3 Ocak 2011 Pazartesi

MASİYETTE İTAAT YOK,NİSA SURESİ 59.AYETİN AÇIKLAMASI

MASİYETTE İTAAT YOKTUR


Otuz Dördüncü Ayet

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اَطيعُوا اللّهَ وَاَطيعُوا الرَّسُولَ وَاُولِى الْاَمْرِ مِنْكُمْ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ فى شَىْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ ذلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَاْويلًا .

"Ey müminler, Allah'a itaat ediniz; Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat ediniz. Eğer gerçekten Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız herhangi bir konuda anlaşmazlığa düştüğünüzde o meselenin çözümünü Allah'a ve Peygamber'e havale ediniz. Bu en hayırlı ve en iyi akıbet vaad eden bir tutumdur."[356]

يَا اَيُّهَا Ey الَّذينَ امَنُوا müminler اَطيعُوا itaat ediniz اللّهَ Allah'a وَاَطيعُوا itaat ediniz الرَّسُولَ Peygambere وَ ve اُولِى sahiplerine de الْاَمْرِ emir مِنْكُمْ sizden olan فَاِنْ Eğer تَنَازَعْتُمْ anlaşmazlığa düştüğünüzde فى شَىْءٍ herhangi bir konuda فَرُدُّوهُ havale ediniz اِلَى اللّهِ Allah'a وَ ve الرَّسُولِ Peygamber'e اِنْ كُنْتُمْ gerçekten تُؤْمِنُونَ inanmışsanız بِاللّهِ Allah'a وَ ve الْيَوْمِ gününe الْاخِرِ ahiret ذلِكَ Bu خَيْرٌ en hayırlı وَ ve اَحْسَنُ iyi akıbet vaad eden تَاْويلًا bir tutumdur

Ayetin Nüzulü ve Açıklaması
"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Resûle ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin)"[357]  ayetinin Abdullah İbnu Huzâfe hakkında indiğini ifade eden bir Buhârî hadisi de olayların farklı olduğuna delil kabul edilmiştir.

Saîd ibni Cübeyrden rivayet edildiğine göre bu âyet Abdullah ibni Huzafe ibni Kays dolayısiyle nâzil olmuştur.[358]

Bu kısa ayette yüce Allah bir yandan imanın şartını ve İslâm'ın tanımını açıklarken aynı zamanda müslüman toplumun temel düzenini, egemenliğin dayanağını ve siyasî otoritenin kaynağını belirliyor. Bu saydıklarımızın tümünün başlangıç ve bitiş noktası şudur: Hükümler sırf yüce Allah'tan alınacaktır. Kuşaktan kuşağa ve toplumdan topluma değişen sosyal hayatın dalgalanmaları sırasında ortaya çıkacak olan ve haklarında Kur'an'da ve sünnette kesin kanıt bulunmayan; kendileri ile ilgili değişik yargılar, değişik görüşler ve farklı yorumlar ileri sürülen ayrıntılı meselelerin çözümü yüce Allah'a havale edilecek; böylece farklı akılların, farklı görüşlerin ve farklı yorumların hakemliğine başvuracakları değişmez bir ölçü, oynamaz bir kriter elde edilecektir.

İnsan hayatına ilişkin büyük-küçük, önemli-önemsiz her konuda, her meselede "egemenlik", hüküm verme yetkisi sırf yüce Allah'a aittir. Yüce Allah bu amaçla bir şeriat belliyerek onu Kur'an-ı Kerim'in ayetlerine dökmüştür. Sonra bu Kur'an'ı insanlara anlatacak bir peygamber göndermiştir. Bu peygamber "havadan konuşmuyor". O halde O'nun sünneti (sözleri ve uygulamaları) yüce Allah'ın şeriatının bir parçasıdır.

Yüce Allah'a itaat etmek zorunludur. Şeriat ortaya koymak O'nun ilâhlığının en belirgin özelliklerinden biridir. O halde O'nun koyduğu şeriatın uygulanması, yürürlüğe konması zorunludur. Mü'minler öncelikle yüce Allah'a itaat etmekle yükümlüdürler. Arkasından Peygambere itaat etme yükümlülüğü gelir. Çünkü Allah'ın elçiliği, Allah'tan aldığı mesajı kullara iletme sıfatını taşıyor. Bu sıfatı yüzünden O'na itaat etmek, O'nun aracılığı ile bu şeriatı göndermiş olan Allah'a itaat etmenin vazgeçilmez gereği, bir uzantısıdır. Ayrıca Peygamber, sünneti aracılığı ile bu şeriatı açıklıyor. Buna göre O'nun sünneti, O'nun hükümleri ve direktifleri uygulanması zorunlu olan şeriatın ayrılmaz bir parçasıdır. İmanın varlığı ve yokluğu bu itaatin ve bu uygulamanın varlığına ya da yokluğuna bağlıdır. Bunun böyle olduğunu yukarda okuduğumuz ayetin şu şart cümlesi söylüyor:

"Eğer gerçekten Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız..." [359]

Üçüncü derecedeki zorunlu itaat merci olan devlet yetkililerine (Ululemr'e) gelince okuduğumuz ayet bunların kimliğini açıkça belirliyor. Okuyalım:

"... Ve sizden olan idaricilere itaat ediniz." [360]

Yani bu devlet yetkilileri bu ayette açıklanan iman şartını ve İslâm tanımını kişiliklerinde gerçekleştirmiş müminlerden olacaklar. Bu ayette açıklanan iman şartı ve İslâm tanımı -bildiğimiz gibi- şu ilkeleri içerir: Yüce Allah'a itaat etmek. Peygambere itaat etmek, ilke olarak egemenliği ve insanlar için yasa koyma yetkisini sırf yüce Allah'a tanımak, çözümlerini kesin kanıtlara bağladığı meselelerde O'nu tek hüküm kaynağı bilmek. Bunların yanısıra haklarında kesin kanıt bulunmayan ve insanlar arasında farklı görüşlere ve yorumlara yol açan meseleleri de O'na havale etmek, bu meseleleri nassların genel ilkeleri ışığında çözmeyi benimsemek.

Yukarıdaki ayet, yüce Allah'a ve Allah'ın elçisi olması gerekçesi ile Peygamber'e itaat etmeyi temel ve asıl görev sayarken devlet yetkililerine itaat etmeyi Allah'a ve Peygamber'e itaat etmeye bağlı bir görev kabul ediyor. Nitekim cümlenin söz edilişinde yüce Allah'tan ve Peygamberden önce "İtaat ediniz" emrine yer verildiği halde devlet büyüklerinden önce bu emir anlamlı kelimeye yer verilmiyor, buradaki emredicilik anlamı "ve" bağlacı eki ile ifade ediliyor. Böylece devlet yetkililerinin "sizden" olmaları, iman şartının ve İslâm tanımının kapsamı içinde bulunmaları belirtildikten sonra bu sözdizimi yolu ile onlara yöneltilecek itaatin Allah'a ve Peygamber'e itaat etmeye dayalı olduğu bir daha vurgulanmaktadır.

Bütün bu kayıtlamalardan ve belirlemelerden sonra şu sonuç ortaya çıkıyor. "sizden" olan devlet yetkililerine yönelik itaat, yüce Allah'ın şeriatı ile, haram olduğu nassla kanıtlanmayan ve tartışma konusu olup da şeriatın ilkelerine vurulduğu takdirde haram olmadığı sonucuna varılan direktifler ile sınırlıdır. Öte yandan sünnet, bu itaati kesin ve net bir şekilde belirliyor.[361]

Sosyelleşmenin yolu birlik ve beraberlikten geçer. Bugün buna en çok muhtaç olan Müslüman kesimdir. Çünkü İslam dininin inzalinden bu güne kadar Müslümanlar bu kadar bölük pörçük olmamışlardır.

Sadedinde olduğumuz ayet ile aşağıdaki hadisi şerif bize müslümanlara birlikte yaşamanın esaslarını beyan etmektedir.

Ayetin sebebi Nüzûlü ve hadisin sebebi Vürûdu içinde çok anlamlı mesajlar vardır. Bunlar günümüz şartlarının sosyalleşme konusundaki temel meseleridir.

Yüce Allah cümlemize dinimizi, imanımızı dinsizlerin ve imansızların terkine mahkum etmesin.



Otuz dördüncü Hadis

 قَالَ رَسُولُ للّهِ: لاَ طَاعَةَ فِى مَعْصِيَةِ اللّهِ، إنَّمَا الطَّاعَةُ فِى الْمَعْرُوفِ.

Allah Resulü (a.s) buyurdular ki: "Allah'a isyanda (kula) itaat yok! Ancak taat ma'ruftadır!"[362]

قَالَ buyurdu ki رَسُولُ Resulü (a.s) للّه Allah لآ طَاعَةَ itaat yok فِى مَعْصِيَةِ isyanda اللّهِ Allah'a، إنَّمَا Ancak الطَّاعَةُ taat فِى الْمَعْرُوفِ ma'ruftadır

Hadisin Vürûdu ve Açıklaması
Vürûdu:  Buhari naklediyor, Ebu Sâid radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Alkame İbnu Mücezzez radıyallahu anh, benim de içinde bulunduğum bir askeri birliğin başında savaşa gönderdi. Kumandan olarak gazvesinin başına geçince veya yolda belli bir yere varınca, askerlerden bir grup, kendisinden (ayrı gitmek) hususunda izin istedi. Onlara izin verdi. Başlarına Abdullah İbnu Huzâfe İbnu Kays es-Sehmî'yi sorumlu tayin etti. Ben onunla savaşanlar içerisinde idim. Yolun bir yerine gelmiştik, (mola sırasında) askerlerden bazıları ısınmak veya üzerinde (yemek) yapmak maksadıyla bir ateş yaktılar. Komutanımız Abdullah -ki şakacı birisiydi- sizin üzerinizde itaat edilmek ve sözü dinlenmek hakkım yok mu?"diye sordu. Askerler: "Elbette var!" dediler. "Öyleyse, dedi ne emredersem yapacaksınız değil mi?" Askerler yine: "Elbette!" dediler. Bunun üzerine komutan: "Şu halde size, şu ateşe atılmayı emrediyorum" dedi. Askerlerin bir kısmı kalkıp emri yerine getirmeye hazırlandılar. Abdullah, onların ateşe atılacaklarına inanınca: "Kendinizi tutun, ben size şaka yapmıştım" dedi. Medine'ye dönünce, bu hadiseyi Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a anlattılar. Efendimiz şöyle buyurdular: "Onlardan (yani başınızdakilerden) kim size Allah'a isyanı emrederse ona itaat etmeyin." [363]

Rivayette, komutanın kim olduğu ve hangi seriyyeye gönderildiği belli değildir. Hadisin Buhârî'deki şekli böyledir. Ancak, başka şekillerde, komutan(lar)ın ve serriyyenin mahiyeti ortaya çıkar. Fakat, bazı ihtilaflardan uzak değildir. İbnu Sâd'ın kaydına göre bu hâdise dokuzuncu hicrî senenin Rebuül-ahir ayında cereyan eder. Resûlullah (a.s)'a, Cidde yakınlarında bir grup Habeşlilerin görüldükleri haberi ulaşır Bunun üzerine derhal 300 kişilik bir askeri birliği Alkame İbnu Mücezziz komutasında yola çıkarır. Birlik deniz kenarına kadar iner. Habeşliler onları görünce kaçarlar. Seriyyeden dönüşte, askerler evlerine dönme hususunda istîcâl gösterirler. Buna kızan Abdullah İbnu Huzâfe, acele edenlere ateş yaktırıp içine girmelerini emreder. İbnu İshâk'a göre ise, bu kıssanın sebebi, Zû-Karad gazvesinde, Vakkas İbn Mücezziz'in öldürülmüş olması sebebiyle, Alkame İbnu Mücezziz'in intikam almak istemesi, Resûlullah (a.s)'ın da onu bu seriyyeye göndermesidir.

Ne zaman bir toplum Allah'ın Kitab'ı ve Rasûlü'nün Sünnet'ini fırlatıp atar, Allah ve Rasûlü'ne isyan eden lidere uyar, Kitap ve Sünnet'in hüküm vermesini istemeksizin yönetici ve dini liderlere düşüncesizce itaat ederse, İsrailoğulları'nın kötü akıbetine uğramaktan kurtulamaz.


KAYNAKLAR
[356]  Nisa,4/59.
[357]  Nisa,4/59.
[358] (Söz konusu olan Abdullah b. Huzafe ile ilgili olay aşağıdaki hadisin vürudunda geçeceğinden dolayı burada tekrar etme gereğini duymadık.) M.Hamdi Yazır, a,g,e. S, 1377
[359] Nisa,4/59.
[360] Nisa,4\59
[361] S.Kutup, a,g,e. 4/59.
[362] Buhârî, Megâzi, 59, Ahkâm, 4; Müslim, İmâret 40; Ebû Dâvud, Cihâd 96; Nesai, Bey'at 34.
[363] Abdurrezak, Musennef, 2/383; İbni Hamza, a,g,e. S,661.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı