AHMED EL KEBİR RUFAİ (KS) (H.512-578),(M.1118-1182)HAYATI, RUFAİ HZ.NİN TARİKATI

Babası ve Şeceresi :Seyyid Ali Bin Yahya bin Sabit bin Ebü'l-Fevaris Hazım Ali bin Ahmed Murteza bin Ali İşbili bin Rufae Hasan bin Mehdi bin Muhammed bin Hasan bin Ahmed bin Salih bin Musa bin İbrahim bin Murteza bin Musa Kazım bin Caferi Sadık bin Muhammed Bakır bin Ali Zeynel Abidin bin Hüseyin bin Ali bin Ebi Talib'dir.

Ahmed er Rufai'nin Soyu :Hz. Hüseyin(ra)'ın soyundan gelmektedir.
Künyesi..........................:Ebul -Abbas'dır.
Annesi...........................:Halid bin Zeyd Ebu Eyyub El Ensari'nin torunlarından Fatıma El Ensari'dir.
Doğumu...........................:Hicri 512,Miladi:1118.yılı receb ayının ortalarında bir perşembe günü Bağdat ile Basra arasında, Bataih (bataklık yerler) bölgesinde Ümmü Abide köyünde dünyaya teşrif etmişlerdir.

       Ahmed Rufai hazretleri doğmadan önce dayısı büyük alim Mansur Betaihi bir gün rüyasında Peygamber (sav) Efendimizi gördü:O'na
-"Ey Mansur! Kız kardeşin, kırk gün sonra Ahmed isminde bir çocuk dünyaya getirecek.Bu çocuğu, Aliyyul Kari Vasıti'nin terbiyesine teslim et.Bu zat, Allah indinde azizdir.Sakın ihmal etme."
buyurdu.Bu rüyadan tam kırk gün sonra Seyyid Ahmed er Rufai dünyaya geldi.

       Seyyid Ahmed er Rufai Hazretleri, yedi yaşına kadar babası Seyyid Ali'nin nezdinde kaldı. Yedi yaşında iken babası Hakka hicret edince, devrin büyük mutasavvıflarından olan dayısı ve şeyhi Mansur el Bataihi, annesi ve kardeşleri ile birlikte onu himayesine aldı.
       Seyyid Ahmed er Rufai'yi, dayısı Mansur Betaihi, hususi bir ihtimam ile büyüttü, ilim öğretti.  Önce Kur'an-ı Kerimi ezberletti.Kur'an-ı Kerim Hocası büyük alim Abdülmelik Harnuti'dir.

      Seyyid Ahmed er Rufai henüz yedi yaşında iken, bir gün Allah-ü Tealanın zatına ve sıfatlarına ait bilgilerde marifet sahibi olan hocası Abdulmelik Harnuti'yi ziyarete gitti.
Hocası ona:
-"Ya Ahmed! Sana diyeceğim şu şeyleri hafızanda tut, ezberle ve hiç unutma!"
-"Peki efendim." dedi
Abdulmelik Harnuti buyurdu ki:
-"Başkalarına iltifat edip gezen, hedefine varamaz ve hakikate kavuşamaz.
Şüpheden kurtulmayanın,dünyevi düşünenin, nefsi arzularının peşinde olanın; felaha, hidayete kavuşması   düşünülemez.
Bir kimse kendi kusurunu, noksanını bilmiyorsa, bütün zamanı da noksan geçer."
   
      Bu kıymetli söleri hafızasına nakşetti.Bir yıl bu sözlere göre amel etti.Bir yıl sonunda hocasından yine nasihat istediğinde yine buyurdu ki :
-"Hakiki alimleri, evliyayı tanıyamamak çok kötüdür. Tabibin hasta olması ne fena, akıllı kimsenin cahil kalması ne kötüdür."
      Seyyid Ahmed er Rufai, çocukken bir grup evliyanın yanından geçiyordu. Hepsi ona bakıyorlardı.
Birisi;
-"La ilahe illallah Muhammedün Rasulullah, bu mübarek ağaç (çocuk) büyümeye başladı."
İkincisi;
-"Biraz sonra dallanır."
Üçüncüsü;
-"Kısa zamanda gölgesi etrafı bürür."
Dördüncüsü;
-"Çok geçmeden meyve verir ve ay gibi etrafa ışıklarını salar."
Beşincisi;
-"Yakında insanlar onun kerametlerini, fevkalade hallerini görürler.O, insanların ihtiyaçlarını istediği kimse olur."
Altıncısı;
-"Pek kısa zamanda şanı pek yücelir."
Yedincisi;
-"Onun talebeleri pek fazla olur." dediler.

       Seyyid Ahmed er Rufai,Dedesi Seyyid yahya, Abbasi halifesi tarafından Basra'da bulunan Şiiler ve Sünniler arasındaki kavgalara son vermek üzere görev verilmiş o da görevi en iyi şekilde yerine getirerek Basra, Vasıt ve Bataih bölgelerinde huzuru sağlamayı başarmıştı. İşte Ahmed er Rufai'nin babası olan Seyyid Ali bu zatın oğludur.
       Seyyid Ahmed er Rufai'yi, daysı bir müddet sonra büyük alimlerden   ilim öğrenmek üzere Vasıt şehrine, gönderdi. Vasıt'a göndermesinin sebebi, rüyada peygamberimizin emr-i şerifleri olmuştur.İslam alimleri umumiyetle Vasıt'a gelir, talebelere ders verirlerdi. Büyük alim Aliyyül Kari Vasıti hazretleri ve dayısı Ebu Bekr el Ensari el Vasıtı hazretleri de Vasıt'ta bulunuyordu. Seyyid Ahmed Rufai, Aliyyül Kari ve İshak Şirazi hazretlerinden bütün ilimleri öğrendi. Büyük bir fıkıh, hadis, tefsir alimi ve tasavvufta zamanının bir tanesi oldu. İmam Şafii hazretlerinin mezhebi üzerine tahsilini yaptı ve verdiği fetvalarını Şafii mezhebine göre verdi.
       Rivayet edildiğne göre; Bir gün, Aliyyül Kari Hazretleri'ne talebesi Seyyid Ahmed er Rufai Hz'ni sordular; şöyle anlattı:
-"Onun iç aleminde evliyanın ervahı uçmaktadır...Öyle ki: Kanatları uzun ve kuvvetlidir. Bu halleri ile yücelere doğru uçup vuslat mertebesine hızla yol almaktadır.." Bundan sonra şöyle devam etti.:
-"Seyyid Ahmed er Rufai bu asrın ruhudur.Eğer bu tarikatta bir imtisal usulu olmasaydı; ben ondan tarikatalırdım...Bundan şüphe olmaya...Zahire bakılırsa ben onun şeyhiyim...Ama manada o benim şeyhimdir..." bundan sonra şöyle devam etti.
-"Seyyid Ahmed er Rufai hazretleri, Allah'a vuslat babında öyle bir yol tutmuştur ki: O yolda nice salikler yorulup kalmıştır...O yolu anlatmakla nice sözlülerin dili tutulmuştur..."
     
       Onun bu hali, teftiş-i Muhammedi'den geçmiştir ki nice dava ehli o teftişte kusurlu çıkmışlardır...O: nefsini zelil etti, aziz oldu. Nefsini geri itti, ilerledi.Nefsini köle ederek, ona söz dinleterek, enaniyetini, benliğini sildi, nur oldu. Öyle yüce bir dağ oldu ki, darda kalanlar ona sığınırlar.
       Sonra bütün bu anlatılanlara ilaveten, Rasülüllah (sav) efendimizin yanında, öyle geçerli, hatırı sayılır bir durumu vardır ki, tam tarifi imkansızdır.          
        Hasıl-ı Kelam: Biz isim olarak onun şeyhiyiz.Ama aslında o bizim şeyhimizdir.Sadece bizim değil; zamanın da şeyhidir. Seyyid Ahmed er Rufai, Şeyh Aliyyül Vasiti (ks)'dan hem icazet aldı hem de hırka giydi. Vasıti onun için :
-"Herkes üstadı ile ben ise talebem Rufai ile iftihar ederim." demiştir.
        Ahmed er Rufai, Şeyh Alüyyül Vasıti Kuddise sıırıhu'nun hakka hicretinden sonra dayısı Mansur el Bataihi'nin terbiye ve irşad halkasına girdi.27 yaşına kadar dayısından tasavvuf dersleri alarak çok kısa zamanda seyr-i sülukunu tamamladı.Daha sonra dayısı tarafından ona
"Şeyhü'ş-şüyuh" unvanı ile birlikte halifelik vererek kendisine bağlı bütün tekkelerin şeyhliğini verdi.

       Daısının hakka hicretinden sonra genç yaşta posta oturan Seyyid Ahmed er Rufai, bütün tekkelerin şeyhliğine getirilince, Onu çekemeyenler, iftira atanlar eksik olmadı. Yıllar geçtikçe müridlerin sayısı artıyor şanı şöhreti her tarafa yayılıyordu. Bu durum Irak'taki baı şeyhlerin Onu kıskanmalarına sebep oldu. Bir çok itham ve dedikodu ortaya atıldı.
Neticede Abbasi Halifesi el-Müktefi'ye erkek ve kadın müridleri aynı zikir meclisindebir arada bulundurduğu iddiasıyla hicri 550 yılında şikayet ettiklerinde, halife durumu yerinde incelemek üzere bir müffettiş gönderdi. Durumu  araştıran ve inceleyen insaf sahibi müffettiş inceleme sonunda kanaatlerini bir rapor haline getirerek şöyle demişti.
-"Bu Seyyid ve müritleri sünnet yolunda değillerse, yeryüzünde sünnet üzere hareket eden hiç kimse kalmamış demektir." Bunun üzerine halifesine, yaptırdığı tahkikatten dolayı özür dileyen bir mektup göndermiştir.

SEYYİD AHMED ER RUFAİ'NİN TARİKAT SİLSİLESİ
1.Yol:
1.Hz. Hüseyin bin Ali
2.İmam Zeynel Abidin
3.İmam Muhammed Bakır
4.İmam Cafer-i Sadık
5.İmam Musa Kazım
6.İmam Ali Rıza
7.Hz.Maruf-u Kerhi
8.Hz.Sırrı Sakati
9.Hz.Cüneydi Bağdadi
10.Hz.Ruveym el Bağdadi
11.Hz.Ebul Kasım es Sündusi
12.Hz.Ebul Karmezi
13.Hz.Yahya en Neccari
14.Hz.Ebul Mansur et Tayyib
15.Hz.Mansur el Betaihi

2.Yol:

1.Hz.Hasan-ı Basri
2.Hz.Habib-i Acemi
3.Hz.Davud-i Tai
4.Hz.Maruf-u Kerhi
5.Hz.Sırrı Sakati
6.Hz.Cüneydi Bağdadi
7.Hz.Ebu Bekir Şibli
8.Hz.Ali Acemi
9.Hz.Ebu Ali Rüzbari
10.Hz.Ebu Ali Gülam...
11.Hz.Ebu Fadl b.Kamil
12Hz.Aliyyül Kari el Vasiti
Her iki yolda Hz.Pir Seyyid Ahmed er Rufai'den devam eder.

       Seyyid Ahmed el Kebir Rufai'nin (ks)3.ve 4.koldan tarikat silsilesi yine dayısı Şeyh Mansur'dan devam eder.
       Seyyid Ahmed er Rufai ile Sultan Seyyid Abdulkadir Geylani (ks) ikiside aynı zamanda yaşadıkları için her ikisine de Gavs'lık (Gavs:Velayet mertebelerinin en yükseklerinden biri, Allah-ü Teala'nın velilerinin en büyüğü) makamı verildi.
Seyyid Ahmed er Rufai, Geylani'nin kendisinden yaşça büyük olması ve onu çok sevdiğinden, ona saygı gösterdiğinden ve haya ettiğinden dolayı bu vazifeden af dilemesi üzerine bu görevin Seyyid Absulkadir Geylani'ye virildiği, Seyyid Abdulkadir Geylani'nin ahirete hicret etmesiyle tekrar kendisine bu makam verilince bu vazifeyi kabul ettiği ve onaltı sene birkaç ay bu makamda bulunduğu ifade edilmektedir. İşte kendisine bu yüzden "Ebul Alemeyn"(iki sancak sahibi veya iki nur sahibi) denilmiştir.
  
     Seyyid Ahmed er Rufai Hazretleri, dört büyük kutubtan biridir.Bu zatlar sırısı ile
1-Seyyid Abdulkadir Geylani (H. 470-561, M. 1078-1166)
2-Seyyid Ahmed er Rufai (H. 512-578, M. 1118-1182)
3-Seyyid Ahmed el Bedevi (H. 596-675, M. 1200-1276)
4-Seyyid İbrahim Dusuki (H. 633-676, M. 1235-1278)

        Seyyid Ahmed er Rufai (ks), Allah-ü Teala'nın emirlerini harfiyle yapar, yasaklarından büyük bir titizlikle kaçardı. Bildikleriyle amel eder ve başkalarına da tavsiyede bulunurdu.
Bir gün birisi gelip dua istedi.
-"Benim şimdi bir günlük nafakam var, onun için duam kabul olmaz. Onu bitirdiğim zaman gel sana dua edeyim." buyurdu ve öyle yaptı.
       Seyyid Ahmed er Rufai (ks); orta boylu, nur yüzlü, buğday benizliydi. Saçları siyah, sakalı seyrek, alnı açık ve geniş idi.Gözlerine sürme çeker, tebessüm buyururdu. Güzel konuşmaları ile kalpleri harekete getirir, sohbetine doyum olmazdı. Konuşmaya başlayınca sesini uzak ve yakındakiler işitirlerdi. Çevre köydeki kimselerde, aynı şekilde duyarlardı. İnsanlar evlerinin üzerine çıkar, Seyyid Ahmed er Rufai, yanlarındaymış gibi dinlerlerdi. Öyle ki bütün kelimeleri eksiksiz anlaşılırdı. Hatta sağırlar, yarım işitenler onun sohbetine katıldıkları zaman, Allah-ü Teala'nın ihsaniyle kulakları açılır, söyleninenleri işitirler ve anlarlardı. Beyaz gömlek giyer, pirinç unundan ekmek yapıp yerdi. Misafirler için verdiği yemek haricinde başka bir şey yemezdi. Yemeği soğutarak yer, misafirsiz iftar etmezdi. Kendisine ait misafir konağı, her gün dolup taşar, günde iki öğün yemek çıkardı. Yolda her rastladığı kimseye, hatta çocuklara bile selam verirdi. Hastaların sıhhatlerini sormak için uzak yollara gitmekten üşenmez, onları ziyaretten zevk alırdı. Onlara yemek götürüp onlarla yiyor ve kendisine dua etmelerini taleb ediyordu.
-"Bunların ziyareti (durumlarına bakmak) müstehab değil vaciptir! derdi. İhtiyarlara amalara (körlere) sıkıntıda olanlara yardımcı olurdu.Peygamber efendimizin (sav)
-"Kim, saçı sakalı ağarmış müslüman bir kimseye ikram ederse, Allah da ona ihtiyarladığında hürmet ve ikramda bulunacak kimseleri vazifelendirir, ona ikram ederler."
hadisi şeriflerinde bildirdiği gibi hareket etmeyi adet edinmişti.
       Alçak gönüllü olduğundan, hiç bir mecliste başköşeye geçmez ve seccade üzerinde oturmazdı. Daima az konuşur ve
-"Sükutla emr olundum."buyururdu.

Birçok defa azamet-i ilahiyye tecellisine mahzar olup,güneşin karşısında, buzun eridiği gibi kendisi de bir avuç su gibi kalıcaya kadar eridiğini hisseder sonra ilahi rahmet yetişerek eski halini bulurdu. Daha sonra da cemaatine hitaben;
-"Cenab-ı Hakkın lütfu olmasa yanınıza dönemezdim." derdi.

     
NOT:Bu Yazıyı kendi araştırmalarımın sonucu yazdım...(Yaratılış Gayemiz adlı kitaptan)  yazımın devamı sayfa -2-de...Bu yazılarımı aynı zamanda emuca.blogcu.com'da da yayınlıyorum...Bana Allah Razı Olsun deyip hayır dualarında bulunmanız yeter...Belki mahşer günü hangi ibadetten şefaate ereceğimiz belli olmaz...Umarım Piran Efendilerimin şefaatine nail olurum. Sevdiklerimle beraber....

Yorum Gönder

0 Yorumlar