, Rasulullah yanıma geldi ve: 'niçin ağlıyorsun?1 diye sordu. Ben de: 'Umre yapmaktan alıkonuldum1 (başka bir rivayette de şöyle diyor: "Ey Allah'ın Rasulü! İnsanlar iki sevapla bense tek sevapla geri döneceğim'[543] dedim. Bunun üzerine Rasulullah 'ne'n var ki?' diye sordu. Hz. Aişe: 'Namaz kılmı­yorum' cevabını verince, Rasulullah: 'Hz. Adem'den beri diğer kadınlara farz kılınan senin de üzerine farz kılındıktan sonra bu sana hiçbir zarar vermez. Haccına devam et. Umulur ki Allah Teala, haccin sayesinde seni mükâfaatlandınr' buyurdu."
Hz. Aişe diyor ki: "Mina'dan Mekke'ye kadar yürüdük. Mekke yakının­daki Mühassub denilen yerde konakladık. Rasulullah, Abdurrahman'ı çağır­dı ve ona: 'Kardeşini, Harem-i Şerife götür de umre yapsın' buyurdu."[544]
Fethu'l-Bari'de bu husus hakkında şunlar söylenmiştir: "Kadın, normalde mükellef olmasına rağmen namazı terkederek sevap alır mı? Hasta bir kişinin sıhhatli iken kılmış olduğu fakat hastalığı sebebiyle bırak­mak zorunda kaldığı nafile namazlardan sevap alır. Yoksa bu ikisi arasında bir fark var mıdır? Çünkü hasta sağlıklı olmasına rağmen buna devam etme niyetiyle yapıyordu. Hayızh kadın ise bunun gibi değildir." Hafız İbn Hacer diyor ki: "Bana göre bu farkta sevabı gerektirmeyen bir durum vardır."[545] Bu, Hafız İbn Hacer'e göre sevap olmasının muhtemel olduğunu gösterir. Binaenaleyh Allah'ın sizi gözettiğini ve namazı terk etmesine rağmen hayız-lı kadının sevap almasına nasıl ihtimal verdiğini bir düşünün.
Bununla beraber başka yönlerden varid olan dini eksiklikler vardır.
a) Kadın, bazen namazı bırakması sebebiyle imanında zayıflama varmış gibi bir durumla karşı karşıya kalır. Sanki onun üzerinden büyük bir yük alınmış olur. Bu durum ise onu sevaptan alıkor.
b) Namazı bırakmakla ortaya çıkan bu eksiklik sadece sevaba bağlı de­ğildir. Bunun yanında Allah'a boyun eğmekten mahrum kalmasından dolayı müminin kalbinde huşu eksikliği ortaya çıkar ki bu da özellikle daha önce işaret ettiğimiz bedel ibadetlerin eda edilmeme durumunda kendini gösterir.
c) Burada son derece istenmeyen bir duruma karşı bir kuvvet eksikliği de vardır. Şöyle ki namaz, fuhuştan ve kötü şeylerden alıkor, bedel olarak yapılacak diğer ibadetler namazın yerini tutmaz.
Özet olarak aklî ve dinî eksikliğin derecesi şudur. Akıl noksanlığında şu iki halden birinin olması mümkündür. Birincisi: Aklî yetenek eksikliğidir. Yani aklın yaratılışında bu vardır. İkincisi ise zihin açıklığındaki eksikliktir. İster biyolojik, ister sosyal, isterse psikolojik olsun akla tesir eden amillerin neticelerini zihni çalışmada meydana getirdikleri eksikliktir. Burada psiko­lojik ve devamlı bir etken vardır. Ki o da kadındaki aşırı acıma ve şefkat duygusudur. Bu ise bütün kadınların tabiatında sabit olan bir şeydir. Hadîs-i Şerif, zihni dinçlikle ilgili bir durumdaki eksikliğe işaret etmektedir. O da Allah Teala'nın: "Biri yanlışlık yaptığı zaman diğeri ona hatırlatsın diye" âyetidir.
Fakat bu zihni dinçlikteki eksikliğin gerisinde zihni yeterlilik konusun­da bizatihi yaratılıştan gelen bir eksiklik vardır. Hadîs-i Şerif bu noktayı hedef almıştır. Bunun izah yeri de daha önce dediğimiz gibi muhkem ilmi araştırmalardır.
Dini eksikliğe gelince yine şu iki durumdan birinin olması mümkün­dür. Birincisi, insanın dinini yaşamasındaki kusurlardır. Yani hakkıyla Al­lah'tan sakınıp ona hakkıyla itaat edemez. İkincisi de Allah'ın insana emretti­ği görevlerdeki noksanlıktır. Şöyle ki insan sağlıklı, zinde iken onu ifa ede­bilir. Diğer zamanlar yapamaz. Bu da ihmal etmek anlamına gelmez. Hadîs-i şerif de Allah'ın kadına verdiği vazifedeki noksan bir duruma işaret etmekte­dir. O da belirli günlerde kadının oruçtan ve namazdan uzak durmasıdır. Noksanlığın bu türü yani Allah'ın kadına farz kılmış olduğu şeylerden kadı­nın bazen muaf tutulması- Allah'tan sakınması hususunda bazen bir gevşek­lik meydana getirmesidir. Bu bir kaç kadında gerçekleşmesi muhtemel bir durumdur. Diğer bütün kadınlarda değil.
Buna rağmen Rasulullah'm bu eksikliği tefsîr ederken üzerinde durdu­ğu hususları dikkatlice incelememiz gerekir. Fakat bu sının aştığımızda ihti­maller içerisinde boğuluruz, belki de vehimlere dalarız.
Bu şekilde şüpheli şeylere uymaktan sakıncalı bir duruma düşmüş olu­ruz. Müteşabihin Kur'an'da geçmesi mümkün olduğu gibi hadiste de olması mümkündür. Allah Teala bizi bu durumdan sakındırıyor ve muhkem bir şekilde nazil olan şu âyette şöyle buyuruyor:
"Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar." (Âl-i İmrân, 7). Şevkânî bu konuda şöyle diyor: "Âyet-i kerime kalblerinde eğrilik olan kimselerin   Kur'an'ın   müteşabihlerine  uyduğunu   açıklamaktadır... Müsteşabihin manası: Zor anlaşılan, ister teşbihle ortaya çıkan mücmel lafızlar gibi hakiki müteşabih olsun isterse izafi müteşabih olsun maksat açık değildir. Gerçek manasını açıklamada başka delillere ihtiyaç vardır. Kendi iç bütünlüğünde zairi bir manası olsa bile bu böyledir."[546]
Dillerde çokça dolaşan, kadının aklı konusunda şüpheci davranan zayıf ve uydurma hadisler vehimde şüphecilikte çok çok aşın gitmekten başka bir-şey değildir. Bu şüphenin aslı, müslümanlann terketmeleri gereken eski, cahiliye devrinden kalma bir gelenektir. Fakat -üzülerek belirtelim ki- bu hal devam etmiş ve Rasulullah'm, akli ve dini eksikliğin tarifindeki sının aşan bir noktaya gelmiştir. Bu ise kadının şahsiyeti konusunda sapıklığa ve birçok batıl düşüncelere sebep olur.
Mevzu (uydurma) hadislerden hanları:
- "Onlara ne yazı yazmayı öğretin, ne de odalarda oturtun."[547]
- "Kadına uymak, pişmanlıktır."[548]
- "Kadınlar olmasaydı, Allah'a hakkıyla kulluk edilirdi."[549]
- "Kadınlara danışın; fakat tersini yapın."[550] Bazı zayıf haberler
~ "Erkekler, kadınlara itaat ettikleri an helak olurlar."[551]
- "En şiddetli düşmanın hanımındır."[552]
Hz. Ömer'den nakledilen mevkuf bir haber: "Kadınlara muhalefet edi­niz, çünkü onlara muhalefette bereket vardır" sözü, mevkuf bir haberdir.[553]
Üçüncü hadis
Ebu Hureyre şöyle rivayet ediyor: Rasulullah: 'Kadınlara nasihatte bulunun. Kadın, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri üst kısmıdır. Şayet onu düzeltmeye kalkarsan kırarsın. O eğriliği olduğu gibi bırakırsan, eğrilik devam eder gider. Binaenaleyh kadınlara nasihatte bulunun' buyurmuştur."[554]
Yine Ebu Hureyre anlatıyor ve diyor ki: "Rasulullah: 'Kadın, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Onu hiçbir şekilde düzeltemezsin. Eğer ondan faydalanmak istersen ondaki eğriliğe rağmen faydalanırsın. Yok, eğer dü­zeltmeye kalkarsan onu kırarsın. Onun kırılması da boşanmadır' buyurdu."[555]
Hadis birçok hususları içine alır:
a)  Rasulullah'm: "Kadınlara tavsiyede bulunun" sözünde kadınlara yönelik genel bir tavsiye vardır. Bunun manası: Siz kadınlara, onlar da size tavsiyede bulunsunlar" şeklindedir diyenler de vardır.[556]
b)  Bu tavsiye kadının yaratılışı ile illetlendirilmiştir. Bu iş hadiste: "Kadın, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri üst kısmıdır. Bu durum onu hemen erkeğin tabiatından ayırmaktadır. Onda daha başka eğrilikler de vardır. Rasulullah, bu eğriliğin nerede olduğunu ve sınırını açıklamamıştır. Kadının hayatında, erkeğin sıkıştırdığı noktalarda ortaya çıkan ve yaratılıştan gelen bir eğriliğin tesirine işaret etmiştir. Müşahede ettiğimiz tecrübelere dayanarak eğriliği, süratli etkilenme ve aşın etkilenme yada çok hissi davranma yahut da mizaç değişkenliği diye yorum­layabilir miyiz? Eğri, doğrunun zıddıdır. Dengeli etkilenme, onu kontrol al­tında tutma doğru olan, ise hızlı etkilenme, şiddetli etkilenme ise eğri olan­dır. İnsanın acıma ve merhamet duygularını kontrol altına alması doğru olan ise, acıma ve şefkat duygularının egemen olması eğriliktir. Kadın -özellikle-bir karar alırken ya da güzel bir söz veya bir iş karşısında bazen şefkatine mağlub olur. Bu durumda süratli etkilenmeye ve mizacın değişmesine yol açar. Rasulullah, bu durumu vurgulayarak onu hiçbir şekilde düzeltemez­sin" buyuruyor. Bu değişme erkeğin aklını bulandırır ve öfkelenmesine se­bep olur.
Rasulullah'ın, kadınlara öğüt verirken: "Onlar çok lanet ederler, iyiliğe nankörlükte bulunurlar" buyurması bu yorumu tercih ettiriyor. Bu hal ise öfke anında olan genel bir tavırdır. Yani çabuk ve aşırı etkilenmenin bir neti­cesidir. Bazıları da eğriliği, kadının kapalı bir tabiata sahip olması diye yo­rumlamak isterler.[557] Burada kapalılıktan maksat hileci, aldatıcı olmak demektir, derler. Bize göre bu söz, çok uzak ve iftiradır, bütün kadınları yara­lamaktadır. Bu durum, kadın sahabilerin hayatları hakkında, onların hile ve bozgunculuktan uzak olduklarına dair çokça zikredilen naslara ters düşmek­tedir. Bu gizli kutu kalma hali annelerimiz, kız kardeşlerimiz ve hanımları­mız arasında gözlediğimiz hakikatlere ters düşmektedir. Şayet böyle olsa eğitmek üzere çocuklarımıza kapalı tabiatlı birini vekil kılmamız akıl işi midir?
c) Hadis-i Şerif, kadınların hayatlarında ortaya çıkan bu eğrilik karşı­sında erkekleri sabretmeye yöneltmektedir. Rasulullah'ın: 'Şayet onu doğ­rultmaya kalkışırsan onu kırarsın. Kadının kırılması da boşanmadır" sözü de bunu gösterir. Erkeğe düşen görev kadının zorluk ve sıkıntılardan dolayı bu hayata bürünmeyi istemediğini hatırlamaktır. Çünkü bu durum Allah Tea-la'nın kadının mizacında var ettiği bir şeydir. Özellikle de çabuk ve aşın etki­lenme de kendini gösterir. Öyleyse erkek sabırlı, cömert ve müsamaha kâr olmalıdır. Kadının bu özelliğinin, hamilelik, süt emzirme ve çocuk eğitmek gibi temel, önemli görevleri yerine getirme noktasında güzel tesirleri olabi­leceğini bilmelidir. Çünkü bu konularda şefkate, son derece hassasiyete ve hoş görüye ihtiyacı vardır. Yine erkek, aşırı etkilenmenin sonucu olarak-hanımının her bir hatasını sorgulayıcı ve ayıplayıcı bir şekilde davranması hiçbir şeyi düzeltmeyeceğini, aksine birbirlerine karşı soğukluğu ve ayrılığı artıracağını bilmelidir. Bu hal de boşanma ile sonuçlanır. Son olarak, erkek hammından bu ayıpları örtecek gözelliklerin ve faziletlerin olduğunu da aklından çıkarmamalıdır. Rasulullah'ın, kadının hata yaptığında onu düzeltecek olan "Mü'min bir erkek mü'min bir kadının yaratılıştan gelen hoşlan­madığı bir yönünü görürse ona kızmasın. Çünkü onun beğendiği başka bir yönü vardır" sözü bu hususu doğrulamaktadır.[558]
d) Rasulullah'ın: "Kadınlara nasihatte bulunun" sözü, kadınlara yumu­şak davranmayı pekiştiriyor. Rasulullah "kadınlara nasihatte bulunun" sözüyle başladığı gibi onunla sözünü bitiriyor. Bu hadisin şerhinde Tayyibi şöyle diyor: "İstevsu" daki "sin harfi taleb içindir. O da mübalağa için kulla­nılır. Yani 'bizzat kendiniz onlara nasihat vermek isteyiniz yahut başkaları­nın öğüt vermesini isteyiniz demektir. 'Onlar hakkındaki vasiyetime kulak verin, onu uygulayın, kadınlara yumuşak davranın ve güzel muamelede bulunun" diye açıklayanlar da vardır. "Hafız İbn Hacer de şöyle der: 'Bu son söz, bana göre en iyi olan yorumdur. Tayyibi'nin söylediklerine bu ters dü şmemektedir."[559]
Son olarak "aklı ve dini eksik.." hadisi hakkındaki ek kısmında da dedi­ğimiz gibi eksikliğin yer ve sınırım bilmek için kapsamlı ilmi bir gayret sar-fetmek gerekir. Burada da kadının eğriliğini ve sınırını bilebilmek için ilmi bir araştırma gerekir diyebiliriz. [560]

Kadının Bağımsız Kişiliği


İSLAM GELİNCE kadına kendi malında serbest tasarruf hakkı tanıdı­ğı gibi ona insanî erdemlerle ilgili haklarını da vererek ona bağımsız ki­şiliğini kazandırmıştır. Hz. Peygamber döneminde kadının ilmi alanda ba­ğımsız kişiliğini gösteren birçok örnekleri, bundan önceki kısımlarda gör­müştük. Nitekim bazı nasslarda kadının velisine yahut kocasına danışmadan bir takım tasaruflarda bulunabileceği sarih olarak belirtilmektedir. Fakat bi­zi burada asıl ilgilendiren husus, kadının bağımsız şahsiyeti ve tam iradesiy­le üzerine düşen rolleri başarıyla oynayabildiği, hakkını istemek ve savun­mak imkânı bulabildiğini tesbit etmektir. Kadın, dostlarına hediye verebil­mekte, malıyla tasaddukta bulunabilmekte ve evinden dışarı çıkıp tarlasını işleyebilmektedir. Bütün bunları yaparken de ne kocalarına ne de velilerine başvurmaktadır. Bu konuya daha sonra döneceğiz.
Mü'minierin annesi Meymune'nin, cariyesini azad etmesi
İbn Abbas'ın mevlası Kerîb anlatıyor: "Haris, kızı Meymune'nin kendi­sine bildirdiğine göre, Meymune birgün Rasulullah'tan izin almadan küçük cariyesini azad eder. Rasulullah'ın sırası ona gelince Meymune: 'Ey Allah'ın Rasulü! Cariyemi salıverdiğimi biliyor musunuz?' dedi. Rasulullah: 'Gerçekten onu salıverdin mi?1 diye sordu. Meymune: 'Evet' deyince: 'Onu dayılarına verseydin mükâfatın daha çok olurdu" buyurdu.[561]
Milhan kızı Ümmü Süleym Rasulullah'ın evlendiği gün ona kocasının adını anmadan kendi ismiyle hediye veriyor.
Ümmü Süleym der ki: "Ey Enes! Al şunu Rasulullah'a götür. Ona de ki:
'Bunu sana annem gönderdi, sana selamı var. Bu hediyemizi layık değilse de kabul buyurmanızı istiyor."[562]
Esma Binti Umeys önce Ömer'le arkasından da Rasulullah'la karşılıklı konuşuyor. Hicret esnasında muhacirler arasındaki konuşmaları rivayet edi­yor. Bunları yaparken kocası yanında yoktur veya son anlarda geliyor.
Ömer Esma'ya dedi ki: "Hicret etmekte biz sizi geçtik. Rasulullah'a biz sizden daha fazla layıkız." Bunu duyan Esma kızgın bir şekilde. "Hayır val­lahi, siz Rasulullah'ın yanmdaydınız açlarınızı doyurup cahillerinize Öğüt verirken biz uzak ve bıktırıcı Habeşistan yolundaydık. Bu sıkıntılara Allah için, Allah Rasulü için katlandık. Allah'a yemin olsun ki söylediklerini Rasulullah'a anlatıncaya kadar hiç birşey yemeyeceğim, birşey içmeyece­ğim..." Rasulullah ona dedi ki: "Onlar bana sizden daha layık değillerdir. O ve arkadaşları tek bir hicret yapmışlarken siz ehli sefine- (gemiyle habeşista-na gidenler) iki hicret yaptınız. Ümmü Süleym der ki: 'Bundan sonra Ebu Musa ve gemiyle Habeşistan'a gidenler (ashab-ı sefine) gurup gurup bana geliyor, benden Rasulullah'ın bu hadisini soruyorlardı."[563]
Esma'nın, sattığı cariyesinin parasını tasudduk etmesi
"Esma der ki:... Cariyeyi sattıktan bir müddet sonra daha henüz parası yanımdayken Zübeyr yanıma gelerek: 'Onun parasını bana hibe et1 dedi. Ben de: 'Onu tasadduk etmiştim' karşılığını verdim."[564]
Atika binti Zeyd'in, cemaatle namaz kılması
İbni Ömer Atike'ye dedi ki: "Niçin (sabah ve yatsı namazlarına) gidiyorsun. Biliyorsun ki Ömer (mescide gitmeni) istemiyor, kabul etmi­yor." Esma: "Peki onun benî bu işten alıkoymasına ne engel olabilir?" diye sordu. İbn Ömer: "Rasulullah'ın Allah'ın kullarını Allah'ın mescidlerinden alıkoymayın" hadisi, onu bu işten vazgeçirtir karşılığını verdi.[565]
Abdurrezzak'ın rivayetinde ise Atike, Ömer'e: "Allah'a yemin olsun ki, sen bana engel olmayıncaya kadar ben bu işten vazgeçmeyeceğim" demiştir. Zührî der ki: "Atike mescidde iken Ömer onu ayıplamıştır."[566]
Hind binti Utbe'nin Rasulullah'a olan bağlılığını bir dile getirmesi:
Hind der ki: "Ey Allah'ın Rasulü! Bir zamanlar yeryüzünde zillet içinde^, olmasını senin ailenden îlaha çok arzuladığım başka hiçbir aile yoktu. Şimdi; -ise yeryüzünde aziz olmasını en çok arzuladığım aile senin ailen oldu.."[567]
Şeriat, meşverette koca ve velilerin haklarını açıklayıp kadının iyilikte koca ve velisine uymasının gerekliliğini belirtmesi sosyal münasebetlerin sağlamlaştırılması ve aile ilişkilerinin karşılıklı kurulmasıyla aile birliğinin korunması içindir. Dayanışma ve iyilikte kadının kocasına velisine uyması, kadının kusurlu insan olması ve bu sebeple veli veya kocası anlamında de­ğildir. İstişare etmek ümmetin bütün erkek ve kadınlarından istenen ve hepsi için övülen bir niteliktir. "Onların işleri aralarında yaptıkları sura iledir" Duyurulmuştur. Ayrıca müslümanları ilgilendiren konular bu ümmetin da­yanışmasıyla ele alınır. "Yapacağın işler konusunda onlara danış" buyurulur. İtaat, yeri geldiğinde kadın-erkek bu ümmetin bütün fertlerinden beklenen övülen davranıştır. Ümmet emir sahiplerine itaatin gerekliliğinde ittifak halindedir. Bu konuda yüce Allah: "Allah'a itaat edin. Rasulüne ve sizden olan emirlere itaat edin" buyurmaktadır. İyilikte insanlar itaate de­vam ettikçe amir memur herkesin durumu düzelir. Aile vapuru bolluğa ka­vuşur; sosyal müesseseler gelişir, İslam milleti kalkınarak devlet yükselir.
Yok eğer veliler-kocalar iyiliği önermezlerse durum kötüleşerek kor­kunç felaket kapıyı çalar. Bu bakımdan Allah ve Rasulünün emrine uyarak toptan iyiliğe dönmek zorundayız.
Velilerin iyiliğe davet etmeleriyle ilgili örnekler: Hasen anlatıyor: "Ma'kil b. Yesar'ın kız kardeşini kocası boşar, ayrılırlar. Kadının iddeti bitince ayrıldığı kocası onunla yeniden evlenmek isteyince, Ma'kil: 'Kardeşimden ayrılmama imkânı varken ayrılıyor, sonra ona yeniden talib oluyor1 diyerek, öfkelenir. Kardeşini eski kocasına vermek istemez. Bu olay üzerine (Bir başka rivayete göre[568] adam böyle yapmada bir sakınca görmüyor, kadın da adama dönmek istiyordu).
"Kadınları boyadığınız zaman, bekleme sürelerini bitirdiklerinde aralarında güzelce anlaştıklarında birbirleriyle evlenmelerine engel olmayın. Allah, sizden Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere böyle Öğüt veriyor." (Bakara, 232). âyeti celilesi inince, Rasulullah Ma'kil'i çağırarak bu âyeti ona okudu. Bunun üzerine Ma'kil kızgınlıktan vazgeçerek Allah'ın buyruğuna uydu.[569]
Ensar'lı Hansa binti Hudam'dan gelen bir rivayete göre babası, dul iken kendisini istemediği bir erkeğe verince derhal Rasulullah'a gelir. Durumu anlatır. Bunun üzerine Rasulullah nikâhı bozar.[570]
Cabir b. Abdullah anlatıyor: "Teyzem, kocasından ayrılmıştı- Bir gün bahçede bulunan hurmaları toplamak için dışarı çıkmak istediyse de adamın biri onun evden çıkmasına engel oldu. Durumu öğrenmek için teyzem, Rasulullah'a geldi. Rasulullah ona: 'Evet hurmalarını topla. Umulur ki onları ya tasadduk edersin ya da güzel yolda kullanırsın" buyurmuştur.[571]
Hafsa binti Şîrîn der ki: "Yetişkin kızlarımızı bayramda dışan çıkar­mazdık. Ümmü Atiyye'ye geldi konuyla ilgili olarak: 'Rasulullah'dan birşey duydun mu?' diye Ümmü Atiyye'ye sordum. O da: 'Evet Rasulullah'tan duy duğuma göre o şöyle diyordu: 'Yetişkin kızlar ve perde arkasında olanlar (bekar kızlar o dönemde eve yabancı biri gelince perde arkasına geçerlerdi) evlerinden çıkabilirler." Bir başka rivayette ise:[572] "Bayram günlerinde mes­cide gitmekle emrolunurduk. Perde arkasında olanları da çıkarırdık" şeklinde geçmektedir.'[573]
Görüldüğü gibi bazıları hoş olmayan şeyi önerince büyük sahabi, kadri yüce bir hatun onlara karşılık vermekte, onlara Allah Rasulünün buyruğunu Öğretmektedir.
Kadınların kocalarını iyiliğe döndürmelerine dair misaller:
Hz. Aişe 'nin bildirdiğine göre Hind binti Utbe: "Ey Allah'ın Rasulü Ebu Süfyan oldukça cimri biri. Bana ve çocuğuna yetecek kadar nafaka ver­miyor. Ondan habersizce aldığımla idare ediyoruz" deyince, Rasulullah: "İyilikle sana ve çocuğuna yetecek kadar al" buyurdu.[574]
Hz. Ömer'den gelen bir rivayette şöyle demiştir: "Bir konuda kendi kendime düşünürken hanımım: 'Peki şöyle şöyle yapsan1 dedi. Bende ona: 'Ne oluyor sana burnunu niçin sokuyorsun? Bu iş seni ilgilendiriyor mu?' diye çıkışınca o bana: 'Ne garip adamsın ey Hattab'ın oğlu! Kızın sürekli Rasulullah'a munacaat ederken nedense sen kendine birteklifin sunulmasını istemiyorsun?' dedi (Bir rivayette de[575] 'Sana birşeyler söylediğimde niçin bu kadar kızıyorsun? Allah'a yemin olsun ki Rasulullah'ın hanımları o kadar çok şey söylüyorlar ki) şeklinde geçmektedir."[576]
Burada Rasulullah'ın hanımlarıyla olan münasebetleri esas alınarak Hz. Ömer iyiliğe çağırılmaktadır.
Misver anlatıyor: "Ali, Ebu Cehl'in kızıyla nişanlandı. Bunu duyan Fatıma, derhal Rasulullah'a gelerek: 'Ebu Cehl'in kızıyla evlenecek şu Ali'ye bak1 dedi. Rasulullah hemen kalktı ve: 'Ben Ebu'l-As b. er-Rebi'e kızımı verdim. (Zeyneb'i) O, üzerine bir başka kadınla evlenmemek için bana söz verdi. Sözünde durdu. Bilin ki Fatıma benden bir cüzdür. Ona kötü davranılmasım istemem' buyurdu. (Bir rivayette ise[577] Rasulullah: 'Kızıma dini konusunda baskı yapılmasından endişe ediyorum. Allah'a yemin olsun ki, Allah elçisinin kızıyla Allah düşmanının kızı kesinlikle bir erkeğin nikâhında birleşemez' buyurmuştur.)"[578]
İbn Ömer'den gelen b. rivayette Rasulullah: "Allah'ın kullarını Allah'ın mescidlerinden alıkoymayın" buyurmuştur.[579]
Burada bazı erkeklerin hanımlarının camiye gitmelerine engel oldukla­rı, Rasulullah'ın da bunları reddederek erkekleri güzelliğe çağırdığı anlaşıl­maktadır.
Salim b. Abdullah'ın belirttiğine göre, Abdullah b. Ömer şöyle demiş­tir: "Rasulullah'ın: 'Sizden izin almaları durumunda hanımlarınızın mescid-lere gitmelerine engel olmayın' dediğini duydum. Bilal b. Abdullah: 'Vallahi onların mescidlere, gitmelerine engel olacağız' demiştir. (Bir rivayette ise onların mescitlere gitmelerine müsaade etmeyiz. Aksi takdirde bizi aldatır­lar demiştir). Ravi der ki: Abdullah b. Ömer Bilal b. Abdullah'ın yanına vardı, ona çok kötü şekilde sövdü. Onun daha önce böyle sövdüğünü duymamıştım. Ve peşinden: 'Bensana Rasulullah'dan hadis naklediyorum; sen ise: 'Vallahi onları mescitlere göndermem1 diyorsun."[580]
Anlaşıldığına göre burada tabiinden bazıları kadınları mescidlere gön­dermemeye devam etmekte; büyük bir sahabi de aynı şekilde buna karşı çı­karak halkı güzele, doğruya çağırmaktadır. [581]

Kadının Şahsiyetine Gereken Saygının Gösterilmesi


Allah Teala, erkeği ve kadını yaratıp her ikisine de ayrı ayrı özellikler vermiştir. Erkek olsun, kadın olsun her ikisinin de bu özellikleri koruyup ona riayet etmeleri, bu farka önem vermeleri, her bir şahısın kendi özelliklerin­den bazılarını eksilterek karşı cinsin şahsiyetine benzemek gibi bozuk dü­şüncelerden kendisini koruması gerekir. Kadın şahsiyeti hakkındaki konuş­mamız devam ettiği müddetçe bu belirginleşmenin korunması gerektiğini pekiştirmemiz gerekmektedir. Bu belirginleşmede Allah'ın kadını yücelttiği insani vasıflar ve ona yaratıştan bahşettiği fıtrî Özellikler sayesinde onun şeref ve üstünlük kazanması sözkonusudur. Kadının Allah'ın kendine has kıldığı özelliklerde erkeğe benzemesi, bir yönden Allah'ın yaratmasını be­ğenmemek ve çirkin bulmayı bir başka yönden de şuur eksikliğini gösterir. Kadın şahsiyetinin belirginleşmesine riayet etmekle kadının insani temel yükümlülüklerini yerine getirmesine imkan verilmiş olur. O da eşine şada kati ve çocuklarını en güzel bir şekilde gözetmesidir.
Bu farklılığın ortaya çıkmasını teşvik eden bazı nasslar:
İbni Abbas'tan gelen bir rivayette o şöyle diyor: "Rasulullah, kadınlara benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lanet etti."[582]
Yine İbn Abbas rivayet ediyor ve diyor ki: "Rasulullah, kadının huyu ile ahlâklanan erkeğe ve erkek gibi hareket etmeye çalışan kadına lanet etti." [583]
Huzeyl kabilesinden bir adam haber veriyor ve diyor ki: "Amr el-As'ın oğlu Abdullah'ı gördüm. Evi, Harem-i Şerifin dışı, mescidi de Harem-i Şerifin içidir. Birgün ben onun yamndayken Ebu Cehil'in kızı Ümmü Said'i yay ve kılıç kuşanmış erkek gibi yürürken gördüm. Hemen Abdullah 'Bu kim?1 diye sordu. Ben: 'Ebu Cehil'in kızı Ümmü Said' deyince, Rasulullah'ı 'erkeklere benzeyen kadınlar ve kadınlara benzeyen erkekler bizden değildir' derken işittim1 dedi."[584]
Ebu Hureyre anlatıyor ve diyor ki: "Rasulullah, kadın elbisesi giyen er­keğe ve erkek elbisesi giyen kadına lanet etti."[585]
Kadın-erkek her birinin yaratılıştan gelen Özellikleri ancak hayattaki vazifelerini pratikte uygulamalarıyla canlı tutulur ve devam ettirilir. Eğer bu pratik uygulama tam olarak yapılmaz, bir diğerinin önemli vazifelerini ya­hut bir çoğunu yaparsa karşı cinsin özelliklerinin bir kısmım benimseyip el­de edecek ve aynı zamanda da kendisinin temel özelliklerini de kaybedecek­tir. Bu durumda erkek olsun kadın olsun, ferdin hayatı doğru bir istikamette olmayacaktır. Eğer bunu yapan kadınsa asla erkek olamayacağı gibi normal kadın gibi hayatına da devam etmeyecektir. Sadece gittikçe çirkinleşir, kötüleşir, bir taraftan kendi yaratılışından gelenler ve diğer taraftan da sonra­dan elde ettiği özelliklerin birbirleriyle boğuştuğu bir çatışma alanına döner. Allah, kendisini, eşinin sükun bulacağı bir yer kıldığı halde kadının latif ve nazik görevlerinin yok olması yahut hamilelik, süt anneliği ve çocuk terbi­yesi gibi zor ve sıkıntılı görevlerini terketmesi durumunda toplum hayatı as­la istikrarlı bir şekilde devam etmeyecektir.
Kadının, Allah'ın erkeğe has kıldığı özelliklerde ona benzemeye çalışa­rak Allah'ın yolundan ve Rasulünün sünnetinden ayrılıp sapması, Rasulün buyurduğu gibi kadınların erkeklerin kardeşleri olduğu[586] ilkesini unuttura­rak kadının bütün insani niteliklerden uzaklaşarak ikinci veya üçüncü dere­ceden bir insan konumuna düşmesine yol açmaktadır. Artık onun ne iradesi, ne seçme özgürlüğü, ne sosyal hayata olumlu bir katılımı ne de zorunlu olan siyasal yaşama olumlu bir katkısı olmaktadır. Sanki o kamil bir insan değrl, eksik aciz bir yaratıktır. Halbuki İslam, onun kişiliği için sağlam ilkeler ve kesin haklar belirlemiştir. [587]

Kadının Şahsiyetinin Gelişmesine Yardımcı Olan Etkenler:


Birinci etken: Kur'an ve sünnete müracaat ederek müslümanlann, kadının şahsiyyeti hakkındaki düşüncelerini düzeltmek.
Bu düzeltme işi ilk etapta kadının bizzat kendisi hakkındaki düşüncele­rinin düzeltilmesini de içine alır. Çünkü bu tamamlanırsa kadın-zeki kimse­lerin gayretli ve çalışkan olması için- yeryüzünün en güzel bir şekilde imarı­na katılmak üzere işe koyulur. Kadının, saplantılarından kurtulup doğru bir gidişat üzere olması, kendisi hakkındaki düşüncelerin düzeltilmesinde en iyi yardımcıdır.
O, şerefli insandır. Allah Teala :
"And olsun ki biz insanoğullarım şerefli kıldık" (İsra, 70). buyuruyor. İnsanoğulları da erkekler ve kadınlardır. Rasulullah'ın "aklı ve dini eksik olanlar" ve "kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri en üst kısmıdır" sözlerine gelince insanlar onu kötüye yorumlamışlardır. Nitekim daha önce bunun izahım yaptık.[588] Bu sözler kapalı sözlerdir. Kafi ve tafsili naslarla sabit olan kadının bu şerefinin eksik olduğunu gösterecek hiçbir delil yoktur.
O da erkekler gibi hayatında yaptıklarından sorumludur. Sonra da kıyamet günü yaptıklarının karşılığını görecektir. Kadın, babasından, kardeşinden ve kocasından asla bir fayda görmez. Allah Teala:
"Kadın, erkek, inanmış olarak kim iyi iş işlerse ona hoş bir hayat yaşatacağız." (NahI, 197).
"Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun" (Nur, 2) ve yine:
"Erkek hırsız ve kadın hırsızın yaptıklarından dolayı Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak ellerini kesin" (Maide, 38) buyurmaktadır.
Rasulullah (s.a.v.)'de: "Ey Abdulmüttalib'in oğlu Abbas! Allah indinde sana hiçbir fayda veremem. Ey Rasulullah'ın halası Safiyye! Sana hiçbir fay­da veremem! Ey Muhammed'in kızı Fatıma! Sana da hiçbir fayda veremem" buyurmuşlardır.[589]
Kadın da insandır ve müstakil bir şahsiyeti vardır. Seçme hürriyeti var­dır, nitekim hayat arkadaşını seçme hürriyetine sahiptir. Rasulullah (s.a.v.): "Dul bir kadın sarih, açık emri alınmadan nikahlanmaz, bakire kız da kendi­sinden izni alınmadıkça nikahlanmaz."[590]
Binaenaleyh kadın, şayet hoşlanmazsa kocasından ayrılmaya hakkı vardır. Bu, ya kendisinin isteğiyle yahutta kadın tarafından hakime sunulan iddiayı reddetmesi ve kadına zarar vermekten vazgeçmemesi üzerine haki­min boşamasıyla gerçekleşir. Sabit b. Kays'ın karısı Rasulullah'a geldi ve: 'Ey Allah'ın Rasulü! Sabit'i ne dini konusunda ne de bir huyundan dolayı ondan intikam almadım, fakat ona nankörlük etmekten korkuyorum' dedi. Bunun üzerine Rasulullah: 'Ona bahçesini geri verir misin?1 diye sorunca kadın 'evet' dedi ve (kocasını) bıraktı. Rasulullah emir verdi ve onu ayırdı."[591]
Kadın, kamil bir insandır; aile hayatında erkeğin tam bir ortağıdır. Erkeğin cinsi bir oyuncağı değildir. Nihayet kadın, erkek için bir elbise ise aynı şekilde erkek de onun elbisesidir. Allah Teala :
"onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz." (Bakara, 187)
buyurarak bunu tasdik etmektedir. Aile sorumlulukları da ikisi arasında taksim edilmiştir. Binaenaleyh Allah Teala erkeği evi ayakta tutmaya ve kazanç sağlamaya hazırlamıştır. Ve şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın kimini kimine üstün kılmasından ve erkeklerin mallarından sarfetmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine yöneticidir."(Nisa, 34).
Allah Teala kadım da çocukları gözetip yetiştirmek ve ev işlerim çekip çevirmek üzere hazırlamıştır. Rasulullah (s.a.v.) de: "Kadın» kocasının evine ve çocuklarına karşı çoban durumundadır, onlardan sorumludur" buyuruyor.[592] Bu, kadının iradeden yoksun olarak erkeğe tâbi olan biri olmadığını aksine aralarındaki ilişkinin sevgi ve şefkat üzere kurulduğunu gösterir. Eğer bu sevgi ve şefkat kopukluğa uğrarsa evlilik bağlan meşru bir yolla kopar.
O, faydalı siyasi ve sosyal aktivitesi olan olgun bir insandır. Allah Teala:
"Mü'min erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder kötülüğü de yasaklarlar." (Tevbe, 71)
buyuruyor. Kadın, insanlara karşı şahsiyetini, yüzünü, sesini hatta ismini gizlemesi gereken mücerret bir mahrem değildir. Eğer kadın insanla­ra karşı örtünmesi gereken bir avretse aynı şekilde erkek te onlara karşı örtünmesi gereken bir avrettir.
Kimilerinin düşündüklerinin aksine kadının da -erkeklere- denk bir şahsiyeti vardır. Kadın, kimilerinin düşündüğü gibi tatlı bir söze kanan aptal, veya kendisinde hile ve desiseden başka bir şey bulunmayan hilekâr bir tuzakçı değildir. Şayet bazen kadından zayıf ya da kötü birşey sadır oluyarsa aynı şey erkek için de söz konusudur.
İkinci etken: Kadının, Allah'ın kendisine farz kıldığı görevleri yerine getirmesi:
Kadının görevlerini yerine getirmesi yani görevin tabiatı gereği kimi ödevler arasında oran farkı bulunsa da bedeni, akli ve vicdani çeşitli görevle­rini yerine getirmesi demektir. Bütün bu konulardaki gayret ve çalışkanlık kadının şahsiyetinin gelişmesine yardım eder ve ona önemi yüksek seviyeli bir şahsiyet kazandırır. Çevresindeki hayatla geniş deneyimleri olur. Bu yüzden her bir görevin terkedilmesi müslüman kadını zarara uğratır, şahsiyetinin gelişmesine yardım edecek güzel imkânları kaybeder. Şahsiyetini korursa olgunlaşır, yüksek dereceler elde eder. Yerine getirdiği görevlerde güzel meyvelerini verir. Kadının, Allah'a karşı, ailesine ve toplu­ma karşı görevleri vardır. Bu görevlerini yerine getirmesiyle kadının şahsi­yeti kat kat artar.
Üçüncüsü: Allah'ın kadına verdiği uygulamaya sokmak:
Haklan uygulanır kılmak vacibi eda etmek gibidir. Bu çeşitli alanlarda­ki akli, vicdani ve bedeni çabaları kapsar. Ancak burada, vacipleri eda ile hakları pratize etmek arasıda bir etkileşme ve birbirini tamamlamanın oldu­ğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Bu ahenk sağlandığında en güzel meyvelerini verir. Hele buna kadının kazandığı faydalı tecrübeler de katıldı­ğında... Uygulandığında kadının şahsiyetinin gelişmesini sağlayacak hak­lar; va'z ve irşad meclislerine katılma hakkı, eğitim ve öğretim görme hakkı, evlilik ve evlilik için karar bildirme hakkı, evinin ihtiyacından fazla vakti o-lursa mesleki çalışma hakkı, olumlu siyasi ve sosyal aktiviteye katılma hakki vs... Bu hakların kullanılması zorunlu bir maslahattan veya kadının, ailenin veya toplumun temel bir ihtiyacından kaynaklanırsa vacip konumu­na yükselir. [593]

Müslüman Erkeğin Kadına Karşı Güzel Davranışlarından Örnekler


Müslümanların, kadınlara karşı davranışlarında dinlerinin tayin ettiği kurallar vardır. Bu kuralların, onların akıllarında ve anlayışlarında kesin bir şekilde yerleşmiş olması gerekir. Çünkü bunlar, îslamın, kadının insani şerefine ilişkin açıkladığı prensibin güzel bir tarzda algılanmasına dayanır. Nitekim, şeriatın kalblerine olduğu kadınlara iyilik ve yumuşaklıkla mua­mele ilkesi de onların kalblerine kesin ve sağlam bir şekilde yerleşmiş olma­sı gerekiyor. Batılılar kadınlarla kimi zaman sağlam gerekçelerle kimi za­man da yalnızca görünürde iyi geçiniyorlar. Biz müslümanların ise kadınla güzel ilişkiler kurmada samimi ve ayırdedici kurallarımız vardır. Çünkü bu kuralların hepsi yerli yerince konulmuş ve kalblerimizin derinliklerinden gelen şeyler üzerine kurulmuştur. Rasulullah'ın gerek hanımlarına, kızlarına, diğer mümin kadınlara, isterse gayri müslim kadınlara karşı ve bi­ze kadar ulaşın davranışları müslümanlar nezdinde kadınlara iyilik ve yu muşaklıkla muamele ilkelerini iyice kuvvetlendirmiştir. [594]

Rasulullah'ın Hanımlarına Karşı Davranışlarından Bazıları


Ailesine hizmette bulunurdu.
Hz. Aişe (r.a.)'ya: "Rasulullah evde ne yapardı?" diye soruldu. O da "Ailesine yardımda bulunurdu" cevabını verdi.[595]
Rasulullah yola çıktığı zaman hanımları ona arkadaşlık ederlerdi.
Yine Aişe (r.a.) anlatıyor ve diyor ki: "Rasulullah yolculuğa çıkmak is­tediği zaman hanımları arasında kur'a çeker hangisi çıkarsa onu beraberinde götürürdü."[596]
Rasulullah'ın itikaf mahallinde hanımlarını karşılaması.
Rasulullah'ın hanımı Safiyye'den rivayet ediliyor "Safiyye, Rasulullah'ı Ramazan'ın son on gününde yaptığı itikafta ziyaret etmek için yanına geldi. Bir müddet Rasulullah ile sohbet etti. Sonra da ayrılmak için ayağa kalktı. Rasulullah da onunla beraber ayağa kaltı ve onu uğurladı. (Başka bir rivayette: [597]Rasulullah mescidde idi hanımları yanındaydı ve se­vinçliydiler. Rasulullah, Safıyye binti Huyey'e: "Senden ayrıldığım ana kadar acele etme" buyurdu.[598]
Rasulullah'ın hanımı kendisine arkadaşlık edinceye kadar davete ica­betten çekinmesi: Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah'ın güzel çorba pişi­ren İranlı bir komşusu vardı. Bu zat birgün Rasulullah için yemek hazırladı ve sonra gidip kendisini davet etti. Rasulullah (s.a.v.) Aişe'ye işaret ederek: 'Bu da davetli mi?1 diye sordu. Adam: 'hayır (davetli değil)' dedi. Rasulullah da: "Öyleyse ben de gelemem1 dedi. Daha sonra o kişi Peygamberi davet için tekrar geldi. Rasulullah yine Aişe'yi göstererek: 'bu da gelecek mi?1 diye sordu. Adam yine 'hayır' deyince Rasulullah da 'hayır' cevabını verdi. Sonra o adam dönüp tekrar davet etti. Bu sefer de Rasulullah: 'Bu da gelecek mi?' diye sordu. Davet eden adam bu üçüncü sefer 'evet1 dedi. Bunun üzerine Rasulullah ile Aişe beraberce kalkıp birbiri ardınca yürüyerek o zatın evine geldiler."[599]
Rasulullah'ın, hanımının binmesi için yumuşak bir yer hazırlaması ve dizini koyarak hanımının (deveye) binmesini sağlaması:
Enes anlatıyor ve diyor ki: "... Sonra Medine'ye doğru yola çıktık. -Hayber'den geliyordu- Rasulullah (s.a.v.)'i Safıyye'nin -rahatça oturması için- yeleğini devenin hörgücüne dolarken gördüm. Daha sonra devesinin yanına oturdu, dizini koydu Safıyye de ayağını Rasulullah'ın dizine basarak deveye bindi.[600]
Rasulullah'ın, hanımının Habesîlerin oyunlarına bakmasına müsaade etmesi, hanımı bakmaktan vazgeçinceye kadar onunla beraber durması.
Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: "Bayram günüydü, iki siyahî, mızrak-kalkanla oynuyorlardı. Ya ben Rasulullah'a sordum ya da o bana: 'Bakmak ister misin?1 dedi. Ben de 'evet' dedim. Bunun üzerine beni arkasına aldı, yanağımı yanağına dayadı ve: 'Ey Habeşi, haydi oyna1 dedi. Benim sıkıldığı­mı görünce 'yeter mi?' diye sordu. Ben de 'evet' deyince; 'Haydi git' buyurdu."[601]

 

Rasulullah'ın, Kızlarına Karşı Davranışlarından Bazı Örnekler:


Rasulullah'ın kızını hoşgetdin diyerek ayağa kalkıp karşılaması ve onu sağına oturtması:
Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor ve diyor ki: "Fatıma yürüyerek geldi -yürüyüşü sanki Rasulullah'ın yürüyüşü gibiydi- Rasulullah (s.a.v.) de ona: 'Hoşgeldin kızım' dedi, sonra onu sağına yahut soluna oturttu."[602]
Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai'nin rivayetlerinde de: "Fatıma Rasulul­lah'ın yanına geldiği zaman Rasulullah, onu ayağa kalkarak karşıladı, onu kendi yerine oturtu" şeklindedir.[603]

Rasulullah'ın, Mü'm İn Kadınlara Karşı Davranışlarından Bazı Örnekler:


Mescidde bir çocuğun ağlamasını duyması ve annesine karşı ince kalpliliğinden dolayı namazını kısa tutması:
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah: 'Namaa kılacaktım, namazı biraz uzatmak istiyordum ki, o arada bir çocuğun ağladığını duydum; annesinin o-nun ağlamasından dolayı duyacağı acıyı iyi bildiğimden namazımı kısa tuttum.[604]
Rasulullah'ın, namazdan sonra, kadınların önce çıkmaları için erkek­lerle beraber biraz beklemesi:
Ümmü Seleme anlatıyor: "Rasulullah (namazı bitirip) selam verince, kadınlar da selam verir ve ayağa kalkarlar. Rasulullah kadınların kolayca (çıkmaları) için ayağa kalkmadan biraz beklerdi. İbn Şihab diyor ki: "Allah'a yemin olsun ki Rasulullah'ın beklemesi cemaatten ayrılan erkeklerin kadın­lara yetişmeden kadınların çıkmalarını sağlamak içindi."[605]
Rasulullah'ın bayram törenlerine katılmaları için hayızlı kadınların ve kölelerin dışarı çıkartılmasını emretmesi:
Ümmii Atiyye anlatıyor: "Rasulullah'ı: 'Yetişkin kızları, perde arkası ehlini ve hayızlı kadınları mü'minlerin davetlerine iyi işlere katılmaları için dışarı çıkartınız. Hayızlı kadın da namazgahtan uzak dursun' derken işit­tim."[606]
Rasulullah'ın, bayram günü kadınlar duymadılar zanm ile onlara ayrıca nasihatte bulunması:
Cabir b. Abdullah haber veriyor ve diyor ki: "Rasulullah, Ramazan bayramı günü kalktı önce namaz kıldırdı sonra da hutbeye çıktı. Hutbeyi bitirince aşağı indi. (Başka bir rivayette [607]de kadınlar duymadılar zannede­rek) kadınların bulunduğu yere geldi ve onlara nasihatte bulundu."[608]
Rasulullah'ın Ensar'dan olan kadınlar için uzunca bir müddet ayakta durması ve onlara olan sevgisini belirtmesi:
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah, kadınların ve sabi çocukların dü­ğün yemeğine geldiklerini görünce, ayağa kalkarak: 'Allah'ım, en çok sevdi­ğim insanlar sizlersiniz' dedi ve bu sözü üç defa tekrar etti."[609]
Rasulullah'ın deve çobanının sesini duyunca kadınlara hürmeten daha sessiz olmasını tavsiye etmesi:
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah -hanımlarından birkaçı ve Ümmü Süleym ile beraber- yolculuğa çıktı. Yanlarında develeri sevk ve idare eden Enceşe adlı bir köle de vardı. Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde[610] köle, develeri çok sert bir şekilde sevk ve idare ediyordu. Bunun üzerine Rasulullah: 'Yavaş ol ey Enceşe, kadın götürüyorsun' buyurdu.[611]
Rasulullah'ın, hurma taşıyan kadına acıyarak terkisine binmesi içir devesini çöktürmesi:
Ebu Bekir'in kızı Esma anlatıyor: "... Ben Rasulullah'ın Zübeyr'e ayır vermiş olduğu arazisindeki hurma çekirdeklerini taşıyordum. Bu hurmalı Medine'deki evimden bir fersahın üçte-ikisi kadar uzaklıkta idi. Birgt başımda hurma çekirdeği yüklü olarak evime gelirken Rasulullah rastladım. Yanında Ensardan bazıları vardı. Rasulullah beni çağırdı. Son beni terkisine bindirmek için devesine 'ıh! ıh!1 dedi. Fakat ben erkekler beraber gitmekten utandım... Rasulullah benim utandığımı anlayın* (bırakıp) gitti."[612]
Rasulullah'ın, Hz. Osman'a hasta olan hanımına bakması içinBedı savaşına katılmama izni vermesi:
İbn Ömer anlatıyor: "Bedir harbine katılmayan (Osman'a) gelin Rasulullah'ın kızı onun nikahı altında ve hastaydı. Rasulullah ona: 'Bec harbinde bulunanın hissesi kadar sana ecir ve pay var' buyurdu."[613]
Rasulullah'ın, hac yolunda hanımına arkadaşlık etmesi için bir adam cihada çıkmaktan vazgeçmesini emretmesi:
İbn Abbas anlatıyor ve şöyle haber veriyor: "Adam dedi ki: 'Ey Allah Rasulü! Ben şu şu yere giden orduyla yola çıkmak istiyorum." (Müslim'in vayetinde: 'Şu şu yere giden orduya ismimi yazdırdım) Hanım ise hacca g mek istiyor. Bunun üzerine Rasulullah: 'Hanımınla beraber g buyurdular."[614]
Rasulullah'ın kendisine bildirilmeden, bir kadının defnedildiği gün üzülmesi ve bazı sahabileriyle ona dua etmek için kabre gitmesi:
Ebu Hureyre rivayet ediyor: "Siyahı bir erkek yahut bir kadın mesc süpürürdü. (Diğer bir rivayette[615] Ben onun sadece kadın olduğunu gördi (kadın) ölmüştü. Rasulullah ondan sorunca: 'O öldü' dediler. RasululU 'Niçin bana bildirmediniz? Kabrini bana gösterin' dedi. Daha sonra kadir kabrine geldi ve ona dua etti."[616]
Rasulullah'ın, mü'mine kadınlara karşı davranışlarından bahseden bu misalleri, Buhari ve Müslim'in tarhiç ettiği, Rasulullah'ın kendisinin önünde tef çalmayı nezreden bir kadına izin verdiğini bildiren eşsiz bir misalle bitiri­yoruz. Bureyde rivayet ediyor: "Rasulullah, gazalarından birine çıkmıştı. Seferden dönünce siyahî bir cariye: 'Ey Allah'ın Rasulü! Ben, şayet Allah se­ni selamet içinde geri döndürürse senin önünde tef çalıp şarkı söylemeyi nezrettim1 dedi. Bunun üzerine Rasulullah, kadına: 'eğer nezrettiysen peki çal, yoksa çalma1 buyurdu. Kadın da (def) çalmaya başladı..."[617]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder