1. Niyetsiz Amel (1.hadis)
Mü'minlerin emiri Ebu Hafs Ömer b. el-Hattâb'tan (r.a) rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
Resûllulah’ı (s.a.v) şöyle derken işittim:
-”Ameller niyetlere göre karşılık görür. Herkese niyet ettiği şey verilir. (Hicret ederken niyeti) Allah ve Rasülü olanın hicreti, Allah ve Rasülünedir. Kimin hicret ederkenki niyeti elde edeceği bir dünya malı veya evlenmek istediği bir kadınsa onun hicreti de onadır”.[5]
Bu hadisi, Muhaddislerin en önde geleni Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. Muğire b. Berdizbeh el-Buhari (v. 256/869) ve Ebu’l-Hüseyin Müslim b. Haccac b. Müslim el-Kuşeyri en-Nisâbûri (v. 261/874), Hadis sahasında yazılmış kitapların en sahihi olan Sahih'lerinde rivayet etmişlerdir.
Bu hadisi şerif göstermektedir ki; niyet, amellerin kötü lerini tasfiye etmede bir ölçüdür. Niyetin düzgün olduğu du rumda amel güzel, niyetin bozuk olduğu yerde de amel kötüdür.
Bir amel (iş) varsa ve buna niyette bitmişse, burada üç durum sözkonusudur.
1. durum: Bu işin Allah (c.c) korkusundan dolayı yapılması. Bu Allah'ın kullarının (sırf kulluk olsun diye) yaptıkları bir iştir.
2. durum: Bu işin sevap kazanma ve cennete girme düşüncesi ile yapılması. Bu da ticari düşünceye sahip kimselerin yaptıkları bir iştir.
3. durum: Bu işin Allah’tan (c.c) haya edilmesi ve kulluğun hakkını yerine ge tirmek, şükrü edâ etmek düşüncesi ile yapılması. Bu tür kim seler (ibadet etmelerine rağmen) kendilerini kusurlu görür, bu na rağmen kalbinde bir korku vardır. Çünkü amelinin kabul edilip edilmediğini bilemez. Bu da hakiki müslümanların işidir.
Bir gece, Allah Rasûlünü'nün (s.a.v) ayakları şişinceye kadar ibadet ettiğini gören Âişe (r.ah.) ona,
-“Ey Al lah'ın Rasülü! Rabbın senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladığı halde bütün bu sıkıntıları ne diye çekiyorsun,” diye sorunca;
-“Ben şükreden bir kul olmayayım mı?”[6] buyurmuş ve üçüncü durumda izah ettiğimiz hale işaret etmiştir.
Korku ile birlikte yapılan ibadet mi, ümitle birlikte ya pılan ibadet mi daha faziletlidir? diye bir soru akla gelebilir. Buna Gazali (v. 505/1111) şöyle cevap vermiştir:
-“Ümitle birlikte yapılan ibadetler daha faziletlidir (üstündür), çünkü ümit sevgiyi doğurur. Korku ise ümitsizliğe sebep olur.”
Bu yaptığımız üçlü taksimat ve ölçü ihlaslı kimselerle alâ kalıdır.
Şunu (iyice) bilmek gerekir ki, ihlasa bazen kendini beğenmişlik arız olabilir. Kimin de yaptığı amelleri hoşuna gi der de (kendini beğenmesine sebebiyet verirse), amelleri boşa gider. Aynı şekilde kendini büyük görenin de ameli boşa gider.
İkinci durumda, kişi, dünya ve ahiretin her ikisini de elde etmek düşüncesiyle amel işler. Alimlerden bir kısmı, bu niyetle amel işleyenin amelinin makbul olmadığı görüşündedir. Bu görüşlerine de Peygamber'in (s.a.v) şu kutsi hadisi'ni[7] delil olarak almışlardır:
Allah (c.c) şöyle buyurur: ”Ben, bana ortak koşulması na asla razı gelmem. Kim bir amel işler de, ona benden başkasını ortak ederse ben o amelden (veya kimseden) uzak olurum.[8]
Haris el-Muhasibi de (v. 243/857) Kitabı er-Riâye li Hukûkillah'ta bu görüşü savunmuş ve şöyle demiştir:
-“İhlas sadece Allah'a (c.c) itaati kastetmektir. Başka bir şeyi kastetmek ihlas olmaz. Riya iki türlüdür.
l. Kişi itaat etmekle ancak insanların teveccühünü ka zanmak ister.
2.İtaat etmekle hem insanların teveccühünü kazan mak hem de Allah'ın (c.c) rızasını kazanmak ister. Bunlardan her ikisi de ameli boşa çıkarır.
Hafız Ebu Nuaym el-İsfehani (v. 430/1044) Hilyetü'l-evliyâ isimli eserinde, daha önceki âlimlerden bir kısmının bu görüşte olduğunu belirtmiştir. Bunlar görüşlerine Kur'ân-ı Kerim'deki “Dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan Allah (müşriklerin) şirk koş makta olduklarından çok çok yücedir.” [9] âyetini delil almış lardır.
Allah Teâlâ nasıl ki, kadından çocuktan ve (herhangi bir) ortaktan münezzehse, kendinden başkasının ortak edildiği ameli kabul etmekten de münezzehtir. Allah (c.c), kadri yüce ve büyüklükte eşsizdir.
Semerkandi (v. 491/1097) şöyle der: Kişinin Allah (c.c) için yaptığı ameller kabul edilir. İnsanlar için yapılan amel ler ise reddedilir. Meselâ; birisi, öğle namazı kılıp Allah'ın (c.c) farz olan emrini yerine getirmeyi düşünür. Ancak nama zını insanların arasında kıldığı için ta’dili erkâna riayet ede rek, rüku ve secdelerini uzatarak kılarsa, Aslı itibarı ile na mazı kabul edilir. Namazı güzel ve uzatarak kılması ise, in sanlar görsün diye yaptığı için kabul edilmez.
İzzuddin b. Abdisselâm'a (v. 660/1261)
“İnsanlar beğenip takdir etsin diye namazını uzatan ve güzel kılan kimsenin na mazı hakkında ne buyurursun diye sorulmuş o da cevaben:
“Bu niyetle amel işleyen kimsenin amelinin boşa çıkma masını dilerim” demiştir.
Bu izahlar, amelin vasfında şirk olması halinde geçerli dir. Şayet şirk amelin aslında olursa, yani farz olan namazı hem Allah (c.c) hem de insanlar için kılarsa, amelin aslında şirk olduğundan dolayı namazı kabul edilmez. Nitekim amel lerde riya, ameli terk etmekle olur.
Fudayl b. lyaz şöyle der:
“İnsanlar var diye ameli terk etmek te riyadır. İnsanlar görsün diye amel etmekse şirktir. İhlas ise Allah'ın seni her ikisin den de muhafaza buyurması ile olur.” Fudayl'ın bu sözünün manası şudur:
"Kim bir ibadet yapmaya niyet eder de insan lar görmesin diye terk ederse, o gösterişçidir, (riyakâr). Çün kü ameli insanlar sebebi ile terk etmiştir. Ancak kimsenin ol madığı bir yerde yerine getirmek düşüncesi ile o ibadeti yapmayı tehir ederse, bu müstehaptır. Yapacak olduğu ibadet farz olan bir namaz veya zekât ise veya kişi, halkın kendisine uy ması gereken bir alimse bu durumda amelini açıkta yapması daha faziletlidir.
Nasıl ki riya amellerin boşa gitmesine sebepse sum'a da aynı şekilde amellerin boşa gitmesine sebeptir. Sum’a, kişi nin yalnızken Allah için ibadet edip sonra da yaptığı ibadeti insanlara anlatmasıdır.
Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Her kim (yaptığı) amelini başkalarına anlatırsa (işittirirse) kıyamet gününde Allah ta (c.c) (onun bu halini mahşer halkına) işittirir, kim de riya olsun diye bir iş yaparsa, Allah (c.c) onun iç yüzünü ortaya çıkarır”.[10]
Âlimler demiştir ki: Amelini insanlara işittiren kişi hal kın kendisini örnek alması gereken alim bir kimse ise dinle yenlerin anlattıkları ile amel etmesini sağlamak için amelini söylemesinde bir mahzur yoktur.
Mirzebani (r.a) şöyle der:
“Namaz kılan kişinin namazının kabul edilmesi için dört haslet gerekir. Kalp huzuru, akıf selameti, şartların tam yeri ne getirilmesi, bütün organların huşu içerisinde olması. Kalp huzuru olmadan namaz kılan ibadetinden gafil bir kimsedir. Tüm organları huşu içerisinde olmadan namaz kılan, namazını yanlış kılan bir kimsedir. Bu şartlara uyarak namaz kı lan kimse ise namazını bütün erkânına uyarak kılan kimsedir.”
Efendimizin (s.a.v) “Ameller niyetlere göre karşılık görür” sözünün manası:
O bu sözü ile sevaba vesile olan amel leri kastetmiştir. Yoksa mübah[11] olan amelleri kastetmemiştir. Haris el-Muhasibi (v. 243/857) diyor ki:
O bu sözü ile sevaba vesile olan amel leri kastetmiştir. Yoksa mübah[11] olan amelleri kastetmemiştir. Haris el-Muhasibi (v. 243/857) diyor ki:
“İhlasın mubah işlerle ilgisi yoktur. Çünkü mubah olan işlerde Allah'a yakınlık kastedilmediği gibi, Allah'a yakınlığa sebeb te olmazlar. Hiç bir maksat gözetmeksizin sadece bina yapmak gayesi ile bi na yapmak gibi. Ancak mescid, köprü ve ribat yapmak gayesi ile olursa müstehap olur.”
Sözlerine devamla diyor ki:
“Ha ram veya mekruh olan şeyde de ihlas olmaz. Bakılması helal olmayan bir şeye bakıp ta, kendisinin Allah’ın yarattıkları hakkında düşünmek (tefekkür) gayesi ile baktığını iddia eden bir kişinin durumu böyledir.
Mesela, sakalı bıyığı bitmemiş oğ lan çocuğuna ibret nazarı ile bakmak gibi. Bunda hiç bir ih las olmadığı gibi Allah'a yakınlaşma da yoktur. Sıdk ise ku lun gizli ile açığı, içi ve dışı (zahir-batın) bir değerlendirmesinden anlaşılır.
Sıdk bütün makam ve hallerin gerçekleşmeşinden sonra meydana gelir. Çünkü ihlasın özü, itaat eder ken Allah’ı kastetmektedir. Kişi bazan kıldığı namazla Allah'a yönelmeyi kasteder. Fakat namazında, kalp huzuru olmaz. İşte sıdk, ibadette kalbin bütünüyle Allah'a yönelmesidir. Şu halde her sadık olan kimse ihlaslıdır. Her ihlaslı ise sadık olmaya bilir. Allah (c.c) ile manevi bağ kurmanın ve kurmamanın ma nası da budur. Kişi (sadık olunca) Allah’tan (c.c) başkası ile bağlarını koparmış, Allah’la bağlantı kurmuş demektir. Al lah’tan (c.c) başkasından uzak durmanın ve Allah’ın huzu runda bulunmanın zevki ile dolup taşmak bu demektir.
Efendimiz’in (s.a.v) “Ameller…” sözünden maksadı, amellerin sahihliği, ya amellerin hatalarının düzeltilmesi, ya amellerin kabul şartı, ya da amellerin mükemmelliği olabilir. Ebu Hanife (r.a) bu sonuncu manayı tercih etmiştir. Hadiste geçen amellerden, terk türünden[12] olan ameller ve necase tin giderilmesi, gasbedilen şeylerin veya ödünç alınanların ia desi, hediyenin verilmesi v.b, şeyler istisna edilir. Çünkü bun ların sıhhati niyetin düzgünlüğüne bağlı değildir. Ancak bun lardan sevap almak için Allah’a yaklaşma kastedilmelidir.
Yine bir kimse hayvanını yemlerken, Allah’ın (c.c) em rine uymak düşüncesi ile bunu yapmışsa sevap kazanır. Ma lını korumak için yapmışsa kazanamaz. Savaşçı atını Allah (c.c) yolunda bağlar ve sularsa, onu sularken sadece susuzlu ğunu gidermeyi düşünmüyorsa sevap kazanır. Nitekim buna Buhari'nin Sahih'inde işaret edilmiştir. Aynı şekilde evde ha nım kapıyı kaparken, yatacağı zaman lambasını söndürürken Allah'ın emrine uymak düşüncesi ile bunları yaparsa sevap kazanır. Başka şeylere niyet ederek yapsa kazanamaz.
Niyet sözlükte yönelmek demektir. Araplar (bu fiili kullanırken), “Allah (cc) seni hayra yöneltsin” derler. Şeriatta ise fiili (ameli) ile bir şeye yönelmektir. Bir şeye yönelse ancak amel olmasa buna azm denir. Amel lerde niyet, ibadetle adeti, veya ibadetin gerçeği ile gerçek ol mayanını ayırdetmek için şart koşulmuştur. Birinci durumun (ibadetle adetin ayrılmasının) misali mescitte oturan kimse nin durumudur. Orada âdet olarak istirahat etmek için, bazan da itikaf niyeti ile ibadet etmek için oturulur, İşte bura da ibadetle âdeti ayıracak olan şey niyettir. Gusülde de âdeten temizlik kastedilir. Bazan da ibadet kastedilir, ikisinin ara sını ayırdedecek tek vasıta aynı şekilde niyettir. Peygamber (s.a.v)'e gösteriş için mi; mallarını korumak için mi yoksa, kahramanlık için mi savaşan kimsenin Allah yolunda oldu ğu sorulunca verdiği şu cevap buna işaret etmektedir. O şöy le buyurmuştur;
“Kim Allah 'ın (c.c) isminin en yüce olması için savaşır sa odur Allah yolunda olan.”[13]
İkinci durumun, yani ibadetin doğrusunu tesbit etmeye vasıta olması ise şu şekilde olur. Bir kimse dört rekât namaz kılmıştır. Bu namazın öğle namazı olarak kılınmış olabilece ği gibi, sünneti olarak kılınması da mümkün olabilir. Bura da hangisi kastedildiğini niyete göre tesbit ederiz. Köleyi azat ederken de keffaret karşılığı olarak azat edebileceği gibi ne zir v.s. gibi başka sebeplerle de azad edilmesi mümkündür. Bunu da yine niyetle ayırtedebiliriz.
Efendimiz'in (s.a.v) “Herkese niyet ettiği şey verilir...” sözü, ibadetlerde birinin başkası yerine o ibadeti yapması ve ya bizzat niyet etmesi için vekil bırakmasının caiz olmayaca ğına delildir. Ancak bundan zekât malının ayrılması veya kurbanın kesilmesi istisna edilmiştir. Bu iki amelde kişi, güc yet tiği halde boğazlama ve malın ayırımında niyetle başkası na vekâlet vermek caizdir. Hac ve borcun ifasında ise güç yet mesi halinde vekil bırakmak caiz değildir. Ancak meselenin tek yönü olursa niyete ihtiyaç duyulmaz. İki yönü olması du rumunda ise, mesela birisinin bir kimseye bin lirası rehin ol mak üzere ikibin lira borcu olsa ve rehin olanı iade gayesi ile bin lirasını verse bu geçerlidir. Borcu verirken hiçbir niyet et mezse daha sonra istediğinden birine niyet etse, bize göre ni yetin amelden sonra yapılıp ta sahih olması bu durumdan baş ka yerde geçerli olmaz.
Efendimiz'in (s.a.v) “(Hicret ederken niyeti) Allah ve Rasülü olanın hicreti Allah ve Rasülü'nedir. Kimin hicret ederkenki niyeti elde edeceği bir dünya malı veya evlenmek iste diği bir kadınsa onun hicreti de onadır.” sözü:
Hicret, değişik şeyler için kullanılmıştır:
I. Müşrikler Rasülullah’a (s.a.v) eziyet ettikleri zaman sa habenin Mekke’den Habeşistan’a hicreti. Müslümanlar Mekkeli müşriklerin zulmünden kaçıp Necaşi’ye sığınmışlardı. Bu olay Beyhaki'nin (v. 458/1065) söylediğine göre Hz. Muhammed’e peygamberlik vazifesi verildikten beş sene sonra vuku bulmuştur.
II. Mekke’den Medine’ye yapılan hicret. Bu da bi'setten on sene sonra olmuştur. O zaman Mekke’de bulunan her müslümanın Medine’ye Rasülullah’ın (s.a.v) yanına hicret etmesi vacipti. Bazı âlimler, sadece Mekke’den Medine’ye hicretin va cip olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu böyle değildir. Zira Medine'nin hiç bir özelliği yoktur. Vacip olan Rasülullah’ın bulunduğu yere hicret etmektir.
İbn Arabi (v. 542/1147) şöyle demiştir:
“Âlimler, bir kimsenin bir yerden başka bir yere gitme sini, kaçarak gitmek ve isteyerek gitmek diye ikiye ayırmış lardır. Kaçarak gitmek altı kısımdır:
Birincisi: Dârul-Harb olan bir ülkeden, Dâru’l-İslam olan bir ülkeye gitmek. Bunun hükmü kıyamete kadar geçerlidir (baki).
Efendimiz'in (s.a.v), “(Mekke’nin) Fethinden sonra ar tık hicret yoktur”sözünden maksat ise, vuku bulan ve Rasülullah'ın bulunduğu yere hicrettir.
İkincisi: Bidat işlenen yerden hicret. İbn Kasım diyor ki, İmam Malik b. Enes’i şöyle derken işittim:
"(Müslüman) bir kimsenin selefe [14] sövülen bir yerde kalmaya (oturmaya) devam etmesi doğru değildir."
Üçüncüsü: Haramların çokça işlendiği bir yerden hicret. Çünkü her müslümanın helal peşinde koşması gerekir.
Dördüncüsü: Kendisine yapılan eziyetten kurtulmak için hicret. Kişi bir ülkede kendi hayatının tehlikede olduğundan korkarsa oradan başka bir yere gitmesine Allah (c.c) izin ver miştir. Bu ona Allah'ın bir ikramıdır. Oradan ayrılmakla ken dini korumuş olur. Bunu ilk yapan İbrahim (a.s) dır. O kav minden korkunca: “Ben Rabbıma hicret ediyorum (sığınıyo rum).” demiştir. Allah (c.c) Musa'nın (a.s) halini haber ve rirken: “... Korka korka ve etrafı gözetleyerek oradan çıktı” buyurmuştur.[15]
Beşincisi: Hastalık bulaşma korkusu ile salgın hastalık olan bir yerden havadar ve sağlıklı yerlere çıkmak gibi. Peygamber (s.a.v)'ın Ureyne kabilesinden gelip Medine'nin ha vasından rahatsız olanlara otlaklara çıkmalarını emretmesi bu sebepten dolayıdır.[16]
Altıncısı: Malına yapılacak bir saldırı korkusu ile hic ret. Çünkü müslümanın malı da kanı gibi mukaddestir.
Kişinin bir yerden diğer bir yere isteyerek gitmesi ise on şekilde olabilir:
I. Dini bir istekten dolayı.
II. Dünyevi bir istekten dolayı.
Dini bir istekten dolayı yapılan seyahat de dokuz türlüdür:
1. İbret için sefer yapmak. Alİah Teâlâ: "Yeryüzünde do laşıp, kendilerinden öncekilerin sonlarının ne olduğunu gör mezler mi?” buyurmuştur.[17]Zülkarneyn de {a.s) dünyada onun garipliklerini görmek üzere dolaşmıştı.
2. Hac için yapılan yolculuk.
3. Cihad için yapılan yolculuk.
4. Maişet temini için yapılan yolculuk.
5. Ticaret yapmak, (fazla) kazanç sağlamak için yapılan yolculuk. Yetecek kadardan fazlasını kazanmak Allah Teâlâ’nın (c.c) ”Rabbımızdan size gelecek lütuf ve keremi arama nızda size herhangi bir günah yoktur”'[18] âyeti kerimesi se bebiyle caizdir.
6. İlim tahsili için yapılan yolculuk.
7. Manevi değeri olan yerleri ziyaret kastı ile yapılan yol culuk. Peygamber (s.a.v), ”Ancak üç mescidi (ziyaret etmek) üzere binekler hazırlanır”[19] buyurarak buna işaret etmiştir.
8. Sınır boylarında ribat yapmak üzere, geçitler açmak düşüncesi ile yapılan yolculuk.
9. Allah (c.c) rızası için eş-dost ziyareti gayesi ile yapılan yolculuk. Nebi (s.a.v) bununla alâkalı olarak şu hadiseyi an latmıştır:
”Bir kişi bir köydeki arkadaşını ziyaret etmek üzere yo la çıktı. Allah Teâlâ o kişinin yoluna bir melek gönderdi. Me lek adama:
“Nereye gidiyorsun?” diye sordu. Adam:
“Falan köydeki arkadaşımı ziyarete” dedi. Melek devam ederek:
“Yoksa sende o adama vermen gereken birşey mi var?”de di. Adam cevaben:
“Hayır, fakat ben onu sadece Allah (c.c) rızası için seviyorum” dedi. Bunun üzerine melek:
“Ben Al lah’ın sana gönderdiği bir habercisiyim. Şunu bil ki sen onu nasıl seviyorsan, Allah ta seni öylece seviyor," dedi.”[20]
III. Etraftaki kabilelerin Allah Rasülü’ne (s.a.v) dinin esaslarını öğrenip geri dönünce de geride kalan kavimlerine öğretmek gayesi ile yaptıkları hicret.
IV. Mekkelilerden, Peygamber’e (s.a.v) gelip müslüman olduktan sonra kendi kavimlerine dönen kimselerin hicreti.
V. Küfür diyarından İslâm diyarına yapılan hicret. Müslümanın küfrün hakim olduğu bir yerde ikamet etmesi caiz değildir.
Maverdi şöyle der:
“Eğer o kimsenin küfür diyarın da ailesi bulunsa ve dinini yayması mümkün olsa, oradan hicret etmesi gerekmez. Çünkü içinde bulunduğu ülke ileri de İslâm ülkesi olabilir.”
VI. Bir müslümanın hiç bir şer’i sebep olmaksızın müs lüman kardeşini terk etmesi mekruh, zaruret olmaksızın üç günden fazla ayrılması ise haramdır. Anlatıldığına göre bir adam bir arkadaşını üç günden fazla terk etmiş (onunla ko nuşmamış) ona şu beyitleri yazmıştır:
“Efendim! senin yanında benim için zulm olan birşey var, onunla alakalı olarak İbn Ebi Heyseme’ye sor.
Zira o, dedesinden Dahhak- İkrime. vasıtasıyla rivayet ediyor ki,
Ibn Abbas, Rahmet Peygamberi olarak gönderilen efen dimizin,
“Gerçek dostun, dostundan üç günden fazla ayrı kalma sının, Rabbımız tarafından haram kılındığını nakletmiştir.”[21]
VII. Kocanın, karısı kendisine âsi gelmesi durumunda onu terk etmesi. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“...onları ya taklarında yalnız bırakın."[22]
Bir yerde günahlara dalmış kimsenin, konuşmayı veya selam alıp-vermeyi kesmek sureti ile terk edilmesi de hocanın hanımını terk etmesi gibidir.
VIII. Allah Teâlâ’nın nehyettiği şeylerden hicret etmek. Bu hicretin en umumi manasıdır.
Efendimiz'in (s.a.v): “Kimin hicreti Allah ve Rasülüne ise”sözünün gayesi, niyet ve fiil (maksat) itibarı ile,
O'nun (s.a.v): “O kimsenin hicreti de Allah ve Rasülü nedir.” sözünden maksat ise, hüküm ve netice itibarı ile demektir.
Efendimizin (s.a.v): “...Kimin hicreti elde edeceği bir dünyalık içinse…” sözü:
Rivayet edildiğine göre, bir kişi Mekke'den Medine'ye hic retin faziletini (sevabını) islediği için değil, Ümmü Kays isimli bir kadınla evlenmek için hicret etti. Sonuçta da Ümmü Kays'ın muhaciri diye isimlendirildi.
Eğer, nikâh ta İslâm'ın istediklerinden birisidir, niçin dünyalık diye değerlendiriliyor denecek olursa şu cevabı veririz:
O zat zahirde hicret gayesi ile çıkmıştı. İçinden, izhar et tiğinin hilafına (tersine) niyet edince kınama ve levme müs tahak görülmüştür. Aynı şekilde, dış görünüşte hac için, ha kikatte ise ticaret için giden kimsenin veya, dış görünüşte ilim talebi için çıkıp hakikatte reislik veya idarecilik elde etmek gayesi ile çalışan kimsenin durumu da böyledir.
Efendimiz’in (s.a.v) “...onun hicreti de onadır.” hadisi nin bu kısmı, zahirde hac için hakikatte ise, ticaret ve ziyaret için hacca giden kimsenin sevap kazanmamasını gerektirir. Şu halde hadisi, o kimseyi hacca gitmeye sevk eden şey sade ce ticaretse sevap kazanmaz şeklinde anlamak (izah etmek) doğru olur. Eğer onun gitmesine sebeb hacsa ancak ticaret de ona tabi ise, hac için olan niyetinden verdiği taviz nisbetinde alacağı sevap eksilir. Eğer hem hac hem ticaret gayesi ile giderse, sevap kazanma ihtimali vardır. Çünkü onun hicreti sırf (din için olmadığı gibi) dünya için değildir. Bunun tersi de söz konusudur. Çünkü ahiret ameli olan hacca, dünya ame lini karıştırmıştır. Bu hadis, hükmü sırf niyete bağlamıştır. İkisine de birlikte niyet eden kimseye bu yüzden sadece dün yayı kastetmiştir demek doğru olmaz.
Yine de en doğrusunu bilen Allah Teâlâ'dır. [23]
KAYNAKLAR
[5] Buhari, Bedul-Vahy, I, Itk, 6, Menakıbu’l-ensâr, 45, Talak, 11, İman 23; Müslim, İmaret, 155; Ebu Davud, Talak, II; Nesai, Taharet, 59, Talak, 23, Eyman, 19; İbn Mace, Zühd, 26.
[6] Buhari, Tefsir-u Sûretil-Feth, 2; Nesai, Kiyamü’l-leyl, 17; İbn Mace, İkame, 200; Ahmed, IV, 251.
[7] Kutsi hadis: Rasülullah'ın (s.a.v) Kur'an okmamak şartıyla Allah'tan (c.c.) rivayet ettiği söz, fiil, veya bilgi. Bu durumda söz tamamen Rasülullah'a aittir.
[8] İbn Mâce, Zühd, 21; Ahmed. II, 301, 435.
[9] Haşr (59), 23.
[10] Buharı, rikak 36, ahkam, 9; Müslim, zühd, 47, 48; Tirmizî, nikah, 11, zühd, 48; Ibn Mâce, zühd, 21; Ahmed, ili, 40, V, 45.
[11] Yapılması halinde sevap, terk edilmesi halinde de günaha vesile olmayan işler.
[12] Allah Rasülü'nün (s.a.v) yapmaması ile terk sünneti olarak değerlendirilen işler gibi.
[13] Müslim, İmaret 150, 151; İbn Mâce, Cihad, 13; Ahmed, IV, 397;I, 405.
[14] Geçmiş dönemde yaşayan alim veya kimse. İmam Malik ise bu sözü ile kendinden önce yaşamış tebei tabiin, tabii ve Sahabe'yi kasdetmişür.
[15] Kasas: 21/23.
[16] Buna, İslâm tarihinde Uraniyyin hadisesi denir. Uzunca bir hikâyesi vardır. Bk. Buhari, Megazi 36, Tıp, 29, Diyât, 22; Müslim, Kasame, 10; Nesai, Taharet, 19, Tahrim 7, 8; Ahmed, III, 170, 186.
[17] Rum: 30/9; Fatır: 35/44.
[18] Bakara (2), 198.
[19] Buharı, mescidi Mekke, I, 6, savm 67, sayd, 26; Müslim, hac, 415, 511, 516; Ebu Davud, menasik, 94; Tirmizi, salat, 126; Se-sai, mescid, 10; Ahmed, II, 234, 238. III, 7, 34, 45, VI, 7, 398.
[20] Müslim, birr, 38; Ahmed, II, 292, 408, 462, 568.
[21] Ahmed, II, 392, IV, 320
[22] Nisa (4), 34.
[23] İmam Nevevi, Kırk Hadis, Kahraman Yayınları: 13-26.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder