3 Haziran 2011 Cuma

EL-MİKDÂD İBN-İ AMR


İslâm Süvarilerinin İlki
Dost ve arkadaşları  onu şöyle  anlatmışlardır:
«— Allah yolunda at koşturanların  ilki el-Mikdâd İbnul'l-Esved'-din
El-Mikdâd İbnu'l-Esved, bu kahramanımız el-Mikdâd ibn-î Amr'-dir ki, Cahiliyye devrinde el-Esved İbn-i Abdi Yegûs'la anlaşma yap­mış ve el-Esved, el-Mikdâd'ı evlât edinmiştir. Böylece o, evlât edin­meyi nesneden âyet ininceye ve babası Amr ibn-i Sa'd'a nisbet e linceye kadar «el-Mikdâd İbnu'l  Esved»  diye çağrılmıştır...
El-Mikdâd İslâm'a ilk girenlerdendir. Kureyş'in eziyet ve cezala­rından payını alarak, erkeklerin cesareti dostların gıptasıyla müslü-manliklarını  açıkça  ilân  eden yedi kişinin yedincisidîr!.
Onun Bedir savaşındaki  davranışı, güzelliği  gitmeyen nefis tablo olacaktır.
Muhteşem bir davranış ki, onu gören herkes bu büyük davranı şın sahibi olmayı  isterdi.
Rasûlüllah'ın  fs.a.v.] dostu Abdullah  İbn-i Mes'ud şöyle der:
«— Mikdâd'in bir davranışını gördüm. Onun sahibi olmayı, yer­yüzündeki her şeyden daha çok isterdim...»
Çetin olarak başlayan o günde... Kureyş'in kalabalık kuvvetiyle, inatçı  ısrarıyla, gurur ve kibiriyle geldiği günde...
O gün müslümanlar azdı, İslâm için daha önce hiçbir sava rübesi geçirmemişlerdi. Bu  onların yaptıkları  ilk savaştır..
Hz. Peygamber, beraberindekilerin imanını denemek, süvarisiy-le, yayasıyla üzerlerine gelen orduyla karşılaşmak için kabiliyetlerini anlamak üzere ayakta durdu.
Meseleyi onlarla görüşmeye başladı. Rasûiüllah'ın (s.a.v.) ashabı biliyorlardı ki, o, görüş istediğinde bunu gerçekten yapardı. Eğer o, her birinden gerçek kanaat ve görüşünü istediğinde, birisi bütün ce­maatin görüşüne aykırı bir görüş söylese bile, ona ne kızar, ne de sitem ederdi!..
El-Mikdâd, müslümanlar arasında, çarpışmanın durumuyla ilgili bildiği şeyler bulunan kimseler olmasından çekindi... Ondan önce kimse konuşmadan, savaşın parolasını kesin konuşmasıyla ortaya at­mak bu meselenin halline katılmak için önce davranmaya niyet etti...
Ama, daha iki dudağını kımıldatmadan, Hz. Ebû Bekr konuşma­ya başlamıştı. El-Mikdâd çok memnun oldu. Ebû Bekr güzel konuştu...
Onu Ömer İbnu'l-Hattab takip etti, o da güzel  konuştu...
Daha sonra el-Mikdâd  ilerleyip şöyle  konuştu:
«— Ey Allah'ın Rasûlü!.
Allah'ın  sana emrettiğini  yap, biz seninle  beraberiz.
Vallahi, İsrailoğuliarının Musa'ya dedikleri gibi biz:
Haydi', sen ve Rabb'ın düşmana karşı gidip savaşınız. Biz bura­da oturalım demeyiz.
Fakal; biz: Sen ve Rabbin düşmana karşı gidip savaşınız. Biz de sizinle birlikte savaşırız. Seni hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, sen bizi Berku'l-Gimad'a kadar yürütecek olsan, seninle birlikte oraya kadar yürür, Allah sana fethi nasip edinceye kadar, senin sa­ğında solunda, önünde ve arkanda çarpışırız».
Kelimeler adetâ kurşun gibi çıkmıştı. Hz. Peygamber'in yüzünü sevinç kaplamış, Mikdâd için yaptığı hayır dua ile ağzı parlamıştı... El-Mikdâd İbn-i Amr'in söylediği ve gücüyle, inandırıcılığıyla, söz is­teyene sözün türünü, konuşmak isteyene konuşmanın tarzını tarif eden ve kesin hüküm ifade eden konuşmanın cesareti, inanan ve doğ­ru yolda olan bu topluluk içinde sevinç uyandırmıştı!.
Evet, ei-Mikdâd'ın sözleri mü'minierin gönüllerinden geçeni ifa­de etmiştir. Bunun üzerine Ensar'ın lideri Sa'd İbn-i Muâz kalkıp şöy­le  konuştu:
«— Ey Allah'ın  Rasûiü;
Biz sana îman ettik ve seni tasdik ettik. Bize getirdiğin Kur'ân'm hak olduğuna şehadet ettik. Bu hususta sözlerini dinlemeye ve sana itaat etmeye söz verdik. Ya Rasülallah! nasıl dilersen o şekilde ha­reket et. Biz seninle beraberiz. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a andoisun ki ben size denizi gösterip dalsan, biz de seninle bir­likte dalarız. Bizden (Ensar'dan) bir kişi bile geride kalmaz, Biz, ya­rın  düşmanımıza bizimle  beraber karşı gitmeni  de  kötü görmeyiz...
Biz, savaşta sebat etmesini, düşmanla karşılaştığımızda sadakat göstermesini biliriz. Umulur ki, Allah Teâlâ sana bizden gözünü aydın edecek kahramanlıklar gösterecektir. Bunun için Allah'ın bereketi­ne ve selâmetine dayanarak bizimle birlikte düşman üzerine yürü­yünüz...»
Rasûiüllah'ın (s.a.v.) kalbi sevinçle doldu... Ashabına da:
Haydi yürüyünüz, müjdeler olsun». Ve  iki topluluk karşılaştı...
O gün müslümanların sadece üç tane süvarisi vardı: El-Mikdâd İbn-i Amr, Mersed İbn-i Ebî Mersed ve ez-Zubeyr İbnu'l-Avvam. Di­ğer mücahidler piyade idiler veya deveye binmişlerdi...
Daha önce gördüğümüz el-Mikdâd'm sözleri onun sadece cesa­retini tasvir etmiyor, bize onun üstün hikmet (bilgi) ve derin düşün­cesini de tasvir ediyordu...
İşte el-Mikdâd böyleydi.
O hakim (bilgili) ve akıllıydı. Onun hikmeti kendisini sade­ce kelimelerde ifade etmiyordu. Aksine kendisini etkili prensipler­de, mutedil ve ahenkli bir davranışta ifade ediyordu. Onun tecrübeli hikmetinin azığı, aklının pınarı idi.
Rasûlüllah (s.a.v.) bir gün onu, emirliklerden birisine tayin et­mişti. Dönünce Hz. Peygamber ona sordu:
«— Emirliği nasıl buldun?.» Hic mübalağa etmeden:
«— Emirlik, beni sanki bütün insanlar benden aşağıda ben de kendimi onların üstünde görüyorum gibi yaptı...
Seni hak ile gönderene yemin olsun, bu günden sonra iki kişiye bile olsa emirlik yapmıyacağım...» dedi.
Eğer bu hikmet değilse ya nedir?
Eğer o hakim değilse kimdir ya?
Nefsi ve zaafları yüzünden aldanmayan bir adam...
O, emirlik görevini üzerine alıyor, kendini kibir ve gurur bürü-yor. Kendindeki bu zaafı keşfediyor ve nihayet onu, bulunduğunu zan­nettiği yerlerden uzaklaştırmak, bu tecrübeden sonra emirliği reddet­mek ve ondan sakınmak için yemin ediyor... ve yeminini tutup bir daha kesinlikle emir olmuyor!...
Rasûlüllah'tan (s.a.v.) duyduğu bir hadisi mırıldanır dururdu. Bu hadis şöyledir:
«— Mes'ud kimse fitnelerden uzaklaştırılan kimsedir...»
Emirlikte onu fitneye düşürecek veya onu fitneye yaklaştıracak bir kibir görülmüşse, öyleyse onun saadeti ondan uzaklaşmaktadır...
İnsanlar aleyhinde hükmederken uzun süre beklemesi onun hik­metinin belîrtilerindendir...
Bunu da Rasûlüllah'tan (s.a.v.) öğrenmişti., Rasûlüllah [s.a.v.) on­lara, Ademoğlunun kalbinin, kaynadığı zaman tencereden daha ça­buk değiştiğini öğrenmişti...
El-Mikdâd insanlar hakkındaki son hükmünü, aleyhinde, hükmü­nü vermek istediği kimsenin değişmiyeceğinden; hayatında yeni bir-şey ve herhangi bir değişiklik veya ölümden sonra herhangi yeni bir-şey ortaya çıkmayacağından emin olmak için ölüm anına kadar er­telerdi?...
Bize dostlarından birinin naklettiği şu konuşma esnasında, hik­meti mükemmel bir anlayış içinde parlamaktadır:
«— Bir gün el-Mikdâd'ın yanına oturduk. Ona bir adam geldi...
El-Mikdâd'a hitabederek: Rasûlüllah'ı (s.a.v.) gören şu gözlere ne mutlu...
Vallahi, bizde gördüğün şeyi görmek ister, şâhîd olduğun şeye de şahid olmak isterdik. El-Mikdâd ona:
— Görmediğin birşeyi niçin görmek istiyorsun? Acaba o görme­diklerini görseydin halin ne olacaktı. Yemin ederim ki, Hz. Peygam­ber'! görenler içinde niceleri var ki, Cehennem'de burunları üzerin­de sürünüyorlar, «Siz şükrediniz ki, kendinizi bileli Allah'ı tanıyor ve Peygamberin getirdiğine inanıyorsunuz».
Bir hikmet... Ne hikmet!...
Sen, Allah'ı ve Peygamberini seven bir mü'minle karşılaşıyorsun, ancak onun Peygamber'in günlerinde yaşamak ve onu görmek iste­diğini görüyorsun...
Fakat, becerikli ve hâkim el-Mikdâd'ın basireti bu ideâlde kay­bolmuş kulu keşfediyor...
O günlerde yaşamak isteyen bu adamın Cehennemliklerden ol­ması ihtimâl dahilinde değil midir?
Onun kâfirlerle birlikte küfretmesi ihtimal dahilinde değil midir?
Öyleyse, onun kendisine İslâm'ın güçlendiği dönemlerde yaşa­mayı lütfeden Allah'a hamdetmesi ve İslâm'ı lütuf ve iyilik olarak kabul etmesi daha iyi değil midir?
Bu, bütün davranışlarında tecrübelerinde ve sözlerinde hikmet parlayan, anlayış saçılan, akıllı ve hâkim oian el-Mikdad'ın görüşüdür.
El-Mikdâd'ın İslâm  sevgisi   büyüktü... Bunun yanında o, anlayışlı ve hakimdi...
Sevgi, büyük ve hakim (hikmetli) olunca, sahibinden, bu sevgi­nin kendisine değil, sorumluluklarına imrendiren üstün bir insan or­taya çıkarır.
El-Mikdâd ibn-i Amr, bu tiptendir...
Onun Peygamber sevgisi, kalbini ve zihnini Peygamberin selâ­mette olması sorumluluğuyla doldurmuştur. Medine'de bir korku his­sedilir hissedilmez, El-Mikdâd, âdeta, göz açıp kapayacak kadar za­man içinde, kısrağının sırtına binerek ve kılıcını çekerek Rasûlül-lah'ın (s.a.v.)   kapısında durur olmuştur...
Onun İslâm sevgisi, İslâm'ı sadece düşmanlarının tuzağından değil, dostlarının hatalarından da koruma sorumluluklarıyla doldurmuş­tur...
O, bir gün, düşmanın kuşatması mümkün olan bir seriyyeyle çıkmıştı. Seriyyenin başkanı, hiç bir kimsenin hayvanını otlatmama­sını emretmişti. Fakat müslümanlardan birisinin verilen emirden ha­beri yoktu. Bu yüzden verilen emre uymadı. O, seriyyenin başkanın­dan hak ettiğinden daha fazla belki de mutlaka hak etmediği bir ce­za gördü.
Ei-Mikdâd, ağlayıp sızlanırken adamın yanma geldi ve niçin ağ­ladığını sordu. Adam ona olanları anlattı,
Ei-Mikdâd, onun sağ elinden tutup seriyye başkanının yanına gö­türdü. El-Mikdâd, hatâsını açıklayıncaya kadar başkanla tartıştı ve ona şöyle dedi:
«— Şimdi, onu kendinle kısas et, ona kısas yapma imkânı ver!..»
Başkan kabul etti, ancak asker onu bağışladı. El-Mikdâd, davra­nışın yüceliği, onlara bu izzeti veren bu dînin büyüklüğü karşısında kendinden geçti. O sanki mırıldanıyor gibi şöyle diyordu:
«— Ben mutlaka, İslâm aziz (üstün)ken öleceğim...»
Evet... Bu, yani İslâm azizken ölmek onun ideâliydi... O, Hz, Pey-gamber'in  kendisine söyledi:
«-— Allah bana seni sevmeyi emretti. Ve bana, seni sevdiğini bildirdi...» buyruğuna lâyık kılan üstün bir azimle bu ideali gerçekleş­tirmeye çalışanlarla beraber çalışmıştır ... [1]






[1] Hald Muhammed Halid, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/431-436.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı