24 Kasım 2010 Çarşamba

Besmelenin Kur'an'dan Ve Fatiha'dan Bir Ayet Olup Olmadığı


  

Besmelenin Kur'an'dan Ve Fatiha'dan Bir Ayet Olup Olmadığı 

 
Medîne ve Basra kıraat âlimleri ile Küfe fâkîhlerı besmelenin Fâtiha'dan olmadığını; Mekke ve Küfe kıraat âlimleri ile Hicaz fakîhlerinin ekserisi, besmelenin Fâtiha'dan bir ayet olduğunu söylemişlerdir. Bu ikinci göruS  lbnu '"Mübarek ve Sutyân Sevrı n.n de görüşüdür.
Birçok delil de bu görüşün doğruluğuna delâlet et­mektedir:
Birinci delil: imâm-ı Şafiî (r.a), Müslim'den, O'nun da İbnü Cüreye'den, O'nun da İbnu Ebî Müleyke'den, bunun da Ümmü Seleme (r.a.)den  rivayet ettiği hadise göre, Hz. Peygamber (as), Fatiha Sûresi'ni okudu, besmeleyi bir ayet, bir ayet, bir ayet, 'i bir ayet, i bir ayet, ıbirayetve yi bir ayet saydı. Bu açık bir nastiF.
İkinci delil: Sa'îd el-Makberî'nın, babasından, O'nun da Ebû Hureyre(r.a.)'den rivayet ettiği hadise göre. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Fatiha sûresi yedi ayettir. Bunların ilki besme­ledir."
Üçüncü delil: Sa'lebi'nin tefsirinde, senediyle, Ebû Bureyde'den, Onun da ba­basından  rivayet ettiği  hadise  göre.   Hz,   Peygamber  (s.as.)  şöyle demiştir:
"Sana, Süleyman b. Davud(a.s.)dan sonra benden başka hiç kimseye inmemiş olan bir ayeti haber vereyim mî? Ben de "Evet"dedim. Oda bunun üzerine: "Namaza başladığında, Kur'ân okumaya ne ile başlıyorsun?" dedi. Ben de: "Besmele ile" dedim O da: "İşte O odur" buyurdu. Bu hadis, besmelenin Kur: ândan olduğuna delâlet ediyor.
Dördüncü delil: Sa'lebî'nin. senediyle Ca'fer b. Muhammed'den, O'nun da ba­basından, babasının da Câbir b. Abdullah (r.a.)'den rivayet ettiği hadise göre Hz. Peygamber (s.a.s.), Câbir'e:
"Namazı kıldığında ne diyorsun? dedi. diyorum" dedi. Bu­nun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.): de." dedi.
Yine Sa'lebî'nin, senediyle, Ümmü Seleme (r.ah)'dan rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s.), Fâtiha'yı  diyerek okurdu.
Yine O, senediyle, Ali b. EbîTalib (k.v.)'den rivayet ettiği hadise göre, Hz. Ali, namazda Fatiha Sûresi'ne başladığında besmeleyi okurdu. Daha sonra da "Kim besmeleyi okumayı terkederse namazı eksik kılmış olur" derdi.
Yine Sa'lebî'nin, senedi ile, Sa'îd b. Cübeyr'den, O'nun da İbn Abbas (r.a.)'dan, Andolsun ki sana es-Seb'ul-Mesânî'yi verdik " {Hicr, 87} ayeti hakkında rivayet ettiğine göre, İbn Abbas (r.a.), es-Seb'ul-Mesânî'nin Fatiha Sû­resi olduğunu söylemiştir. İbn Abbas'a, "Yedinci ayeti nerededir?" diye soruldu­ğunda, O, demiştir.
Yine Sa'lebî'nin, senediyle, Ebu Hureyre (r.a.)'den, O'nun da Hz. Peygamber (s.a.s.)'den rivayetine göre, Resûtullah {s.a.s.) şöyle buyurmuştur.
"Ümmü'l-Kur'ân (Fâtiha'yı) okuduğunuz zaman besmeleyi terketmeyiniz. Çünkü o da, Fâtiha'nın ayetlerinden biridir."
Yine Sa'lebî'nin, senediyle, Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet ettiği hadise göre, Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Allah Teâlâ şöyle buyurur: Namazı kulum ile Benim aramda ikiye taksim ettim. Kul,  dediğinde, Allah Teâlâ, "Kulum Beni yüceltti" der Kul, dediğinde,  Allah (c.c),   "Kulum Bana  hamdetti" der.  Kul, dediğinde, Allah Teâlâ, "kulum Beni övdü" der. Kul, diğinde Cenâb-ı Hakk, "Kulum işlerini Bana havale etti" der. Kul, dediğinde, Cenab-ı Allah,  "Bu benimle kulum arasında (ortaktır)" der. Kul, dediğinde, Cenâb-ı Hakk, "Bu kulumundur ve kuluma istediği verilecektir " buyurur."
Yine Sa'lebî'nin. Ebû Hureyre (r.a.)'den,senedi ile rivayet ettiği haberde O şöyle der:
Mescid'de Hz. Peygamber (sas.) ile beraberdim. Hz. Peygamber (s.a.s.) ashabı ile sohbet ediyordu. Tam o sırada namaz kılmak isteyen birisi girdi, namaza baş­ladı ve eûzüyü okudu. Sonra da (besmele okumadan)" de­di. Hz. Peygamber (s.a.s.) bunu duydu da. adama:
"Ey Adam! Namazım kestin. Besmelenin Fâtiha'dan olduğunu bilmiyor musun? Besmeleyi terkeden, Fâtiha'dan bir ayet terketmiş, Fâtiha'dan bir ayet terkeden ise namazını kesmiş olur. Zira Fâtiha'sız namaz sahih olmaz. O halde kim, Fatiha? dan bir ayet terkederse namazı batı! olur" demiştir.
Sa'lebî'nin Talha b. Ubeydultah (r.a.)dan, senediyle rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle demiştir:  “Kim besmeleyi terkederse, Allah'ın kitabından bir ayet bırakmış olur."
Bu hadislerin tamamını Merhum Allâme Ebû İshâk es-Sa'lebi'nin tefsîrinden aktardım.
Beşinci delil: Fâtiha'nın başında besmeleyi okumak farzdır. Durum böyle olunca besmelenin Fâtiha'dan bir ayet olması gerekir Fâtiha'dan önce besmeleyi oku­manın farz olmasının delili, ayetidir. Bu ayetteki nin başın­daki harfinin zâıd olduğunu söylemek caiz değildir. Çünkü Cenâb-t Hakk m kelâmında aslolan, herbir harfin mutlaka bir faydası (manası) olmasıdır. Bu harf de bir mana ifade edince, ayetin takdiri: (Rabbinin ismi ile baş­layarak oku ) şeklinde olur. Buradaki "oku" emri vücûb (farziyyeti) ifade eder. Bu vucûb. namazdaki kıraatin dışında her hangi bir yerde yoktur. Öyle ise, nassı mu­attal olmaktan (amel edilmemekten) korumak için besmelenin namazdaki kıraat­le okunmasının farz olduğunu söylemek gerekmiştir.
Altıncı delil: Besmele, Kuran hattı ile yazılmıştır. Kur'ân'dan olmayan her şey ise Kur'ân hattı ile yazılmamıştır Görmüyor musun ki Sahabe, sûre isimlerinin Mus-hafa yazılmasına engel olmuş, her on ve beş ayetten sonra işaretler konulmasını menetmişlerdir Bütün bunlardan maksatları, Kur'ân'dan olmayanın Kur'ân'a ka­rışmasına engel olmaktır. Şayet besmele Kur'ân'dan olmasaydı, Sahabe onu Kur'ân hattı ile yazmazlardı. Besmelenin Kur'ân hattıyla yazılması hususunda ittifak et­tiklerine göre. Besmelenin Kur'ân'dan olduğunu anlarız.
Yedinci delil: Müslümanlar, Kur'ân'tn ıkı kapağı arasında olan her şeyin Allah m kelâmı olduğu hususunda icmâ etmişlerdir. Besmele de Kur'ân'ın iki kapağı arasında vardır O halde besmelenin de Allah'ın kelâmı olduğunu kabul etmek gerekir. İşte bu sebebten ötürü, Ya'lâ'nın, bu sözü Muhammed İbn Hasan'a söy­lediğinde. Onun, her hangi bir şey söylemediğini yukarıda anlatmıştık.
Ebû Bekr er-Râzî'nin görüşü, besmelenin Kur'ân'dan olduğu ancak Fatiha Sû-resi'nden bir ayet olmadığı, besmelenin ındınlışmden maksadın sûrelerin arasını ayırmak olduğu şeklindedir. Son iki delil Ebû Bekr er-Râzî'nin sözünün aksini ifa­de etmez.
Sekizinci delil edi ayet olduğunda mutac -tırlar. Ancak Şafiî (r.a.) şöyle demiştir: sözü bir ayet, " sözü de bir ayettir." Ama, Ebû Hanî-fe (rahmetullahi aleyh) şöyte demiştir: "Besmele, Fâtiha'dan bir ayet değildir. Fa­kat, bir ayet, de diğer bir ayet­tir" Ebû Hanîfe'nın bu sözünün zayıf olduğunu ve tercihe şayan olmadığını müsta­kil bir başlık altında izah edeceğiz. O zaman geriye kalan tek ihtimal, besmeleyi Fâtiha'dan tam bir ayet saymaktır. Çünkü böyle kabul etmedikçe, ayet sayısı, yedi olmaz.
Dokuzuncu delil: Besmeleyi Fâtiha'nın başında okumanın vâcib olduğunu söy-lememizdir. Buna göre, besmele'nin Fâtiha'dan bir ayet sayılması gerekir. Şu bi­rinci sözün iza'hı sudur: Ebû Hanîfe, besmeleyi okumanın, (terkinden) daha fazi­letli olduğunu kabul ediyor. Böyle olunca ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'in besmeleyi Fâtiha'nın başında okuduğu belli olunca, üenâb-ı Hakk'ın "(O Peygam­bere) uyunuz." (Araf. 158) ayetinden dolayı, besmeleyi okumanın bize de farz ol­ması gerekir. Besmeleyi burada okumanın farz olduğu sabit olunca, besmelenin Fâtiha'dan olması da kesinlik kazanmış olur Zira bu iki hükmü birbirinden ayıran yoktur.
Onuncu delil: Hz. Peygamber (s.a.s.)'ın şu sözüdür;""Besmele ile başlanılmayan her önemli iş güdüktür (veya) kesiktir.(45) İmandan sonra amellerin en büyüğü namazdır. Buna göre, namazda
besmeleyi okumadan Fâtiha'yı okumak, namazın güdük olmasını gerektirir. Ha­disteki a'jŞn lâfzı, son derece noksanlık ve kusuru ifâde eder. ZiraCenâb-ı Hakk, bu kelimeyi, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e düşman olan kâfiri kınamak için söylemiş ve "Sana buğzeden (yok mu? İşte asıl) zürriyetsiz olan O'dur." (Kev­ser. 3) buyurmuştur Buna göre, besmele okunmadan kılınan namazın son dere­ce nöKsan ve Vusulü eden herkes namazın fasıd olacağına hüküm verir Bu da besmelenin Fâtiha'dan olduğuna ve okunmasının farzıyyetıne delildir.
Onbirinci delil: nz. Peygamber (s.a.s.) Ubeyy b. Ka'b'e (r.a.) "Allah'ın kitabındaki ayetlerin en büyüğü hangisidir?" dediğinde, O, doğrulamıştır. Bu hadisten şu şekilde delil çıkarabiliriz: Bu söz, besmelenin ayet olduğunu gösterir Besmelenin "ayetinde tam bir ayet olmayıp, bir ayetin parçası olduğu bilinen bir husustur. O halde besmele­nin, bu ayetin haricinde tam bir ayet olması gerekir. Bu şekilde hüküm veren her­kes, besmelenin Fatiha Sûresi'nin evvelinde bir tam ayet olduğunu söylemiştir.
Onikinci delil: Muâviye (r.a.), Medîne'ye gelip halka, açıktan okunması gere­ken bir namaz kıldırmış ve bu namazda Fâtiha'yı besmelesiz okumuştu. Namazı­nı bitirince, Muhacir ve Ensâr her taraftan, "Unuttun mu yoksa. Kur'âna başlar­ken besmele hani?" diye seslendiler. Bunun üzerine o, namazı yeniden kıldırdı ve besmeleyi deokudu.Bu haber Sahabe (r.a.)'nin,besmelenin Kur'ânve Fatiha dan olup açıktan okunmasının evlâ olduğunda icmâ ettiklerini gösterir.
Onüçüncü delil: Diğer Peygamberler (s.a.s.) hayırlı bir işe başladıklarında, bes­mele ile başlarlardı. O halde bunun Peygamberimiz Hz. Muhamrrted (s.a.s.)'e de farz olması gerekir. Peygamberimiz (s.a.s.) hakkında bu farziyyet söz konusu olun­ca bizim hakkımızda da söz konusu olur. Besmelenin hakkımızda farz olduğu sabit olunca, Fatiha Sûresi'nden bir ayet olduğu hususu ortaya çıkar. Bu söz dizi­sindeki birinci mukaddimenin delili şudur: Hz. Nûh (a.s.), gemiye binerken
"Binin (gemiye). Onun akıp gitmesi de durması da Allah'ın adıyladir" (Hûd. 41) demiş; Hz. Süleyman (a.s.), Belkîs'e mektup yazdığı zaman, mektubun başına besmeleyi yazmıştır. Eğer Onlar (Hanefîler) ayeti, Hz. Süleyman (a.s.)'ın, Allah'ın isminden önce ken­di ismini söylediğine delâlet ediyor" derlerse, biz de deriz ki: Böyle olduğunu dü­şünmekten Allah'a sığınırız. Çünkü o kuş (Hüdhüd), Hz, Süleyman (a.s.)'ın mek­tubunu getirip, Belkîs'in önüne koymuştur. Belkis, hiç kimsenin giremeyeceği bir evde idi. Çünkü o evi birçok muhafız ve asker koruyordu. Bu sebebten Belkis, bu mektubu getirenin o kuş olduğunu anladı. Daha önce de Süleyman (a.s.)'ın ismini duymuştu. Mektubu alınca, o kendi kendine "Bu Süleyman'dan (geliyor)" dedi. Mektubu açınca, başında besmeleyi gördü de "Ve bu mektub besmeleyle başlıyor' dedi. İşte bu sebeple, peygamberlerin (s.a.s.) her hangi bir hayırlı işe baş­ladıklarında besmeleyi anarak başladıkları ortaya çıkmıştır.
Sözdeki ikinci mukaddime, bu husus diğer peygamberler hakkında sabit olun­ca, bizim Peygamberimiz (a.s.)'a da bunun farz olması gerekir şeklinde idi. Bu­nun delili şudur: "Bunlar, Allah'ın kendilerine hi­dayet ettiği kimselerdir. Öyleyse, onların hidayetlerine uy." (Enam, 90) ayetidir.
Bu, Peygamber (s.a.s.) hakkında sabit olunca, Cenâb-ı Hakk'ın "Ona tâbi olun" ayetinden ötürü de, bunun bize de farz olması gerekir. Besmeleyi oku­manın bize farz olduğu sabit olunca, besmelenin Fâtiha'dan bir ayet olduğu da sabit olur. Bu iki hükmü birbirinden ayıran yoktur.
Ondördüncü delil: Cenab-ı Hakk'ın varlığı diğer varlıklardan öncedir. Çünkü Allah, Kadîm ve Hâlık'dır. O'ndan başkası ise, sonradan otma ve mahlûktur. Yaratıcı olan Kadîm'ın, yaratılmıştan önce olması gerekir. Allah Teâlâ'nın, kendisirde" başkalarından önce olduğu sabit olunca, uygun aklî bir hükümle, O'nun ziknnr başkalarının zikrinden önce olması gerekir. Zikirdeki bu öncelik, ancak "be le"nm okunmasının diğer zikir ve okuyuşlardan önce olmasıyla elde edilir. EL çeliğin farz olduğuna hükmetmek aklen güzel olunca, bunun dinen de muteber olması gerekir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Müslümanların güzel gördüğü ve uygun bulduğu herşey Allah katında da güzeldir'(46) Besmeleyi okumanın farz olduğu sabit olunca onun Fatiha'dan bir ayet olması da sabit olur. Çünkü, bu iki hükmün birbirinden ayrıldığını hiç kimse söylememiştir.
Onbeşinci delil: Nemi Sûresi'nde geçen besmele, şüphesiz Kur'ân'dandır. Sonra bu besmeleyi Kur'ân hattıyla tekrar edilmiş olarak görüyoruz. O halde, onun Kur­andan olması gerekir Nitekim Cenâb-ı Hakk'ın "Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?" (Rahman, 13) ve "Yazıklar olsun, o vakit, yalanlayanlara" (Mürseiât, 15) ayetlerini Kur'ân'da aynf Kat ve aynı şe­kilde tekrar etmiş olarak gördüğümüzde, diyoruz ki, bütün bunlar Kur'ân'dandır.
Onaltıncı delil: Hz. Peygamber (s.a.s.)'in, İslâm'ın ilk yıllarında, besmeleyi Kureyş hattı ile, şeklinde yazdığı rivayet edilmiştir. Ne zaman ki, "(Hûd. 41) ayeti nazil oldu. Hz. Peygamber besmele­yi diye yazdı. Daha sonra Cenâb-t Hakk'ın, ayeti nazil olunca, Hz. Peygamber, şeklinde yazdı.
Neml Sûresı'ndeki (Neml 30) aveti inince de tıpkı bu ayetteki gibi yazdı. Buradaki delâlet ciheti şöyledir: Besmelenin cüzlerinin hepsi Kur'ân'dandır. Keza tamamı da Kur'ân'dandır. Ayrıca, o, Kur'ân'da yer almıştır (ya­zılmıştır), Binâenaleyh onun Kur'ân'dan olduğuna kesinkes hükmetmek gerekir. Çünkü, şu kadar çok gerekçenin bulunması ve çok bılınmesiyle beraber, onu Kur: ân'dan çıkarmak caiz olsaydı, Kur'âmn diğer ayetlerini de Kur'ân'dan saymamak aynı şekilde caiz olurdu ki, bu da Kurana dil uzatmaya sebep olurdu.
Onyedinci delil: Cenâb-ı Hakk'ın, besmeleyi Hz. Muhammed (s.a.s.)'e indirdi­ği ve O'na besmeleyi Kur'ân  hattıyla yazmayı emrettiğinin tevatürle sabit olduğu­nu izah etmiştik. Ve yine, ihtilâfın neticesinin besmelenin Kur'ân'dan olup olma­ması hususunda olduğunu, bunun da, meselâ besmeleyi okumak vâcib midir'? Cünup kimse onu okuyabilir mi ve abdestsız kimse ona dokunabilir mı? gibi, hu­susî hükümlere yönelik olduğunu açıklamıştık. Biz deriz ki, bu hükümlerin varlığı, en ihtiyatiı yoldur. O halde, ihtiyata yönelmek gerekir, çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.) "Sana şüphe vereni bırak da, şüphe vermeyene geç." (47)buyurmuştur.
Besmelenin Fatihadan bir ayet olmadığına dair Hanelilerin delilleri: Besmele­nin, Fatihadan bir ayet olduğu görüşünü kabul etmeyenler de çeşitli deliller ileri sürmüşlerdir. Şöyle ki:
Birinci delil: Muhalifler Ebû Hureyre'nin rivayetine tutunmuşlardır ki, buna gö­re Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Allahu Teâlâ^öyle der: "Namazı, kulumla benim aramda ikiye taksim ettim Kul, dediğinde, Al­lah kulum beni övdü, der. Kul, dediğinde, Allah, kulum beni med-hetti der. Kül, dediğinde, Allah, kulum beni uiuladı, der. Kul, dediğinde, Cenâb-ı Hakk, bu benimle kulum arasındadır", der. (48)Bu haberlelki yönlü istidlalde bulunulmuştur. Birinci istidlal şekli şudur: Hz. Peygamber (s.a.s.), bu hadiste besmeleyi zikretmemiştir. Şayet besmele, Fâ-tiha'dan bir ayet olsaydı, Hz. Peygamber bunu dile getirirdi. İkinci istidlal şekli ise şudur: Cenâb-ı Hakk, hadiste geçen salâtı, kendisiyle kulu arasında ikiye taksim ettiğini buyurmuştur. Burdaki "salât" lâfzından murad. Fatiha Sûresi'dir. Bu yarıya bölme işi, "besmele, Fâtiha'dan bir ayet değildir" dediğimizde, ancak elde edil­miş olur. Çünkü Fatiha, yedi ayettir Buna göre, Fatiha Sûresi'nde üç buçuk aye­tin-ki bu da başlavıp de sona erer-Allah'a; üç buçuğu­nun da -ki bunlar den başlayıp sûrenin sonuna kadar olan ayetlerdir-kula ait olması gerekir'Besmeleyi Fâtiha'dan bir ayet saydığımızda, Allah'a ait olanın dört buçuk; kula ait olanın ise, iki buçuk olması gerekir, Halbuki bu, mezkûr iki eşit parçayı ortadan kaldırır.
İkinci delil: Hz. Aişe (r.a), Hz. Peygamber (s.a.s.)'in, namaza başlarken tekbir ve ayetini okuyarak başladığını rivayet etr ııştır. Ki bu da, bes­melenin Fatiha Sûresinden bir ayet olmadığına bir delildir.
Üçüncü delil: Şayet Cenâb-ı Hakk'ın, sözü bu sûreden bir ayet olsaydı, yine Cenâb-ı Hakk'ın sözünde, tekrarın olması gerekirdi ki, bu da delile aykırıdır
Muhaliflerin birinci delillerine birçok yönden cevap veririz:
Birinci husus: İmam   Ebû İshak es-Sa'lebî'nin, senediyle Hz. Peygamber (s.a.s.)'den rivayet ettiği haberde, Hz. Peygamberin besmeleyi, Fatiha Sûresi'n-den tam bir ayet olarak addettiğini nakletmiştik. İki rivayet çatışınca, tercih yap­mak bize aittir. Çünkü, isbat eden rivayeti, nefyeden rivayete tercih etmek gerekir(49)
ikinci husus: Ebu Davûd es-Sahtıyanî'nin en-Nahaî'den, O'nun da Mâlik'den, onun da el-Alâ b. Abdirrahman'dan, onun da babasından, babasının da Ebû Hu-reyre (r.a.)'den rivayet ettiği bir hadise göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: dediğinde, Cenâb-ı Hakk, kulum beni uluiadı; bu benimle kulum arasında olan bir şeydir." Sen bunu iyice kavradığında biz deriz ki, Cenâb-ı Hakk'ın sözü, taksim hususundadır. Bu ise. Ancak ayetinden önce ve sonra üçer ayet olduğunda mümkündür. Şayet, bes­melenin Fatiha Sûresi'nden olduğunu kabul edersek, bundan önce üç ayet bu­lunmuş olur ki, bu durumda bu haber, bu bakımdan bizim lehimize delil olur.
Üçüncü husus: Nısf yanı "yarı" lâfzı, ayetlerin sayısındaki yarıya muhtemil ol­duğu gibi, mana bakımından da yarıya ihtimali vardır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), "Ferâiz ilmi, ilimlerin yansıdır" buyurmuş, ferâiz ilmi­ni, ölülerin durumundan bahsetmesi bakımından, "yan" diye adlandırmıştır Çünkü ölümle hayat, birbirini tamamlayan iki yarımdır Şureyh de: "İnsanların yansı kız­gınken, ben sabahladım" demiş, onların bir kısmının hoşnut, bir kısmının da öf­keli olması bakımından, bunu "yarı" olarak isimlendirmiştir.
Dördüncü husus: Bizim, besmelenin Fâtiha'dan bir ayet olması hususundaki delillerimiz açıktır Halbuki onların, tutundukları haberden maksat, besmelenin Fâtiha'dan olup olmadığı hususunu izah değildir. Bu haberin maksadı, başka bir şeyi beyandır O halde, bizim delilimiz daha açık ve daha güçlüdür
Beşinci husus: Bizim görüşümüzün, ihtiyata en yakın olduğunu da açıklamıştık.
Muhaliflerin ikinci delillerine de, İmâm Şafiî'nin söylemiş olduöu şu sözle ce­vap veririz: Şafiî şöyle buyurmuştur; Belki de, Hz. Âişe Fâtiha'nın ismi olarak kullanmıştır Nitekim "Falanca, "Hamd, gökleri yaratan Allah'a mahsustur." {Enam. 1) sûresini okuduğunda, 'yi okudu." denilir İşte burada da durum aynıdır. Bunun cevabının tamamı, daha sonra Enes'in haberi olarak gelecektir
Üçüncü delillerine cevabımız da şudur: Te'kit etmek için, Kur'ân'da tekrarlar çoktur Cenâb-ı Hakk'ın Rahman ve Rahîm olmasını te'kit etmek, yapılacak şeyin en önemlısidir Allah en iyi bilendir.(50)


 

Fatiha Suresinin Ayetlerinin Sayısı     

Bazı şazz rivayetlerde, Hasan-ı Basrî'nin, bu sûrenin ayetlerinin sekiz tane olduğunu söylediğine şahid ol-
durn. Ancak, âlimlerin çoğunun müttefik olduğu meşhur rjvayette ise bu sûrenin ayet sayısı yedidir İşte bu-
na kjnaen ,je, Allah Teâlâ'nın  "Andolsun ki biz sana es-Sebu'l-Mesânî'yi (yedi tekrar edilen ayeti) verdik." (Mfcr, 87) ayetini de "Fatiha Sûresi" diye tefsir etmişlerdir Bunun böyle olduğu sabit olun­ca, biz deriz ki, "Besmele Fatihamdan bir ayettir" diyenler, Cenâb-ı Hakk'ın sözünü tek bir ayet kabul etmiş­lerdir. Ebû Hanîfe'ye gelince, o, besmeleyi Fatiha Sûresi'nden bir ayet saymayın­ca. sözünü bir ayet, sözünü de ikinci bir ayet kabul etmiştir. Bu hususu iyice kavradığında biz deriz ki İmâm-ı Şafiî'nin söylediği daha evlâdır. Birçok şey buna delâlet eder.
Birincisi: ayetinin sonu, daha önce geçen ayetlerin so­nuna benzemiyor. Halbuki âyet sonlarında benzerliği gözetmek lâzım Ztra biz Kur'ân ayetlerinin sonunun, birbirine yakın veya birbirine benzef öimak üzere, iki türlü olduğunu görüyoruz. Birbirine yakın olan Kaf Sûresi'ndeki gibidir, birbiri­ne benzer olan da Kamer Sûresi'ndekı gibidir. Cenâb-ı Allah'ın  zü, ayet sonu olarak, bu iki kısımdan değildir O haide, buradaki ayetin sonu kabul etmek mümkün değildir.
İkincisi: sözünü, ayetin başlangıcı kabul ettiğimizde, aye­tin evvelini £ lâfzı kabul etmiş oluruz. Bu j-t lâfzı da ya kendinden önceki kısmın sıfatı, veya kendinden öncekinden istisna edilen bir kelimedir. Mevsûfuyla beraber zikredilen sıfat, tek bir şey gibidir. Tıpkı, müstesna minh ile beraber müs­tesna da, bunun gibi, tek bir cümieymiş gibi kabul edilirler. Aralarına bir fasıla sokmak, delilin aksine bir-hareket tarzı olur. Ama Cenâb-ı Hakk'ın sûrenin sonuna kadar, tek bir ayet olarak kabul ettiğimizde, sı­fatla birlikte mevsûfu; "müstesna minh" ile birlikte "müstesnâ"yı tek bir söz ve tek bir ayet kılmış oluruz. Bu ise, delil olmaya en yakın olandır.
Üçüncüsü: "Mübdelun mjnh (kendisinden bedel tutulan kelime) mahzuf hük­mündedir. Buna göre ayetinin takdiri, olur. An­cak, kendilerine Cenâb-ı Hakk'tn in'âm ettiği kimselerin yoluna iletilmeyi taleb et­mek, sadece ıkı şartın tahakkukuyla caiz olur. Bu şartlardan birincisi, kendisine in'âm edilmiş olanın, gazab edilmiş olmaması, ikincisi ise, kendisine in'âm edil­miş olanın sapıtmış olmamasıdır. Biz bu şartı kabu! etmediğimizde, "ayetiyle ıhtıdâ talebi caiz olmaz. Bunun de-lıli şu ayettir: "Allah'ın nimetini, küfür ile değişti­renleri görmedin m;?"(ibrâhîm. 28jBu, Cenab-ı Allah'ın, onlara nimet verdiğine fakat onlar neticede gazaba uğrayanlar ve sapıtanlar haline geldiklerinden, onlara tâ­bi olmanın caiz olmadığına delâlet eder. Böylece de, Cenâb-ı Hakk'ın
ifadesini, yine Allah'ın ifadesinden ayırmanın uy­gun olmadığı, tam aksine bu ıkı ifadenin toplamının tek bir kelâm olduğu ortaya çıkmış olur. Bu sebeble de, bu iki ifadenin tek bir ayet olduğuna hükmetmek ge­rekir. Eğer muhalifler; "Cenâb-ı Hakk'ın sözü tek bir ayet; sözü, mana cihetiyle kendinden öncekine bağlı olup, müstakil bir ayet olma'makla birlikte, ikinci bir ayet değil midir?" derlerse, biz deriz ki, bu iki husus arasındaki fark şudur:
sözü,  sözü olmadan da tam bir sözdür. O hal-de, yalnız" sözünün tam bir ayet olması imkânsız değildir. Hal­buki, öbürü JDunun gibi değildir. Zira, beyan ettiğimiz gibi, yalnız başına " afizû  tam   bir  kelam  olmayıp, aksine buna  sözü ilâve edilmediği sürece, O'nun Atsözü doğru olmaz. Böylece, ikisi arasındaki fark ortaya çıkmış olur.(51)


Sekizinci Mesele

Mezheb âlimlerimizden bir kısmı, besmelenin diğer sû relerin evvelinden bir ayet olup olmadığı hususunda, Şâfıî (r.a.)'a ait iki görüş rivayet etmişlerdir. Şafiî ulema­sına gelince, diğer sûrelerin başındaki besmelenin de Kur'ân olduğu hususunda ittifak etmişler ve bu husustaki sözü ikiye ayırarak, her sûrenin başındaki besme­le yalnız başına olarak mı tam bir ayettir yoksa besmele, kendisinden sonra ge­len kısımla beraber olarak mı bir ayet teşkil etmektedir? demişlerdir.
Bir kısım hanefîler de. bu meselede Şafiî'nin icmâya muhalefet ettiğini söyle­mişlerdir. Zira, Şafiî'den önce hiç kimse diğer sûrelerin başındaki besmelenin ayet olduğunu söylememiştir. Bizim delilimiz şudur: Besmele, her sûrenin başında Kur! ân hattıyla yazılmıştır. O halde, besmelenin Kur'ân olması gerekir. Muhalifler, Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği hadisle ihticâc etmişlerdir. Bu hadise göre, Hz. Peygam­ber (s.a.s.). Mülk Sûresi'nin otuz ayet, Kevser Sûresı'nin ise üç ayet olduğunu söy­lemiştir. Sonra Ashab.Du ayetlerin besmelesiz tamamlandığında ittifak etmişler­dir. O halde, besmelenin bu sûrelerden bir ayet olmaması gerekir,
Bu hususa cevap olarak biz. besmele kendisinden sonraki ayetle birlikte bir ayettir, dediğimizde bu müşkül ortadan kalkmış olur.
Eğer muhalifler: Besmelenin. Fâtiha'nın evvelinden tam bir ayet olduğunu iti­raf ettiniz. O halde, diğer sûrelerden ayetin bir kısmı olduğuna hükmetmeniz na­sıl mümkün olyr derlerse biz deriz ki: Bu tuhaf değildir, olabilir. Cenâb-ı Hakk'ın, sözünün tam bir ayet, sonra Dualarının sonu ise. hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur, demeleridir." (Yûnus, 10) sözünün toplamının bir ayet olduğunu görmez misin? Burada da du­rum aynıdtr. Bunun gibi, Kevser Sûresi de üç ayettir. Yani bu sûrenin hususiyyeti, üç ayet olmaktır. Besmele ise. bütün sûreler arasında, müşterek olan bir şey gibi­dir Böylece, bu sual de sakıt olur.(52)

Dokuzuncu Mesele     

Ahmed b. Hanbel'den rivayet edildiğine göre o, besmelenin Fâtiha'dan bir ayet olduğunu söylemiş, ancak besmeleyi her rekâtte gizli okumuştur. Şafiî'ye gelin­ce, O da besmelenin Fatiha Sûresi'nden bir ayet olduğunu söylemiş ve onu açık­ça okumuştur. Ebû Hanîfe de, besmelenin Fâtiha'dan bir ayet olmadığını söyle­miş, ancak her rekâtte besmeleyi açıktan okumayarak, gizli okumuştur. Biz deriz ki, besmeleyi açıktan okumak sünnettir. Sunun bir çok delili bulunmaktadır.
Birinci delil: Besmelenin Fâtiha'dan bir ayet olduğunu delilleriyle göstermiştik. Bunun böyle olduğu sabit olunca, biz deriz ki, "istikra" {etraflı araştırma) tek bir sûrenin ya tamamıyla gizli okunmasına veya tamamıyla açık okunmasına delâlet eder. Bir sûrenin, bir kısmının gizli, bir kısmının da açık okunmasına gelince bu, hiç bir sûrede yoktur. Bu sabit olunca, cehrî kıraatlerde, besmeleyi açıktan oku­mak meşru olur.
İkinci delil: Hiç şüphe yok ki, sözü, Cenâb-ı Allah'ı öv­mek ve O'nu tazimle zikretmektir. Bundan dolayı, bunu açıkça söylemenin meş­ru olması gerekir.ZiraCenâb-ıHakk, Allah'ı, ba­balarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir tarzda anınız." (Bakara, 200) buyurmuştur. Malûmdur ki insan babasıyla övünüp, bundan kaçınmazsa baba­sının ismini açıkça anar, ve bu işte çok ileri gider. Fakat, babasının adını gizler veya sessizce söylerse, bu, babasının ismini açıkça söylemekten çekindiğini gös­terir. Babasıyla iftihar eden kimse onun ismini açıkça söylemek konusunda mü­balâğa edince, Allahı açıkça zikretmenin, amel cihetinden daha evlâ olması ge­rekir. Çünkü Cenâb-ı Allah, Cahiliye devrinde) atalarınızı (böbürlenerek) andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. (Bakara, 200) buyurmuştur.
Üçüncü delil: Allah'ı açıktan zikretmek, inkâr edenin, inkârına bakılmaksızın, bu zikrin iftihar edilecek bir şey olduğunu gösterir. Aklen bunun güzel göründü­ğünde şüphe yoktur. Ser'an da bu böyledir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) " "Müslümanların güzel gördüğü her şey Allah katında da güzeldir.(53) Şu husus da görüşümüzü güçlendirir: Gizlemek ve saklamak, ancak ayıplı ve noksan şeye mahsustur. İşte bu ayıbın ortaya çıkmaması için in­san onu gizler ve saklar. Övünmenin, üstünlüğün ve iftiharın çeşitlerinin en bü­yüğünü ifade eden şeyi, gizlemek aklen nasıl uygun olur? Kulun, tazim maksa­dıyla Allah'ı zikretmesinden daha üstün ve mükemmel bir iftihar vesilesi olamıya-cağı malûmdur Zira Hz. Peygamber (s.a.s.)
"Müjdeler olsun o kimseye ki dili Allah'ın zikri ile ıslanmış olarak ölmüştür.(54) Hz. Ali (k.v.) de şöyle derdi: "Ey kendisinin zikri zikredenler için bir şeref olan varlık." Bu gibi şeyleri gizlemeye gayret göstermek akıllı olan insana nasıl yakışır? Bu sebeble, Hz, Ali (r.a.)'ın mezhebi­nin, bütün namazlarda besmeleyi açıktan okumak olduğu nakledilmiştir. Ben de derim ki bu delil, muhaliflerin sözleriyle silinip gitmeyecek kadar, bence, güçlü ve sağlamdır
Dördüncü delil: Senedi ile Şafiî (r.a.) şunu rivayet etmiştir: Muâviye (ra.) Medî-ne'ye geldi ve halka namaz kıldırdı, besmeleyi okumadı. Rükû ve secdeye gider­ken de tekbir almadı. Selâm verince Muhacir ve Ensar ona şöyle seslendiler: "Ey Muâviye, namazımızı çaldın, besmele nerede? Rükû ve secdeye giderken tekbir nerede?" Sonra, Muâviye {r.a.), besmele ve tekbirlerle birlikte namazı yeniden kıldırdı. İmâm-ı Şafiî (r.a.) şöyle buyurmuştur: Şüphesiz Muâviye güçlü ve salta­natlı bir hükümdardı. Şayet besmeleyi açıktan okumak, Muhacir ve Ensar'a gö­re, yerleşmiş bir iş olmasaydı, Muâviye'nin besmeleyi terketmesi sebebiyle, onlar bu hâli yadırgadıklarını ortaya koyamazlardı.
Beşinci delil: Beyhakî es-Sünenü'l-Kebir'inde, Ebû Hureyre (r.a.)'dan rivayet ettiği hadiste o şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.s.) namazlarında besmeleyi açıktan okurdu." Sonra Beyhakî, Ömer b. Hattab, Ibn Abbas, Ibn Ömer ve İbn Zübeyr (r.anh)'den de besmeleyi açıktan okuduklarını rivayet etmiştir.
Ali b. Ebî Talib (r.a.)'a gelince, onun besmeleyi açıktan okuduğu tevatürle sabit olmuştur. Kim dinî hususunda Hz. Ali'ye uyarsa o kimse doğruyu bulmuş olur. Bunun delili ise Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şu sözüdür,"Ey AUahım, AH nerede dönüp dolaşırsa, hakkı da onunla birlikte dönderip dolaştir.(55)
Altıncı delil: sözü, takdir edilmesi gereken bir fiile taalluk eder. Buna göre takdir şöyle olabilir: "  her han­gi birşey takdir edilebilir. Şüphe yok ki bu besmeleyi duymak, Allah'ın koruması­nın haricinde, O'na isyan etmekten alıkoyacak bir güç ve Allah'ın yardımı olmak­sızın, Allah'a itaata güç-kuvvet bulmanın imkânı olmadığına dair aklı uyarır. Yine Allah'ın zikri ile başlamadıkça hiç bir hayır ve bereketin tam olamayacağına aklın dikkatini çeker. Bütün ibadet vetaatlardan maksadın, akılda bu tür manaların mey­dana gelmesi olduğu malûmdur. Bu kelimeyi (besmeleyi) dinlemek, bu yüce ha­yırları ve üstün bereketleri ifade edince, besmeleyi söyleyen kimse Cenâb-ı Al­lah'ın " insanlar için çı­karılmış en hayırlı bir ümmehiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye ça­lışırsınız," (Ai ı imrân. 110) ayetinin şümulüne girmiş olur. Çünkü besmeleyi açıktan okuması sebebiyle, okuyan kimse emri bi'l-ma'rûf kısımlarından en güzel olanını yapmıştır ki, bu da kişinin bütün benliği ile Allah'a yönelip, bütün hayır işlerde Allah'ın yardımını istemesidir. Hâl böyle olunca akıllı olan kimsenin, "Besmeleyi açıktan okumak bidattir" demesi nasıl yakışık alır.
Muhalif olan, birçok husus ve delil ilen sürmüştür. Şöyle ki:
Birinci delil: Buhârî'nin senedi ile birlikte, Enes b. Mâlik (r.a.)'dan rivayet ettiği hadise göre O şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.s.lEbû Bekr.Örnerve Os­man'ın arkalarında namaz kıldım. Hepsi ile okumaya başlı­yorlardı" Müslim de bu haberi Sahîh'inde rivayet etmiştir. Ancak Müslim'in riva­yetinde: "... onlar besmeleyi söylemiyorlardı" ibaresi de vardır Başka bir riva­yette ise "... onlardan her hangi birinin besmeleyi (namazda, Fâtiha'nın başın­da) okuyanını duymadım" ilâvesi; dördüncü bir rivayette ise".... onlardan hiç bi­ri besmeleyi açıktan okumamıştır" ifadesi yer almıştır.
İkinci delil: Abdullah b. Mugaffel'in rivayet etmiş olduğu hadistir. O şöyle de­miştir: Babam, benim (namazda) besmeleyi okuduğumu duydu da şöyle dedi; "Evlâdım! İslâm'da bidatlardan sakın. Hz. Peygamber (a.s.)'m, Ebû Bekr'in. Ömer'­in ve Osman'ın arkalarında namaz kıldım, bunların hepsi" diye okumaya başlarlardı. O halde namaz kıldığında başla." Ben de derim ki, Enes ile İbn Mugaffei, besmelenin zikredilmemesini üç halifeye tahsis etmişler, Hz. Alı (r.a.)'yi anmamışlardır Bu da herkesin, Hz. Ali (r.a.)'ın besmeleyi açıktan okuduğuna mutabık olduğuna delâlet eder.
Üçüncü delil: Cenâb-ı Allah'ın" "Rabbinize yalvara yakara, gizlice dua edin." (Araf, 55), "Rabbini içinden yalvara-rak ve korkarak an" (Araf, 205) ayetleridir. Besmele Allah'ı zikretmektir, öyle ise bu­nun da gizli okunması gerekir. Bu fakîhlerin, ilk iki söze dayanarak çıkardıkları bir delildir.
Enes (ra.)'dan gelen habere birçok yönden cevab veririz:
Birincisi; İmam Ebû Hâmid el-lsferâyınî bu konuda Enes (ra.)'dan altı rivayette bulunmuştur. Hanefîler ise Enes (r.a.)'dan üç rivayet nakletmişlerdir.
Birinci rivayet O'nun "Resûlullah(s.a.s.)'ın, Ebû Bekr'in, Ömer'in ve Osman'ın arkalarında namaz kıldım. Onlar namaza"ile başlıyorlardı." sözüdür.
İkinci rivayet, O'nun "Onlar besmeleyi okumuyorlardı" sözüdür.
Üçüncü rivayet ise, Enes (r.a.)'ın ".. Onlardan hiç birinin besmeleyi okudukları­nı duymadım" sözüdür Bu üç rivayet Hanefîlerin görüşünü desteklemekte, Enes (r.a.)'dan rivayet edilen diğer üç haber ise onların görüşüne ters düşmektedir,
Bunlardan birinci rivayet, daha önce zikrettiğimiz şu haberdir: Enes (r.a.) şöyle demiştir: "Muâviye namazda besmeleyi terkedince, Muhacir ve Ensâr bunu ya­dırgadılar." Bu rivayetin, besmeleyi namazda açıktan okumanın, sahabe arasın­da tevatür derecesine varmış bir iş olduğuna delâlet ettiğini açıklamıştık.
İkinci rivayet: Ebu Kılâbe'nin, Enes(r.a.)'dan rivayet ettiğine göre, Hz. Peygam­ber (a.s.), Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer (r.a.) besmeleyi açıktan okurlardı. Üçüncü ri­vayet, Enes (r.a.)'a, besmeleyi açıktan veya gizli okumak hususunda sorulduğun­da O, "Ben bu meseleyi bilmiyorum" demesidir Böylece bu mesele hususunda, Enes (r.a.)'dan gelen rivayetlerde belirsizliğin çoğalmış ve hadislerin birbiri ile ça­tışmış olduğu ortaya çıkar. Bundan dolayı diğer delillere başvurmak gerekir. Yine bu rivayetlerde başka bir töhmet vardır. O da şudur: Hz. Alı, besmeleyi açıktan okuma hususunda çok hassas idi. İdare Emevîlere geçince onlar, Hz. Ali'nin iz­lerini silme hususunda ileri giderek besmeleyi açıkça okumayı menetme husu­sunda aşırı davranmışlardır İşte bu sebeble, belki de Enes (r.a.) onlardan çekin­miş ve bu husustaki sözleri tutarsız olmuştur. Biz her hangi bir şeyde şüphe et­sek de, Enes (r.a.) ve İbn Mugaffel ile, ömür boyu açıktan okumaya devam eden Hz. Ali'nin sözü arasında bir tearuz meydana geldiğinde, Hz. Ali (ra.)'ın sözüne yapışmanın evlâ olduğunda asla şüphe etmeyiz. Bu meselede kesin cevap işte budur.
Sonra biz deriz ki: Farzet ki, sizin delilleriniz ile bizimkiler arasında bir tearuz meydana geldi. Bu durumda tercih bizden yanadır, Bunun birçok yönden izahı vardır.
Birincisi: Sizin haberlerinizin râvîlen Enes ve İbn Mugaffel (r.ahm)'dir. Bizim gö­rüşümüzün râvilen ise Ali b. EbîTâlib, İbn Abbas, İbn Ömer ve Ebû Hureyre (r.ahm) dir. Bunlar ise hem ilim bakımından, hem de Hz. Peygamber (s.a.s.)'a yakınlık bakımından, Enes ve İbn Mugaffel (r.ahm)'dan daha üstündürler.
İkincisi: Ebû Hanîfe'nin mezhebine göre, haber-i vâhid, kıyasın aksine ise ka­bul olunmaz. İşte bu sebeble Ebû Hanîfe, Peygamber (a.s.)'ın lâfzı olmasına rağ­men musarrât hadisini,(56) "kıyasa muhaliftir" diyerek kabul etmemiştir. Bunun böyle olduğu sabit olunca, deriz ki: Apaçık aklın, besmelenin açıktan okunma­sının gizli okunmasından evlâ olduğunu ıtade ettiğini açıklamıştık. Daha hangi sebeble Enes ve (İbn Mugaffel'in sözü bu bedihî ve açık olan izaha tercih edilir.
Üçüncüsü: Hz. Peygamber (s.a.s.)'ın, (namazda) büyükleri küçüklere; âlim olan­ları olmayanlara; asîl olanları bedevilere takdim ettiği zarurî olarak bilinen bir husus­tur. O halde, Hz. Ali, İbn Abbas ve İbn Ömer (r.ahm)'ün, ilim, şeref ve mertebele­rinin Enes ve İbn Mugaffel'den daha üstün olduklarında şüphe edilmez. Hz Ali. İbn Abbas ve İbn Ömer'in, Hz. Peygamber (s.a.s.)'a namazda yakınlıkları; Enes ve İbn Mugaffel (r.ahm)'ün ise ondan uzaklıkları zann-ı gâlib ile bilinen bir husus­tur. Yine Hz. Peygamber (s.a.s.), Cenâb-ı Allah'ın İ^SfciZ&İİ!^* "Na­mazında açıktan okuma, çok gizli de okuma" (isrâ, 110) ayetine uyarak açıktan oku­ma hususunda mübalağa etmezdi. Bunun gibi, insan da Kur'ân okumaya başla­dığında, hafif bir sesle başlar, sonra sesini tedrîcen artırır, işte bu husus, Hz. Ali, İbn Abbas, İbn Ömer ve Ebû Hureyre (r.ahm)ün, Hz. Peygamber (s.a.s.)dan bes­meleyi açıkça okuduğunu duymuş olmaları; Enes ve İbn Mugaffel'in ise bunu duyamamış olmalarında apaçık bir sebebtir.
Dördüncüsü: Şafiî şöyle demiştir: Belki de Enes b. Mâlik'in "Hz. Peygamber (s.a.s.) namaza ile başlıyordu." sözünden maksadı, Hz. Pey­gamber (s.a.s.)'ın, kVaat hususunda bu süreyi diğer sûrelerden önce okuduğu­dur. Buna göre den maksad, Fatiha Sûresi'nin tamamıdır. Böy­lece Enes (r.a.) sözünü, bu sûrenin ismi olarak zikretmiştir.
Beşincisi: İbn Mugaffel'in hadîsindeki "besmeleyi açıktan okumama"dan mak­sad, sesi yükseltmede mübalağa etmemektir. Nitekim Cenâb-ı Allah "Namazda açıktan okuma, çok gizli de okuma " (isrâ. 110) buyurmuştur.
Altıncısı: Açıktan okumak sübût, gizli okumak ise adem ifade eden bir durum­dur İsbat eden rivayet ise nefyedene tercih edilir (Yani bir şeyin varlığına ait riva­yet, olmadığını gösterene tercih edilir.
Yedincisi: Aklî deliller de bizim görüşümüze uygundur. Ali b. Ebî Tâlib (r.a.)'ın ameli bizimle beraberdir. Kim Hz. Ali'yi dininde iman edinirse, dini ve nefsi husu­sunda sapasağlam bir kulpa yapışmış olur.
Cenâb-ı Allah'ın "Rabbini, içinden, yalvararak ve korkarak an " (Araf, 205) sözüne tutunmaya gelince, bizim buna cevabımız şudur: Biz bunun mücerred zikir için olduğunu kabul ediyoruz. Besmeleye gelince, bundan maksad, ibadet ve tevazu niyetiyle Allah'ın kelâmını okumaktır. Dolayısıyla onu açıktan söylemek evlâdır.(57)


 

Besmele İle İlgili Tali Konular   

Besmeleyle ilgili ikinci derecedeki konular hakkındadır. Bunlar çoktur.
Birincisi: Şi'â şöyle demiştir: İster açıktan okunan ister g|Zn Okunan namazlarda olsun, sünnet olan, besmeleyi açıktan okumaktır. Fakîhlerin çoğu bu husus­ta, Şi'a'ya muhaliftirler.
 İkincisi: Besmelenin, sûrelerin başından bir ayet olmadığını söyleyenler, onun mushafta her sûrenin başında yazılmış olmasının sebebi konusunda ihtilâfa düş­müşlerdir. Bu konuda iki görüş vardır:
Birinci görüş: Sûrelerin başındaki besmeleler Kur'ân'dan değildir. Bu görüş sahibleri de iki guruptur. Bir kısmı, besmelenin, sûre aralarını ayırmak için yazıldığı­nı söyler. Bu sûreleri ayırma işi şu anda bilindiğinden, besmeleyi koymaya ihtiyaç yoktur. Buna göre, şayet besmele yazılmamış olsaydı da olurdu. Diğer kısmı ise, besmeleyi Mushaf'ta sûre aralarında yazmanın vâcıtTolup terketmenın caiz ola­mayacağını söylemişlerdir.
İkinci görüş: Bu besmeleler Kur'ân'dandır. Cenâb-ı Allah onları inzal etmiştir Fakat besmele müstakil bir ayet olup, peşinden gelen sûrenin bir ayeti değildir. Bu görüşü savunanlar da iki guruba ayrılırlar. Bir kısmı, Cenâb-ı Allah'ın besme­leyi, her sûrenin başında aynı şekilde indirdiğini söylerken; diğer bir kısmı, aksi­ne, Cenab-ı Allah'ın besmeleyi bir defa indirdiğini ve her sûrenin başına konul­masını emrettiğini söylemiştir. Cenâb-ı Allah'ın besmeleyi indirdiğine ve onun Kur-ân'dan olduğuna delâlet eden Ümmü Seleme (rah) rivayet edilen haberdir ki, buna göre Hz. Peygamber (s.a.s.) besmeleyi bir fasıla ayeti saymıştır, ibrahim b. Yezîd'den rivayet edildiğine göre, O, "Amr b. Dînar'a, el-Fadİü'r-Rahkâşî'nin, bes­melenin Kur'ân'dan olmadığını iddia ettiğim" söylediğini, Amr b. Dinar: "Sübhâ-nallah, bu adam ne kadar cüretkâr. Sa'îd b. Cübeyr'ın şöyle dediğini duydum: -İbn-i Abbasi şöyle derken duydum- Hz. Peygamber (s.a.s.). kendisine besmele indirildiği zaman, vahyedilen o sûrenin sona erdiğini ve başka bir sûrenin başla­dığını anlıyordu" dedi. Abdullah b. Mübarek'ten rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Kim besmeleyi terkederse, yüzonüç ayet terketmiş olur." Buna benzer haberler İbn Ömer ve Ebû Hureyre (r.ahm)'den de rivayet edilmiştir
Üçüncüsü: Besmelenin Fâtıha'dan bir ayet olduğunu. Fâtiha'nın ise namazda okunmasının vâcıb olduğunu kabul edenlerdir ki bunlar, besmelenin okunması­nın gerekli olduğunu söyleyenlerdir. Besmelenin okunmasının gerekli olmadığını söyleyenlere gelince, bunlar da ihtilâf etmişlerdir. Ebû Hanîfe, ona tâbi olanlar, el-Hasen b. Salih b. Cinnî, Süfyân es-Sevrî, İbn Ebî Leylâ besmeleyi gizlice okur­lardı. İmâm Mâlik ise şöyle demiştir: Farz namazlarda, ne açıktan ne de gizlice besmeleyi okumak doğru olmaz. Nafilelerde ise. kişi besmeleyi isterse okur, is­terse terkeder.
Dördüncüsü: Şafiî'nin mezhebi, besmelenin butun rekâtlarda okunmasının farz olduğunu gerektirir Ebû Hanîfe'ye gelince, bu hususta Ondan iki rivayet vardır
Ya'lâ'nın Ebû Yûsuf'tan, Onun da Ebû Hanıfeden rivayet ettiğine göre. Ebü Ha­nîfe besmeleyi her rekâtta Fâtıha'dan önce okurdu şeklindedir. Ebû Yûsuf. İmam Muhammed. el-Hasen b. Zıyâd. bu üçünün Ebû Hanîleden rivayet ettiklerine göre. Ebû Hanîfe. şöyle derdi Bir kimse besmeleyi, okuya başlarken ilk rekâtta okuduğu zaman, o kimseye namazını bitirinceye kadar, aynı namazda besmeleyi oku­ması gerekmez. Ama her sûreyle birlikte okursa, güzel olur.
Beşincisi: Ebû Hanîfe'nin sözünün zahirine göre, besmeleyi Fâtiha'nın evve­linde okuyan, diğer sûrelerin evvellerinde tekrarlamaz. Şafiî'ye göre ise, besme­leyi her sûrenin evvelinde tekrar etmek evlâdır; çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.), "Besmele ile başlanılmayan her önemli is, neticesizdir (verimsizdir)".(58)
Altıncısı: Ulema, hayızlının ve cünübün besmeleyi okumasının caiz olup ol­madığı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bize göre sahih olan, caiz olmadığıdır.
Yedincisi: Ulema, abdest alırken besmele çekmenin "mendûb" (yapılmasıyla mükâfat alınan, yapılmaması herhangi bir cezayı gerektirmeyen) olduğunda ic-mâ etmişlerdir. Ulemanın umumu ise, bunun farz olmadığında ittifak etmişlerdir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.), "Allah'ın sana emrettiği gi­bi, abdest al!" buyurmuştur. Besmele çekmek ise, abdest ayetinde zikredilme-miştir. Zahirîler (dinî nasların zahirine göre hareket edenler) ise, besmele çekme­nin vâcib olduğunu, besmeleyi kasten veya unutarak terkeden kimsenin namazı­nın sahih olmadığını söylemişlerdir. İshâk da, besmeleyi kasten terkeden kimse­nin namazının caiz olmayacağını, unutarak terkeden kimsenin ise, namazının caiz olacağını söylemiştir.
 Sekizincisi: Besmelesiz kesilen etten yemenin hükmü:
Kesilirken besmele çekilmemiş hayvanın yenilmesinin helâl olup olmadığı hu­susudur Mesele, gayet açıktır. Çünkü Cenâb-ı Hakk O halde onlar ayakta durarak boğazlanırlarken, üzerlerine Allah'ın ismini anın." (Hacc. 36) ve "Özerlerine Allah'ın ismi anılmayan şeyler­den yemeyiniz" (Erfâm, 121) buyurmuştur.
Dokuzuncusu: Ulema, kişinin, "bismillah" demeden her hangi bir işe başla­mamasının müstehab olduğunda ittifak etmişlerdir Meselâ uyuduğunda bismil­lah; kalktığında bismillah; ibâdete niyetlendiğinde bismillah; eve girdiğinde bis­millah; evden çıktığında bismillah; yiyip içerken, alıp verirken bismililâh.. der. Ebe­nin çocuğu annesinden alırken besmele çekmesi müstehabtır. İşte bu, çocuğun dünya hallerinden ilkidir. Öldüğünde, kabre sokulduğunda bismillah denilir ki, bu da onun dünya hallerinin sonuncusudur. Kabirden kalktığında bismillah der, mah­şer meydanında toplandığında bismillah der; böylece de cehennem,  bismillah  demesinin  bereketiyle, o kimseden uzaklaşır.(59)

Tercüme,Kur'an Metninin Yerini Tutabilir mi?     

Şafiî, Kur'ân'ı okuyabilen veya okuyamıyan kimseler için, Kur'ân'ın tercümesinin, namazının sahih olabilmesi için kâfi gelmiyeceğinı söylemiştir. Ebû Hanîfe ise, önçeleri Kur'ân'ın tercümesinin, Kur'ân okumaya gücü ye-
ten ve yetmeyenler için kâfî gelebileceğini söylemiştir.
İmâmeyn ise, okuyamayan için yeterli; okuyabilen içinse, yeterli olamıyacağını söy­lemişlerdir. Bu meselede Ebû Hanîfe'nin bu ilk kavli, cidden tuhaftır. Bu sebeble, el-Fakîh Ebû'l-Leys es-Semarkandî ile, Ebû Zeyd ed-Debûsî, Ebû Hanîfe'nin bu görüşünden vazgeçtiğini söylemişlerdir.
Bizim, bu hususta birçok delil ve hüccetlerimiz vardır
Birinci hüccet: Hz. Peygamber (s.a.s.), Allah tarafından Arabça bir lâfızla indi­rilen J<ur'ân ile namazlarını kıldı ve ömür boyu buna devam etti. Cenâb-ı Hakk'ın "Ona tâbi olunuz" (A'râf, 152) ayetinden ötürü, Peygamber (s.a.s.)'e farz olanın bize de farz olması gerekir. Şaşıyorum, Ebû Hanîfe Hz. Peygamber'in bir kere nâsıyesıne meshetmiş olmasıyla, alın miktarı meshin, abdestin sıhhati hu­susunda şart olduğuna delil getiriyor da, ömür boyu Arabça ile Kur'ân okumaya devam etmiş olmasına iltifat etmiyor!
İkinci hüccet: Hulefâyı Râşidîn (r.a.), Arabça Kur'ân'la namaz kıldılar. Bunun bize de farz olması gerekir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), "Benden sonrakilere, yani Ebû Bekir ve Ömer'e uyunuz."(60)"Benim ve benden sonra­ki râşid halîfelerimin sünnetine sarılın. Sünnetimi, azı dişlerinizle sımsıkı ısı-nn(61) buyurmuştur
Üçüncü hüccet: Hz. Peygamber ve bütün sahabe, namazlarında şu Arabça Kur'ân'dan başkasını okumamışlardır O halde, bunun bize de farz olması gere­kir Zira Hz. Peygamber (s.a.s.): "Ümmetim, yetmiş küsur fırkaya ayrılacaktır Birisi hariç, bunların hepsi cehen­nemdedir. Ey Allah'ın Resulü, kimdir onlar? denildiğinde de, benim ve Ashabı­mın üzerinde olduğu (yolda hareket edenlerdir)(62) buyurmuştur. Bu hadisten elde edilen delil şudur: Hz. Peygamber ve bütün Ashabı, namazda şu Arabça Kur'ân'la okunması hususunda ittifak etmişlerdi. Buna göre Farsça ile okuyan kim­senin cehennemlerden olması gerekir.
Dördüncü hüccet: Bütün İslâm memleketlerinin halkı, namazda Kur'ân'ın, Al­lah'ın indirdiği gibi okunması hususunda tamamiyie mutabıktırlar Kim bu yoldan dönerse, Cenâb-ı Hakk'ın, "(Ve her kim) müminlerin yolun­dan başkasına tâbi olursa onu, döndüğü sapıklıkta bırakırız..." (Nisa, 115) ayetinin hükmüne girmiş olur.
Beşinci hüccet: Mükellef, namazında Kur'ân'ı okumakla emredilmiştir. Farsça ile Kur'ân okuyan kimse, Kur'ân okumuş olmaz. Böylece de, emrin gereğini yeri­ne getirmiş oimaz. İnsan* Qkumakla emrolunmuştur deyişimiz, Cenâb-ı Hakk'ın, "Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyunuz." (Müzzem-mii. 20) kavliyle, Hz. Peygamberin bir bedevîye, "Sonra Kur'ân'dan kolayına geleni oku.(63) demiş olmasından ötürüdür. Biz, Farsça ola­rak tertip edilmiş bir kelâmın Kur'ân olmadığını söyledik. Bunun bir çok sebebi vardır
Birincisi: Cenâb-ı Hakk, "Muhakkak ki O Kur'ân, Âlemlerin Rabbi'nin indirmesidir. O'nu kalbine, korku­tuculardan olasın diye, apaçık Arapça bir dil ile Cibril indirmiştir" (Şuârâ, 192-195) buyurmuştur.
İkincisi: Cenâb-ı Hakk'ın, "Biz, gönderdiğimiz her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik" (ibrahim, 4} ayetidir.
Üçüncüsü: "Eğer biz onu yabana dilden bir Kur'ân yapsaydık...."(Fussiiet, 44) ayetidir, kelimesi, "başkası bulunmadığı için, bir şeyin yokluğunu ifade eder." Bu da, Cenâb-ı Hakk'ın, Kur'ân'ı, yabancı dilden bir Kur: ân yapmadığını gösterir Buna göre şöyle demek gerekir; Yabancı olan hiç bir şey, Kur'ân değildir.
Dördüncüsü: "De kî: İnsanlar ve cinler, bu Kur'ân'ın bir benzerini meydana getirmek üzere bir araya gelseler, birbirlerine yardımcı bile olsalar, onun bir benzerini getiremezler"
(isra. 88) ayetidir Buna göre Farsça düzenlenmiş bu kelâm, ya Arabça kelâmın aynı veya misli veyahutta ne onun aynıdır, ne de onun mislidir denilebilir. Birinci­sinin geçersiz olduğu zarurî olarak bilinir İkincisi de, batıldır. Zira, meselâ Farsça tanzim edilen bu kelâm, bu Arabça kelâmın misli olsaydı, Farsça kelâmı tertip eden kimse Kur'ân'ın mislini getirmiş olurdu ki, bu da Cenâb-ı Hakk'ı "O'nun mislini getiremezler" (İsra, 88) sözünde yalanlamayı gerektirirdi. Farsça dü­zenlenen bu kelâmın, Kur'ân'ın ne aynı ve ne de misli olmadığı ortaya çıkınca, bu Farsça kelâmı okuyan kimsenin Kur'âm okumamış olduğu ortaya çıkar Elde edilmek istenen netice de, zaten budur. Buna göre de, mükellefin Kur'ân oku­makla emrolunduğu, takat bunu yerine getirmediği, böylece de sorumluluğun ondan sakıt olmadığı anlaşılmış olur
Altıncı hüccet: İbnuİ-Münzir'in Ebû Hureyre'den rivayet etmiş olduğu hadistir. Bu hadise göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Kendisinde Fatiha Sûresi okunmayan namaz, kifayet efmez.(64)Biz deriz ki, Farsça tertip edilmiş bu kelimelerin, Ebû Hanîfe ya, Kur'ân olduğu­nu veya olmadığını söyleyecektir. Birincisi, büyük bir cehalet ve icmâı terketmek-tir. Bunu birkaç yönden izah edebiliriz.
Birincisi: Hiç bir akıllı kimsenin, ne aklen ne de dînen"Dostlar cennettedir" sözünün Kur'ân olduğunu söylemesi caiz değildir.
İkincisi: Kur'ân'ın tercümesine güç vetirenin, Kur'ân'ın ilk şekline benzer olan bir Kur'ân getirmiş olması gerekir ki, bu da batıldır.
Yedinci delil: Abdullah b. Ebî Evfâ'nın rivayet ettiğine göre bir adam: Ey Alla-hın elçisi, ben Kur'ân'ı, namazda okumaya uygun olacak kadar, ezberleyem i yo­rum, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) o adama, "Subhânellâhi ve'I-hamdu lillâhi... ilh, de" dedi. Bu hadisten elde ettiğimiz delil şudur: Arapça Kur1 ân okumaktan aciz olduğu zaman, namazda yetecek miktarı sorunca, Hz. Pey­gamber (s.a.s.)'in ona tesbîhi emretmiş olmasıdır Bu da, mükellefe demesinin, ona yetebileceğini söyleyen kimsenin görüşünü çürütür.
Sekizinci delil: İncil'in başının olduğu söylenir ki, buda "Bismillâhirrahmânirrahîrrfin tercümesinin aynıdır. Şayet Kur'ân'ın tercümesi, bizzat Kur'ân'ın kendisi olsaydı, o zaman hıristiyanlar "Bu Kur'ân'ı sen.bizzat İncil'in ken­disinden aldın." derlerdi. Halbuki, bunu hiç kimse söylemediğine göre, Kur'ân1 in tercümesinin Kur'ân olmadığını anlamış oluruz.
Dokuzuncu delil: Cenâb-ı Hakk'ın, "Şimdi içinizden birisini bu gümüş para ile şehre gönderin de baksın'onun hangi yiyeceği temiz ise, ondan size bir rızık getirsin" (Kehf, 19) aye­tini, Farsça'ya tercüme ettiğimizde, bu tercüme şöyle olur: Bu kelâmın hem lâfzan, hem manen in­sanların sö2ü cinsinden olduğu malûmdur. O halde, bununla namazın caiz ol­maması gerekir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Şu bizim namazlarımızda, insan kelâmından herhangi bir şeyi konuşmak uygun değildir(65)). Bu ayetin tercümesiyle namaz geçerli ol­mayınca, diğer ayetlerin tercümesiyle de geçerli olmaz. Zira, bu iki durum araanda bir fark olduğunu söyleyen hiç kimse yoktur. Ve yine "Daima ayı  bu delil, Cenâb-ı Hakk'ın ayıplayan, devamlı lâf taşıyan, hiç durmadan hayırdan men eden, aşın zalim ve çok günahkâr, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra da kulağı kesik!" (Kalem, 10-13) ayetlerinin tercüme­sinde de geçerlidir. Zira, bu tercüme hem lâfız, hem de mana bakımından insan­ların sözü cinsinden bir sövme (kınama) olmaz.
Yine böylece, Cenâb-ı Hakk'ın "Bizim için Rabbine dua et de, yeryüzünün bitirdiği şeylerden, sebze ve salatalık çıkar­sın..." (Bakara, 6i) ayetinin tercümesi hem lâfız hem de mana bakımından, insan­ların sözleri cinsinden olur. Bu da, bu ayeti şu lâfızlarla okuduğumuzdan başka olur. Çünkü bu ayet, mu'ciz terkibiyle, bedî nazmıyla insanların sözlerinden ayrı­lır Muarızlarımıza şaşıyorum; onlar, bir kimse teşehhüdün sonunda insanların söz­leri cinsinden olan bir duâ okusa, namazı fasit olur, diyorlar, sonra da kalkıp, ter­cümesi hem lâfız, hem de mana bakımından insanların sözlerinin aynı olmasına rağmen, şu ayetlerin tercümesiyle namaz sahih olur diyorlar!
Onuncu delil: Hz. Peygamber (s.a.s.)'in "Kur'ân yedi harf üzerine indirilmiştir. Bunlar hepsi şifa ve yeterlidir.(66)hadisi­dir. Şayet her dile göre Kur'ân'ın tercümesi Kur'ân olsaydı, Kur'ân'ın yedi harften daha fazla harf üzerine indirilmiş olması gerekirdi. Çünkü, onların mezhebince, her dilde başlı başına bir Kur'ân meydana gelmiş olur. Bu durumda da Kur'ân'ın harflerini yediye hasretmek doğru olmaz.
Onbirinci delil: Ebû Hanîfe'ye göre, namaz ayetlerin tümüyle sahîh olur. Tev-rat'da, Allah'a senayı, ahiret işlerini yücelten, dünya işlerini çirkin gösteren, Kur: ân'daki ayetlere mutabık birçok ayet vardır. Muarızın bu görüşüne göre, namaz İncil ve Tevrat'ı okumayla; Zeyd ve insan kelimeleri okumak suretiyle sahih olur. Buna göre, bir kimse dünyaya gelse, yüz sene yaşasa, Kur'ân'dan her hangi bir şey okumayıp, aksine Zeyd ve insan diye okumaya devam etse, o kimse Allah'a itaatkâr olarak mulâkî olur. Böyle bir sözün müslümanların dinine yakışmayacağı zarurî olarak bilinmektedir.
Onikinci delil: Fâtiha'nın tercümesi ancak şu şekilde söylememizle olur: "Se­na, âlemlerin Rabbî, muhtaçların Rahmân'ı, din gününe kadir Allah'a aittir. Sen ma'budsun, sen yardım istenensin. Bizi eht-i irfanın yoluna hidayet et, hızlan ehli­nin (rüsvay olanların) yoluna değil." Fâtiha'nın tercümesinin ancak bu kadar veya ouna yakın bir şekilde yapılabildiği sabit olunca, ancak bu kadar miktarın kendi­sinde meydana geldiği şeyin hitabe olacağı malûmdur, O halde bu kadar hita-oetnin tamamım okumakla, namazın sahih olduğunu söylemekle gerekir. Bu geersız olunca, böyle bir hükmün fasit olacağını anlamış oluruz.
Onüçüncü delil: Şayet bu caiz olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.s.) Selmânul-Farisî'ye Kur'ân ı Farsça okumasına ve onunla namaz kılmasına; Suheyb'e Rum­ca okumasına, Bilâl'e de Habeşçe okumasına müsaade ederdi. Şayet bu iş uy­gun görülmüş olsaydı, insanlar arasında caiz olduğu hususu yayılırdı, böylece de bu yol, bilhassa dilciler arasında, revaç bulurdu. Zira bu onlardan, Arapça öğrenme hususundaki yorgunluklarına son verir ve her kavmin kendi hususî li­sanıyla bir Kur'ân'ın meydana gelmesinden ötürü, bunlar için büyük bir iftihar vesilesi ortaya çıkmış olurdu. Böyle bir şeye cevaz vermenin ise, Kur'ân'ın tama­mıyla ortadan kalkmasına götüreceği malûmdur ki, buna da hiç bir müslüman taraftar olamaz.
Ondördüncü delil: Farsça kıraat ile namaz caiz olsaydı, Arapça okumayla caiz olmazdı. Halbuki, bu caiz, öteki caiz değildir Aralarındaki mülâzemetin izahını şöyle yaparız: Arapça her hangi bir şey anlamayan Farslı, kesinlikle Kur'ân'dan hiç bir şey anlamaz. Ama, Kur'ân'ı Farsça okuduğunda, manayı anlar, okudu-ğundaki maksadı kavrar ve Ondaki Allah'a övgüyü, ahirete teşviki ve dünyaya fazla rağbet etmemeyi öğrenir. Namaz kılmaktaki en yüce maksadın da., bu tür manaları elde etmek olduğu malûmdur. Zira Cenâb-ı Hakk "Be­ni anmak için, namaz kıl." (Taha. 14) ve "Kur'ân'ı tefekkür etmiyorlar mı, yoksa kaiblerine kilit mi vurulmuş" (Muhammed. 24) bu­yurmuştur. Böylece, tercümeyi okumanın bu büyük faydaları ifade ettiğini, hal­buki Arapça lâfızlarla Kur'ân okumanın ise, bu tür faydaların ortaya çıkmasına mâni olduğu sabit olur. Şayet sıhhat bakımından Farsça Kur'ân okumak, Arapça Kur'ân okumanın yerini tutsaydı; sonra Farsça Kur'ân okumak bu büyük faydala­rı ifade ediyor, Arapça Kur'ân okumaksa bu faydalan temin etmiyor olsaydı o za­man Arapça Kur'ân okumanın haram kılınmış olması gerekirdi. Durum böyle ol­madığına göre, Farsça Kur'ân okumanın caiz olmadığını anlamış oluruz.
Onbeşinci delil: Namazla ilgili emrin devamını gerektiren şey (muktezî), bulu­nur. Farıksa, zahirdir. Muktezî'ye gelince, bu teklif sabit olduğu içindir Sabit olan­da aslolan da, onun bekasıdır Farika gelince; Arapça Kur'ân manası arzu edildi­ği için okunduğu gibi, lâfzından ötürü okunması da talep edilir Bu iki bakımdan
böyledir.
Birincisi: Kur'ân'ın ı'câzı. fesahatındedır. Fesahati ise, lâfzındadır
İkincisi: Namazın sahih olmasının, Kur'ân'ın lâfzını okumaya bağlı olması, bu lâfızların ezberlenmesini gerektirir. İnsanların büyük çoğunluğu tarafından ezber­lenmiş olması, her zaman, Kur'ân'ın tahrif edilmekten korunmuş olarak kalmasını gerektirir. Bu da, Cenâb-ı Hakk'ın " "Muhakkak ki, Kuram Biz indirdik. O'nun koruyucusu da Biziz," (Hıcr. 9) ayetiyle va'dettiğı şeyin gerçekleşmesini gerektirir. Ama namazın sıhhati, şu Arapça nazmı okumaya dayanmtyor dediğimizde, bu maksada halel gelir. O halde, "muktezî" nin var o Idu-ğu, "fârık"ın ise açtk, zahir olduğu sabit olur.
Muhalifimiz, kendi mezhebinin doğruluğuna, kendisinin Kur'ân okumakla em-rolunduğunu, Kur'ân'ın tercümesini okumanınsa, Kur'ân okumak olduğunu söy­leyerek, delil getirdi. Buna birçok husus delâlet etmektedir:
Birincisi: Abdullah b. Mes'ûd'un, bir adama Kur'ân öğrettiği ve ''Muhakkak ki, Zakkum ağacı, çok günahkâr olamn ye­meğidir" (Duhân, 43-44) ayetim okuduğu; adam yabancı olduğu için, " yerine " (yetimin yiyeceği) deyip durduğu, bunun üzerine Abdullah b. Mesûd ona, hayır böyle değil, hiç olmazsa"de! dediği rivayet edi­lir. Sonra Abdullah b. Mesûd dedi ki: "Kur'ân'da " aUp " yerine " koymak hata değildir. Rahmet ayetini, azab ayeti yerine koymak hatadır."
İkincisi: Cenâb-ı Hakk'ın " ""Şüphesiz o Kur'ân, daha evvelki­lerin kitaplarında vardır" (Şuarâ, 196) ayetidir. Böylece Cenâb-ı Hakk, Kur'ân'ın, ev­velkilerin kitabında olduğunu bildirmiştir. Yine Allah Teâlâ " Şüphesiz bunlar evvelki sahifelerde, İbrahim il'e Musa'nın sabi­telerinde de vardır." {A'tâ, 18-19) buyurmuştur. Sonra Kur'ân'ın evvelkilerin kitabla-rında Arapça lâfızla olmadığına; İbranice ve Süryanice olduğuna ittifak ettik.
Üçüncüsü: " "Sizi uyarmam için bu Kur'ân bana vahyolundu" (Enam. 19) ayetidir. Sonra yabancılar Arapça lâfzı anlamazlar. Ancak bu manalar onlara kendi lisanlarıyla anlatıldığında anlarlar. Bununla birlikte Cenâb-ı Hakk, ayette ona Kur'ân ismini vermiştir. Böylece, Farsça tertip edilen nazmın Kur: ân olduğu ortaya çıkar
Birinciye şöyle cevap veririz: Bu kimselerin durumları, cidden şaşırtıcıdır. 7'ira İbn Mesûd'dan, inşaallah "(Eğer Allah dilerse), ben müminim" dediği rivayet f3dil-miştir. İbn Mesûd'dan nakledildiği kadar, Hanefî mezhebine yardım hususunda, hiç bir şarabîden haber nakledilmemıştir. Sonra Hanefîler, buna hiç iltifat, etme­mişler, tam aksine, "Ben inşaallah (Allah dilerse) müminim" diyen kimsenin, di­ninde şüphe ettiğim, şüphe edenınse mümin olamıyacağım" söylemişlerdir. Eğer İbn Mesûd'un sözü hüccetse, O'nun sözünü bu meselede niye kabul etmemiş­lerdir? Eğer O hüccet değilse, bu meselede niye O'na güvenildi? Yemin ederim ki, bu çelişkiler çok şaşırtıcıdır. Yine İbn Mesûd'dan, Muavvizeteyn ve Fatiha Sû-resı'ni kendi mushafma yazmadığı nakledilmiştir. İbn Mesûd hakkında iyi şeyler düşünerek, şöyle demek vâcıb olur: O, bu görüşlerinden dönmüştür Cenâb-ı Hakk'ın ayetini delil olarak ileri sürmelerine gelince, bunun ma­nası, "Şu kıssalar, evvelkilerin kıtablarında da mevcuttu1"" demektir. Yine, ayetini deli! olarak öne sürmelerine gelince, bunun manası, "sizi Kur'ân'ın mana­sıyla sakındırmam için" olur. Zikrettiğimiz susturucu deliller sebebiyle, birazcık mecaza başvurmak caizdir.(67)

 

İmama Tabi Olanın Kıraati.      

Şafii kavl-i cedidinde (en son görüşünde), "İmam Kur’ân'ı ister açıktan ister gizli okusun, imama uyan kim-
seye kıraat farz olur" demiştir. O, kavl-i kadîminde (eski mezhebinde) ise, "imam gizli okuduğunda, uyana
kıraat farz olur, açıktan okuduğunda farz olmaz." de­miştir ki bu İmâm Mâlik, İbn Mübarek ve Ahmed b. Hanbel'in görüşüdür. Ebû Hanîfe de, "İmamın arkasında Kur'ân okumak her durumda mekruhtur" demiş. Bizim birçok delillerimiz vardır:
Birinci delil: Cenâb-ı Allah'ın "Kur'ân'dan kolayınıza gele­ni okuyunuz." (Müzzemmiı, 20) ayetidir. Ayetteki bu emir, tek başına namaz kılana olduğu gibi, İmama uyana da şamildir.
İkinci delil: Hz. Peygamber (s.a.s.) namazlarından Kur'ân okurdu. Cenâb-ı Allah'ın "O (Peygambere) uyunuz" (A'raf. 158) ayetinden dolayı, namazda aynı şe­kilde Kur'ân okumak bize de farzdır. Ancak şöyle denilebilir: "Kişinin imama uy­muş olması Kur'ân okumasına mânidir Fakat bu bir çelişkidir."
Üçüncü delil: Cenâb-ı Hakk'ın " "Namazı dosdoğru kılınız." (Ba­kara. 43) ayetinin, Hz. Peygamber (s.a.s.)'ın namazda yaptığı fiillerin hepsini ifade eden bir emir olduğunu izah etmiştik. Fâtiha'yı namazda okumak da bu fiillerden biridir. O halde, Allah Teâlâ'nın ayetine, Fâtiha'yı okumak da girer.
Dördüncü delil: Hz. Peygamber (a.s.)"Fâtihâsız, na­maz sahih olmaz "[68] hadisidir. Bundan nasıl delil çıkarıldığı hususu daha önce
geçmişti. Eğer muhalifler, "Bu hadis, yalnız başına namaz kılan kimseyle alâkalı­dır. Zira, Câbir (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.s.)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Kim bir namaz kılar da o namazda Fatihayı okumazsa, imama uymuş olma hâli müstesna, namaz kılmış olmaz[69] derlerse, biz deriz ki, bu hadisin zayıf olduğu söylenmiştir.
Beşinci delil: Hz. Peygamber (s.a.s.)'ın, namazla ilgili işleri kendisine öğrettiği bedevî'ye şöyle demiştir: "Sonra Kur'ân'dan bildiğin ko­layına gelen şeyleri oku "[70]. Bu hadis, tek başına namaz kılana da jmama da şamildir.
Altıncı delil: Ebu İsâ et-Tirmizî, Sahîh'inde, senedi ile birlikte Mahmud b. Re-bı'den, O'nun da Ubâde b. Sâmit (r.a.)'dan rivayet ettiği hadise göre: Hz. Pey­gamber (s.a.s.), sabah namazında Kur'ân okudu ama güçlükle okudu. Namazı bi­tirince " "Bana ne oluyor ki, sizi uyduğunuz imamın arkasında Kur'ân okuduğunuzu görüyorum." Sahabe de "Evet Vallahi" dedi. Bu­nun üzerine O: "Fatiha hariç, böyle yap­mayınız. Çünkü Fâtiha'yı okumayan kimsenin namazı olmaz" dedi. Tirmizi, "Bu hasen bir hadistir" dedi.
Yedinci defil: İmam Malik, Muvatta'ında, 'Alâ b. Abdurrahman'dan rivayet etti­ği hadise göre, 'Alâ, Hişam'ın mevlası Ebu's-Sâib'in şöyl6 dediğini duymuştur: Ebû Hureyre (r.a.)'ın şöyle dediğini duydum: Hz. Peygamber (sas.) buyurdu ki: " "Kim bir namaz kılar da namazın­da Fâtiha'yı okumazsa o namaz noksandır, tam değildir." Bunun üzerine Ebu's-Sâib, 'Ey Ebû Hureyre, ben bazan imama uyuyorum " dediğinde, O şöyle dedi: "Ey Fârisî, Fâtiha'yı içinden oku." Bu haberden iki delil çıkartılır. Birincisi, Kur'ân okumadan imama uyan kimsenin namazı, muanzlarımızca noksan görülmemek­tedir. Halbuki bu, hadisin aksinedir, İkincisi, burada. Ebu's-Sâib, Ebû Hureyre (r.a.)'a, "İmama uyan kimseye Kur'ân okuması farz mıdır?" manasında soru sor­muştur. O da vacib olduğunu söylemiştir. Bu da bizim görüşümüzü kuvvetlendirir.
Sekizinci delil: Ebû Hureyre (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şöyle dediğini riva­yet etmiştir: "Allah Teâlâ, "Nama­zı Benimle kulum arasında ikiye böldüm" der."[71] Cenâb-ı Allah, bu bölmenin, namazın gereklerinden olduğunu ve bu ikiye bölmenin de ancak kıraatle mey­dana geleceğim beyân etti. O halde Fâtiha'yı okumadan, namazın levazımından olması farz oldu. Bu ikiye bölme, hem tek başına namaz kılanın, hem de imama uyanın namazı için geçerlidir.
Dokuzuncu delil: Dârekutnî, senedi ile, Ubâde b. Sâmit (r.a.)'dan, O'nun şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Peygamber   (s.a.s.),  kıraatin cehren okunduğu bir namazlkıldırdı. Namazını bitirince, mübarek yüzünü bize çevirdi ve şöyle dedi: Ben açıktan okuduğumda siz de okuyor musunuz?" Bir kısmımız: "Biz bunu yapıyoruz" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.):
"Ben de diyorum ki, bana ne oluyor da Kur'ân'la çekişip duruyorum (güçlükle okuyorum). Fatiha müstesna, ben cehren Kur'ân okuduğumda siz birşey okuma-yıp (beni dinleyiniz). Çünkü Fâtiha'yı okumayan kimsenin namazı sahih olmaz "
buyurmuştur.
Onuncu delil: Kur'ân okumanın büyük sevabı olduğunu gösteren birçok ha­dis vardır. Bu da, tek başına namaz kılanı da, imama uyanı da içine alır. O halde, namazda imama uyan kimsenin, Fâtiha'yı okumasının büyük sevabı icâb ettirdiğı ortaya çıkar Bu görüşte olan herkes, Fatihayı namazda okumanın farz oldu­ğunu söylemiştir.
Onbirinci delil: Ebû Hanîfes -Allah ondan razı olsun- "İmama uyan kimsenin. Kür'ân okumasının namazını bozmadığına kail olmuştur.
Bize göre ise, kişinin imam arkasında Kur'ân okumaması namazını bozar. Böy­lece, Kur'ân okumanın daha ihtiyatlı olduğu ortaya çıkar. O halde, Kur'ân oku­mak namazın farzlarından olur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.): "Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyen şeye[72] buyurmuştur.
Onikinci delil: İmama, uyan kimsenin, imamın kıraatini duymadığı zaman Kur­an okumaması, muatte I kalmasını gerektirir O halde Kur'ân okuma hâlinin, oku­mama hâlinden dahf ı üstün olması gerekir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.). "Amellerin en üstünü Kur'ân okumaktır" buyurmuş­tur. Kur'ân okumanın, susmaktan daha üstün olduğu ortaya çıkınca, namazda Kur'ân okumanın far olduğuna hükmetmek gerekir. Zira bu ikisinin birbirinden ayrıldığını söyleyen c jlmamıştır.
Onüçüncü delil: İr nama uymak, Kur'ân okumaya mâni olsaydı, imama uymak haram olurdu. Zira,   Kur'ân okumak büyük bir ibadettir. Şerefli bir ibadete mâni
olmak haramdır Bı ,na göre. imama uymanın haram olması gerekirdi. Böyle ol­madığına göre im? ima uymanın okumaya mâni olmadığını anlamış oluruz.
Ebû Hanîfe kenr di görüşüne Kur'ân ve hadisten delil getirmiştir. Kur'ân'dan de­lili şudur:" "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verin ve susun." (Araf'2C 4) Bu ayetin tefsirinde, bunun Hanefîlerin görüşlerine delil ol­madığını uzun uz an açıkladık. Bu husus oradan mütalâa edilsin. Onun hadisten deliline gelince, t u konuda Hanefîler birçok haber zikretmişlerdir. Ailame Ahmed el-Beyhâki bu h? ıberlerin zayıf olduğunu açıklamıştır. Sonra biz deriz ki: Farzet ki bu haberler doğrudur Fakat bir konudaki haberler çok olur ve birbiriyle tena­kuz arzederse te ircihte bulunmak gerekir. Birçok bakımdan tercih bizden yanadır.
Birincisi: Bizi m görüşümüz, Kur'ân okuma ile meşgul olmayı gerektirir. Kur'ân okumak da ibe .deflerin en büyüklerindendir. Onların görüşleri ise, boş durmayı ve Allah'ın zikr ini söylememeyi gerektirir. Şüphe yok ki bizim görüşümüz daha evlâdır
ikincisi: Biz im görüşümüz en ihtiyatlı olandır.
Üçüncüsü: Bizim görüşümüz, namazın bütün cüzlerinin tâat ve güzel zikirler­le dolu olmas anı gerektirir Hanefîlerin görüşü ise, bu vaktin, tâat ve zikirden boş olmasını gen ektirir. [73]

Onüçüncü Mesele       

Şafiî (r.a.), her rekatta Fâtiha'yı okumanın farz olduğunu, tek bir rekatta dahi Fatihayı okumayı terkeden kim­senin namazının batıl olduğunu söylemiştir. Şeyh Ebû Hâmıd el-İsferayınî, bu görüşün, Sahabe arasında ittifak edilen ve kendisine Ebû Bekr, Ömer. Ali ve İbn Mesûd'un da (r.a.) iştirak ettikleri bir görüş olduğunu söy­lemiştir
Bu mesele hakkındaki görüşlerin altı tane olduğunu bilesin. Bunlardan birin­cisi: el-Asamm ve İbn Aliyye'nin görüşüdür ki, buna göre Kur'ân okumak farz de­ğildir.
İkincisi: el-Hasen el-Basrî ve el-Hasen b. Salih b. Cinnî'nin görüşüdür. Bu gö­rüşe göre, Kur'ân okumak tek bir rekâtta farzdır. Zira, Hz. Peygamber (s.a.s.), "Fâtiha'sız namaz olmaz" buyurmuştur. Olumsuzdan ya­pılan istisna olumlu olur. Namazda Fâtiha'yı okumak bir kere olduğuna göre, is­tisnanın hükmü ile namazın sahih olduğuna hükmetmek gerekir.
Üçüncüsü: Ebû Hanîfe'nin görüşüdür. Bu görüşe göre, ilk iki rekâtta Kur'ân okumak farzdır. Son iki rekâtta ise, kişi muhayyerdir. Dilerse okur. dilerse tesbi-hatta bulunur, dilerse de sükût eder. el-İstihbâb adlı kitapta, belirlemeksizin, her hangi iki rekâtta Kur'ân okumanın farz olduğu zikredilmiştir.
Dördüncüsü: İbnu's-Sabbağ, "Kitâbu'ş-Şâmir'de, Süfyân'ın şöyle dediğini nak-letmiştir: İlk iki rekâtta Kur'ân okumak farz, son iki rekâtta okumak mekruhtur.
Beşincisi: İmâm Mâlik'in görüşüdür. Bu görüşe göre, rekâtların çoğunda Kur; ân okumak farzdır, hepsinde okumak farz değildir. Buna göre, eğer namaz dört rekâtlı ise, üç rekâtında Kur'ân okumak yeter. Eğer akşam namazı ise, ıkı rekâtın­da Kur'ân okumak kâfidir. Sabah namazı ise, her ikisinde de Kur'ân okumak farzdır.
Altıncısı: Bu Şafiî'nin görüşüdür. Bu görüşe göre, bütün rekâtlarda Kur'ân oku­mak farzdır
Şafiî'nin görüşünün doğruluğuna birçok husus delâlet etmektedir.
Birinci husus: Hz. Peygamber (s.a.s.), bütün rekâtlarda Kur'ân okurdu. Cenâb-ı Hakk'ın " "Ona tâbi olun " {Araf, 158) ayetinden dolayı, aynı şeyin bize de farz olması gerekir.
İkinci husus: Kendisine namaz kılmayı öğrettiği bedevîye Hz. Peygamber, Fâ­tiha'yı okumasını emretmiştir. Bunu müteakiben de ona, her rekâtta böyle yap, demiştir. Emir vücûb ifâde eder, eğer muhalifler Hz. Peygamberin "Her rekâtta böyle yap" sözünün, sözlere değil de fiillere râci olduğunu söylerlerse, biz deriz ki, söylemek de dilin fitlidir. Bu da fiiller sınıfına dahildir
Üçüncü husus: Allâme Ebû Nasr b. es-Sabbâğ, "Kitâbu'ş-Şâmil"de Ebu Saîd el-Hudrî'den şöyle dediğini nakletmiştir: Hz. Peygamber (s.a.s.) farz olsun veya nafile olsun, her rekâtta Fâtiha'yı okumamızı bize emretti.
Dördüncü husus: Bütün rekâtlarda Kur'ân okumak en ihtiyatlı olan harekettir. O halde Kur'ân okumanın farz olduğuna hükmetmek gerekir.
Beşinci husus: Mükellef, namaz kılmakla em rolü nm ustur. Var olan bir şeyde aslolan ise, o şeyin devam etmesidir. Böylece, şu kılınan namazın mükemmelli­ğinden ötürü, her rekâtta Ku/ kn okunduğu zaman mesuliyetten kurtulunabile-ceğine hükmettik. Bütününde kıraat olmazsa, sorumluluktan kurtulmuş olunmaz.
Muhalifimiz, Hz. Âişe'den rivayet edilen hadisle ihticâc etmiştir. Bu hadise gö­re Hz. Aişe şöyle buyurmuştur: Namaz aslında iki rekât olarak farz kılınmıştı. Bu asıl, sefer halinde olduğu gibi bırakıldı, mukîmlik durumundaysa buna ilâve ya­pıldı. Bunun böyle olduğu sabit olunca, biz deriz ki, ilk iki rekât asıl, son iki rekât da ona tâbidir.Tâbi olma konusunda iş, kolaylığa dayanır. Bu manadan dolayı, ilâve olunan rekâtlarda zamm-ı sûre okunmaz ve cehren kıraat edilmez. Bu gö­rüşe cevabımız şudur: Bizim delillerimiz daha çok ve daha güçlü; mezhebimiz de daha ihtiyatlıdır. Onun için, bizim görüşümüz tercih edilmiştir. [74]

Ondördüncü Mesele

Fâtiha'yı okumanın namazın şartlarından bir şart olduğu sabit olunca, bundan bir takım meseleler ortaya çık­mıştır.
Birincisi: Bir kimsenin kasdî olarak, Fâtiha'nın tamamını veya bir harfini terket-mesi durumunda namazının batıl olduğunu beyan etmiştik. Ama sehven Fatiha1 yi okumayı terkeden kimseye gelince Şafiî, eski fetvasında onun namazının fasit olmadığını söylemiştir. İmâm Şafiî, bu görüşüne Ebû Seleme b. Abdirrahman'ın rivayet ettiği hadisi delil getirmiştir. Ebû Seleme şöyle demiştir: Ömer b. el-Hattab (r.a.) bize akşam namazını kıldırdı da, Kur'ân okumadı. Namaz bitince O'na: "Kur­an okumadın!" dendi. O da bunun üzerine, rükûumuz, sücûdumuz nasıl oldu? diye sorunca, onlar da hep bir ağızdan, "güzel güzel!" dediler. "O halde ziyanı yok" dedi. Şafiî şöyle demiştir: Bu olay birçok sahabenin huzurunda cereyan edin­ce, icmâ olur. Şafiî, kavl-i cedîdinde (yeni fetva) bu görüşünden vaz geçmiş ve namazının fasit olduğunu söylemiştir. Çünkü zikredilen deliller, Fâtiha'nın hem bi­lerek hem de unutarak okunmaması hususuna şâmildir. Sonra Şafiî (r.a.), Hz. Ömer'in bu hadisesine iki bakımdan cevap vermiştir. Birincisi: eş-Şa'bî, Hz. Ömer (r.a.)'in bu namazını iade ettiğini söylemiştir. İkincisi: Belki de Hz. Ömer mutlak kıraati değil de, cehren (açıktan) okumayı terketmiştir. Şafiî, Hz. Ömer hakkında­ki kanaatimiz bu ikinci durumdur.
İkincisi: Kıraatta tertîbe riâyet etmek farzdır. Bir kimse bir sûrenin son yarısını önce okusa, sonra da ilk yarısını okusa, sûrenin ilk yarısı hesaplanır da, son yarı­sı hesaba katılmaz,
Üçüncüsü: Fâtiha'nın tamamını okuyamayan kimse, ya ondan bir kısmını ez­berler, veya hiç ezberlemez. Bir kısmını ezberleyen kimse, bu ayetleri okur ve bu­nunla birlikte, kolayına gelecek şekilde altı ayet okur. Fâtiha'dan hiç bir şey ez-berlemeyene gelince, durum şöyledir: Eğer Kur'ân'dan herhangi bir şey ezber-lemişse, Cenâb-ı Hakk'ın "Kur'ân'dan kolayınıza geleni oku­yunuz." (Muzzemmii, 20) ayetinden dolayı, bu ezberindeki kısmı okuması gerekir Kur'ân'dan her hangi bir şey ezberlememişse, bu durumda onun tahmîd, tehlîl ve tekbîr kabîlinden zikirde buJunması gerekir.
Ebû Hanîfe ise, böyie bir kimseye hiçbir şeyin gerekmiyeceğini söylemiştir. Şa­fiî'nin delili, Rifâe b. Mâlikin Hz. Peygamber (s.a.s.)'den naklettiği hadistir. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz namaz kumaya kalktığında, Allah'ın kendisine emrettiği gibi ab-dest alsın. Sonra tekbîr alsın; Kur'ân'dan bildiği bir şey varsa okusun. Eğer Kur-ândan bir ezberi yoksa, Allah'a hamdetsin ve O'nu yüceltsin." Burada geriye tek bir kısım kalmıştır ki, o da şudur: Ne Fatihayı, ne Kur'ân'dan her hangi bir şeyi ve ne de Arapça zikirlerden birini ezbere bilmeyen kimsenin durumu. Bana gö­re, böyle birisine Hz, Peygamber (s.a.s.)'in "Ben si­ze herhangi bir şeyi emrettiğimde, gücünüzün yettiği kadarını yapın[75] sözüne sarılarak, gücünün yettiği herhangi bir dille zikretmesi emrolunur. [76]

Onbeşinci Mesele

Bazı eski kitaplarda İbn Mesûd'un. Fatiha sûresini ve Muavvizeteyn sûrelerinin Kur'ân'dan olduğunu inkâr et­tiği nakledilmiştir. Bu son derece çetin bir meseledir.
Çünkü biz, şayet "Fatiha Süresi'nın Kur'ân'dan olduğuna sahabe zamanında mü-tevâtır nakil vardır" dersek, bu durumda İbn Mes'ûd (r.a.) bunu bilirdi. O halde, O'nun bunu kabul etmemesi, küfrünü veya aklının eksik olmasını gerektirir. Eğer, "Bu manada olmak üzere, mütevâtir bir nakil sahabe zamanında yoktur" der­sek, bu. Kur'ân'ın naklinin aslında tevatürle olmadığını söylemiş olmayı ifade eder Bu da Kur'ân'ı yakînî (kesin) bir delil olmaktan çıkarır. Zann-ı galibime göre, bu görüşü İbn Mesud'dan nakletmek, yalan ve asılsız bir nakildir. Ancak bunu söy­leyerek bu müşkilden kurtulabiliriz. Fatiha Sûresi'nden çıkan fıkhî meseleler hak­kında söylenecek söz bunlardır. Allah, doğruya iletendir. [77]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı