Dördüncü fasıl
Hz. Peygamber (s.a.s.) Cenâb-ı Allah'ın şöyle buyurduğunu nakl etmiştir:
"Salât Sûresini (Fatiha Sûresi'ni)kulum ile aramda ikiye bölüştürdüm. Kul. besmeleyi okuduğunda Cenâb-ı Allah: "Kulum Beni zikretti "der. Kul, dediğinde, Cenâb-ı Allah, "Kulum bana hamdetti" der Kul dediğinde. Cenâb-ı Allah: "Kulum Bana tazim etti" der. Kul: dediğinde, Allah: -Kulum Beni yüceltti" der. -Diğer bir rivayette de- "Kulum işlerini Bana havale etti" der. Kul, dediğinde, Cenâb-ı Allah: -Kulum Bana ibadet etti" der. Kul, dediğinde İse, Allah: '-Kulum bana tevekkül etti" der. -Diğer bir rivayette- Kul dediği zaman, Allah: "Bu Benimle kulum arasındadır"der. 'dediğinde de "Bu kuîumundur. Kuluma dilediği vardır (verilecektir)" der.[113]
Bu hadisten elde edilecek olan faydalar:
Birinci fayda: Cenâb-ı Allah'ın: "Fatiha Sûresi'ni Benimle kulum arasında ikiye bölüştürdüm" sözü, şer'î hükümlerin dayanağının, mahlûkatın faydasına olan şeyleri gözetmek olduğunu gösterir Nitekim O:
"Eğer iyilik yaparsanız, kendiniz için yapmış olursunuz, kötülük yaparsanız, yine kendinize yapmış olursunuz" {isrâ. 7) buyurmuştur. Bu böyledir, çünkü, kulun en önemli işi, kalbini, önce rubûbiyyet bilgisiyle, sonra da ubûdiyyet bilgisiyle aydınlatmasıdır. Çünkü o, bu söze riayet etmek için yaratılmıştır Nitekim, Allah Teâlâ:
"Cinleri ve insanları, ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım " (Zânyat, 56),
"Hakikaten Biz, insanı karışık bir damla sudan (meniden) yarattık. Onu imtihan ediyoruz. Bu sebeble onu işiten ve gören yaptık." {Dehr. 2) ve
"Ey İsrailoğulları, size in'âm ettiğim nimetleri hatırlayınız ve ahdimi tutunuz ki, Ben de size verdiğim ahdi yerine getireyim " (Bakara. 40) buyurmuştur. Durum böyle olunca, hiç şüphe yok ki, Cenâb-ı Allah, bu Fatiha Sûresi'ni Hz. Muham-med (s.a.s.)'e indirmiş, bu ahdi yerme getirme hususunda, muhtaç olunan her şeyi ihtiva etsin diye de sûrenin ilk kısmını rububyyet, ikinci kısmını da ubudiyet bilgisine tahsis etmiştir.
Namazda Fatiha Sûresini okumak şarttır
İkinci fayda: Allah Teâlâ. Fatiha Sûresine. "Salât" ismini vermiştir. Bu birçok hükme delâlet eder:
Birinci hüküm: Fatiha sûresi namazda okunmadığı zaman, namazın olmaması gerekir. Bu da, namazda Fatihayı okumanın, bizimkilerin (Şâfiîlerin) dediği gibi, namazın bir rüknü olduğuna delâlet eder. Bu delil, başka delillerle kuvvet bulur:
1-) Hz. Peygamber (s.a.s.). namazda her zaman Fatiha Sûresı'ni okumuştur. Cenâb-ı Allah'ın
O) Peygambere uyunuz" (Araf, 158) ayeti ve Hz. Peygamber (s.as)in
"Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız, siz de aynı şekilde namaz kılınız.”[114]
hadisinden ötürü, namazda Fatiha okumanın bize de farz olması gerekir
2-) Hulefâ-i Râşıdîn de bu sûreyi, her zaman namazlarında okumuşlardır. Re-sûllah (s.a.s.)'ın:
"Benim ve benden sonra gelecek olan Hulefâ-i Râşidîn'in sünnetine sarılınız.[115] hadisinden dolayı, bunun bize farz olması gerekir.
3-) Doğudan batıya bütün müslümanlar ancak Fatiha Sûresi'yle namaz kılarlar Binaenaleyh, Cenâb-ı Allah'ın
"Kim müminlerin yolundan başkasına uyarsa, onu döndüğü yere dönderir ve onu cehenneme yaslarız." {Nisa. 115) ayetinden dolayı onlara uymamız gerekir.
4-) Hz. Peygamber (s.a.s.)
"Fâtihâtü'l-Kitab olmadan namaz olmaz." demiştir. [116]
5-) Cenâb-ı Allah
"Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyunuz" (Müzzemmıi, 20) buyuruyor. Ayetteki
"okuyunuz" ifadesi emirdir. Emrin zahiri ise vucûb (yapılmasının farz olduğunu) ifade eder. Buna göre, Kur'ân'dan insanın kolayına geleni okuması farzdır. Fatiha Sûresi'nden başkasını okumak farz olmadığına göre, emrin zahiri ile amel edilerek, namazda Fatihayı okumanın farz sayılması gerekir.
6-) Fâtiha'y (namazda) okumak ihtiyatlı bir yoldur. Dolayısıyla ihtiyatlı olanı yapmalı. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.)
"Sana şüpheli gelen şeyi bırak, şüpheli olmayana geç demiştir. [117]
7-) Hz. Peygamber (s.a.s.). Fâtıha'yı her zaman namazlarında okumuştur. Bu sebeble, onun yolundan dönmenin haram olması gerekir. Çünkü Cenâb-ı Allah:
"Onun emrinden uzaklaşıp gidenler çekinsinler..." (Nûr, 63) buyuruyor.
8-) Namazda Fâtiha' okumanın, onun dışındaki sûreleri okumaktan daha faziletli ve iyi olduğu hususunda müslümanlar arasında bir ihtilaf yoktur Bunun böyle olduğu sabit olunca biz deriz ki kul namaz kılmakla mükellef tutulmuştur. Var olan bir şeyde aslolan, onun devam etmesidir. Böylece, namazını ancak Fatiha Sûre-si'ni okuyarak ifa ettiğinde insanın sorumluluktan çıkacağına hükmederiz. Bu şekilde kılınan namazın, Fâtiha'dan başka bir sûrenin okunmasıyla kılınan namazdan daha üstün ve faziletli olacağına işaret etmiştik. Kâmil bir şekilde yapmakla mükellef olunan bir amelin sorumluluğundan, onu noksan bir şekilde yaparak
kurtulunamaz. Buna göre, Fâtiha'dan başka sûre okunarak kılınan namazla sorumluluktan kurtulunamaz.
9-) Namazdan maksat, kalbin zikrinin meydana gelmesidir. Cenâb-ı Hakk: Ve Beni zikretmek için namaz kıl" (Tâhâ. 14) buyurmuştur
Fatiha Sûresi kısa olmasına rağmen, rubûbiyyet ve ubûdiyyet makamlarını ihtiva eder. Bütün mükellefiyetlerden maksat, rubûbiyyet ve ubûdiyyet bilgilerinin elde edilmesidir İşte bu sebeble Cenâb-ı Allah, bu sûreyi
Biz sana Sebu'l-Mesâniyi (Fatiha Sûresi'ni) ve Kur'ân-ı Aztm'i verdik {Hicr, 87) diyerek, bütün Kur'ân'a denk kılmıştır Bundan dolayı, diğer sûrelerin onun yerini tutmaması gerekir.
10-) Rivayet ettiğimiz haberler, Fatiha Sûresi okunmadan namazın olmayacağını gösterir.[118]
Allah Teâlâ'yı zikretmenin önemi:
Üçüncü fayda: Cenbâb-! Allah'ın kudsî hadîsinde, "kul, besmeleyi okuduğunda. Allah; -'Kulum beni zikretti" der." ifadesinde birçok hüküm vardır
Birincisi: Cenâb-ı Allah.
"Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim" (Bakara. 152) buyurur. İşte burada kul, Cenâb-ı Allah'ı zikretmeye yöneldiğinde şüphesiz ki Cenâb-ı Hakk, onu kendisini andığı bir toplumdan daha hayırlı bir toplulukta anar.
İkincisi: Bu, zikir makamının, kullukta çok yüce ve şerefli bir makam olduğunu gösterir Çünkü geçen ayette, Cenâb-ı Allah, önce kulun zikrini mevzubahis etmiştir. Yine bu zikir makamının mükemmel bir makam olduğuna Cenâb-ı Allah'ın, zikri emrederek şöyle buyurması da delâlet eder:
"Beni zikredin ki. Ben de sizi zikredeyim." Sonra Cenâb-ı Allah
"Ey iman edenler Allah'ı çok çok zikredin." (Aiîzâb, 41)
"Onlar ayakta iken, otururken ve yanlan üstünde yatarlarken hep Allah'ı (hatırlayıp) zikrederler" {Âlı İmrân. 191) ve "Takvaya erenler, kendilerine şeytandan bir arıza iliştiği zaman, İyice düşünürler. Bir de bakarsın ki onlar (hakikati) görüp bilmişlerdir" {Araf, 201) buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk, kulluk makamlarından olan, zikir makamı üzerinde durduğu kadar hiçbir şeyin üzerinde durmamıştır.
Üçüncüsü: O'nun kudsî hadisteki, "Kulum beni zikretti" sözü "AUah" lâfzının
Cenâb-ı Hakk'ın kendine mahsus zatı için bir alem (özel) ismi olduğuna delâlet eder. Eğer "Allah'" lâfzı, türetilmiş (müştak) bir isim olsaydı, onun mefhumu küllî bir mefhum[119] olurdu. Şayet böyle olsaydı, o zaman Cenâb-ı Hakk'ın hususî ve muayyen zatı bu lâfızla anılmazdı. "Rahman" ve "Rahîm" lâfızlarının küllî birer lâfız olduğu zahirdir. Böylece Allah'ın "Kulum beni zikretti" sözü, "Allah" lâfzının. Cenâb-ı Hakk'ın alem ismi olduğuna delâleti sabit olur. Hadisteki, "Kul dediğinde, Cenâb-ı Allah: "Kulum Bana hamdetti" der" ifadesi, hamd makamının zikir makamından daha üstün olduğunu gösterir. Âlemin ilk defa yaratılmasında söylenilen sözün olması da buna delâlet eder. Çünkü, Hz. Adem (a.s.) yaratılmadan önce, melekler
"Biz Seni hamdinle teşbih ve seni takdis ederiz " (Bakara. 30) demişlerdir. Bu âlemin yok olmasından sonra söylenilen en son söz de "el-Hamdü" lâfzıdır. Çünkü Cenâb-ı Allah, cennetliklerin vasıfları hakkında:
"Onların dualarının sonu demektir." (Yûnus. 10) Akıl da hamd makamının, zahir makamından üstün olduğunu gösterir, Çünkü Cenâb-ı Allah'ın zâtı hakkında tefekkür etmek imkansızdır. Zira, Hz. Peygamber (s.a.s.)
"Mahlûkat hakkında aüşünün fakat Yaratan(ın zâtı) hakkında tefekkür etmeyiniz[120] buyurmuştur ve çünkü bir şeyi düşünmeden önce, onu tasavvur etmek lâzım. Cenâb-ı Hakk'ın hakikatinin künhünü tasavvur etmek.ımkânstzdır. Bu se-beble Cenâb-ı Allah'ın zatı hakkında tefekkür etmek imkânsızdır. Buna göre O nun, ancak fiilleri ve yarattıkları üzerinde tefekkür etmek mümkün olur. Sonra hayır olan şeyin bizatihi; şer olan şeyin ise geçici sebeblerden ötürü arandığı ve istendiği delil ile sabittir. Buna göre Cenâb-ı Allah'ın yaptıkları ve yarattıktan üzerinde tefekkür eden herkes, O'nun rahmet, fazi ve ikramına daha çok vâkıf olur. Bu sebeble kişinin hamd ve şükürle meşguliyeti daha çok artar. Böylece
" der. Bunu deyince de Cenâb-ı Allah: "Kulum Bana hamdet-ti" der, ve bu sebebe Allah Teâlâ, kulunun, aklı ve fikri ile, gerek ulvî âlemlerin ve gerekse süfli âlemin tertibindeki ihsanına ve keremine vâkıf olduğuna; onun lisanının, aklına uygun ve ona denk olduğuna şehadet eder. Eğer Kul, O'na iman etme, kalbiyle, diliyle, aklıyla ve beyanıyla O'nun keremini tasdik deryasına dalarsa bu ne yüce bir hâl olur!
Hadîs-i Kudsî'deki "Kul dediğinde, Allah Teâlâ: "Kulum Bana tazim etti." der." ifadesine geîince, bu hususta birisi şöyle diyebilir: Kul, besmeleyi okuduğunda da "rahman" ve "rahîm" lâfızlarını söylemişti, ama orada Cenâb-ı Allah "Kulum Bana tazim etti" dememiştir. Fakat Fatiha Sûresı'nde dediğinde, "Kulum Bana tazim etti" demiştir. Bu ikisi arasındaki fark nedir? Buna şu şekilde cevap verilir: Kulun sözü, onun, Cenâb-ı Hakk'ın zatında kemâl sahibi ve başkasını kemâle erdirici olduğunu ikrar ettiğini gösterir. Sonra, der. Bu da, zatında kâmil olan ve başkasını kemâle erdiren ilâhın, tek ve şeriki olmayan bir ilâh olduğunu gösterir. O, dediği zaman, bu, zatında kâmil ve başkasını kemâle erdiren ilâhın, rahmette, kullarına son derece lütuf ve ikram etmesinde şerikten, ortağı olmaktan, misli ve benzeri olmaktan, zıddı bulunmaktan münezzeh olduğuna delâlet eder. Şüphe yok ki kemâl ve celâl manalarını tasavvur etme hususunda, insan aklının, anlayışının ve hayalinin ulaşabileceği en son nokta ancak bu makamdır. İşte bu sebeble, Cenâb-ı Hakk burada: "Kulum bana tazim etti" demiştir
Hadis-i Kudsî'deki: "Kul, dediğinde, Allah: "Kulum beni yüceltti .", Bana yakışmayan şeylerden tenzih ve takdis etti" der." ifadesine gelince, bunun izahı şudur: Biz bu dünyada zalimlerin mazlumlara baskı yaptığını; güçlülerin güçsüzleri ezdiğini; muttakî, kâmil bir âlimin geçim sıkıntısına düşebildiğini; günahlara dalmış kâfirin ise rahatın ve lüksün zirvesinde yaşadığını görüyoruz. Bu durum ise merhametlilerin en merhametlisi, hükmedenlerin en iyisi olan Allah'ın rahmetine uygun düşmez. Cenâb-ı Allah'ın zalimlerden mazlumların hakkını alması, kendisine itaat edenlere mükafaatlarını, inkar edenlere ise cezalarını vermesi için kıyamet, ba's ve haşr bulunmasaydı, bu ihmal ve imhal {mühlet tanıma), Allah'ın kullarına bir zulmü olurdu. Ceza günü ve din günü var olunca, Cenâb-ı Hakk'ın kullarına zulmettiği vehmi ortadan kalkar. Bu sebebten dolayı Cenâb-ı Allah:
"(Bütün bunlar) kötülük edenleri, yaptıklarına mukabil cezalandırması, güzel hareket edenleri de daha güzeli ile mükâfatlandırması için " (Necm, 31) buyurmuştur. Kudsî hadisteki işte Cenab-ı Allah'ın, "zulüm ve zulüm huyundan Beni tenzih eden" kulum Beni yüceltti" sözünden kastettiği budur.
"Kul " dediğinde, Allah: Bu Benimle kulum arasındadır"
der." ifadesine gelince, bu cebr ve kader meselesinin esrarına işarettir. Çünkü kulun sözünün manası, kulun ibadet ve taat işine yöneldiğini haber vermektir. Sonra Cebr ve Kader bahsi gelir. Bu da şu demektir: Kul, bu işi yaparken bağımsız mıdır, değil midir? Gerçek şu ki o, bağımsız değildir. Çünkü kulun kudreti, ya hem yapmaya hem de yapmamaya elverişlidir veya değildir. Eğer gerçek olan birincisi ise bu kudretin yapmamanın değil de yapmanın kaynağı olması ancak bir müreccih (tercih eden) sebebiyledir. Eğer bu müreccih kul ise, başa dönülmüş olur. Eğer bu müreccih kul değil de Allah ise, Allah'ın, engellerden kurtulmuş olan bu sebebi yaratmış olması, O'nun yardım etmesidir. sözü ve, "kalbimizde bizi batıl inançlara ve bozuk amellere davet eden bir sebeb yaratma ve bize katından bir rahmet ver!" anlamına gelen (al-ı imrân. 8) ayetinden kastedilen de budur. Bu rahmet, Allah'ın bizi iyi "âmellere ve doğru inançlara çağıran sebebi yaratmasıdır. İşte yardım etme ve yardım talebinde bulunmadan maksat budur. Bu sözü söylemeyen bir kimse, kesin olarak sözünün manasını anlamamıştır. Bu ortaya çıkınca, HakkTe-âlâ'nın: "Bu benimle kulum arasındadır" sözünün doğruluğu ortaya çıkmış olur. Cenâb-ı Hakk'tan olan kısma gelince, bu Allah'ın kesin müessir sebebi yaratmasıdır. Fiilde kuldan olan kısma gelince bu kuldaki kudret ile Cenâb-ı Allah'ın yarattığı sebebin bir araya gelmesiyle, bu fiilin meydana çıkmasıdır. Bu, üzerinde iyice düşünülmesi gereken dakik bir meseledir.
Hadîsi Kudsîde Cenâb-ı Allah'ın: Kul dediğinde, Allah: "Bu kuluma aittir ve kuluma istediği vardır" der ifadesine gelince bunun izahı şöyledir: Biz, ulûhiyetle ilgili bütün meseleleri ısbat ve nefy hususunda, nübüvvet meşelerinin tamamında ve meâd (ahiret)la ilgili meselelerin bütününde, insanların ihtilâf ettiklerini görüyoruz. Bu konuda, şüpheler baskın çıkıyor ve karanlıklarsa her tarafı basmıştır Cenâb-ı Hakk'ın künhüne ve hakikatine, çoğunluk içindeki pek az insan vasıl olabilir Bütün insanlar, akıl, fikir, çok araştırma ve iyice düşünme hususunda eşit olmalarına rağmen, bu hâl pek azına nasip olabilmiş.. Şayet Cenâb-ı Allah'ın hidayeti ve yardımı olmasaydı, hakkı isteyenin gözünde hakkı süsleyip, batılı da onun gözünde çirkin göstermemiş olsaydı -nitekim Cenâb-ı Hakk
"Fakat Allah size imam sevdirdi ve onu kalblerinizde süsledi. Küfrü, (âşıklığı ve isyanı da size çirkin gösterdi" (Hucurât. 7) buyurmuştur- hiç kimsenin hakka ulaşması mümkün olmazdı. İşte bu sebeble kulun " "Bizi dosdoğru olan yoluna ilet" sözü de. bu duruma işaret etmiş olur Yine, bâtılı bâtıl olarak bilen kimsenin bâtıla razı oimaması, onun ancak gerçek bir inancı, sağlam bir dini ve doğru olan hükmü istemesi de, buna delâlet eder. Eğer iş. sadece kulun ihtiyarıyla olmuş olsaydı, hiç kimsenin hataya düşmemesi gerekirdi. Birçok kimsenin sapıklık denizinde boğulduğunu görünce. Hakka ulaşmanın sadece Allah'ın hidayeti ile olduğunu anlarız. Bütün peygamber ve meleklerin bunda mutabık olmaları da, bu görüşümüzü güçlendirir. Meleklere gelince "Rabbimiz, seni tenzih ederiz. Senin öğrettiklerinden taşka, bizim ilmimiz yoktur. Muhakkakı Sen, her şeyi hakkıyla bilen ve sonsuz hikmet sahibi olansın " (Bakara, 32) derler. Hz. Âdem, "Rabbimiz, bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, muhakkak ki biz hüsrana uğramışlardan olacağız" (A'râf. 23); Hz. İbrahim.
"Eğer Rabbim beni hidayete ulaştırmazsa, muhakkak ki ben, sapılmışlardan olacağım!' (En'âm 77); Hz. Yûsuf, " "Beni müslüman olarak öldür ve beni salih kulların arasına kat" (Yûsuf. 101); Hz. Mûsâ,
"Rabbim, göğsümü genişlet, işimi koîaylaştır, dilimdeki düğümü çöz, ki sözümü anlayabilenler..." (Tâhâ, 25-28) ve Hz. Muhammed (s.a.s.) de.
"Rabbimiz, bizi hidâyete erdirdikten sonra, kalblerimizi sapıtma! Ve bize, katından bir rahmet ver! Muhakkak ki, sen çokça verensin!" (Âl-i İmrân. 8) diye dua etmişlerdir Bu hadîs-i kudsideki incelikler hususunda söyleyebileceğimiz söz budur Söylemediklerimizse, söylediklerimizden daha çoktur.
Dördüncü fayda: Fatihanın ayetleri yedidir.
Namazda gözle görülen ameller de yedidir Bunlar, kıyam, rükû, rükûdan doğrulma, ilk secde, bundan doğrulma, ikinci secde ve tahiyyâta oturmadır. Böylece Fâtiha'nın ayet sayısı, namazdaki bu işlerin sayısına eşit olmuş olur. Bundan dolayı da bu işler sanki bir beden, Fatiha ise o bedenin ruhu gibidir. Kemâl derecesi, ancak ruh ile bedenin birleşmesiyle elde edilir. Buna göre, besmele, namazdaki kıyamın karşılığıdır. Görmez misin ki besmeledeki "be" harfi Allah'ın ismi ile birleşince ayakta kalır Yine besmele ile işlere başlanır Peygamberimiz (s.a.s.) "Besmele ile başlanılmayan her önemli iş güdük'i"[121] buyurmuştur. Cenab-ı Allah da:
"Hakikaten, iyi temizlenen ve Rabbinin adını zikredip de namaz kılan kimse felaha ermiştir" (Aiâ. 14-15) buyurmaktadır Namazdaki işlerden kıyamın da durumu aynıdır Böylece, şu yukarıda zikredilen hususlar muvacehesinde besmele ile kıyam arasındaki münasebet görülmüş olur." sözü, namazdaki rükûun karşılığıdır. Çünkü kul. hamdetme makamında hem Hakka hem de mahlûkata bakar. Çünkü hamdetmek, Cenâb-ı Hakk'tan gelen nimetler sebebiyle O'na sena etmekten ibarettir. Bu makamda kul, hem nimet verene, hem de nimete bakar. Bu bakımdan hamd makamı,arazlarla, istiğrak hali arasında orta bir haldir. Rükû da kıyamla secde arasında orta bir haldir" lâfzı nimetlerin çokluğunu gösterir. Çok nimet ise, kişinin sırtına ağır gelen şeylerdendir. Bu nedenle, insanın sırtı rükû ederek eğilmiştir" sözü rükûdan doğrulma haline uygundur. Çünkü kul, rükûda, Allah'a tazarru edip eğilince, Cenâb-ı Hakk'ın rahmetine yakışan, onu yeniden doğrultmasıdır. İşte bu sebeble Hz. Peygamber (s.a.s.): "Kul, (ruküdan kalkıp da) (Cenâb-ı Allah, kendisine ham-dedeniduyar) dediğinde, Allah o kula rahmet ile bakar" buyurmuştur.
sözü ilk secde haline uygundur Çünkü senin böyle söylemen, Cenâb-ı Hakkın kahrının, celâlinin ve kibriyasının kemâline delâlet eder. Bu da çok şiddetli bir korkuyu gerektirir. Bundan dolayı, buna, en mükemmel bir şekilde huzû ve huşu yakışır ki işte bu secdedir.
sözü iki secde arasındaki oturuşa uygundur. Çünkü sözü birinci secdeyi sözü ise ikinci secdeyi yapabilmek için Cenâb-ı Allah'tan yardım istediğini haber vermektedir. sözü, en mühim şeyi istemektir. Dolayısıyla bu isteğe, huzurun zirvesini gösteren ikinci secde uygun olur.
sözü de, namazdaki tahiyyata oturma haline uygundur. Çünkü kul, son derece mütevazi olunca, Allah Teâlâ, onun tevazuuna ikram ile karşılık vermiştir. Bu ikram da, Allah'ın ona huzurunda oturmasını emretmesidir. Bu ise Allah'ın, kula en büyük inamıdır. Bu, sözü ile bunun arasında son derece kuvvetli bir münasebet vardır. Hz. Peygamber (s.a.s.)'i, "Kabe kavseyn"e yükseltmiş olduğu için, ona nimet vermiş olunca, O, bu esnada:
"En mübarek selâmlar ve en hoş salâtlar Cenâb-ı Allah'a aittir." demiştir. Namaz müminin miracıdır Mü'min, miracında, Allah'ın huzurunda oturmasından ibaret olan, ikramın zirvesine mazhar olunca, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in miraçta söylediği kelimeleri söylemesi vâcib olur. Yine kul, "ettehiyyâf'i okur ve bu, namazda meydana gelen miracın, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in miraç güneşinden bir meşale, ve o miracın denizinden bir damla olduğuna bir tenbih gibi olur. Bu da Cenâb-ı Hakk'ın:
"İşte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddikler, şehitler ve sâlih kimselerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştır" (Nisa. 69) ayetinin gerçekleşmesidir
Bil ki sayısı yedi olan Fatiha ayetleri, namazdaki bu yedi iş için, bir ruh; bu yedi fiil de, insanın yaratılmasında mevzubahis olan yedi mertebenin ruhu mesabesinde olur. İnsanın yaratılışındakı yedi mertebe de şu ayetlerde bahsedilenlerdir:
"Andolsun ki insanı çamurdan bir hulasadan yarattık. Sonra onu sarp ve metin bir karargâhta (rahimde) bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir kan damlası haline getirdik, derken o (canlı) kan damlasını bir çiğnem (lokmalık) et yaptık. O bir çiğnem eti de kemiklere çevirdik ve o kemiklere et giydirdik. Daha sonra onu başka bir yaratışla inşa ettik. Suret yapanların en güzeli olan Allah'ın sanı ne yücedir" (Mü'minûn. 12-14). Buna göre bedenin ve ruhun birçok derecesi bulunduğu görülür. Ruhların ruhu, nurların nuru ise Cenâb-ı Hakk'tır. Nitekim Cenâb-ı Allah:
"Şüphesiz en sonunda gidiş ancak Rabbinedir." (Necm. 42) buyurmuştur. [122]
Namaz Ariflerin Miracıdır
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in iki miracı vardır. Bunlardan biri, Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya kadar olanı; diğeri de Mescid-i Aksa'dan başlayıp, Allah'ın me-lekûtunun en yücelerine kadar olanıdır Bu.hadisenin zahire taalluk eden kısmıdır
Miraç hadisesinin, ruhlar âlemine taalluk eden tarafına gelince, Hz, Peygamber (s.a.s.)'in yine iki miracı vardır Biri, şehadet aleminden başlayıp gayb âlemine kadar olan; diğeri de, gayb âleminden, gaybü'l-gayb âlemine kadar olandır Bunlar, birbirine bitişmiş "Kabe kavseyn" (yayın kirişi) mesabesindedir ki, Hz. Peygamber (s.a.s.) bunları adımlayıp geçmiştir. Cenab-ı Allah'ın O, Peygambere) iki yay (kirişi) kadar, yahut daha yakın oidu " (Necm, 9) ayetinde kastedilen de budur. Buradak sözü. Hz. Peygamber (s.a.s.)'ın, nefsinde yok olduğuna (fena fi nefsihî) işarettir Şehadet âleminden gayb âlemine geçişe gelince, bil ki cisme ve cisimden olan şeylerle taalluk eden her husus, şehadet âle-mindendir. Çünkü sen bu şeyleri gözünle müşahede edersin. Öyleyse ruhun, beden âleminden ruhlar âlemine geçmesi, şehadet âleminden gayb âlemine yapılan bir yolculuktur.
Ruhlar âlemine gelince, bu nihayeti olmayan bir âlemdir. Çünkü ruhların en alt mertebesi, beşerî ruhlardır. Sonra bu ruhlar mükemmelleşme ve mutluluk basamaklarında terakki ederler. Öyle ki dünya semasındaki ruhlara ulaşmış olurlar. Sonra daha yükselirler. Ki bunlar ikinci kat semanın ruhlarıdırlar. Kürsi'nın muhtelif derecelerinde meskûn olan ruhlara varıncaya kadar, ruhların bu yükselişi devam eder Ruhlar, Kürsî'nin derecelerinde de, yükseklik bakımından birbirlerinden farklıdırlar. Sonra onlar, bundan da vüceolurlar ki bunlar,
"Melekleri, Arş'ın etrafını kuşatmış oldukları halde görürsün " (Zümer. 75) ayetiyle, işaret edilen meleklerdir. Derken ruhlar, daha yüce ve daha muazzam olurlar. Ki bunlar, Allah Teâlâ'nın "O günde, Rabbinin Arş'ını onların üstündeki sekiz melek taşır" (Hakka, 17) ayetiyle, işaret edilen meleklerdir. Bu sekiz sayısında, burada zikredilmesi doğru olmayan birçok sırlar vardır. Daha sonra ruhlar, terakki ede ede, cisimlerle her türlü ilişkiden uzak olan ruhlara ulaşırlar. Onlar, yiyecekleri zikrullah, içecekleri muhabbetullah, ünsiyetleri Allah'a hamd-ü sena vejezzetleri de Allah'a hizmet olan varlıklardır. Cenâb-ı Hakk'ın
" "Onun huzurundakiler, O'na ibadetten asla kaçınmazlar" {Enbiyâ, 19) ve "Onlar gece gündüz, ara vermeden Allah'ı teşbih ederler" (Enbiyâ, 20) ayetleri ile işte bunlara işaret edilmektedir. Sonra onların da birbirinden farklı dereceleri, birbirinden uzak mertebeleri vardır. İnsan aklı, onların hallerini tam olarak anlamaktan ve onların niteliklerini açıklayabilmekten âcizdir. Ruhların bu terakki ve yükselişi, Cenâb-ı Hakk'ın "Her ilim sahibinin üstünde, ondan daha iyi bilen vardır" (Yûsuf, 76) buyurduğu gibi, nurlar nuru, sebeblerin yaratıcısı, her şeyin mebde'i, rahmetin kaynağı ve hayrın başlangıcı olan Allah Teâtâ'ya ulaşıncaya kadar devam eder. Böylece ruhlar âleminin, gayb âlemi olduğu; ve rububiyyetin celâlinin huzuruna varmanın da gaybu'l-gayb âlemi olduğu ortaya çıkar. Bunun içindir ki Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Cenâb-ı Allah'ın, nurdan yetmiş perdesi vardır. Eğer Allah o perdeleri açacak olsa, O'nun zatının celâl ve azameti gözün gördüğü her şeyi yakardı "[123], Hadîste perdelerin sayısının "yetmiş" sayısıyla sınırlanması, ancak nübüvvet nuru ile bilinebilecek olan şeylerdendir.
Anlattıklarımızla miracın iki çeşit olduğu; birincisinin, şehadet âleminden gayb âlemine, ikincinin ise gayb âleminden gaybu'l-gayb âlemine olduğu ortaya çıkar İşte bütün bunlar, aklî, yakinî ve hakikî sözlerdir.
Bunu anladın. O halde maksadımıza dönüp şöyle deriz: Hz. Muhammed (s.a.s.) miraca varıp geriye dönmek istediğinde: "Ey izzet sahibi Rabbim! Yolcu, vatanına dönmek istediğinde, eşine, ahbabına ve dostuna hediye olarak götüreceği bazı şeylere ihtiyaç hisseder" dedi. Bunun üzerine, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e: "Senin ümmetine verilecek hediye namazdır" denildi. Bu böyledir, çünkü, namaz, cis-manî miraç ile ruhanî miracı birleştirir, Cismanî miraç, fiillerle; ruhanî miraç ise zikirlerle olur. Ey kul, bu namaz miracına başlamak istediğinde ilk önce temizlen. Çünkü bu makam, kudsî bir makamdır.
Binaenaleyh elbisen ve bedenin temiz olsun. Çünkü sen "Mukaddes Tuvâ vadisi" (Tâhâ, i2)'ndesin. Yanında da hem melek hem şeytan var. O halde, hangisine arkadaş olacağına karar ver, Yanında hem din hem dünya var. O halde, hangisine arkadaş olacağına karar ver. Yanında hem akıl hem hevâ var. O halde, hangisine arkadaş olacağına karar ver: Hayra mı şerre mi; doğruluğa mı, yalana mı; hakka mı, batıla mı; akla mı, akılsızlığa mı; kanaate mi hırsa mı... Birbirine zıt huylar ve sıfatlar hususunda da söylenecek olan aynıdır. O halde bu iki taraftan hangisine arkadaş olacağına ve hangisine uyacağına karar ver. Çünkü arkadaşlık ileri dereceye vardığında, ayrılmak imkansızlaşır. Görmüyor musun, Hz. Ebû Bekr Hz. Muhammed (s.a.s.)'i arkadaş olarak seçti de, dünyada, kabirde, kıyamette ve cennette Ondan ayrılmadı. Yine bir köpek Ashâb-ı Kehf'le arkadaş oldu da, hem dünyada, hem ahirette onlardan ayrılmadı. İşte bu sırdan ötürü Cenâb-ı Hakk, "Ey iman edenler, AUahdan korkun ve sadıklarla beraber olun!" (Tevbe, 119) buyurmuştur.
Sonra temizlendiğinde, her iki elini kaldır; bu iki elini kaldırman dünya ve ahiret âlemine veda etmene işarettir. Binaenaleyh, bu iki âlemden tamamıyla alâkanı kes, kalbini, ruhunu, sırrını, aklını, anlayışını, zikrini ve fikrini Allah'a yönelt de, sonra "Allahu Ekber!" de! Bunun, Allah her türlü varlıktan daha büyük, bilinen her şeyden daha yüce, en büyük ve en aziz, bundan da öteye O, bir şeyin, kendisiyle mukayese edilmekten veya O, en büyüktür denilmekten de büyüktür. Sonra "Allah'ım, seni tenzih eder, hamdinle teşbih ederim " de. Bu makamda, sana Celâlin azametinin nuru tecelli eder, Sonra teşbih makamından tahmîd makamına yükseldiğinde, "Ve ismin ne yücedir" öe. Bu makamda, sana ezel ve ebedin nuru açılmış, inkişaf etmiş olur. Çünkü sözü, yok olmaktan ve sona ermekten münezzeh olan bir sürekliliğe işarettir. Bu da, yoklukta ezel hakikatini, bekada da ebed hakikatini mütalaa etmekle ilgilidir, (buna taalluk eder). Sonra, "Ve senin şanın ne yücedir" de! Bu da, Cenâb-ı Hakk'ın. Celâl sıfatlarıyla kemâl vasıflarını zikredilen miktarla sınırlanmaktan daha bilgili ve daha büyük olduğuna işarettir. Sonra "Ve, senden başka ilâh yoktur" de! Bu da bütün celâl sıfatlarının ve Kemal işaretlerinin Allah'a ait olduğuna işaret etmektedir. Buna göre Allah, kendisinden başka kâmil bir varlık olmayan bir Kâmil, kendisinden daha mukaddes olmayan bir mukaddes, hakikatte var olan ancak kendisi olan ve kendisinden başka hiç bir ilâh olmayandır. İşte burada akıl, inkıtaya uğrar, di! düğümlenir, anlayış âdeta keçeleşır, hayal şaşırır ve akıl felce uğrar... Sonra kendine ve haline bir dön de şöyle de "Muhakkak ki ben özümü, göklere ve yeri yaratan zata donderdim" (Enam, 79). Buna göre, sözün, mukarreb meleklerin miracıdır. Bu da, Cenâb-ı Hakk'ın "Seni hamdinle teşbih eder ve seni takdis ederiz" (Bakara. 30) ayetinde bahsedilmiştir. Bu sözün, Hz. Muhammed <s.a.s.)'in de miracıdır. Çünkü O'nun miracı, bu
sözle başlamıştır Ama, "özümü donderdim" sözüne gelince, Hz. İbrahim'in miracıdır. Yine senin, "Muhakkak ki, benim namazım, ibadetim, yaşamam ve ölmem, alemlerin Rabbi olan Allah içindir." (Enâm. 162) sözü, Allah'ın sevgilisi Hz. Muhammed (s.a.s.)'in miracıdır Bu iki zikri okuduğunda, mukarreb meleklerin büyüklerinin miracı ile, nebi ve resullerin büyüklerinin miracını birleştirmiş olursun. Sonra bu durumu sona erdirince, nefsinden kendini beğenmişlik belâsını savuşturman için, de!
Cennetin sekiz kapısı vardır. Bu makamda sana cennet kapılarından bir kapı olan, marifet kapısı açılır, Cennet kapılarından ikincisi zikir kapısıdır. Bu da, sözüdür Üçüncü kapı, şükür kapısıdır. Bu da demendir. Dördüncüsü, recâ(ümıt) kapısıdır. Bu da, demendir. Beşinci kapı, havf (korku) kapısıdır. Bu da, demendir. Altıncı kapı, ubûbiyyet ve rubûbiyyet bilgisinden meydana gelen ihlâs kapısıdır, Bu da demendir. Yedinci kapı, dua ve niyaz kapısıdır. Nitekim Cenâb-ı Hakk, Yoksa bunalmışa, kendisine dua ettiğinde icabet mi edendir" (Nemi, 62) ve ana dua ediniz, size icabet edeyim" (Mümin, 60) buyurmuştur. Bu ise, senin demendir. Sekizinci kapı. temiz ve güzel ruhlara uyma, onların nurlarıyla hidayete erme kapısıdır ki. bu da demendir. İşte böyle bir yolla Fatiha Sûresı'ni okuyup inceliklerine vâkıf olursan, sana cennetin sekiz kapısı da açılır. Bu da, Cenâb-ı Allah'ın şu ayetinde kastedilendir: "Kapılan onlara açılmış durumda Adn cennetleri" (Sad. 50). Buna göre Rabbânî bilgilerin cennetlerinin kapıları, bu ruhanî anahtarlarla açılır. İşte bu da, namazda meydana gelen ruhanî miraca işarettir. [124]
Cismânî Miraç
Osman? miraca gelince, bunun ilk mertebesi, Ashâb-ı Kehf'ın kıyamı gibi, Allah'ın huzurunda durmandır Bu, Cenâb-ı Hakk'ın "Ve dikilip de. bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir, dediler" (Kem, 14) aye-tiyle bildirdiği makamdır Hatta bundan da öteye, kıyametteki insanların ayakta durması gibi. dur Bu konuda Cenâb-ı Allah "O gön insanlar Alemlerin Rabbinİn huzurunda dururlar' (Mutaffıfîn 6) buyurur Sonra Sübhâneke'yi, daha sonra " sonra Fatihayı, ondan sonra da, Kur: ân'dan kolayına geleni oku! Allah'ın azameti itibariyle ibadetine bakmaya çalış, böylece de onu küçümse! Kendi ibâdetine göre Allah'a bakmaktan sakın! Çünkü böyle yaparsan, helak olanlardan olursun. Cenâb-ı Hakkın" sözünün sırrı da budur.
Şu anda nefsin, Celâl korkusunun ateşine tutulup da, yumuşayan bir ağaç gibidir Öyleyse sen onu rükû ile eğ de, "Allah, Kendisine ham-dedenin hamdini kabul buyurdu" de! Sonra onu, doğrulsun diye, ikinci kez bırak, salıver. Çünkü bu din, güçlüdür. O'na yumuşaklıkla yanaş. Nefsini, Allah'a ibadetten nefret ettirme. Zira, kendini çok yoran kimse, ne bir mesafe alabilir, ne de atın sırtından iner. Nefsin tekrar doğrulduğu zaman, tevazünün en yücesiyle yerlere kadar eğil ve, yüceliğin zirvesiyle Rabbini an da, "Yüce Rabbimi tenzih ve teşbih ederim" de.
İkinci secdeyi yaptığında, senin için üç çeşit taat meydana gelmiş olur: Bir rükû ve iki secde.. Bunlarla, helak edici üç maniadan kurtulursun.
Rükû ile şehvetler engelinden, birinci secde ile, eziyet verici şeylerin başı olan gazab engelinden ve ikinci secde ile her türlü helak ve sapıklığa çağıran hevâ engelinden kurtulursun. Bu engelleri geçip, bu derekelerden kurtulunca, yüce derecelere vasıl olursun, kalıcı ve bakî olan salih şeylere sahip olursun ve yer ile göklerin Müdebbiri olan Allah'ın celâlinin eşiğine varırsın. İşte o zaman, "En mübarek selâmlar ve en güzel dualar Allah'adır" de. dil ile, azalarla da kalbler ve iman kuvveti ile yapılan ibadetlerdir. Sonra bu makamda, senin ruhunun nuru yükselir, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in ruhunun nuru da iner, böylece iki nûr karşılaşarak, burada genişlik, rahatlık ve cennetin kokusu meydana gelir. Hz. Muhammed'in ruhunu övmek ve selâmlamak lâzımdır. Öyleyse," Ey Peygamber, Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketleri sana olsun" de. İşte o zaman, Hz. Muhammed(s.a.s.) "Selam bize ve Allah m salih kullarına olsun" der. Sanki sana: "Bu hayır ve bereketleri hangi vesileyle buldun ve hangi yol ile onlara ulaştın?" denilir. Sen buna cevaben:
sözünü söyleyerek ulaştım, de. Sana, "Seni buna ulaştıran Muhammed (s.a.s.)'dir. Peki, seni Muhammed (s.a.s.)e götüren nedir?" denilir. Sen,
"Allah'ım, Muhammed ve Muhammed'in âl ü ashabına rahmet et" de. Sana, "Rabbimiz, onların içinden onlara bir peygamber gönder!" (Bakara. 129) diyerek, Cenâb-ı Allah'tan böyle bir peygamberin sana gönderilmesini isteyen İbrahîm (a.s.)'dır. Öyleyse, ona vereceğin hediyen nedir?" denilir Buna karşılık sen, "İbrahim (a.s.) ve O'nun âl-ü ashabina rahmet ettiğin gibi" de! Sana, şöyle denilir: "Bütün bu hayırlar, Muhammed (s.a.s.)'den, veya İbrahim (a.s.)'dan ya da Cenâb-ı AUah'dandir. Öyle mi, ne dersin?" Buna karşı, sen: "Hayır, doğrusu bunların hepsi hamde yegâne lâyık ve yüce (Ha-mîd ve Mecîd) olan Cenâb-ı Aliah'dandır Ya Rabbî. Sen Hamîd ve Mecîdsin" de.
Sonra kul, Cenâb-ı Allah'ı bu övgü ve medıhlerle zikredince, Cenâb-ı Allah da onu, Resûlullah'ın (s.a.s.) Cenâb-ı Allah'dan naklettiği
"Kulum beni bir toplulukta anarsa, ben de onu, onun içinde beni andığı cemaattan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım" sözünün delaletiyle, meleklerin cemaatları içinde zikreder. Melekler bunu işitince, bu kula karşı bir muhabbet duyarlar da, Cenâb-ı Allah kula: "Göklerin melekleri seni ziyaret etmeyi arzuluyorlar ve sana yakın olmayı istiyorlar. Sana geldiklerinde, senden öncekilerin mertebesine nail olman için, onlara selâm vererek söze başla" der. Bunun üzerine kul, sağına soluna "Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun" der. Hiç şüphesiz, kul cennete girdiği zaman, melekler de, her kapıdan onun yanına girerek, "
"Sabretmenize mukabil sizlere selâm olsun! Dünyanın ne güzel neticesidir bu!" (Ra'd. 24) derler. [125]
İlâhî Azamet Ve Kibriya
"Bu fasıl Cenâb-ı Allah'ın "kibriya"sı ve "azamet"! hakkındadır."
Celâl ve heybet bakımından yaratıkların en büyüğü mekân ve zamandır. Mekan, sonu olmayan bir feza ve nihayeti olmayan bir boşluktur. Zamana gelince o, ezel âleminin karanlıklarının dibinden, ebed âleminin karanlıklarına çıktığı düşünülen uzun bir hattır. Sanki o, ezel dağının dibinden çıkmış, ebed dağının dibine girinceye kadar uzanmıştır. Nereden çıktığı ve nerede duracağı bilinmemektedir. İlk ve son. zamanın sıfatlarıdır. Açık ve gizli (Zahir ve Bâtın) ise mekânın sıfatlarıdır. Bu dört şeyin kemâli ise dir. Cenâb-ı Hakk, zahir ve bâtın olarak mekânı, ilk ve son olarak da zamanı doldurmuştur. Zamanın ve mekânın yöneticisi Hakk Teâlâ olunca, O, zamandan ve mekândan münezzeh olur.
Bunu iyice anladığına göre biz deriz ki, Cenâb-ı Hakk'ın bir Arş'ı, bir de Kur-sî'si vardır. Böylece mekânı Kürsî've haölamış ve Cenâb-ı Allah:
"O'nun Kürsîsi gökleri ve yeri kucaklamıştır" (Bakara, 255} buyurmuş; zamanı da Arş'a bağlayarak "O'nun Arş'ı suyun üzerindedir" (Hûd, 7) buyurmuştur. Çünkü zamanın akışı, suyun akışına benzer. Kürsî'den öteye bir mekân; Arş'tan öteye de bir zaman yoktur. Buna göre yücelik Kürsî'nin sıfatıdır. Bu daCenâb-ı Hakk'ın "ayeti ile ifade edilendir Azamet ise Arş'ın sıfatıdır. Bu Cenâb-ı Allah'ın;
"De ki: Bana Allah yeter. Ondan başka hiç bir tanrı yoktur. Ben ancak O'na tevekkül eder güvenir dayanırım.) O, büyük Arş'm sahibidir" (Tevbe, 129) ayeti ile ifade edilendir. Yücelik ve büyüklüğün (azametin) kemâli Allah'a aittir Nitekim Cenâb-ı Allah: "Göklerin ve yerin muhafazası Ona ağır da gelmez. 0, çok yüce, çok büyüktür" (Bakara, 255) buyurmuştur.
Yücelik ve büyüklük kemâl derecelerinden iki derecedir Ancak büyüklük (azamet) derecesi, yücelik (ulüvv) derecesinden daha mükemmel ve daha güçlüdür. Bunların üstünde kibrıya derecesi vardır. Nitekim Allah Teâlâ, hadîs-i kudsîde, "Kibriya Benim ridâm (cübbem), azamet ise izânm (alt elbisem)dir[126] buyurmuştur. Şüphesiz ki ridâ, izârdan daha büyüktür Celâl sıfatı, derece ve şerefçe bütün bu sıfatların üstündedir Bu da Cenâb-ı Hakk'ı, kendine mahsus hakikati ve belirli kimliği hususunda, mümkinattan herhangi bir şeye benzemekten tenzih etmektir.
İşte Allah Teâlâ bu hususî celâl hüviyetinden ötürü, ulûhiyyet sıfatına müstehak olmuştur. İşte bu manadan dolayı da Hz. Peygamber (a.s.) "Ya zel-Celâl-i ve'l-ikrâm zikrine devam ediniz[127] buyurmuştur. Cenâb-ı Allah da "Ancak, Celâl ve ikram sahibi olan Rabbmın zâtı bakî kalacaktır." (Rahman, 27) ve " "Azamet, saltanat ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir!" (Rahman. 78) buyurmuştur. [128]
Namaza Hazırlık
Bu kaideyi iyice kavradığında, bil ki, namaz kılacak kimse, namaza niyet ettiğinde, Cenâb-ı Allah'ın vasıfları hakkında "Onlar Cenâb-ı Hakk'ın cemâlini dilerler" (Kehf, 28) dediği kimselerden olur. En büyük Sultanın huzuruna girmek isteyen kimseye, kirlerden ve pisliklerden temizlenmesi gerekir. Bu temizliğin birkaç mertebesi vardır:
Birinci mertebe: Tevbe etmek suretiyle, nefsi günah kirlerinden temizlemek. Nitekim Cenâb-ı Allah şöyle buyurur:
"Ey iman edenler, Cenâb-ı Hakk'a nasûh (halis niyetli ve doğru olarak yapılmış) tevbe ile tevbe ediniz " (Tahrim,8).
Zühd makamında olan kimsenin, temizliği, dünyanın helâl ve haramından te mizlenmesi şeklinde olur İhlâs makamında olan kimsenin temizliği ise, yaptığı amellerine değer vermeme ile olur. Muhsinler makamında olan kimsenin temizliği ise, yaptığı iyiliklere değer vermeme ile olur. Sıddîklar makamında olan kimsenin temizliği de, Allah'tan başka her şeyden temizlenme ile olur. Netice olarak diyebiliriz ki: Makamlar çok, dereceler ise son derece birbirinden farklıdır. Nitekim Hak Teâlâ:
"O halde sen yüzünü bir muvahhîd olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki, O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışına (hiç bir şey) bedel olmaz " (Rûm, 30) buyurmuştur.
Bu sebeble, Cenâb-ı Hakk'ın, haklarında "Onlar Allah'ın cemâlini dilerler" buyurduğu kimselerden olmak istiyorsan, ayağa kalk ve nefsinde, cisim ile ruh âleminden olan bütün mahlûkatı hazır tut.
Bunu şöyle yapabilirsin: Önce nefsinden başlar, sonra da sana ait basit ve mü-rekkeb uzuvlarının tamamını, bütün tabiî, hayvanî ve insanî kuvvetlerini aklında tutarsın. Daha sonra da madenler, bitkiler, insan ve insanın dışındaki bütün canlılar âlemini aklında toplamaya çalış. Sonra denizleri, dağlan, tepeleri, sahraları ve bunlarda bulunan enteresan bitkileri, canlıları ve toz zerreciklerini öncekilere kat. Sonra buradan, alabildiğine büyük ve geniş dünya semasına yüksel, sonra Sidre-i Müntehâ'ya, Refref'e, Levh'a, Kalem'e, Cennete, Cehenneme, Kürsî'ye ve Büyük Arş'a ulaşıncaya kadar, bir semadan, diğer semaya yükselmeye devam et. Sonra cisimler âleminden, ruhlar âlemine geç ve aklında, süflî, beşerî ve arzî ruhların tamamını ve bunun yanında beşerî olmayan ruhları topla (hatırında tut).
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in de "dağların ve denizlerin melekleri" diye bahsettiği, dağlara ve denizlere ait ruhların tamamını, dünya semasının ve yedi kat semanın meleklerini aklında tut. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Göklerde bir karış yer bile yoktur ki, orada ayakta veya oturan bir melek olma-sın.[129] Sonra Arş'ı kuşatan bütün melekleri, Arşı ve Kürsî'yi taşıyan bütün melekler zihninde tut ve bunlardan, Cenâb-ı Allah'ın "Rabbinin ordularım, Ancak Rabbin bilir" (Müddessir, 31) buyurduğu gibi bu âlemin dışında olan şeylere geç. [130]
Tekbirin Hakikati
Cismanî ve ruhanî âleme ait bütün bu kısımları zihninde toplayıp hazır edince, de." sözünle, icadı ile eşyanın var olduğu, ve eşyada sıfat ile fiillerinin kemâli tecelli eden zatı kastedersin." sözünle de Cenâb-ı Allah'ın, eşyaya benzemekten ve onun gibi olmaktan münezzeh olduğunu kastedersin. Bundan da öteye, O, aklın, kendisini eşya ile kıyas etmenin ve ona benzetmenin caiz olduğuna hükmetmesinden münezzehtir. İşte bu, namaza başlarken söylenen sözünden kastedilen manadır
Bu tekbirin izahında ikinci şekil şudur: Hz. Peygamber (s.a.s.);
"İhsan, Cenâb-ı Allah'a, sanki Onu görüyormuşçasına ibâdet etmendir. Her ne kadar sen Onu görmüyorsan da, O, seni görüyor''[131] buyurmuştur. İşte bu se-bebledir ki sen, "Allah, beni görmemekten ve benim sözümü duymamaktan yücedir" (Yani beni görür, duyar)" demiş olursun.
Tekbirin üçüncü şekilde izahı şudur: Allah, akılların, vehimlerin ve anlayışların kendisine ulaşmasından yücedir.
Hz. Ali (k.v.) de: "Tevhid, senin Cenab-i Allah'ın zatı hakkında "şöyledir" diye bir zanda bulunmamandır" demiştir.
Tekbirin izahında dördüncü şekil şudur: Allah, mahlûkatın, O'na gerçek manada kulluk yapmaya gücünün yetmesinden büyüktür. Buna göre mahlûkatın ta-atları, Cenâb-ı Allah'a hizmet etmekten acizdir. Onların hamd-ü senaları, Cenâb-ı Hakk'ın kibriyasını ifade etmekten acizdir. Onların ilimleri, O'nun samediyyetinin künhüne ulaşmaktan âcizdir.
Ey kul sen. aklınla cisimler ve ruhlar âleminin bütün dikkate şayan hâllerini ihata etme derecesine ulaşsan bile, en nihayete ve en dibe ulaşman bir yana Allah'ın celâl meydanlarının başlangıcına ulaştığını, nefsinin sana fısıldamasından sakın. Şair ne güzel söylemiş:
"Bu isimler Allah hakkındaki bilgimizi arttırmaz; Bunlar, ancak dile getirdiğimiz bir lezzettir."
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in, Allah'a yapmış olduğu dua ve senalardan birisi de şudur.
"Fikrin derinlikleri sana ulaşamaz, hiç bir mütefekkirin fikri sana varamaz! Kudretinin sıfatlan, mahlûkatın sıfatından yücedir! Azametinin kibriyâsı (yücelik, ululuk), mahlûkatın vasıflarından yüksektir." Allâhu Ekber, dediğinde, aklının gözünü Allah'ın celâlinin ufuklarına çevir de "AHahım Seni tennü Allah'ın celâlinin ufuklarına çevir de, " "Allahım, Seni tenzih eder, hamdinle teşbih ederiz", daha sonra " "Varlığımı sana yönelttim" de! Sonra da, buradan emir ve teklifler âlemine geç ve Fatiha Sûresi1 ni, içinde dünya ve ahiret âleminin hayranlık uyandıran şeylerini müşahede edip Allah'ın güzel isimlerinin ve yüce sıfatlarının nurlarını, geçmiş dinleri ve mezheb-leri, ilâhî kitapların sırlarını ve nübüvvetin kanunlarını göreceğin bir ayna kıl! Böylece şeriata, oradan tarikata, oradan da hakikata ulaşır; nebî ve resullerin derecelerini, kendilerine lanet edilmiş, kovulmuş ve sapıtmış kimselerin derekelerini mütalâa edersin. dediğinde, bununla dünyaya bak, çünkü Cenâb-ı Hakk'ın ismiyle gökler ve yerler ayakta durur. " dediğinde bununla ahireti görürsün. Çünkü, hamd kelimesiyle ahiret ayakta durur. Nitekim Cenâb-ı Hakk, "O (cennetliklerin) dualarının sonu, hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur, demeleridir" (Yûnus 10) buyurmuştur. dediğinde ise, bununla rahmet, lütuf ve ihsanda bulunmadan ibaret olan cemâl âlemine bak! " dediğin zaman, bu sözle celâl alemiyle bu âlemde meydana gelen halleri ve aklı ürküten durumları gör!" dediğinde, bununla şeriatı; " dediğinde, bununla tarikatı; dediğinde, bununla da hakikati gör!" dediğin zaman, bununla, peygamberlerden, sıddîklerden, şehitlerden ve sâlih kullardan olan saadete ermiş olanlarla yüce ikramlara nail olmuş kimselerin derecelerini gör!" dediğin zaman, bununla, âfak ehlinin fâsıklan-nın mertebelerini gör." dediğin zaman da, küfür, ayrılık, horluk ve nifak ehlinin, çok olan derekelerini, birinden farklı olan taraf ve yanlarını gör.
Sonra sana, bu yüce haller ve yüksek mertebeler açılınca, gayeye ve nihayete ulaştığını sanma. Aksine Cenâb-ı Allah'ın kibriyasını (büyüklüğünü) ikrara, kendinin zillet ve meskenetini itirafa dön, ve de. Sonra Kibriya sıfatından, Azamet sıfatına m ve "Azamet sahibi Rabbimi teşbih ederim" de. Azamet sıfatından bir zerre bilmek istersen, beyan ettiğimiz gibi. Azametin Arş'ın sıfatı olduğunu, insanın aklı ile, âlemin songününe kadar kalsa bile, Arş'ın azametinin künhüne ulaşamıyacağını bil. Sonra, yine şunu da bil: Arş'ın azameti. Cenâb-ı Allah'ın azameti yanında, denizdeki bir damla kadar kalır Öyleyse senin, Cenâb-ı Allah'ın azametinin künhüne ulaşman nasıl mümkün olur? Sonra bu noktada enteresan bir sır vardır O da şudur: "En büyük Rabbimi teşbih ederim" denilmedi de" "Büyük rabbimi teşbih ederim" denildi."Yüce Rabbimi teşbih ederim" denilmedi de"En yüce Rabbimi teşbih ederim" denildi. Bu farklılığın, anlatılması caiz olmayan acîb sırları vardır. Rükûya vardığında" deyip tekrar doğrul ve karşında durana, senin hamdtrte karşılık verene dua ederek "Allah, hamdedene icabet etti" de. Sen bu duayı başkası için yaptığın zaman kendin için de bulursun. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in müslüman kardeşine yardım ettiği müddetçe, Cenâthi Allah da ona yardım eder!' sözünden kastedilen de budur.
"Bu makamda tekbir olmamasının sebebi nedir?" denilirse deriz ki: Tekbir, kibriya (ululuk ve azametten) alınmıştır ki bu, heybet ve korku makamıdır. Buradaki makam ise, şefaat makamıdır. Bu iki makam birbirinden farklıdır
Şefaat makamını geçtiğin zaman, tekbire geç, ve onunla yücelik sıfatına ine rek, "En yüce Rabbimi teşbih ederim" de. Bu böyledir, çünkü, secde, rükûdan daha çok tevazu ifade eder. Bu sebeble de secdede zikredilen dua, mübalâğa sığası ile şeklindedir; rükûda zikredilen dua ise, mübalâğa sığası ile olmayıp, şeklindedir
Rivayet olunduğuna göre Cenab-ı Allah'ın, Arş'mın altında adı Hazkîl olan bir meleği vardır Cenâb-ı Allah, ona: "Ey melek! uç!" diye vahyeder O da otuzbin sene, sonra bir otuzbin bin sene daha, sonra bir otuzbin sene daha uçar. Fakat o, Arş'ın bir tarafından diğer tarafına ulaşamaz. Bunun üzerine Allah Teâlâ, ona şöyle vahyeder: Eğer sen, sûrun üflenmesine kadar uçsaydın bile Arş'ın diğer tarafına varamazdın. Melek de: "En yüce Rabbimi teşbih ederim." der. [132]
Her Rekatta İki Secde Olmasının Hikmeti
Eğer, "Her rekatta iki secde olmasındaki hikmet nedir?" denilirse, deriz ki: Bunda birçok husus vardır:
Birincisi: İlk secde ezel içindir, ikinci secde ise ebed içindir. Bu iki secde arasında kalkmak ise, dünyanın ezel ile ebed arasında var olduğuna işarettir Bu böyledir, çünkü, Allah'ın ezelî oluşu ile O'nun "evvel" olduğunu, kendisinden önce başka bir evvelin olmadığını anlıyor ve bunun üzerine O'na secde ediyorsun. Allah'ın ebedî oluşu ile de O'nun "âhır" olduğunu, ondan sonra başka bir âhirin olmadığını öğreniyor ve bunun üzerine O'na ikinci kez secde ediyorsun
İkincisi: Denildiki, birinci secde ile dünyanın ahiret karşısında fânî olduğu; ikinci secde ile de ahiret âleminin, Allah'ın celâlinin nurunun zuhuru karşısında fanî olduğu bildirilmiştir
Üçüncüsü: Birinci secde her şeyin haddizatında fânî olduğu; ikinci secde de, her şeyin ancak Allah'ın bakî kılması ile beka bulabileceğini gösterir. Nitekim Cenâb-ı Hakk: "Allah'ın zatı hariç herşey helak olacaktır" {Kasas, 88) buyurmuştur
Dördüncüsü: Birinci secde şehadet âleminin Allah'ın kudretine boyun eğdiğine, ikinci secde de ruhlar âleminin bizzat Allah'a boyun eğmiş olduğuna delâlet eder Nitekim Cenâb-ı Hakk: "Haberin olsun ki yaratmak da emretmek de O'na mahsustur" (Araf, 54) buyurmuştur.
Beşincisi: Birinci secde, Allah'ın zatına ve sıfatlarına dair bize verdiği bilgiler mikdarına şükür; ikinci secde O'nûn celâl ve kibriyasının haklarını eda etmeye ulaşamamanın korkusu ve acizliği için yapılan secdedir
İnsanlar "azamet"ten beden büyüklüğünü, yükseklikten (ulüvv) cihet yüksekliğini, büyüklükten (kiber), yaşlılığı anlarlar. Cenâb-ı Hakk, bu tür vehimlerden yücedir. O, azamet sahibidir, fakat cüsse bakımından değil. O, yücedir ama cihet bakımından değil. O büyüktür, fakat yaş bakımından {zaman bakımından) değil. O, tek ve bir iken, O'nun hakkında bunlar nasıl söylenebilir? O. bir hacme sahıb olmaktan münezzeh iken, nasıl cüsse bakımından azametli olabilir? O, bir cihette bulunmaktan münezzeh iken, nasıl cihet bakımından yüksek olabilir? Süre (zaman) bir saatten diğer saate değiştiği ve muhdes (sonradan olma) olduğu için ve onu yaratan da kendisinden mevcut olduğu için, Allah, nasıl zaman itibarı ile büyük (yaşlı) olabilir? O, mekana bağlı olmadan mekandan münezzeh ve zamana bağlı olmadan zamandan önce olduğu halde, nasıl zaman bakımından büyük (yaşlı) olabilir? Öyleyse O'nun kibriyası, azametinin kibriyası; azameti, yücelik azameti ve yüceliği de celâlinin yüceliğidir. O, hissolunan şeylere benzemekten ve hayal edilen şeyler gibi olmaktan yücedir. O, vehmedenlerin vehminden daha büyük, niteleyenlerin nitelemelerinden daha yüce ve kendisini ululayanla-nn ululamalarından daha yüksektir. Hissin sana Cenâb-ı Allah'a ait bir misal getirdiğinde, de. Hayalin bir şekil ortaya atıp, onu Cenâb-ı Allah'a vermek istediğinde, de Allah'ı sıfatlarından_tecrid etme uçurumunda ayağın kaydığı zaman, "Varlığımı, gökleri ve yeri yaratan Allah'a yönelttim" (Enam, 79) de. Ruhun izzet ve celâl meydanlarında cevelân edip, sonra yüce sıfatlar ile esmâ-i hüsnâ'ya yükseldiğinde ve Kalem'in Levh-i Mahfuz üzerine yazmış olduğu şeylerin nakışlarını gözden geçirip mukar-reb meleklerin teşbihlerini, ruhanî meleklerin tenzihlerini duyup da bir müddet orada beklediğinde, bütün bu haller esnasında şu ayeti oku:
"İzzet (galebe) sahibi Rabbin, onların isnad etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir. Gönderilen bütün peygamberlere selâm, ve âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun " (Saffât, 180-182). [133]
“Elhamdulillah” Cümlesindeki İncelikler
Bu fasıl" sözünün incelikleri ve Fatiha Sûresi'nde yer alan beş ismin faydalan hakkındadır.
sözünün inceliklerine gelince bu dört nüktedir
Birinci nükte: Hz. Peygamber (s.a.s.)'den rivayet edildiğine göre, Hz. İbrahim (a.s.), Cenâb-ı Hakk'a, şunu sormuştur: "Ya Rabbî sana deyip hamdedenin mükâfaatı nedir?" Cenâb-ı Allah: şükrün hem başı hem sonudur" diye cevab vermiştir. Hakikat ehli şöyle demişlerdir:" ifadesi şükrün başı olduğu için, Cenâb-ı Allah onu Kur'ân'ın başlangıcı yapmış, yine bu şükrün sonu olduğu için, Cenâb-ı Hakk onu cennetliklerin de son sözü kılmış ve "Onların dualarının sonu, "Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun" (demeleridir)" (Yûnus. 10) buyurmuştur.
Hz. Ali (r.a.)'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Allah, aklı, ezelî ilminde saklı ve gizli bir nurdan yaratmış; ilmi onun canı; anlayışı onun ruhu; zühdü onun başı; hayayı onun gözü; hikmeti onun dili; hayrı onun kulağı; acımayı onun kalbi; merhameti onun düşüncesi ve sabrı da onun karnı kılmıştır. Sonra akla, "konuş" denildi. Bunun üzerine o da: "Eşi; zıddı, misli ve dengi olmayan; izzetinden ötürü her şeyin zelil olduğu Allah'a hamdolsun" dedi. Bunun peşi sıra da Cenâb-ı Allah: "İzzetim ve celâlime yemin ederim ki Benim katımda senden daha değerli olan bir mahlûk yaratmadım" demiştir."
Yine nakledildiğine göre, Hz. Adem (as.) aksmnca, dedi. Böylece onun ilk sözü de bu oldu. Bunu iyice kavradıysan deriz ki, mahlûkatın en üst derecesi akıl, en alt derecesi ise Adem {a.s.)'dır. Aklın ilk sözünün " Âdem (a.s.)'ın da ilk sözünün yine olduğunu nakletmiştik. Böylece, sonradan yaratılmışların ilki olan varlıkların ilk sözünün ve sonradan yaratılmışların sonuncusunun ilk sözünün bu kelime olduğu sabit olunca, şüphesiz Cenâb-ı Hakk bu kelimeyi kitabının başlangıcı kılmış, buyurmuştur. Yine, Allah'ın kelimelerinin ilkinin sözü, peygamberlerinin sonuncusu Hz. Muham-med (s.a.s.) olduğu ve bu ikisi {ilk ile son) arasında bir münasebet bulunduğu sabit olunca, şüphesiz Cenâb-ı Hakk, sözünü, Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s.)'e gönderdiği kitabın ilk ayeti kılmıştır Durum böyle olunca, Hz. Mu-hammed (s.a.s.)'e "hamd" kelimesinden iştikak etmiş (türetilmiş) iki isim vermiştir. Biri, "Ahmed" diğeri ise "Muhammed'dir. işte bundan dolayı, Hz. Peygamber (s.a.s.) "Ben gökte Ahmed. yerde ise Muhammed'im (Bu isimlerle bilinirim.)" buyurmuştur. Çünkü gök ehli Allah'ı övmekle meşguldür. Allah'ın Resulü ise onların Allah'ı en çok hamdedenı (Ahmed)dir. Allahu Teâlâ da, " "İşte bunların çalışmaları meşkûr (ve makbul) olur" (isrâ. 19) buyurduğu gibi, yeryüzü ehlini övmektedir Resûiullah (s.a.s.) ise insanlar içinde, Allah'ın en çok övdüğü {Muhammed)dir
İkinci nükte: Hamd, ancak nimet ve rahmete ulaşıldığı zaman olur. Hamd, kelimelerin ilki olunca, nimet ve rahmetin de fiil ve hükümlerin ilki olması gerekir. İşte bu sebebten ötürü; Cenâb-ı Allah, hadîs-i kudsîde.
"Rahmetim gazabımı geçti.[134] demiştir.
Üçüncü nükte: Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bir ismi de "Ahmed"dır. Bunun manası ise. hamdedenlerin en çok hamd-u sena edenidir. Bu sebeble. Allah'ın Hz. Mu-hammed (s.a.s.)'e verdiği nimetlerin daha çok olması gerekir. Çünkü hamdın çok olmasının nimet ve rahmetinin çok olmasından dolayı olduğunu açıklamıştık. Durum böyle olunca, Allah'ın rahmetinin Hz. Ahmed (s.a.s.) hakkında, bütün âlemlere verilenden daha çok olması gerekir, İşte bu sebeble, "Biz seni, ancak âlemlere rahmet olasın diye gönderdik." (Enbiyâ. 107) buyuruImustur.
Dördüncü nükte: Hz. Muhamrned (s.a.s.)'t peygamber olarak gönderen Allah'ın da, "rahmet" kökünden iştikak etmiş iki ismi vardır Bunlar: "rahman" ve "rahîmdır. Bu iki isim mübalâğa ifade ederler. Resûlullah'ın da "rahmet" manasından türemiş iki ismi vardır: Bunlar. "Muhammed" ve "Ahmed"tir. Çünkü, hamdin meydana gelmesinin, rahmetin meydana gelmesine bağlı olduğunu açıklamıştık. Buna göre. Muhammed ve Ahmed isimlen, "rahmet edilen" ve "merhametli" yerine geçer. Bir kısım rivayetlerde. 'Hamd". "Hâmıd" ve "Mahmûd" kelimelerinin de Hz. Peygamber'in isimlerinden olduğu bildırılmıştır.Oyieyse Hz. Peygamber (s.a.s.)e ait bu beş isim "rahmet'e delâlet eder Bunun böyle olduğu sabit olunca, biz deriz ki Cenâb-ı Hakk, "Kullanma haber ver ki: Hakikaten Ben, (evet) Ben çok bağışlayıcı ve merhametliyim " (Hicr 49) buyurmuştur. Ayetteki "haber ver" kelimesi. Hz. Muhammed (a.s.)'a işarettir. Burada Hz. Peygamber (a.s), diğer kullardan önce zikredilmiştir (Kullarım) kelimesindeki "ye" zamiri, Allah'a aittir. deki "ye" zamiri de O'na aittir. Yine (Ben) zamiri de Cenâb-ı Allah'ı gösterir Ayetteki "gafur" ve "rahîm" vasıfları da Allah'ın iki sıfatıdır, Böylece, bu beş lâfız, kerîm ve rahîm olan Allah'a delâlet eder. Kıyamet günü kullar, öncüleri de rahmete delâlet eden beş ismi ile Hz. Muhammed (s.a.s.) olduğu halde, arkalarında da, Allah'ın rahmete delâlet eden beş ismi olduğu halde yürürler Peygamber (s.a.s.)'in rahmeti çoktur. Çünkü Cenâb-ı Allah buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk'ın rahmeti ise sınırsızdır Nitekim O, Rahmetim, her şeyi kaplar"(A'râf, 156) buyurur. Günahkârın, rahmetle dopdolu bu on denizin yanında, kaybedeceği nasıl düşünülebilir?
Bu sûrede geçen beş ismin faydaları birçoktur. Bunlardan:
Birinci nükte: Fatihada on şey vardır Beşi, rubûbiyyet sıfatlanndandır. Bunlar, Allah, Rab, Rahman, Rahîm ve Mâlik isimleridir Beşi de ubûdiyyet (kulluk) sıfatlanndandır Bunlar, ubûdiyyet, istiâne (yardım talebetme), hidayet isteme, istikamet isteme ve nimet istemedir. Nitekim Cenâb-ı Hakk, "Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet" buyurmuştur İşte bu beş isim, o beş hale mukabil olur Sanki şöyle deniliyor. "Ya Rabbî! Sadece Sana ibadet ediyoruz. Çünkü sen Allansın. Sadece Senden yardım taleb ediyoruz. Çünkü Sen Rabb'sın. Bizi dosdoğru yola hidayet et, çünkü Sen Rahmân'sın. Bize istikâmeti rızık olarak ver, çünkü Sen Rahîm'sin. Bize nimet ve kerem yağmurlarını indir, çünkü Sen din gününün mâlikisin."
İkinci nükte: İnsan, beş şeyden meydana gelmiştir. Bedenî, şeytanî nefsî, şehvanî nefsi, gadabî nefsi ve melekî.aklî özü.. Cenâb-ı Hakk, buna göre, bu beş ismiyle şu beş mertebeye tecellî etmiştir. Allah ismi, melekî, aklî, felekî ve kudsî ruha tecellî etti de, böylece ruh Allah'a boyun eğip, itaatta bulundu. Nitekim O, "Dikkat ediniz, kalbler Allah'ın zikriyle sükûnete erer" (Ra'd. 28) buyurmuştur.
Şeytanî nefse de, Rabb isminin göstermiş olduğu, iyilik (birr) ve ihsanla tecellî etmiştir. Böylece nefs. Allah'a isyan etmeyi bırakmış, Deyyân olan Allah'ın taatine boyun eğmiştir
Gadabî nefse de, kahr ve lütuftan meydana gelmiş Rahman ismiyle tecellî etmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hakk: " "Gerçek mülk, o vakit Rahman olan Allah'ındır" (Furkân 26) buyurmuştur. Böylece nefis, düşmanlığı terket-mıştir. Şehvanî ve behîmî (hayvanî) nefse de, Rahîm ismiyle tecellî etmiş de, nefse mubah ve güzel olan şeyleri helâl kılmıştır. Nitekim, "Temiz şeyler size helâl kılındı'1 (Mâıde 4) buyurmuştur Böylece, o nefis yumuşamış ve Allah'a isyan etmeyi terketmıştir Cesed ve bedenlere, sözünün kahrı ile tecellî etmiştir Çünkü beden katı ve yoğundur. Dolayısıyla çok güçlü bir kahr gerekir. Bu da kıyamet gününün korkusundan meydana gelen kahrdır.
Hakk Subhânehû, bu mertebelere beş ismiyle tecellî edince, cehennem kapıları kapanır, cennet kapılan açılır Sonra bu mertebeler, geri dönmeye başlarlar da, böylece bedenler itaat eder ve derler.
Şehvanî nefisler, itaat eder ve lezzetlen terketme ve şehvetlerden yüz çevirmek hususunda derler.
Gadabî nefisler itaat eder, "bize hidayet et" füjurt) , bize doğru olan yolu göster ve dininde bizi sebatkâr kıl, der Şeytanî nefis, itaat eder, Allah'tan doğruluk ve hak yoldan sapmadan onu korumasını ister de, der.
Kudsî melekî ruhlar baş eğer ve Cenâb-ı Allah'tan kendilerini kudsî, yüce, tertemiz ve muazzam ruhlara ulaştırılmalarını talep ederler de,
Üçüncü nükte: Hz. Peygamber (s.a.s.):
İslam beş esas üzerine bina edilmiştir: A,'lah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmek; namazı dosdoğru kılmak; zekât vermek; Ramazan orucunu tutmak ve Kabe'yi haccetmek[135] buyurmuştur
Buna göre, Allah'dan başka ilâh olmadığına şehadet etmek, Allah isminin nurunun tecellîsinden; namaz kılmak Rabb isminin tecellîsinden meydana gelmiştir. Çünkü Rabb "terbiye" kökünden türemiştir. Kul da, imanını namazın yardımıyla terbiye eder. geliştirir. Zekât vermek Rahman isminin tecellîsinden meydana gelir Çünkü Rahman merhamet etmede mübalâğayı ifade eder. Zekât verme işi de, fakirlere acımaktan ötürü tahakkuk eder. Ramazan orucunun farz olması. Ra-hîm isminin tecellîsindendir. Çünkü oruçlu kimse acıktığı zaman, fakirlerin açlıklarını hatırlar da, onlara muhtaç oldukları şeyi verir. Yine oruç tutan kimse, acıktığı zaman hissî bazı lezzetlerden kesilir. Ölürken de, bu kimseye, lezzetlerden ayrılmak kolaylaşır. Haccın farz olması isminin tecellîsindendir. Çünkü kişi hac yaptığında, vatanından ayrılması ve çoluk çocuğunu terketmesi gerekir. Bu da, kıyamet gününün yolculuğuna benzer. Yine hac yapan kimse, yalınayak, başı açık ve çıplak olur. Bu da, kıyametteki insanların haline benzer. Hülâsa, diyebiliriz ki, hac ile kıyametin durumları arasında gerçekten pek çok benzerlikler vardır.
Dördüncü nükte; Beş çeşit kıble vardır; Beyt-i Makdis, Kabe, Beyt-i Ma'mûr, Arş ve Allah'ın celâlinin dergâhı. Allah'ın Fâtiha'daki beş ismi, bu beş kıbleye bölüştürülmüştür.
Beşinci nükte: Duyular beştir:
1-) Görme duyusu. Nitekim Cenâb-ı Allah "Ey basiret sa-hibleri siz bundan ibret alın " {Haşr, 2} buyurmuştur
2-) İşitme duyusu. Nitekim Cenâb-ı Allah: "Onlar söze kulak verir ve onun en güzeline uyarlar" (Zûmer, 18) buyurur.
3-) Tatma duyusu. Cenab-ı Hakk, "Eypeygamberler, temiz ve helâl olan şeylerden yeyin, sâlih ameller işleyin " (Mü’minûn, 51) buyurur.
4-) Koklama duyusu. Cenâb-ı Allah " Bana bunak demezseniz, inanın ki (şimdi) Yûsufun kokusunu duyuyorum " {Yûsuf, 94) buyurur.
5-) Dokunma duyusu. Nitekim Cenâb-ı Allah: "Onlar ırzlarını koruyanlardır" (Mü'minûn. 5) buyurur. O halde ey insan, Allah'ın bu beş isminin nuru ile, şu beş düşmanın zararlarını defetme hususunda yardım talep et.
Altıncı nükte: Fatiha Sûresi'nin birinci yarısı beş ismi ihtiva etmekte olup, buradan sırlara nurlar saçılır.
İkinci yarısı ise kulun beş sıfatını ihtiva etmektedir ki, buradan da bu nurların basamaklarına sırtar yükselir. Bu iki durum sebebiyle kulun namazdaki miracı gerçekleşir. Birinci durum iniş, ikinci durum ise bir yükseliştir. Bu Fâtiha'nın iki kısmı arasındaki ortak çizgi ile arasını ayıran çizgidir. Bunu şöyle izah edebiliriz: Kulun ihtiyacı ya dünyayı isteme hususundadır, ki bu da zararı defetmek ve menfaati elde etmek diye iki kısma ayrılır, yahut da ahireti istemek hususundadır, ki bu da cehennemden kaçmak olan zararı defetmek ve cenneti istemekten ibaret olan hayrı talebetmek diye iki kısma ayrılır. Böylece bunların toplamı dört eder. En şereflisi olan beşinci kısım ise, bir şey istemek için veya bir şeyden korktuğundan dolayı değil de, sadece Allah, Allah olduğu için, O'na hizmet etmeyi, itaati ve ibadeti istemektir. Eğer "Allah" isminin nurunu müşahede edersen, Allah'tan. Allah'tan başka bir şey istemezsin. Eğer "Rabb" isminin nurunu müşahade edersen, O'ndan cennetin hayırlarını talebedersin. Eğer Allah'ın "Rahman" isminin nurunu müşahede edersen, O'ndan bu dünyanın hayırlarını istersin. Eğer, O'nun "Rahîm" isminin nurunu müşahede edersen, Allah1 tan, ahiret zararlarından seni korumasını istersin. Ve eğer "Mâliki-i yevmid-dîn" isminin nurunu müşahede edersen, Ondan ahiret azabına uğramaman için seni bu dünyanın afetlerinden ve çirkin fiillerinden muhafaza etmesini istersin.
Yedinci nükte: Bu beş ismi, şu meşhur zikirde adı geçen beş mertebeye yerleştirmek de mümkündür:
"Allah'ı tenzih ve teşbih ederiz, Hamd Allah'a mahsustur, Allah'tan başka ilâh yoktur, Allah en büyüktür. Güç ve Kuvvet, ancak Yüce ve büyük olan Allah'tandır."
Bu zikirdeki, sözümüz, İsrâ Sûresi'nin ilk ayeti olan "Kulu (Muhammed'i) geceleyin yürüten (Allah) ne münezzehtir" (isra. 1) ayetidir. sözümüz ise beş ayrı surenin başlangıcıdır (Fatiha, En'âm, Kehf, Sebe, Fâtır sûreleri). sözümüz bir sûrenin (Âl-i İmrân Sûresi'nin) başlangıcıdır. Bu da "Elif, lâm, mim, Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır" (Âi-j imrân. 1) ayetidir. sözümüz, Kur'ân-ı Kerîm'de, açıkça olmaksızın, bir yerde kelimesine, bir yerde de kelimesine muzâf olmak üzere, iki yerde: Muhakkak ki Allah'ı zikrederek namaz kılmak) en büyüktür" {Ankebût. 45). "Allah'tan olan bir rızâ ise en büyüktür" (Tevbe. 72) sözümüze gelince, bu Kur'ân-ı Kerîm'de açıkça zikredilmemektedir. Çünkü bu, cennet hazinelerindendir. Hazine ise saklı olur, açıkta olmaz. Fatiha Sûresi'nde zikredilen beş isme gelince, bunlar şu beş zikrin başlangıçlarıdır: sözümüz, sözümüzün; sözümüz, sözümüzün; sözümüz, sözümüzün karşılığıdır Çünkü bizim, sözümüz, ancak, kendisinin kâmil bir kudreti ve mükemmel bir rahmeti olan zata yakışır. Böyle olan da Rahman olan Allah'tır. Yine bizim sözümüz. " sözümüze tekabül eder Bunun manası ise, zayıf kullarına merhamet etmemekten yüce olduğudur. " sözümüz ise, " sözümüze karşılık olmaktadır Çünkü melik ve mâlik olan bir kimse, iradesi hilâfına kullarının hiçbir şey yapamayacakları zattır. Allah en iyi bilir. [136]
Besmele Niçin Üç İlâhî İsmi İhtiva Eder?
Bu fasıl, besmelenin üç ismi ihtiva etmesini gerektiren sebeb hakkındadır. Burada birçok husus vardır. Şöyle ki:
Allah Teâlâ, kullarının akıllarına tecellî eder Bu tecellînin üç mertebesi vardır Çünkü Cenab-ı Hakk, ilk önce fiilleri ve ona delâlet eden alâmetleri ile tecellî eder. İkinci mertebede, sıfatları ıJe tecellî eder. En sonunda da zatı ile tecellî eder. De-midi ki: Allah Teâlâ, bütün kullarına fiil ve alâmetleri ile tecellî eder. Nitekim şöyle buyurmuştur "Denizlerde dağlar gibi akıp giden gemiler de
Onun mvtlerindendir." (Şûra, 32) ve "Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde ayetler (deliller) vardır" (Âi-i imrân. 190) Sonra Allah, dostlarına (evliyaya) sıfatlarıyla tecellî eder. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın gökleri ve yeri yaratması nususunda düşünürler ae "ty Kabbimiz bunu boşa yaratmadın." (Âli imrân, 190) Sonra Cenâb-t Hakk, büyük peygamberlere ve meleklerin reislerine zatı ile tecellî eder. O şöyle buyurur:
"Sen, "Allah" de (geç) ve sonra onları daldıkları batakta oynasmlar diye bırak" (En'âm. 91), Bunu iyice bildiğin zaman biz deriz ki, "Allah" (c.c.) ismi, Zât-ı ılâhî'si-nin en kuvvetli tecellî eden ismidir. Çünkü O, lafız bakımından isimlerin en açığı, mana bakımından da akılların anlayamayacağı kadar uzak olanıdır. Buna göre o, inkarı güç ve sırlan idrak edilemeyen zahir (açık) ve bâtın (kapalı) olandır. Hüseyin b. Mansûr el-Hallac şöyle demiştir;
"Bu (Allah ismi) insanların yanında olan bir isimdir ki, onun vasıtası ile "Allah" kelimesinin manalarından bir manayı bilebilmek için, bu isimde ve bu isim sebebi ile insanlar şaşırdı. Allah'a yemin olsun ki insanlar, onu ortaya koyan ortaya koymadıkça (yani Allah vermedikçe) ondan bir ipucu elde edemezler"
Ve yine bu zat şöyle demiştir:
'Ey her canlının vehmine gizli kalacak kadar dakik olan sırlar sırrı! Hem zahir olarak hem bâtın olarak her şey ile her şeye tecellî ettin."
"Rahman" ismine gelince, bu da Cenâb-ı Hakk'm yüce sıfatları ile tecellîsini ifade eder. Bundan dolayı da Allah,
"De ki: Gerek "Allah" diye, gerek "Rahman" diye dua ediniz. Hangisi ile dua ederseniz edin, nihayet en güzel isimler O'nundur" (isrâ. 110) buyurmuştur. "Rahîm" ismi de, Allah Teâlâ'nın ful ve alâmetleriyle tecellîsini gösterir. Cenâb-ı Allah, bundan dolayı, "Ey Rabbİmiz, senin rahmetin ve İlmin her şeyi kuşatmıştır" (Mermin 7) buyurur. [137]
Fatiha Niçin Allah'ın Beş İsmini İhtiva Eder?
"Bu fasıl, Fatiha Sûrest'nin bu beş ismi İhtiva etmesinin sebebi hakkındadır."
Bunun sebebi şudur: İnsanın durumlarının beş mertebesi vardır. Birincisi, yaratılma. İkincisi, dünya menfaatları hususunda eğitilme. Üçüncüsü, mebde'i tanıtma hususunda yetiştirilme. Dördüncüsü, me'âdı tanıtma hususunda yetiştirilme. Beşincisi, ruhların bedenler âleminden ahiret âlemine nakledilmesidir. İmdi "Allah" İsmi, yaratmanın, yoktan var etmenin, tekvinin ve ibda'ın (bir örneği olmaksızın yaratmanın) kaynağıdır. "Rabb" ismi, Cenâb-ı Hakk'ın, çeşitli lütuf ve ihsanları ile kullarını terbiye ettiğine delâlet eder. "Rahman" ismi, mebde'i (dünyayı) tanımadaki terbiye-i ilâhiyeye delâlet eder. "Rahim" ismi, kulların neyi yapacaklarını ve neden sakınacaklarını göstermek için, me'âdi (ahireti) tanıma hususundaki ilâhî terbiyeyi gösterir. "Melik" ismi, Cenâb-ı Hakk'ın, insanları dünya yurdundan ceza (ahiret) yurduna nakledeceğine delâlet eder. Sonra kul, bu makamlara erişince sözünü, gayb (sîgasın)dan muhâtab (sığasına) çevirerek "Sadece Sana ibadet ederiz " der Bu ifadesi ile, sanki Cenâb-ı Allah, kuluna şöyle demiştir: Bu beş mertebede, bu beş isimden istifade edip âdeta Ceza Yurduna geçmiş gibi olunca, sanki Allah'ı görecek bir duruma geldin. İşte bu sebeble, O'nunla karşı karşıya imiş gibi konuş, gıyabında imiş gibi konuşmayı bırak da " de. Böylece kul: "Ancak Sana ibadet ederiz; çünkü Sen, yaratan Allah'sın Ancak Senden yardım isteriz; çünkü Sen rızık veren Rabbi-sin. Ancak Sana ibadet ederiz; çünkü Sen Rahmân'sın. Ancak Senden yardım dileriz, çünkü Sen Rahîm'sin. Ancak Sana ibadet ederiz; çünkü Meliksin. Ancak Senden yardım isteriz; çünkü Sen Mâliksin" demiş olur.
Cenâb-ı Hakk'ın sözü, kulunun dünya yurdundan ahiret yurduna; kötülükler yurduna, sürûrlar yurduna geçeceğine delâlet eder. İşte bunun için O, "Bugün için bir azık ve hazırlık gerek. Bu da ibadettir" der. Bu sebeble kul: der Sonra kul: "Kendi gücüm ve kudretimle kazandığım şey azdır. Bu uzun günde (yolculukta), bana yetmez" der de, Rabb'inden yardım talebinde bulunarak: "Yanımda bulunan azdır. O halde rahmet hazinelerinden, bu uzun günde bana yetecek kadar ver" manasında der. Ahiret günü için azığı elde edince, "Bu uzun ve zor bir yolculuktur. Yollar çok ve çeşitlidir. İnsanlar bu çölde şaşırmıştır. Sâlikleri (yola gidenleri) irşada lâyık olan zattan isteyeceğim yoldan başka çıkar yol yoktur" diyerek "Beni doğru yola hidayet et (ilet) talebinde bulunur. Sonra, bu yola sülük edenlere (girenlere) bir arkadaş, bir muhafız ve bir rehber gerektiği için " "Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna (ilet)" der. Cenâb-ı hakkın kendilerine nimet verdiği kimseler de peygamberler, sıddîklar, şehitler ve sâlih kimselerdir. Buna göre, peygamberler delil; sıddîkler muhafız; şehitler ve sâlihler ise arkadaştırlar Sonra kul; "Kendilerine gazab olunanların ve sapıtanların yoluna değil." der. Bu böyledir. Çünkü Cenab-ı Hakk'a varmaya engel olan perdeler iki kısımdır. Biri ateşten olan perdelerdir ki bu, dünya âlemidir Diğeri ise nurdan olan perdelerdir ki bu da ruhlar âlemidir. Her iki engelden de Allah Teâlâ'ya sığın ki gönlün, ne ateşten perdelerle ne nurdan perdelerle meşgul olmasın. [138]
Bu Sûrede Geçen İlâhî İsimlerin Bir Başka Delâleti
Bu sûrede, "Allah'ın ismine nisbet edilen iki kelime; 'Allah'tan başkasına nisbet edilen iki isim vardır. "Allah" ismine izafe edilen iki kelimeden birisi." sözünde "ism" kelimesi, diğeri" sözündeki, "hamd" kelimesidir. Buna göre, besmele işlerin başlangıcı için," da işlerin sonu içindir. Besmele zikir, elhamdülillah şükürdür. Kul, "Bismillah" deyince rahmete müstehak olur. "Elhamdülillah" deyince bir başka rahmete müstehak olur. Bundan dolayı, "bismillah" ile, Cenâb-ı Hakk'ın "Rahman" isimden olan rahmete; "elhamdülillah" ile de, O'nun "Rahîm" isminden olan rahmete hak kazanır. Bu manadan dolayı: "Ey dünyanın Rahmanı, Âhıretin Rahîmi" denilir." sözüne gelince, " Ben sizin Râbbiniz değil miyim." "Evet Rabbimizsin" (Araf. 172) ayetinin delaletiyle, buradaki rubûbiyyet insanların başlangıç dönemleri, Rahman sıfatı ise, hayatlarının orta dönemi, Melik sıfatı ise "Bugün mülk kimindir? Bir ve Kahhâr olan Allah'ındır." (Mu'min, 16) ayetinin'delaletiyle insanların son dönemleri içindir Doğruyu en iyi Allah bilir. O, doğruya iletendir.
Allah'ın yardımı ve yardımı ile Fâtıha'nın tefsiri tamamlandı. [139]
[1] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/245.
[2] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/245.
[3] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/245.
[4] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/245-247.
[5] Tırmizı, Tefsır-ı Sûre 15, (5/297); Musned, 5/114.
[6] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/248-249.
[7] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/249.
[8] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/249.
[9] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/249.
[10] Bu hadisi Beyhakî ve Deylemî rivayet etmiştir (Keşfu't-Hafâ, 2/82).
[11] Benzeri bir hadis için bkz Buhârî. FedâJİü'l-Kur'an. 9 (6/103).
[12] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/249-250.
[13] Müshm, Salât, 38 (1/296); Tirmizî, tefsir. 2 (5/201).
[14] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/250.
[15] Tırmizi, Fedâilü'l-Kur'an, 25 (5/184). Dârımî, Fedâiiü'l-Kur'an. 6 (2/441).
[16] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/250.
[17] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/250.
[18] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/251.
[19] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/252-253.
[20] Bu hadîs daha önce geçti.
[21] Mufassal sûreler Kur'ânın son kısmındaki kısa sûrelerdir. Bunların ilki olarak, bazıları Kâf Sû-resini, bazıları Hucûrat Sûresini bazıları da bunlara yakın diğer sûreleri söylemişlerdir. (Suyû-tî. İlkân. 1/62).
[22] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/253-254.
[23] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/254-255.
[24] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/256-262.
[25] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/262-264.
[26] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/264-266.
[27] Buhârî, E2ân, 18 (1/155), Müsned. 5/53.
[28] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/267-268.
[29] Hanefi mezhebine göre namazda Fatiha Sûrest'nı okumak vâobtır. Bu tesirin mueflifı Fahreddm Razı merhum Şâfıî mezhebindendır.
[30] Uzunca bir hadisten. Ebu Dâvud, sünnet, 6 (4/201); Tirmizi. ilm, 16 (5/44). Ibn Mâce. mukaddime, 6 (1/16): Dârimî, mukaddime 16 (1/45); Müsned. 4/126.
[31] Tirmizî. menâkıb. 16, 37 (5/609, 672); İbn Mâce. mukaddime. 11 (1/37): Müsned, 5/383
[32] Müslim. Salât. 38. 40 (1/296, 297); Ebû Dâvud. Salât, 132 (1/217); Tirmizi, Tefsir; 2 (5/201); Ne-sâı, İttitah, 23 (2/136).
[33] Tirmizi, Salât, 232(2/122).
[34] Müslim, Salât, 34,36 (1/295); Nesâi. İftitah, 24 (2/137); Dârimi, Salât, 37 (1/283); Tırmizı, Salât, 183 (2/25); Jbn Mâce, İkâme. 11 (1/273).
[35] MusJım. Salât, 38. 41 {1/296. 297); Tırmızî. Salât. 183 {2/26) ve {2/121) ıbn Mâce. İkâme 11 (1/2731.
[36] Tırmızı, Saat. 183 (1/26).
[37] Benzeri bir hadis için bkz Nesâi, ıftıtah, 25 (2/138).
[38] Tirmizi, Kıyamet. 60 (4/666). Nesâî. Kuzât, 11 (8/231): Dârımî. Büyü. 2 (2/245).
[39] İbn Abbas'ın sözü olarak bkz Datimî, Mukaddime. 22, 23 (1/53).
[40] Müslim. Cumu'a. 43 (2/592).
[41] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/268-275.
[42] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/275.
[43] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/275-276.
[44] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/276-277.
[45] Musned 2/359
[46] Mûsned. 1/379.
[47] Daha önce geçti.
[48] Bu hadis biraz önce geçmiştir.
[49] Bu kaideye göre herhangi bir hususta, bir rivayet varlığına, diğer bir rivayet de var olmadığına delâlet
ediyorsa, mevcudiyeti gösteren birinci kısım tercih edilir.
[50] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/277-284.
[51] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/284-286.
[52] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/286.
[53] Daha önce geçti.
[54] Benzen bir hadis için bkz Tırmızî. Duâ. 4 (5/458).
[55] Tırmizî, Menâkıb, 20(5/633).
[56] Musarrât: sütü sağıimayıp memelerinde bırakılan hayvanlar demektir Peygamberimiz (s.a.s.) m şu nadısı "Musarrât Haaısi" olarak meşhur olmuştur:
'Deve ve koyunlarını sütlerini (daha besili ve iyi görünsünler diye) sağmadan memesinde bırakmayın. Kim böyle bir hayvan satm alırsa, iki hususta muhayyerdir İsterse onu sağar ve alıkor. isterse ot sâ' miktarı hurma ile birlikte sahibine iade eder." {Buhâri. buyu: 63. cilt III, sh.25)
[57] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/287-291.
[58] Musned, 2/359.
[59] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/291-293.
[60] Daha önce geçmiştir.
[61] Daha önce geçmiştir
[62] Tirmizî. îman, 18 (5/26).
[63] Müslim Salât 45 (1/298). uzunca bir hadisten.
[64] Daha önce geçmişti
[65] Nesâı, Sehv, 20 (3/17), Müsned, 5/447, (uzunca bir hadisten...).
[66] Nesai, İftitâh, 37(2/153-154); Müsned, 5/41, 51.
[67] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/294-299.
[68] Yukarıda geçti.
[69] Tirmızî, Salât, 233 (2/123).
[70] Daha önce geçti
[71] Daha önce geçti
[72] Daha önce geçti.
[73] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/300-302.
[74] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/303-304.
[75] Müslim, fedâil. 130 (4/1830).
[76] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/304-305.
[77] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/305.
[78] Müslim. Zühd, 69 {4/2297).
[79] Benzen bir hadis için bkz, Ebu Dâvud. edeb. 11 (4/255).
[80] Daha önce geçti.
[81] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/306-319.
[82] Benzer bir hadis ıçm bkz Müslim, zikir. 7 (4/2063).
[83] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/319-325.
[84] Bu açıklamalar Şafiî mezhebine göredir.
[85] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/325-329.
[86] Buhâri. Cuma. 11 (1/215): Müslim. İmaret. 20 (3/1459).
[87] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/329-337.
[88] Buhârî, rikak 38 (7/190).
[89] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/338-345.
[90] Benzen bir hadis için bkz Buharı, mezâlim. 3 (3/98).
[91] Az bir farkla hadis-i şerif Tirmizî tarafından rivayet edilmektedir.
[92] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/345-348.
[93] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/348-351.
[94] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/351-352.
[95] Müsned. 2/173.
[96] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/352-354.
[97] İrca' fikrinde olanlara yanı Mürcie'ye göre dmın esası îmandır, amel değildir. Günahla imana zarar gelmeyeceği gibi yapılan taattn da inanmayana faydası yoktur.
[98] Müsned, 4/278. 375.
[99] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/354-358.
[100] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/359.
[101] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/359-360.
[102] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/360.
[103] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/360-362.
[104] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/362.
[105] Mu tezıle'ye göre Allah'ın hikmeti, kulları için âslah, yanı en iyi olan ne ise onu yapmayı gerektirir. Kullar ıçm aslah olanı yapması farzdır. İlahî iradeyi sınırlandıran bu baM iddia Ehl-i cennetçe reddedilir. Eş'art'nın meşhur üç kardeş meselesi bunu çürütür.
[106] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/362-363.
[107] Bunun Hz. Peygamber'den değil seleften bir söz olarak nakledildiği söylenmiştir. Bu hususta bkz. Keştu'l-Hafâ, 2/166.
[108] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/363-366.
[109] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/369-371.
[110] Benzeri bir hadis için bkz Müsned, 6/240: Aynı metinle, el-Camiu's-sağîr Suyûtî, (2157).
[111] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/372-374.
[112] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/375-377.
[113] Bu hadis daha önce geçti.
[114] Daha önce geçti.
[115] Daha önce geçti.
[116] Daha önce geçti.
[117] Daha önce geçti.
[118] Namazların her rekâtinde Fatiha Sûresi'nin okunmasının farz oluşu, Şafiî Mezhebine göredir. Ha-nefılere göre, namazda Fatiha Sûresi'ni okumak vaciptir.
[119] Mefhûm-u küllî: Manasında birçok varlığın ortak olduğu bir kelimedir "İnsan" kelimesi gibi. Bu kelime insan olan her varlığı ifade eder.
[120] Bu hadisi Ebu Nu'aym. Htlye'sınde; Tabarânî, Evsafında; Beyhakî, Şu'ab'mda zikretmiştir (Keşfu'l-Hafâ. 1/311)
[121] Daha önce geçti.
[122] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/377-386.
[123] Müslim, imân, 293 (1/162): Müsned. 4/401. 405.
[124] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/386-389.
[125] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/389-391.
[126] Ebu Davud, libâs, 27 (4/59); Müsned. 2/248.
[127] Tirmizî, Daavât, 92 (5/539).
[128] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/391-392.
[129] Benzen bir hadis için bkz: Tirmizî, zühd. 9 (4/556): İbn Mâce, Zühd. 19 (2/1402).
[130] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/392-394.
[131] Buhârî. Tefsir (6/20).
[132] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/394-396.
[133] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/396-398.
[134] Müslim. Tevbe 14-16 (4/2107-2108).
[135] Buhârî. iman, 1 (1/8); Müslim, iman, 21 (1/45).
[136] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/398-403.
[137] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/403-404.
[138] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/405-406.
[139] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/406.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder